Abdulkadir Molla’nın idamı üzerine

Idam cezası ile ilgili fikrimi yıllar önce yazmıştım. O yazıdaki argümanlarım hala geçerli.

Dün Bangladeş’te idam edilen Abdulkadir Molla, bugün sosyal medyada her ne hikmetse büyük bir yaygara koparmış durumda.

2 ay önce Bangladeş’te 1971’de ne oldu diye sorsan “ney?” diyecek binlerce kişi, bugün Molla için göz yaşı döküyor.

“Algı, gerçekliktir” sözünü boşuna söylememişler. Birileri Molla ile ilgili öyle bir algı yarattı ki, kimse adamın neyle suçlandığını bilmeden, dahası “acaba doğru olabilir mi suçlamalar” demeden “vay şehidim uy şehidim” diye ağıtlar diziyorlar.

Size kısaca yazayım Molla’nın neyle suçlandığını :

24 Nisan 1971’de Mirpur’da bir köy baskını yaparak köydeki 344 Bengalli’nin katli.

26 Mart 1971’de Hazrat Ali Laskar isimli Bengal asıllı terzi ve ailesinin öldürülmesi.
Adam ve hamile karısı silahla öldürüldü, 11 yaşlarındaki 2 kızı önce 12 asker tarafından tecavüze uğradı ve öldürüldü. 2 yaşındaki oğlu defalarca yere çarpılarak öldürüldü.
Şair Meherunnesa’nın (kafası kesilerek), iki erkek kardeşi ve annelerinin öldürülmesi. Meherunnesa’nın kesilmiş kafası tavan vantilatörüne asılı bırakıldı.

Suçlamaların tam metnini şuradan görebilirsiniz.

Özetle dün idam edilen kişi, fikirleri ya da inancı sebebiyle değil, acımasız katliamları sebebiyle idam edilmiştir.

İdam sonrasında olayı Türk halkından daha iyi bildiğini düşündüğüm Bangladeşliler sokaklara dökülerek kutlamalar yaptılar. 

Bunu bizde Apo’nun idam edilmesi sonrasında yaşanacaklara benzetiyorum. PKK vs gibi örgütler yaygara yapacaklar, mazlumu oynayacaklar, ama çocukları, arkadaşları PKK’ya kurban giden aileler ve bu acıyı yaşayan insanlar sokaklara dökülecektir kutlama yapmak için.

Türkiye’nin dünyadan bihaber yobazları yeni “R4bia”larını bulmuşa benziyor.

Altın Oran Strikes Back!

Altın Orancılar 2 sene sonra cevab vermişler 🙂 Uuu beybi.. güzel bir hareketlenme oldu bende

BU YORUMU ” ERDEM ÇETİNKAYA ” KUTSAL GİZEMLER İNTERNET SİTESİNDEN SANA YAZMIŞ ŞÜPHECİ MELEK !

İŞTE SANA ALTIN ORAN İLE İLGİLİ CEVABI;

Supheci Melek sitesinin admini sadece fragmanı izlemiş ve belgeslein tamamını izlemediği için aklına böyle sorular gelmesi normal. Keşke bize sorsaydı. AMa ateist olduğu ve islam lehine yapılan herşeyi yıkmaya çalışmak gibi bir eğilimi olması kendi bakış açısından mümkündür. Özetle cevap vermem gerekirse; bazı kısımlara katılmış bazılarına katılmamış; katılmadığı kısımlar;

11-Mekke’nin kutuplara uzaklığının oranı altın orandır . Enlem-boylam haritasında gündönümü çizgisine olan uzaklığı açısından da altın oran noktasındadır….yanlıştır demiş

Yaptığı hesaplamalarda Mekke il sınırları içinde bir noktaya düşmesine bunuda bilmesine rağmen, bunu hiç dile getirmeyip, mekke şehrinde değil demesi tam bir hile… Aslında bu konuda hesaplama yapmaya yetecek bilgisi mevcut değil; çünkü; detaya inildiğinde enlemler arasındaki mesafenin zannedildiği gibi eşit olmadığını görüyoruz. Halbuki yaptığı hesaplamada eşit baz alınmış. Ayrıca gelgitlerden ve yeryüzü şekillerinden kaynaklanan mesafe faklarını da hesaba katmak kolay bir iş değil. Ayrıca belgeselin tamamını izlerseniz kutup noktalarının hareketli olduğunu mekkede tavaf şeklnde dönerek bir alanı doldurduğunu görürsünüz. Bu durumda bir oktadan değil bir alandan bahsetmek doğru olur. Zaten ilahi hikmet gereği milimetrik bir noktanın kutsallığı değil de bir alanın coğrafyanın büyük bir şehrin kutsallığından bahsetmek daha mantıklı olur ki; zaten ihramsız girilmesi yasaklanmış mikat bölgesi sınırları taa medineye kadar uzanır. Özetle, Mekke dünyanın altın Oran noktasına sahip şehirdir. Mekkenin uzaydan bakılığından kuzey güney doğrultudaki altın noktası ise tam olarak Kabe nin çatısına düşer… Hesaplamalara sitemizden ve videolardan bakabilrisiniz. Bu sefer koordinatları da verdik.

Şimdi açık söylemem gerekiyor, kalkıp DVD’yi ısmarlayıp bu saçmalığa güzel bir yemek parasını ödeyip de bu esnetme mucizeciye para kazandırıp üstüne vaktimi harcamaya hiç niyetim yok. Onun yerine Altın Oran sitesinde “koordinat” kelimesini aratıp cevabında bahsettiği “sitemizden bakabilrisiniz [sic]” kartını kullanıyorum. Aratmasına aratıyorum ama, dünyanın altın oran koordinatlarıyla ilgili bir bilgi bulamıyorum. Sadece “Kabe’nin koordinatlardaki  enlem değeri  21; 25 dakikadır.” yazmış. Eh, bundan farklı bir şey zaten söylememiştim ki? Mesele dünyanın altın oran noktasını ölçmeye kalktığımızda nereden ölçersek ölçelim noktanın Kabeye en az 40 km uzaklıkta çöle düşüyor olmasıydı. Ama oradaki kıvırma takdire şayan :

Ayrıca belgeselin tamamını izlerseniz kutup noktalarının hareketli olduğunu mekkede tavaf şeklnde dönerek bir alanı doldurduğunu görürsünüz. Bu durumda bir oktadan değil bir alandan bahsetmek doğru olur. Zaten ilahi hikmet gereği milimetrik bir noktanın kutsallığı değil de bir alanın coğrafyanın büyük bir şehrin kutsallığından bahsetmek daha mantıklı olur ki; zaten ihramsız girilmesi yasaklanmış mikat bölgesi sınırları taa medineye kadar uzanır[sic]. 

Arkadaşım, sen eğer kutupların hareket etmesine girersen toptan patlarsın. Sadece son 150 senede 1100 km kaydı kutuplar? Her gün 80 kmlik çemberler çizerek kayıyorlar. Bak bakalım son 200 senede nereden nereye gelmiş kuzey kutbu?

2005 itibariyle kutbun koordinatı : 82.7°N 114.4°W Senin altın oran mekke masalın iyice patlıyor? 90 Kuzey enleminden hesaplandığı takdirde 21. enleme gelen altın oran 13. enleme kayıyor. Yani Kabenin aynı boylamından hesaplasak bile (ki bunun sebebi de 1884’te kabul edilen gündönümü çizgisi, 1883’te hesaplamak istesen kafadan bir yer atmak zorundasın) yaklaşık 900 km güneye kayıyor altın oran. Yani Kızıldenizin öbür tarafına, Afrika’ya. Bence sen 90 dereceden hesaplamaya devam et. Sakın girme kutupların yerinin değişmesinden.

12- Kara’ya düşen tek Altın Oran noktası Mekke’dir.

…. 70%i suyla kaplı bir gezegen için aslında beklenen bir sonuç. Peki, eğer sadece kutuplara olan uzaklığı temel alır, 1884 yılında kabul edilen gündönümü ve 0 boylamını hesaba katmazsak, 21° 3’42.24″N enlemine yakın yerleşim yerleri nereleri?
Vietnam – Hanoi – 21° 2′ N 105° 52′ E
Hindistan – Dugipar 21° 3’40″ N 80°13′ E
Arabistan – Ar Radi’i (Altın noktaya 3 km kadar uzaklıkta) 21° 3′ 35″ N 40° 30′ 10″ E
Turks and Caicos adaları – Cockburn Town 21° 27′ 38.79″ N, 71° 8′ 10.67″ W
ve sıkıldığım için aramayı bıraktığımı düşünürsek en az bir bu kadar daha yerleşim yeri bulunabilir. ( demiş )

Burada da şehirleri sayarken sadece enleme bakması ve boylam da dahi tutan altın oran noktasını görmezden gelmesi tam bir rezalet abidesi…

Rezalet abidesi olan şey, senin benim ne dediğimi tam okumadan sazan gibi atlaman. 1884 yılında kabul edilen tamamen keyfi olan gündönümü kabul etmezsek ve sadece enlemde dolaşırsak hangi yerleşim yerlerini buluyoruz diye sormuştum. Çizerek anlatmadığımdan sanırım yeterince iyi anlaşılamamış.

13-Kuran’daki Al-i İmran suresinde 47 harf vardır, Mekke 29. da yani altın oranda geçmektedir. altın orana uymaz yanlıştır; demiş

Buna başta yanlış demiş, çünkü şeddeleri saymayı bilecek Arapça bilgisine bile sahip değil Ateist arkadaş. İslamdan bu kadar bi haber olup islama bu kadar saldırmak… Zaten başka türlüsü olamazdı. SOnra birilerine soruop doğru şekilde hesapmayı yapmış. Ama çıkan sonucdan memnun değil. Çünkü küsüratı varmış. 47 / 1,618 = 29,0….

İslam bilmek = Arapça bilmek olduğunu ilk defa öğreniyorum. E o zaman Türkçe mealleri yakalım gitsin? Nasılsa Arapça öğrenmeden İslam’ı öğrenmek imkansız? Hey Allaam :). Var tabi memnuniyetsizliğim. Senin evreni her şeyi yaratan, inanılmaz kompleksitede makineler yaratan, ruh veren Allah’ın, ufak bir hesapta “hocam Pi’yi 3 alsak olur mu?” diye sorar mı? Hesabı sen yapsan yaklaşık değeri kabul ederim problem değil. Ama hesabı her şeyi bilen Allah yapıyor diyorsun? E biraz müsade et de Allah’ın standartları seninkilerden yüksek olsun değil mi? Senin kafandaki Allah yaklaşık hesaplarla tatmin olabilir belki ama, benim kafamdaki asla tatmin olmaz.

Acaba bilmiyor mu küçük sayılarda altın orana bir sayıyı böldüğünüzde küsüratsız sonuç vermesi imkansızdır. Hem gitsin baksın bakalım 29.02. harf diye bir şey varmı? Doğal olarak o kısım matematiksel doğru üzerinde satır boşluğuna tam noktanın konduğu yere düşecektir…

Bana ne? Sureleri uzun yapsaymış o zaman? İlla altın oranla imza atacağım diye kasıp sonra yaklaşık değerlerle geliyorsa bana, nasıl ciddiye alayım ki o tanrıyı ben? Güney Amerika tanrılarına yapılan piramitlerde çok daha küçük sapma paylarıyla astronomik referanslar var? Onların tanrıları seninkinden daha mı titiz? Bu mudur dediğin?

“benim anladığım kadarıyla, Bakka, örneğin Antalya’ya Kantalya demek gibi bir şey, ve Kuran’dan başka bir yerde benzer bir örneği yok” ( demiş.. ) Tebrikler gerçekten

Alimler Mekke ye bekke denmesinin özel bir nedeni olması gerektiğinde hem fikirler. Kuran başka bir ayette buradan bahseder ken bi batnı mekke diyerek kabenin tarfi edilmesini bu bölgeyi tanımlamak için bir kısaltma olarak düşünmüşler. Kuran yeni bir bölgeyi tanımlamak için Mekke’den farklı ama tanımlayıcı bir kelime türetmiş. Batn karın demektir ve insan karın deliğide altın rna noktasındadır. Bazen matematikçiler altın oran noktasına deyimi yerine karın noktası deyiminide kullanırlar. Bu da son derece ilgi çekici bir tanımlama Yani Mekkenin göbeğindeki ev.. Mekkenin altın noktasındaki ev…

Kaynak, sıfır. Referans, sıfır. Hangi matematikçiler, hangi alimler belli değil. Hadi onları geçtim (İslam mucizecilerindeki kaynak kıtlığı ve kaynak gösterilirken yanlış/yalan alıntılama gırla gittiğinden) Mekke’ye, Bekke, Cekke, Dekke vs gibi isimlerin takılması farketmiyor. Altın oran hala minimum 40 km öteye çölün ortasına düşüyor.

14-Leonardo pergeliyle ölçersek – Mekke arabistanın altın oranında, Kabe de mekkenin altın oranında
Öncelikle belirtmem gerekiyor ki, Leonardo pergeli adı verilen bu ilginç aygıtı daha önce görmemiştim… ( Demiş )… Daha neler göreceksin sen … BElgeselde ve sitede koordinatları ile ölçüm metdonu açıkladık. Tam çatısına düşmekte. İzaha gerek yok. Allahukeber demekten başka diyecek bir söz yok.

Sitede “tam çatısına düşüyor” dediği hesabı sitesinde bulamadım. Umuyorum devam bölümlerinde onu da yazar. Ben o kadar hesaplamama rağmen çatıyı bırak, 2km yakınına bile gelemedim.

15- Bunların Tesadüfen olması imkansızdır.
Aslında “olan” çok bir şey olmadığını gördüğümüz için bu iddia biraz anlamsız. Ancak hayatta, tesadüfler her zaman olmaktadır. ( demiş .. )

Tebrikler yeniden… 5000 şehirden neden mekkeden, bir milyon evden neden mekke şatısında ? Neden ayetler böyle ? Sorulara cevap olarak; hayatta her zaman tesadüfler olmaktadır…. Allahuekber diyorum… Bir adam üzerime 3 kez yıldırım düşsün desin. 1 dak sonra 3 kez yıldırım düşsün… Sonra da bu sadece bir tesadüftü desin… Bu kişiye ne denir ? Tabi ki; hayatta her zaman tesadüfler olabilir…

Yanlış ve yaklaşık hesaplarla inşa edilen bir çakma mucizeye allahuekber diyebilirsin tabi. Gel gelelim allahuekber tarih boyunca hiç bir şeyi daha “gerçek” yapmaya yetmemiş. Sen bana matematikuekber diyebildiğin ve gerçekten çatısına düştüğünü, bu noktanın değişmediğini vs. gösteremediğin sürece de ekberler havada uçuşadursun.

Teleolojik argümandan ve problemlerinden habersiz olduğu belli. Hadi onu geçtim, hayatta her gün sürüyle tesadüf olduğunu bile bilmiyor.

16-Mucizevi kutsal kitaplar, peygamberler ile ilgili büyük gizemler bilimsel kanıtlarıyla ispatlanmıştır.
Ancak bunların hiçbirisi önemli değil, çünkü Matematiğin bir parçası olan Phi sabiti, insan icadı. Pi sayısı gibi doğada olan bir şeyin (Güneş ya da Ay gibi) gözlemlenmesi sonucunda keşfedilen bir sabit değil. Buna kanıt olarak matematikte gelişmiş olan Çinlilerin Phi sabitini bulamamalarını gösterebiliriz. ( demiş …. )

Doğadaki yapraklardaki, üçgenlerdeki, kesirli yapılardaki altı oranı , doğru üzerinde matematiksel olarak ortaya çıkan ao noktasını insan icadı diyen bir zihniyetten ne aıklama beklenebilir ki… Ayrıca çinliler bu oranı keşfedemedikleri için, bu oran önemini yitirmiş admine göre… Demek ki; Çİnlilerin keşfetmediği şeyleri keşiften saymamalıyız ))

Beni güldüren ve eğlendiren bu yazısı için tşk ediyorum. Ancak ne üzücüdür ki, bazıları hem belgeselimizi hemde bu adamın yazılarını araştırmadan, önce bizimkini seyredip bizimkine,sorada onun kini okuyup onunkine inanmışlar.. Lütfen birileri de gerçeği araştırsın… Sorsun… Ön yargılı olmasınlar…

Lafı kıçından anlamanın bir başka örneği. Yeterince arandığı takdirde, belli bir sayının bir çok yerde görülmesi kaçınılmazdır. Mesela 13 sayısı. Bir çok tarihi olay 13 rakamına tekabül edebilir. İlk örnek İstanbul’un Türkler tarafından alınması. 1+4+5+3 = 13. Oy oy , 13, mucizevi bir rakam. Ya da şeytanın rakamı denilen 666. Yunancada Muhammed’in karşılığı Maometis. Gematria‘ya göre Maometis’in karşılığı 666. Hatta Papa Innocent III de bu hesaba dayanarak Muhammed’in İncil’de bahsedilen şeytanın ta kendisi olduğunu iddia etmiş. 

 

 

Buyur burdan yak ne diyeyim? Sadece 1.618 değil, istediğin rakamı seç, yeterince ara, sürüyle yerde ona referans bulursun. Jim Carrey’in filmi var 23 diye, nereye baksa 23 görüyor. Onun gibi bir durum seninkisi de. Sonra “birileri gerçeği araştırsın”. Oh beybi, ne güzel beylik laflar. Sanki sen gerçeği gösterdin de ben kabul etmedim. Çöle düşüyor altın oran noktası diyoruz, kıvır baba kıvır. Gülen eğlenen taraf bir tek sen değilsin emin ol.

Diğerleri;

1-Altın oranın sanatta, Mimaride görülmesi.
Bu kısmı bu haliyle doğrudur. ( demiş )

2-Kalp atışlarında altın oran.
İnsanların kalp atış düzenleri farklıdır, gün içinde bile aralıkları değişiklik gösterir ve düzensiz bir yapı sergilerler. Ancak genel bir ortalama alındığında ortaya görüldüğü gibi bir grafik çıkacaktır. Kalp atışlarının herkesin malumu olan ve kendimizinde kolayca duyabielcğeimiz bir ritmi ve ritimlerin basınç düzyeleri iel zaman aralıkları arasında oranlar olduğu açıktır. Bu oranlar altın oran ile uyum gösterirler. Site admini rastgele bir resim alıp, uymuyor bu demiş… Özel bir şey bulduğunu zannederek.

Uyan bir resim sen bul görelim?

3- Dna lar ile ilişkili verilen oran da yine ortalama bir orandır.

Ortalama, yaklaşık… yarım işlerin Tanrısı Allah.

4 – Kainatın şeklinin 12 yüzlü beşkenara benzediği yönünde araştırmalara ilişkin makaleler mevcut. Ancak ispatlanması çok zor bir konu. Bilimadamları bu konuda önemli bir çıkarım yaptıkları için fragmanda bahsedilmesi uygun görüldü. Tezin tam olarak ispatlanması kolay kolay mümkün gözükmüyor tabiki haliyle çürütülmeside.

İspat yükümlülüğünü duymamış sanıyorum arkadaş. İspatlanması çok zor bir başka konu ne biliyor musun? Russell’ın çaydanlığı. Ama çürütmek de zor.

5- Yaprakların dizilimine Filotaksi ya da Phyllotaxis deniyor. Bu dizilimin değişik şekilleri var, değişen dizilim, karşı dizilim ve spiral dizilim gibi. Spiral dizilimdeki yaprakların sayısı, Fibonacci sayılarındaki dizilime benziyor. Çiçeklerde de görülebilen bir şey, çiçeklerin yaprakları (renkli yaprakları) genellikle 3-5-8-21.. gibi Fibonacci dizisinde bulunan numaralar. Altın oran’la yakından ilgili olan Fibonacci dizisinin bitkilerin yapraklarındaki dizilimde bulunması niye peki? İlahi bir düzen mi?

Hayır.

Bunun sebebi, bu dizilimin, bitkilerin yeni çıkan yapraklarının alttaki yaprakların güneşini kapatmaması açısından en verimli dizilim olması. Aynı şekilde örneğin ay çiçeklerinde de benzer bir dizilim var, ay çiçeğinin çekirdekleri spiral ve Fibonacci dizisine göre dizilmiş gibi görünüyorlar, bunun sebebi de belli bir yere en çok sayıdaki çekirdeğin yerleşebilmesi için en verimli dizilimin yine Fibonacci dizilimi olması.

Demiş; admin. Yorumu size bırakıyorum. Doğada var mı yok mu?

Doğada var. Ama doğada homoseksüel hayvanlar da var. Beyefendiye sorsanız %110 eminim ki “ibnelik doğal değildir ahlaksızlıktır!!!” diyecek. Doğada var mı yok mu?

6- Kar tanelerinde

Bunu çok uzatmayacağım, böyle bir şey yok. ( demiş )

Kar kristallerinin tamamı simetrik bir yapılanma içerir. Altıngen yapıdadırlar. Bir kar kristalini oluşturan üçgen alanlar incelendiğinde altın oranı görmek mümkündür.

Üçgen alanları inceleyip gösterseydin o zaman? İspat yükümlülüğü sende.

7 – galaksilerde Altın Oran;
Pek çok galaksi sarmal yapıdadır ve oluşan sarmal yapı altın oran spirali ile benzerlik gösterir. Admin istiyor ki, tüm yıldızlar bir ipe dizilsin ve dışarıda çıkmasınlar.. DOğa belli esneme payı içerisinde çeşitliliği sağlayacak bir oran aralığında yaratılmıştır. İnsan yüzleri gibi hepsi farklıdır ama hepsinin ortalama ifadesi altın oranı bize yansıtır. O bunu anlayamamış. Galaksilerde birbirinden farklıdır… Ama altın oran spiralini ifade ederler. Nasıl üçgen, yıldız veya küre gibi şekillerle ifade edilebiliyorsa cisimler, altın oran spirali yada şekilleride belli bir kalıbı ifade edebilecek şekilde düşünülebilir.

Yine yaklaşık hesapların, yarım işlerin tanrısı Allah’ı görüyoruz.

8- Mısır Piramitlerinde görülen Altın Oran

Admin piramitin yanlış açıdan ölçülerini değerlendiren yazıları esas almış. Anladığım kadarıyla admin, karşı tezleri toplayıp , destekleyecek türden olanları mutlaka yanlıştır diyerek araştırma yapıyor…

Cevaba gel. Ben bunu çürütecek olsam, altın orana göre tasarlanıp inşa edilmiş piramit X piramittir, şu şu şu uzunluklara sahip şu şu boyutları altın oranı vermektedir gibisinden net bir cevap verirdim. Altın orancı ancak çamur atmakla meşgul. Niye ciddiye alıp cevap yazdığıma kendim şaşırıyorum.

9- Kepler’e göre Altın Oran bir hazinedir

Burası doğru. ( demiş ) ( Bir bilimadamının veya yüzlerce bilimadamının altın oranın içinde sırlar barından şaşırtıcı ve önemli bir sayı olduğunu söylemesi anlaşılan adminin umurunda değil )

Newton’a göre de Nicolas Flamel Felsefe taşını bularak ölümsüz olmuştu? Hadi bakalım. Bence Newton Kepler’den daha büyük bir bilim adamı. Ancak bu durum, ne Newton’un bulduğu bilimsel değeri yüksek şeyleri reddetmemize ne de onun söylediği her şeyi kabul etmemize sebep. Her iddiayı, her sözü, kendi özellikleri açısından değerlendirmemiz gerekiyor. Kepler’in “altın oran hazinedir” demiş olması, onu ilahi bir imza olarak kabul etmemiz için yeterli bir kanıt değil.

10 – İnsan yüzünde Altın Oran ;

….Ancak öne sürdüğü ve Phi sabitine göre hazırlamış olduğu maskenin mutlak yüz güzelliğini gösterdiğine dair iddiaları, kabul gören iddialar değil. Bu linkte, maskeye uygun tasarlanmış bir kadın yüzünün daha feminen görünümlü bir kadın yüzüyle karşılaştırılması var. Kaldı ki, çekicilik sözkonusu olduğu zaman,… ( demiş )

Binlerce estetik cerrah yalan söylüyorsa benim bir suçum yok… Kendi yüzünde altın oran olmadığından böyle söylüyorsa bilmeli ki; Altın ran bir mükemmellik sembolü ve yine insan yüzleri ortalamasında ve en güzel insanlarda bulunuyor. Yüzdeki oranlara bakmalı, ten yapısına veya renklerine değil. Bu matematiksel bir orantı formülü…

Binlerce estetik cerrah’la kimi kastettiği meçhul. En güzelle kimi kasettiği yine meçhul. Azra Akın mı en güzel? Angelina Jolie mi? Kime göre güzel, neye göre güzel? Belli değil. Muğlak ifadeler.

 

( Bu arada unutmayalım; Şüpheci Melek kimdir ? Melekler içinde tek şüphe eden şeytandı… Onunda başına gelecek olan bellidir )[sic]

Şeytan melek miydi, cin miydi? Sonra “İslam’ı bilmeden saldıran…”.

Özetle altın oran cephesinde yeni bir şey yok. Atmalar, tutmalar, ucuz sataşmalar sürüyle, adam gibi somut kanıt hala sıfıra yakın.

Power Balance bileklikler

Bu plastik bileklikleri kolay kolay kimse inanıp takmaz diye düşünüyordum. Ne yazık ki giderek artan bir oranla satıldıklarını ve kullanıldıklarını görüyorum yaşadığım yerde.

Bu bilekliker plastikten başka bir şey değil. Sizin “enerji”nizi dengeleyemez, artıramaz, güçlendiremez ve sihirli bir şekilde hayatınızı güzelleştiremez. Çünkü tıpkı vücudunuza değen diğer plastikten mamül şeyler gibi (saç tokası, saat kayışı, don lastiği, gözlük sapı, prezervatif, küpe vs) bedeninize etki etmeyen bir nesne. Hayır, içinde bir mıknatıs olması hiç bir şeyi değiştirmiyor. Manyetik nesnelerin vücuda hiç bir etkisi olmadığını daha önce anlatmıştım. Hologram? Basit bir optik ilüzyon. Enerjiyle frekanslarla ilgisi yok.

2010-2011 Sezonu aldatmacası

Bu mıknatıs-plastiğin niye vücudunuza etki etmediğini uzun uzun anlatmaya gerek yok. Fakat bu ürünlerin işe yaradığını düşünen arkadaşlar için şunu paylaşmakta fayda görüyorum :

Avustralya’daki Power Balance distribütorü, gerçeğe aykırı reklamlar ve açıklamalar yaptığı için devlet tarafından takibe alındı ve şirketin iflas ettiği duyuruldu.

Amerika’daki NBA yıldızları da bu bileklikeri takıyor evet. Ama bildiğiniz gibi bu takımlar reklam gelirleri için hiç bir etkisi olmayan ve plasebo’dan öteye gitmeyen bir ürünü çok da düşünmeden destekleyeceklerdir. Ne de olsa herhangi bir sağlık riski yok. Kullanan kişi bilekliği takmadan önceki hali neyse o şekilde yaşamaya devam ediyor.

NBA’yi boşverin. Bileklikleri klinik ortamda test eden Amerikan Egzersiz konseyi ürünlerin etkisinin olmadığını ispatladı.

Hani o elleri kolları kaldırmalı “test” var ya. Saçmalıktan öte bir şey değil. Alttaki video da bunu güzelce gösteriyor:

Ama her şeyi bir yana bırakın, Power Balance’ı üreten firma bile söyledikleri şeyler için sağlam bilimsel dayanak olmadığını kabul etti.

Elbette bu itirafı NBA maçlarında billboard’lardan yayınlamayacaklar.

İşin en acı tarafı Power Balance’cıların bu işe yaramaz plastik ayakkabı bağcığını belki 10 kuruşa mal ederken 50 liraya satması. Banka soyguncuları bile daha ahlaklı. En azından banka soyulduğunun farkında. Peki ya bu bilekliği alanlar? Soyulduklarının farkında mı?

Hiç sanmıyorum.

Bu arada bir 21 Mayıs Kıyameti vardı… n’oldu ona?

Aşılar otizme sebep olur mu?

1990’lardan itibaren karma aşıların otizme sebep olduğuna dair zaman zaman hortlayan ve Türk basınında da yer alan bir iddia, sonunda (umuyorum) kesin bir şekilde çürütüldü.

Hayır karma aşılar otizme sebep olmaz, bugüne kadar bu bağlantıyı araştıran çalışmaların hiç birisi aşılardaki civa ya da başka maddelerin otizme yol açabileceğini nedensel ya da korelasyonel bir şekilde ortaya koyamadı.

Peki bu iddia ilk nasıl ortaya çıktı? Bu iddianın ortaya çıkışı İngiliz doktor Andrew Wakefield’a dayanıyor. Wakefield 1998’de yayınladığı ve Lancet medikal dergisinde yayınlanan araştırmasında MMR olarak bilinen (kızamık, kabakulak, kızamıkçık hastalıklarının İngilizce baş harflerinden oluşan kısaltma) karma aşının otizm ve hassas bağırsak sendromu’na (henüz sebebi bilinmeyen ve tedavisi olmayan sık sık ishale sebep olan bir hastalık) sebep olduğunu iddia ediyordu.

Bu araştırmayı takip eden düzinelerce araştırma Wakefield’ın bulgularıyla çelişiyordu ve Wakefield harici kimse bu bulguları doğrulayamadı.

Bunun sebebi sonunda ortaya çıktı. Wakefield deney datasını istediği sonucu alacak şekilde değiştirmiş/manipüle etmişti. Peki bir doktor niye durduk yere bir deneyi yanlış sonuç verecek şekilde etkilesin? Çok kolay – tamamen duygusal sebeplerle.

Koca adam olmuş hala yüzünü buruşturuyor

Wakefield araştırmasını yayınladığı dönemde aşı üreticilerini dava eden bir avukatlık şirketinin davada tanık olarak çağırdığı uzmanlardan birisiydi ve bu tanıklığı için 750.000 dolar tutarında bir ücret alıyordu. Yani Wakefield, davada tanık olarak çağrılığ 750.000 dolar alabilmek için davadaki tanıklık konusu olacak araştırmayı davacı tarafın argümanlarını destekleyecek şekilde manipüle etmişti.

Wakefield’ın araştırması 2010 Şubat ayında Lancet dergisinden çıkarıldı. Buna rağmen aşı-otizm bağlantısını bir dini kaide gibi savunanlar tarafından hala referans olarak gösteriliyor.

Aşı-otizm bağlantısı masalının en sık referans gösterilen araştırmasının kişisel kazanç amacıyla hazırlanmış bir sahtekarlık olmasının ve yayınlanan düzinelerce araştırmayla bu bağlantının yalanlanmasına rağmen işin en trajikomik yanı aşılardaki civa’nın bir kutu ton balığı yediğiniz zaman vücudunuza giren civa’nın yanında sözünü bile etmeyecek değerlerde olması.

FDA (Amerikan yiyecek ve ilaç kurumu) balıklarda tespit edilen civa miktarlarını bir tabloda sunuyor. Bu tabloya göre ton balığının bir gramında 0.353 mikrogram civa var. Yani 100 gramlık konserve ton balığıyla salata ya da sandviç yaptığınızda 35 mikrogram kadar bir civayı mideye indiriyorsunuz. Bir doz aşıda (0.5 ml’lik) bulunan Thimerosal’daki (civa içeren koruyucu madde) civa miktarı 25 mikrogram. Yani iddia doğru olsa idi Dardanel’in aşı üreticilerine kıyasla daha çok çocuğu otistik yapmış olması gerekirdi. Bu arada üşenenler için not : Bir mikrogram bir gramın milyonda biri oluyor.

Özetle, aşılar otizme sebep olmuyorlar. Ancak bu sahte korku sebebiyle çocuklarını aşılatmayan anne babalar çocuklarının hasta olmalarına ve Amerika California’daki öksürük salgınındaki (boğmaca) gibi ölmelerine sebep olabiliyorlar.

PS:

Şuradaki linkte Wakefield olayını güzelce özetleyen bir karikatür var. Link için IA’ya teşekkürler 🙂

Faizsiz Bankacılık

Aslında ilk bakışta mantıksal bir imkansızlık olarak görünüyor faizsiz bankacılık. Zira bankaların para kazanma yöntemi neredeyse tamamen kredi olarak verdiği paralardan belli bir zaman sonra borç geri ödenirken aldığı faiz geliridir.

Peki faizsiz bankacılık nasıl oluyor? Hemen anlatayım.

Faizsiz bankacılığın normal bankacılıktan farkı kredi olarak kullanılan paranın mal alımı için kullanılacak olması. Şöyle açayım – siz gidip Bank Asya’dan kredi aldığınız takdirde bu parayla ne yapacağınızı belirtmek ve satın alacağınız şeyin faturasını bankaya ibraz etmek zorundasınız. Çünkü banka size faizle borç para vermiyor, peşin parayla bir mal alıp size vadeyle satıyor. Buraya kadar mantıklı gibi görünüyor.

Peki aynı istekle Garanti Bankasına gittiğimizi varsayalım. Garanti Bankası faizle çalışan normal bir banka. Garanti Bankasına gidip kredi aldığınız takdirde Bank Asya’dan tek farkı aldığınız parayla ne yaptığınızı bankanın bilmemesi. Ve bu sadece tüketici – bireysel destek kredileri için geçerli. Ev, araba alırken ya da iş kurarken banka her türlü bilgiyi gözden geçiriyor. Tıpkı Bank Asya gibi.

Aslında her iki bankadan aldığınız parayla siz bir mal ya da hizmet satın alıyorsunuz ve her iki durumda da dilerseniz/gerekirse bunu bankaya ibraz edebiliyorsunuz. Bank Asya’nın tek farkı ibrazı zorunlu kılması. Garanti bireysel kredilerde parayla ne yaptığınızı umursamıyor.

Elbette aslında vade farkı olarak adlandırılan şey faizin ta kendisi. Bank Asya da bugün verdiği parayı ileriki bir tarihte belli bir yüzde fazlasıyla geri alıyor, Garanti bankası da aynı şeyi yapıyor. Hatta ikisinin de faiz oranları hemen hemen aynı, çünkü Bank Asya diğer bankalardan farklı değil ve piyasadaki kredi ürünleriyle arz talep dengesinde yer edinmek zorunda. Eğer vade farkı/faiz oranını diğer bankalardan aşağı çekerse likidite problemi olacak, yukarı çekerse de vade farkı/faiz işletebileceği borçlar veremeyecek.

Mortgage ürünlerini ele alalım. Garanti bankasında bir ev almak için başvurunuz yapıldıktan sonra eve bir eksper gelir, değer biçer, istediğiniz kredi miktarına belli oranda faiz uygulanır ve taksitlere bölünür.
Bank Asya’da bir ev almak için başvurunuz yapıldıktan sonra eve bir eksper gelir, değer biçer, istediğiniz kredi miktarına belli oranda vade farkı uygulanır ve taksitlere bölünür.

Diğer bir deyişle vade farkı adı verilen şey faizin ta kendisidir. Eğer siz vadeyi uzatmak isterseniz ödeyeceğiniz fark da büyür. Aynen faiz gibi.

Faizsiz bankaların mevduat sahiplerine ödedikleri şeyin adı da kar payıdır. Faiz değil. Peki farklı mı?

Garanti bankasına para yatırdığınız takdirde banka belli bir faiz oranını belli bir süre sonra size ödemeyi taahhüt eder. Bank Asya’ya para yatırdığınızda banka size belli bir süre sonra bir kar payı ödemeyi taahhüt eder. Buradaki yegane fark, bankanın kazandığı para miktarına göre ödenen kar payının değişkenlik göstermesi. Yani bir nevi mevduat sahibini riske ortak ediyorlar. Ancak siz gidip Bank Asya’ya “benim paramın azalma ihtimali var mı?” diye sorarsanız hesap açtırmadan önce, alacağınız cevap “banka kredi verdiği kişilerden gerekirse teminat istiyor bu yüzden zarar etme olasılığı çok düşük”.

Tıpkı diğer bankalar gibi. Garanti de gerekirse teminat istiyor, hatta mortgagelarda ve araba alırken evi/arabayı ipotek etmek standart bir uygulama. Ödeyemezsen banka evi satıp kendi parasını kurtarıyor.

Diğer bankalar da Bank Asya’nın riskini taşıyorlar, Amerika’da daha geçtiğimiz sene yüzlerce ufak banka verdiği kredileri geri alamadığı için battı.

Bank Asya’nın faizle çalıştığına bir diğer kanıt da,  aldığı mevduatlardaki risk faktörünü verdiği kredilere işletmemesi.

Yani, siz Bank Asya’ya mevduat yatırıyorsunuz ve Banka diyor ki, “sen benim riskime ortak ol, ben az kazanırsam sen de az kazan, ya da zarar edersem sen de et”. Ancak siz Bank Asya’dan para alırken “ben bu parayı alıp mal almayı planlıyorum-iş yapmayı planlıyorum amma velakin ben bu alışverişten kar etmezsem, zarar edersem sen de benim zararıma ortak ol, yerine göre daha az vade farkı al” diyemiyorsunuz. Alınan vade farkı tıpkı normal bankalardaki faiz oranı gibi sabit.

Özetle, Bank Asya “faiz haramdır” diye düşünen kişilere bildiğimiz faizsiz bankacılık yapmanın güzel bir yolunu bulmuş gibi gözükse de esasen olan şey koskoca bir aldatmacadan ibaret. Bank Asya da tıpkı diğer bankalar gibi mevduata (değişken faizli olsa bile) faiz ödüyor, verdiği kredilerden de vade farkı adı altında faiz topluyor.

Parasını Bank Asya’da tutan inançlı kişiler de sadece kendini kandırıyor. Eğer faizin haram olduğunu düşünen bir Tanrı varsa onu kandıramadıklarını gözardı etmiş görünüyorlar.

Feragatname: Bu yazıda Bank Asya’yı özellikle hedef almış değilim, faizsiz bankacılık yaptığını iddia eden tüm bankaların iş yapma şekli aşağı yukarı bu şekilde. Yani diğer katılım bankaları cici, Bank Asya kaka gibi bir iddiam yok.

Nuh’un gemisi bulundu mu? Sanmıyorum

Bir kaç gündür haberler ve gazeteler Çinli araştırmacıların Nuh’un tufandan kaçmasını sağlayan ve Ağrı dağında karaya oturduğu söylenegelen gemiyi bulduklarından bahsediyor.

Araştırmayı yapan grubun Evanjelist Hrıstiyanlar olması zaten Saçmalık Detektörümün ibresini sona dayamıştı. Ancak bugün rastladığım bir haber olaya noktayı koymuş durumda.

Saçmalık detektörüm. Saçmalık ve kandırmacalarla karşılaşınca ibre sona dayanıyor.

Anlaşılan Çinli Evanjelikler, tuttukları işçilere Ağrı dağının 4000 metre üstündeki bir mağaraya kereste bloklar yerleştirerek bir nevi dekor hazırlatmışlar. Olayın “düdük çalan”ı kim mi? 2008’de Çinli grupla işbirliği yapan bir başka Nuh’un gemisi araştırmacısı, Amerika’lı profesör Randall Price.

Bir kaç gün önce açıklanan “keşif”ten sonra dün yazdığı bir e-mail’de Price olayı şu şekilde anlatıyor (kabaca tercüme ettim, kulağa çok hoş gelmeyebilir ama anlamı aşağı yukarı bu şekilde):

Uzun sözün kısası, tüm bu olay sahtecilik örneği. Fotoğraflar Karadeniz yakınlarında çekilmişler ama video görüntüleri Ağrı dağına ait. 2008 yazında 10 tane Kürt işçi, Çinlilerin rehberi Parasut (Paraşüt?) tarafından görevlendirilerek Karadeniz yakınlarındaki (fotoğrafların çekildiği) eski bir yapıdan ahşap blokları Ağrı dağındaki mağaraya taşıdılar. 2008 kışında Parasut’un adamları tarafından mağaraya götürülen Çinli bir dağcı ahşapları gördü, ama çetin hava şartlarından dolayı içeri giremedi. 2009 yazında daha çok ahşap mağaraya getirildi. Çinli grup 2009 yaz sonu gibi mağaraya gittiler (o vakitler ben de oradaydım ve kandırmacadan haberdardım) ve söz konusu filmi çektiler. Dediğim gibi sözde geminin içine ait fotoğraflarım var ve Doğubayazit’teki Kürt ortağımızda mekanla ilgili tüm bilgiler, işçilerin isimleri ve hatta ahşap blokları taşıyan kamyona ait bilgiler mevcut.

Evanjelist Hrıstiyan genellikle “bol para”yla aynı manaya geliyor. Çinli grubun işçi tutarak bu kandırmacayı gerçekleştirmiş olma ihtimali gayet yüksek.

Eski Ahit'teki ölçülere göre inşa edilmiş Nuh'un gemisi

İşin ilginç ve komik yanı, Çinli grubun bulduklarını söyledikleri ahşap yapıda Karbon 14 testi uyguladıkları ve yapının 4800 yıllık olduğunu açıklamaları. Halbuki dünyanın 4.5 milyar yıllık olmadığını düşünen Evanjelistler dünyanın yaşının 7000 sene olduğu iddiasını savunurken karbon 14 testinin güvenilir olmadığını öne sürerlerdi. Demek ki karbon 14 testi, inançlarını doğrulamak için kullanıldığı zaman güvenilir sonuçlar veren bir test.

Evrim Teorisinin Çöküşü

Haftada bir iki kere Facebook’a girip mesajlara ve arkadaş isteklerine bakıyorum (beni ekleyenlere ve mesaj yazanlara tekrar teşekkürler! :))

Geçtiğimiz günlerde taglendiğim bir videonun altına yorum yazmıştım. Tekrar girdiğimde gördüm ki “Ateizme cevap” isimli kullanıcı, açıkçası saçmalıktan başka bir şekilde nitelendiremeyeceğim bir cevap yazmış. Videonun linki şurada, altında ilgili cevabı da görebilirsiniz.

Bugünkü postumuzun konusu bu “Evrim Teorisinin çöküşü” videosunun çürütülmesi olacak. Din yalanına inananların, 15 dakikaya kaç yalan sıkıştırabileceklerini göreceğiz hep beraber.

Video’dan yer yer alıntı yapıyorum saniyelerle – belki ilk önce videoyu baştan sona izlemeniz daha mantıklı. Linki tekrar veriyorum. Verdim :).

Gezegenimizde canlılar kusursuz uyum içerisinde yaşar (0:25)

Aksine, gezegenimizde sürekli olarak bir mücadele ve değişim vardır. Bilinen türlerin 99%unun türü tükenmiştir. Bugün dünya üzerinde yaşayan iyimser tahminle 3 milyon tür vardır. yani yaklaşık 300 milyon türün nesli o veya bu sebeple tükenmiştir. Herhangi bir gezegende canlılar kusursuz bir uyum içerisinde yaşıyor olsa idi değişim ve “neslin tükenmesi” gibi kavramlardan söz edemezdik. İnsanoğlu, 70 yıllık yaşamı boyunca çok yavaş hareket eden bir değişime bakarak “ne kadar kusursuz bir düzen” diyebilir. Ancak yanılır. Yavaş da olsa değişime sebep olacak bir uyumsuzluk söz konusudur.

Canlılar tasarlanmış olmalıdır, o halde bir tasarımcı olmalıdır. (1:01)

O, gökleri ve yeri var eden Allah’tır. (1:17)

Teleolojik argümanın ilkel hali. Bu konudan daha önce bahsetmiştim.

(Evrim) Canlıların tesadüflere dayalı bir süreç sonucunda yaratıldığını öne sürer (1:37)

Tam olarak değil. Evrim teorisi, canlıların “yaratılması” konusundan ziyade, nasıl çeşitlendiklerini ele alır. Bu çeşitlenmenin mekanizması da, doğa kanunları, sürekli oluşan rastgele mutasyonlar ve doğal seçilimdir. Tesadüfi olan tek şey, rastgele oluşan mutasyonlardır. Bu mutasyonlar konusuna daha sonra tekrar değineceğiz, ama burada söylememiz gerekir ki rastgele mutasyonlar, bugün laboratuvar ortamında gözlemlenmiş ve var olduğu kesin bir şekilde bilinen bir doğa olayıdır. Cümlenin kuruluşu “zar atılmış, canlılık olmuş” izlenimi uyandırmak amacıyla bu şekildedir.

Amatör biyolog Darwin (1:40)

Darwin, günümüzün üniversite diplomasına denk gelecek bir eğitim almıştır. Kaldı ki, Darwin’in eğitiminin bugün Evrim Teorisinin geldiği yer açısından hiçbir önemi yoktur.

Türlerin Kökenine Dair yayınlandıktan sonra çok popüler oldu ama bilimsel değeri için değil, ideolojik anlamıydı. (1:55)

Çarpıtmalı bir iddia. Türlerin kökeni bilim adamları arasında, mevcut bilgilere uyduğu ve makul olduğu için popüler olurken, teorinin kendi masallarına ters düştüğünü anlayan din adamları ideolojik gerekçelerle teoriyi reddetmeye çalışmıştır. Darwin henüz hayattayken gerçekleşen bilim adamı-din adamı münazaraları da buna ispattır. Daha detaylı bilgi Wikipedia’da mevcut.

Materyalist felsefe Darwin’i hararetle destekledi.

Karl Marx Das Kapital’i Darwin’e ithaf etmiş – yolladığı mektuba şöyle bir not düşmüştü : Charles Darwin’e, ateşli bir hayranından. (2:17)

Bu iddianın değişik bir versiyonu Karl Marx’ın Das Kapital’i Darwin’e ithaf etmek istemesi ama Darwin’in kibar bir mektupla reddetmesi olarak da görülür.

Darwin, Ateizm’le ilgili isimsiz bir kitabın kendisine ithaf edilmesini istemediğini anlatan bir mektup yazmıştı, ama bunu Karl Marx’a değil Karl Marx’ın kızıyla evli olan Edward Aveling’e yazmıştı. Edward Aveling öldüğü zaman çalışmaları, Marx’ın kızı Elanor’a kalmıştı ve Marx’ın belgeleriyle karışmıştı. Bu sebeple uzun süre bu mektubun Avering yerine Marx’a yazıldığı düşünülmüştü. Karl Marx’ın Darwin’e kitap ithaf etmek istemesi, aksi kanıtlanmasına rağmen tekrar edilen bir yalandan başka bir şey değil. Burada verilmek istenen mesaj : Komünizm kötü, Marx Darwin’e hayranmış, komünizmin yaptığı kötülüklerin esas sebebi Darwin’dir. Aynı yalanı Hitler’e de uygulamışlardı Evrim inkarcıları.

Darwin teorisini destekleyen hiçbir somut bulgu ortaya koyamıyordu 3:00

Hatta teorisini geçersiz kılan pek çok gerçeğin farkındaydı, bunları kitabına eklediği “Teorinin zorlukları” adlı bölümde kabul etmek zorunda kalmıştı : 3:04

Açık bir çarpıtma daha. 10 saniye düşünen bir insan Darwin’in teorisini ortaya koyarken “Teorinin zorlukları” isimli bir bölüme, teorisini kesin olarak çürüten bilgiler koymayacağını düşünebilir. Eğer teorisini çürüten kesin kanıtlar varsa, niye kasıp tamamlasın ve yayınlasın teoriyi? Niye 100 küsür yıldır tüm üniversitelerde biyolojiden palaentolojiye Darwin’in çalışması temel kaynak olarak alınsın? “Türlerin Kökenine Dair” internetten bedava olarak okunabiliyor. Kitabın 6. bölümünün ismi gerçekten de Teorinin Zorlukları’dır, ancak burada Darwin teorisine gelecek olan eleştirileri ele alıyor ve konuyla ilgili fikirlerini belirtiyor. Bölümün orijinal ismi CHAPTER VI. DIFFICULTIES OF THE THEORY. Okumaya üşenenler için özet: Darwin teorisini yanlışlayacak olan konuları teker teker ele alıyor, eleştiriler yersizse niye olduğunu açıklıyor, eğer eleştiriler yerindeyse, bu konunun eldeki imkanlar dahilinde cevaplanamadığını ve bilimsel gelişmeyle açıklığa kavuşacağını anlatıyor.

Darwin, gelişen bilimin bu zorlukları çözeceğine inanıyordu ama aksine gelişen bilim Darwin’in iddialarını bir bir çürütecekti. 3:29

Aksine, doğal seçilimle evrim mekanizması birbirinden bağımsız bilim dallarınca defalarca kanıtlandı. DNA’dan tutun her sene değişen grip mikrobuna, plastik yiyen bakterilerden tutun Lenski deneylerine kadar evrimin var olduğu ve Darwin’in teorisinde açıklandığı gibi olduğu bugün Dünya’nın Güneş etrafında dönmesi kadar kesin bir bilgidir.

Darwin “ilk canlı”dan bahsetmemişti çünkü bunun teorisi için büyük bir sorun olduğunun farkında değildi (4:03)

Daha önce ele aldığımız gibi, Darwin’in teorisi canlıların ilk nasıl ortaya çıktıklarından ziyade, canlılardaki çeşitliliği ve kompleksliği açıklayan bir teoridir. Hayatın ilk ortaya çıkması konusu Abiyogenez‘in konusudur. Darwin Türlerin Kökenine Dair’de abiyogenezden bahsetmemesine rağmen 1871 yılında yazdığı bir mektupta, daha sonra çeşitli deneylerle de kanıtlanacak olan “ilkel sıcak çorba” teorisinden bahsetmiştir.

Türlerin kökeninin yayınlanmasından 5 yıl sonra Louis Pasteur şöyle demişti : Cansız maddelerin hayat oluşturabileceği iddiası artık kesin olarak tarihe gömülmüştür. 4:40

Daha 5 dakika olmadı ama yalandan geçemiyoruz. Louis Pasteur’un 1859 yılında (Türlerin Kökenine Dair’in ilk yayınlanışıyla aynı sene, 5 sene sonra yalanı Darwin’in sanki Pastör’ün çürüttüğü şeye dayandığı izlenimini uyandırmak için eklenmiş) kanıtladığı şey cansız maddelerden canlı maddelerin oluşamayacağı değil, “Spontaneous generation” ya da Türkçe çevirisiyle “dirimdışı türeme”nin yanlış olduğudur. Pastör’ün söylediği şey videodaki anlamından uzak olarak şudur:

Never will the doctrine of spontaneous generation recover from the mortal blow struck by this simple experiment.

Yani

Dirimdışı türeme bu basit deneyle kesin olarak çürütülmüştür.

Pasteur, cansız moleküllerden canlılığın ortaya çıkamayacağını söylememekte, dirimdışı türemenin geçersiz olduğunu ortaya koymaktadır. Nitekim daha geçen hafta laboratuvar ortamında ilkel moleküllerin evrimleşerek daha kompleks yapılara kavuştuğu ispatlandı. Miller-Urey deneyi 50 sene önce laboratuvar ortamında basit moleküllerden amino asit oluşturmayı başarmıştı. Abiyogenez henüz 100% kesinlikle ortaya bir model koyabilmiş değil, ancak geçen her gün, böyle bir modele yaklaştığımızı gösteriyor. Kesin olarak bildiğimiz bir şey varsa o da yaratılışçıların yalan konusunda hem hevesli hem de beceriksiz oldukları.

Miller-Urey deneyinin gerçekleri yansıtmadığı ilerleyen yıllarda anlaşıldı. (6:00)

Hmm, ben pek öyle duymadım. Miller deneyinin ortaya koyduğu şey hala geçerliliğini koruyor : Karmaşık aminoasitler, ilkel dünya’da var olduğu bilinen maddelerin içerisinde oluşabiliyorlar. Miller’ın 50 sene önce yaptığı deneyleri tekrar ele alan bilim adamları, Miller’ın aslında sanılandan daha başarılı bir deney gerçekleştirdiğini ortaya koydular. Dünya’nın önde gelen bilim adamları Miller deneyini ciddiye alırken bu videoyu yapanların “yanlış olduğu anlaşıldı” demeleri trajikomik olmuş.  Miller deneyi zamanında farklı bilinen şey Dünya’daki atmosferin içeriği idi. Günümüzdeki görüş Miller’ınkinden farklı.

20. yy boyunca yürütülen tüm Evrimci çabalar hep başarısızlıkla sonuçlandı: 6:24

WTF?

Jeffrey Bada diyor ki: bugün 20. yüzyılı geride bırakırken hala 20. yüzyıla girdiğimizde sahip olduğumuz en büyük çözülememiş problemle karşı karşıyayız: “hayat yer yüzünde nasıl başladı?” 6:46

Kaynak olarak gösterilen 1998 tarihli Earth dergisi makalesini buldum. Jeffrey Bada’nın böyle söylediğine dair hiçbir şey geçmiyor. Bada, iki Alman bilim adamının yaptıkları deneydeki bir probleme işaret ediyor. Bu aktarılan cümlenin orijinali, çeşitli yaratılışçı sitelerde (tahmin edin hangisi) görülebiliyor. Bada San Diego üniversitesinde Deniz Kimyası profesörü.

Evrim’in gerçek dışı olduğu bugün bütün bilim dalları tarafından ortaya konmuştur (7:25)

Tekrar : WTF?

Tek bir hücreden canlılığı ortaya çıkarak bir mekanizma da yoktur. (7:42)

Aksine, yaşayan organizmaların geçirdiğini bildiğimiz değişime bir de yüz milyonlarca yıl ve doğal seçilimi eklerseniz elinizde bu çeşitliliği açıklayacak çok makul bir mekanizma olur.

Doğal seleksiyon sadece hasta sakat bireyleri eleyerek türün devamını sağlar. Doğal seleksiyon evrimleştirici bir mekanizma değildir. (8:35)

Kısmen doğru. Doğal seleksiyon hasta ve sakat bireylerin elenmesini de içerir. Ancak doğal seleksiyondaki çevre baskısı çok şiddetliyse, sadece sakat ve hasta bireyleri değil, gayet sağlıklı bireyleri de adaptasyona zorlar. Bu adaptasyona ayak uyduramayan türlerin ise nesli tükenir. Varlığından haberdar olduğumuz türlerin 99%u gibi. Doğal seleksiyonla ve nasıl ispatlanmış olduğuyla ilgili güzel bir makale.

Evrimciler, doğal seleksiyon yanına Mutasyon eklediler. (8:57)

Türlerin kökeninde Darwin mutasyondan sık sık bahseder. (anahtar kelime: variation).

Mutasyonlar, DNA’daki bilgiyi tahrip edip canlıya sadece zarar verirler. Şimdiye kadar gözlenmiş tek bir yararlı mutasyon örneği yoktur. (9:35)

Bir başka yalan. Daha geçtiğimiz hafta 4 tane örneğin incelendiği bir blog yazısına link vermiştim.

Mutasyonlarla bir canlının kanat ya da göz edinmesi imkansızdır (9:51)

Meyve sinekleri üzerinde yapılan sayısız deney mutasyonların sakatlayıcı ya da öldürücü etkileri olduğunu ortaya koymuştur. (10:23)

Aksine, gözün ya da kanatın oluşabildiği canlılardan ve fosil kayıtlarından anlaşılmaktadır. Gözün evrilirken geçirdiği adımları bugün değişik hayvanlarda görebilmekteyiz. Konuyla ilgili güzel bir kaç video:

http://www.youtube.com/watch?v=aGFR-kFi0c8

http://www.youtube.com/watch?v=45ZTLdO2pxQ

http://www.youtube.com/watch?v=wDrhsXAQWGU

Kanat da aynı göz gibidir, fosillerde ve canlılarda uçmaya yarayan kanatların adım adım oluşmasını görebilmekteyiz.

Mutasyonlar bir canlının kusursuz DNA şifresiniz bozar ve onu sakat bırakırlar (10:38)

Mutasyonlar böyle bir olasılığa sebep olabilirler. Canlının işleyişine hiçbir etki etmeyen mutasyonlar da olabilir. Bazı mutasyonlar da çevreye uyumu artırdığı için faydalıdır. Mutasyonların hiç birisi sakatlama harici bir sonuca sebep olmaz demek için insanın kafasının epey güzel olması gerekir. Veya mutasyonun ne olduğunu bilmiyor olması gerekir.

İndirgenemez komplekslik, evrim teorisini kesinlikle yıkmıştır. (11:14)

İndirgenemez karmaşıklık, saçmalıktan başka bir şey değildir.

Mekanik bir saat, bilinçli bir saatçinin varlığını gösterir. Benzer kompleks yapı canlılarda da vardır, o halde kendini yoktan var eden bir tasarımcı vardır. (11:34)

Daha önce bahsettik – Tasarımcı argümanı

Eğer Darwin haklı olsaydı, çok sayıda ara-tür olması gerekirdi. (12:48)

Eğer sürüngenler kuşlara evrimleşseydi sayısız ara tür olması gerekirdi ve bu canlıların eksik organları olması gerekirdi. (13:07)

Öncelikle belirtmek gerekir ki yaratılışçıların istediği türden ara geçiş formları (bir örneği altta) gerçekten yok.

Ancak sürüsüyle ara geçiş formu fosili mevcut.

Darwin, ara türlerin olmadığını bildiğinden Türlerin kökenine şunu yazmıştı: Eğer gerçekten türler diğer türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara geçiş formuna rastlamıyoruz? Niye bunları bulamıyoruz? 13:42

Evet, bu sözler Türlerin Kökeninden alınmadır, ancak Darwin burada kendi kendine bu soruyu sormuyor, sadece yapacağı açıklamadan önce cevap vereceği eleştiriyi formüle ediyor. Videoyu hazırlayanların inanmamızı istedikleri gibi “Darwin bile fosillerde ara geçişlerin olmadığını biliyordu” durumu gerçek değil. Türlerin Kökeninin 6. bölümünde konuyu uzunca ele alıyor Darwin.

Derek Ager diyor ki : Fosil kayıtlarını incelediğimizde, türler ya da sınıflar seviyesinde olsun, sürekli olarak aynı gerçekle karşılaşırız: kademeli evrimle gelişen değil, aniden yer yüzünde oluşan grupla görürüz.

Kaynak: Nature of the Fossil Record.

Orjinali: Derek V. Ager (Paleontologist at University College, Swansea):

The point emerges that if we examine the fossil record in detail, whether at the level of orders or of species, we find – over and over again – NOT GRADUAL EVOLUTION, but the SUDDEN EXPLOSION of one group at the expense of another.

Böyle bir kitap yok,

Bu paragraf, yaratılışçı siteler haricinde hiçbir yerde yok. Gerçekte varlığından epey şüpheliyim. Ancak eğer alıntı gerçekse bile bir “quote mining” olduğu açık, zira buradaki muhtemel anlam, (Derek Ager’in fosil kayıtlarındaki boşlukların sebebinin büyük yıkımlar (deprem, sel, yanardağ patlaması vs) olduğunu söylemesinden yola çıkarak) kaya katmanları arasında bulunan canlıların adım adım bir evrimden ziyade, katmanlar arasına sıkışmış yeni türler olduğu yönündedir. Bu da zaten Darwin’in Türlerin Kökeni’nde getirdiği açıklamadır. Fosillerin doğası sebebiyle çok az canlının adım adım evrimi gözlenebilmektedir, aynı aileden canlıların fosilleri arasında milyonlarca yıllık aralıklar bulunmaktadır. Bu cümle “tüm canlılar bir seferde hep beraber yaratılmışlardır” anlamına gelmemektedir.

Evet, 15 dakikalık video bize 1750 kelimelik bir yazı yazdırdı. Cumartesi günü hem de. Yaratılışçı-dinciler gece gündüz demeden cumartesi pazar demeden yalan üretmeye devam ediyorsa (15 dakikalık videoda 27 yalan – gayet formdalar) sanırım benim ve benim gibilerin de tatil yapması mevcudiyetimizin ve istikbalimizin önünde duracak bir engel haline gelecektir.

PS: WTF yazdığım yerlerdeki yalanlar o kadar kapsamlı ve saçma ki, cevaplamaya çalışmak çok daha saçma olacağından detaya girmedim – ancak tepkimi de yazmadan edemedim.

PS2: bugün 400.000 ziyareti görür müyüm acaba?

PS3: Ateizme Cevap galiba bir blog. Onu da canımın sıkıldığı bir gün ele alırım. 😉 I eat bigots for breakfast – İngiliz atasözü.

Ps4: İmla hataları olabilir, farkederseniz yorum yazın, düzeltirim. tenk yu.

Haiti depreminin suçu Voodoo mu?

Daha önce nasıl bir hezeyan içerisinde olduğundan bahsettiğim Fethullah Gülen’in cemaatine yakınlığıyla bilinen Bugün gazetesinin Haiti depremiyle ilgili yazısı, yıllar önce pankart açıp 7.4 yetmedi mi diye soran akılsızı hatırlattı. Haber, Haiti’deki depremin Haiti’lilerin dini inançları yüzünden olduğunu iddia ediyordu.

Büyücülüğün ve satanizmin merkezinde korkunç manzaralar!
Bir yerde toplu işlenen cinayetlere toplum olarak tövbe edilmezse o bölge halkının başına bir kısım felaketler geldiğini Kuran bize söylemekte.
Haiti pek bildiğimiz bir ülke değil.
Ama ülkenin temel bilinen gerçeği halkının çoğunluğunun büyücülükle uğraşmasıdır.
Halkın dini bir tür Voodoo (Vudu) dinidir. Bir tür animizm.
Voodoo inancı Haiti’nin ulusal dinidir.
Haiti’de yasayan zencilerin büyük çoğunluğu satanist ayinleri yapar, insan kurban eder, büyü işleri ile geçimlerini sağlarlar.
Büyü ve uyuşturucu işi bir arada gider.
Ancak Haiti’deki gibi, Endonezya’daki gibi büyük felaketler bizlere olayın tıpkı Kuran’da anlatılan geçmiş kavimlerin başına gelmiş büyük felaketleri hatırlatıyor.
Bazı semtlerde, bazı bölgelerde ve bazı ülkelerde yaşayan insanların yaşantı biçimi ilâhî gayrete dokununca, o insanlara musibet indirir.
Ancak musibet umumî olarak iner. Ondan herkes etkilenir. Bu konuda Kur’an-ı Kerim şöyle der:
“Bir de öyle bir musibetten korkun ki; o, yalnız içinizde zulmedenlere isabet etmez (bu belâ başkalarına da geçer, umumî olur.) Bilin ki, Allah’ın azabı çok şiddetlidir.”(Enfal Süresi 25)

İslam’da anlatılan Tanrı’nın zaten kötülük yaptığını biliyoruz. Ancak Enfal suresinde bahsi geçen “sadece zulmedenlere isabet etmez” sözü, bir de Tanrı’nın gereken özeni göstermeyip çocuk bebek demeden katletmesinin kendi tercihi olduğunu söyleyerek kötülüğünü teyit ediyor.

Ya da, tanrının ağzından konuşan ilkel bir adamın kendine tabi olmayanlara karşı duyduğu nefretini tarif ediyor söz konusu sure.

İşin ilginci, aynı yobazlığı, okyanusun öbür tarafında, Amerika’da da görüyoruz. Televizyon vaizi Pat Robertson, Haiti’lilerin “şeytanla anlaşma” yaptıklarını bu yüzden de Tanrı’nın gazabına uğradıklarını iddia etmişti.

Sevgili yobaz dostlarım. Kafanızın almasının zor olduğunun farkındayım, o yüzden de basit anlatmaya çalışacağım.

Depremler, dünya ismini verdiğimiz gezegenin en dış katmanındaki büyük tabakaların hareketleri sırasında oluşan kırılmalar ve çökmeler sebebiyle oluşur. İşin içinde herhangi bir melek, tanrı, cin, uzaylı, hayalet dahil değil. Bir futbol topunu yüksek bir yerden bıraktığında nasıl yere düşüyor ve zıplıyorsa, aynı doğa kanunları yer kürede meydana gelen olaylardan da sorumlu. Bu kadar basit. Bakın şurada daha derli toplu anlatılmış. Resimler de var. Kendinizi rezil etmeden önce bir bakınmanızda yarar var.

Hadi Pat Robertson bunamış ve ne dediğinden haberi olmayan birisi diyelim. Bugün gazetesindeki haberi kaleme alan ve (utanmadan) adını yazının en tepesine asan Nuh GÖNÜLTAŞ’a ne demeli? Kendisine sormak istiyorum, madem Haiti’dekiler voodoo’cuydu, satanistti, bu yüzden deprem oldu, Türkiye’de 30.000 kişiyi öldüren deprem niye oldu? Pakistan’da 70.000 kişiyi öldüren deprem niye oldu? Orada da haberdar olmadığımız bir tür satanist dini mi uygulanıyor? Oradaki herkes Lut kavmi gibi sapkın mı?

Bu kadar saçma bir çıkarım yapılabilir mi?

Bir de işin iki yüzlülüğü var. Önce “Haiti’dekiler voodoo’cu, satanist” sonra “biz bilemeyiz Allah bilir”. E madem sen bilmiyorsun, atıp tutma be adam? Senin dediğin şey en hafif tabirle “bu kafirler voodoo yaparsa Allah da bunları böyle cezalandırır, ama yine de ben bilmem, Allah bilir. Yine de bence bir bağlantı var. Ama ben bilemem. Aslında dikkat etmek lazım.” Kendi nefretini Tanrı’nın ağzından dile getirerek kabul ettirmeye çalışma. Sıkıyorsa “ben bana benzemeyenlerden nefret ediyorum, hepsinin ölmesini çocuk bebek demeden acı çekmesini, istiyorum, öyle bir zenofobiğim” de. O zaman en azından dürüst olduğun için seni kınamam. Ama o yürek ne sende var, ne de peygamberinde vardı. İşi görülmeyen birisine havale etmek çok daha kolayınıza geldi.

Yanar döner laflar. Aba altından sopa göstermeler. Bir de iki gözyaşı dök tam olsun. Kıçını kaldırıp yardım edeceğine “Müslüman olsaydı böyle olmazdı” diye saçma ahkamlar kes. “Benim hayali arkadaşım senin hayali arkadaşını döver.” Bravo. Çok ahlaklı, pek güzel.

Pat Robertson, Haitililer şeytanla anlaşma yaptılar dedikten sonra şeytanın ağzından yazılmış şu mektup ortaya çıktı. Noktasına dokunmadan tercüme. Sanırım durumu çok güzel özetliyor.

Sevgili Pat Robertson (ya da Nuh Gönültaş, kafanıza göre),

Reklamın iyisi kötüsü olmadığını bildiğini biliyorum, o yüzden reklamımı yaptığını için teşekkürler. Ayrıca Tanrı’yı yere düşenlere tekme atan bir kabadayı olarak gösterdiğin için de teşekkürler, tamamen arkandayım. Ancak Haiti’lilerin benimle anlaşma yaptıklarını söylemen, çok aşağılayıcı. Ben kötülüğün vücuda gelmiş hali olabilirim, ama dolandırıcı değilim. Senin anlattığın şekliyle, benimle anlaşma yapmak insanları çaresiz ve sefil bir hale getiriyor. Elbette, öldükten sonra evet, ama ben insanlarla anlaşma yaptığım zaman önce dünyada bir şeylere sahip oluyorlar – cazibe, güzellik, yetenek, zenginlik, ün, şan, şöhret, altından bir keman vs. Haitililerin hiç bir şeyi, yani hiç bir şeyi yok. Ve bu depremden önceki halleriydi. “Crossroads” ya da “Damn Yankees”i izlemedin mi? Eğer Haiti’yle bir ilgim olsaydı, orada bir sürü banka, gökdelen, SUV araba, lüks gece kulüpleri, Botox gibi şeyler olurdu. 80%lik yoksulluk oranı benim tarzım değil. Karşı olduğum bir şey değil, ama benim tarzım değil. Çok iyi bir iş çıkarıyorsun Pat, ve seni engellemek istemiyorum ama beni kötü gösteriyorsun. Ve “iyi” türden kötü değil. Tanrı’yı suçlamaya devam et. O işe yarıyor. Ama beni bunun dışında tut lütfen. Yoksa seninle olan anlaşmamızı yeniden gözden geçirmemiz gerekir.

İyi dileklerimle, Şeytan.

Kabe ve Altın Oran

Daha önce Altın oran ve Kabe safsatasıyla ilgili uzunca bir yazı yazmıştım.

Şu videoyu da yeni keşfettim, benim yaptığım hesaplara yaklaşık sonuçlara ulaşan ve videolu bir anlatım sunan bir (sanıyorum) Avustralya’lının videosu. İngilizce, 5:30 dakika. Youtube’da.

Keşke böyle “mucize”lere dair daha çok video falan yapsalar da ben de konu sıkıntısı çekmesem 🙂

Harun Yahya insanı Ateist yapabilir mi?

Bal gibi yapar.

Ateizme varan içsel yolculuğunuz gerçekte nasıl başladı? Bu yolda en büyük uyarıcı etmen neydi, bir düşünün. Bir cümle, bir deneme, bir kitap, belki bir bilim adamı yahut dünyanın saydığı bir filozof? Karl Marx, Carl Sagan, Bertrand Russell ya da Jean-Paul Sartre? Hayatınızın akışını kökünden değiştiren, bilincinize yepyeni bir rota kazandıran o ilk impulsa bir isim vermek gerekseydi bu kim olurdu dersiniz?

Sizi bilmem ama benim için bu isim Harun Yahya’dan başkası değil.

Devamı için şuraya tıklayınız.