Kısa bir ara

Yeni bir blog projesi üzerinde çalışıyorum o yüzden kısa bir süreliğine Şüpheci Melek bloguna yeni yazı asamayabilirim. Yorumları yine denetliyor olacağım. Yeni blog yayına başlayınca (umuyorum) bu blog yine eski hareketliliğine kavuşacak.

O zamana kadar, kendinize iyi bakın.

Boko Haram

Dün Nijerya’da Müslüman militanların Hrıstiyanların yaşadığı köyleri basıp kadın çocuk demeden katletmelerine dair haberle ilgili bir şeyler yazmıştım. Bir kısım medya 🙂 beni “olaylara çok sığ” bakmakla, eleştirdiğim kişiler gibi demagoji yapmakla suçladı. Saldırılar ve din arasında doğrudan bir sebep olmadığını ve bunun “içki içen paşalar depreme sebep oldu” türünden bir zırvalama olduğunu iddia edenler de oldu.

Bu sebeple Nijerya’daki olayların dini boyutlarını daha da açtığım bu yazıyı asıyorum.

Boko Haram Nijerya dilinde “alfabe haram” olarak çevrilen, esas manası “batı eğitimi haramdır” olan bir cümle. Aynı zamanda Kuzey Nijerya’daki İslami şeriatı tüm Nijerya’ya yaymayı, bilimsel eğitimi, demokrasiyi ve laik eğitim sistemini düşman ilan eden bir grubun ismi. Grup Nijerya’dan batı temelli eğitim sistemini silerek toplumu ahlaken temizlemeyi amaçlıyor ve bunun için de silahlı saldırılar düzenliyor.

Bu grup, dünya’nın yuvarlak olduğunu, suyun buharlaşıp yağmura dönüştüğünü ve tabi ki de evrimi reddediyor.

Grup, Yobe eyaletinde adına “Afganistan” dedikleri bir merkezden yönetiliyor. Grubun lideri Mohammed Yusuf, geçen temmuz polis tarafından (yargısız infazla) öldürüldü.

Nijerya’nın nüfusunun yarısı Müslüman, 40%ı da Hrıstiyan. Kalan 10%u kabile dinlerine inanıyor. Nijerya’daki dini çatışmaların son 10 yıllık zaman çizelgesine bakacak olursak:

2000: Kuzey Nijerya’da şeriat ilan edilmesine karşı çıkan gayrı müslimlerle Müslümanlar arasında çıkan çatışmalarda binlerce kişi öldü.

Eylül 2001: Jos’ta kilise ve camilerin ateşe verildiği olaylarda çıkan çatışmalarda en az 1000 kişi öldü.  

Kasım 2002:
Başkent Abuja’da yapılacak olan Dünya Güzellik yarışması, bir gazetede çıkan “Peygamber Muhammed olsa idi mutlaka bir tanesini karısı olarak alırdı” sözlerinden sonra çıkan olaylarda 216 kişinin ölmesi sonucunda iptal oldu.

4 Mayıs 2004: 630 Müslüman Fulani (göçebe) Hrıstiyan Tarok militanları tarafından Yelwa şehrinde öldürüldü.

12 Mayıs 2004: Kuzeydeki Kano şehrinde Müslüman ve Hrıstiyan militanlar sokak çatışmalarına girdi. 2 gün süren olaylarda çoğunluğu Hrıstiyan 500-600 kişi öldürüldü.

Şubat 2006: Maiduguri’de bir hafta süren olaylarda 157 kişi öldü. Taraflar yine Müslüman ve Hrıstiyan çeteler. Olaylar Müslümanlar Danimarka’daki gazetelerde yayınlanan Muhammed karikatürlerini protesto ederken çıktı.

Kasım 2008: Yerel seçimler sonrası çıkan anlaşmazlığın sebep olduğu çatışmalarda Jos şehrinde 700 kişi öldü. Taraflar yine Hrıstiyan ve Müslümanlar.

22 Şubat  2009: 11 kişinin öldüğü, 28 kişinin yaralandığı ve bir çok evin, kilisenin ve caminin ateşe verildiği olaylar sonrasında vali gece sokağa çıkma yasağı ilan etti.

26 Temmuz 2009: Boko Haram, bazı üyeleri tutuklandıktan sonra Bauchi’de saldırılara başladı. 50 kişi öldü, 100’den fazla kişi tutuklandı.

27 Temmuz 2009: Boko Haram’ın lideri Mohammed Yusuf’un yaşadığı şehir olan Maiduguri’de polis 90 Boko Haram üyesini ölü ele geçirdi. Yobe eyaletinde çatışma sonrasında 30 örgüt üyesi ölü ele geçirildi.

30 Temmuz 2009: Boko Haram lideri Yusuf öldürüldü. Kızılhaç’a göre 5 gün süren Boko Haram isyanında toplam 700 kişi hayatını kaybetti.

Aralık 2009: Bauchi’de Müslümanların palalarla polise saldırması sonrasında çıkan olaylarda 40 kişi öldü.

Ocak 2010: Hrıstiyan ve Müslüman çetelerin çatışması sonucunda yüzlerce insanın Jos şehrinde öldüğü bildirildi. Askeri birlikler şehre girince olaylar bitti.

Ve dün bahsettiğimiz olaylar var elbette.

Peki Nijerya’nın 2000 öncesi tarihine bakarsak ne görürüz? 1960larda Nijerya İngiltere’den ayrılıp bağımsızlığını ilan etti. Bu süre zarfında bir çok askeri darbe yaşandı. Askeri yönetimler, petrol gelirlerini iç ederken halkı baskı altında tutmak için sert önlemler aldılar. En son diktatör 1998’de ölünce ülke 1999’da seçime gitti. 2001’de de daha önce bahsettiğimiz şeriat ilanı gerçekleşti.

Nijerya 1800’lere kadar bir çok ufak krallığın bulunduğu bir ülkeydi. 1800lerin başına gelene kadar köle ticaretinin en büyük merkezlerindendi. İngiltere 1807’de köle ticaretini yasaklayıp donanmasını bu ticareti engellemek üzere kullandığı için köle piyasası epey zayıfladı. Burada belirtilmesi gereken şey köleleri Avrupalı beyazların yakalayıp kaçırmadıkları, siyahların yine siyahları esir edip beyazlara sattıkları. Beyazlar genellikle limanlardan pek içeri bile girmezlerdi. Köle ticareti son alıcı Amerika’nın 1860’larda köleliği kaldırmasından sonra son buldu.

Nijerya’nın devlet olma sürecinin mimarı yine İngilizler oldu. Değişik etnik kökenlerden gelen değişik yerlerdeki insanları aynı politik çatı altında birleştirme planı ise çok başarılı olmadı. Sebeplerinden en önemlisi İngilizlerin niyetinin tam bağımsızlık vermekten ziyade yerel yönetimlerin genel yönetime daha çok katılması idi. Bu da yerel değerleri korurken aynı zamanda Batı’dan gelen sosyal ve politik kavramları ve modern teknolojiyi yerleştirme şeklinde uygulanmaya çalışılıyordu. Ancak bu yöntem yüzünden kuzeydeki İslami emirliklerin gücü artarken güneydeki modern milliyetçilerin düşünceleri Avrupalı fikirlerin etkisiyle bağımsızlığa doğru gidiyordu. Elbette güçlenen kuzey emirliklerinde İslam’a ters gelen Batı değerlerine karşı bir nefret de güçleniyordu.

Çok uzatmadan – 1960’lara gelindiğinde İngiltere Nijerya’ya bağımsızlığını verdi ve 312 koltukluk bir parlamento (174 koltuk Kuzey bölgesinindi) kuruldu.

1966’dan başlayarak çok sayıda (saymaya üşendim ama galiba 10 kadar) askeri darbe sürekli hükümetlerin değişmesine sebep oldu. Son Nijerya diktatörü Sani Abacha 1993’ten 98’e kadar başta kaldı. Abacha sayısız insan hakları ihlalleriyle ve Avrupa bankalarında bulunan milyarlarca dolarlık hazine parasını çalmakla suçlanmıştı.

Dönelim Boko Haram’a.

2000lere geri geldiğimizde, tekrar demokrasiye dönmeye çalışan fakir bir Nijerya görüyoruz. İslami kuzey ve çoğunluğu Hrıstiyan güney resmin büyük parçaları. Boko Haram, daha önce de dediğim gibi batı eğitimi ve değerlerine karşı çıkan, şeriatın tüm Nijerya’ya uygulanmasını isteyen bir silahlı örgüt. Binlerce insanın öldüğü olaylara sebep olmuşlar. Geçen pazar meydana gelen olayda da baş şüpheli onlar.

Son habere göre, pazar günkü katliam Ocak ayındaki Müslüman – Hrıstiyan çatışmalarında ölen 400 kişinin intikamı niteliğindeymiş.

Öğleden sonramı Nijerya’nın son 200 yılıyla ilgili bulabildiklerimi okumaya ayırdım. Elbette buzdağının görünen kısmını bulabilmişimdir. Ancak görünen kısımdan çıkardığım sonuç, dinin Nijerya’nın şimdiki halinde çok önemli bir etkisi olduğu. İngilizlerin kontrolsüz bir şekilde aynı coğrafyada gelişmesine izin verdikleri dinsel farklılıklar yüzünden bugün bu vahşeti görüyoruz. Hrıstiyanlar ve Müslümanlar arasındaki çatışmalara benzer etnik kökenli çatışmalar aramama rağmen bulamadım. Nijerya’da 250’den fazla etnik grup yaşamasına rağmen özellikle son 50 yılda bariz bir din çekişmesi yaşanıyor. Etnik problemlerin temel olduğu bir coğrafyada aynı dine mensup olmalarına rağmen savaşan kabileler de olmasını beklerken benim bulabildiğim genellikle Müslümanlar’ın Hrıstiyanlarla çatışması.

Eğer bu konuda daha çok mesai harcayıp daha sağlıklı bilgi verme zahmetine girecek birisi varsa, buyursun versin. Benim görebildiğim kadarıyla durum ortada.

Din, her şeyi zehirlediği gibi Nijerya’yı da yeterince zehirlemiş. Zehrin yaraya dönüştüğü yer de Boko Haram örgütü.

Ateist ve Agnostikler çatıştı : 500’den fazla ölü var.

Özür dilerim, haber kaynağını yanlış okumuşum.

Doğrusu şu şekilde olacaktı:

Müslüman saldırganlar, Hrıstiyan köyüne saldırdı : 500’den fazla ölü var.

Nijerya’da geçen pazar gecesi 100 kadar Müslüman bir köyü basarak kadın çocuk demeden herkesi katletmiş. Öldürülenler arasında en az bir hamile ve 4 günlük bir bebek de varmış.

Köy sakinlerinden 38 yaşındaki Nomi Dung olayı yaşlı gözlerle anlattı: “Gece eşimin yanında yatıyordum ve silah sesleri duydum. Eşim kaçmamızı söyledi ama “hayır, öleceksem bile evimde ölürüm ama kaçmam” dedim. Eşim koştu ve saldırganların eline düştü. Çocuklarım silah seslerinden korkup dışarı kaçtılar”

Bayan Dung sözlerini bitiremedi. Bir akrabası 8,5 ve 3 yaşındaki çocuklarının öldürüldüğünü belirtti.*

Nijeryalı resmi makamlar saldırganların köylüleri vurmadıklarını, havaya ateş ederek herkesin dışarı çıkmasını sağladıkları ve yakaladıklarını palalarla öldürdüklerini açıklamış.

Şimdi Hrıstiyan halk intikam çağrıları yapıyor. Cenaze töreninde bir kadın “Tanrı’nın izniyle onların köylerine girip çocuklarını ve kadınlarını öldüreceğiz” dedi.

Yine münferit ve dinlerin suçu olmayan bir olay. Çeşitli ılımlı dini gruplar saldırıları lanetlemişler ve dua ettiklerini belirtmişler.

Şimdi umarım birisi bana bu olayda niye Müslümanların Hrıstiyanları hedef aldığını açıklar da ben de olayın dinsel yönü olmadığına ikna olurum.

*Haber metninden tercüme.

Popular Science Arşivi

Google Books, 130 küsür yıldır yayınlanan Popüler Science  dergisinin tüm sayılarını içeren arşivi bedava olarak internetten sunmaya başladı.

Mart 1938

 Dergilerin sadece yazıları değil, reklamlarına kadar her şey scanlenmiş ve içerik aranabilir hale getirilmiş. Uykusuz geceler sanırım beni bekliyor 🙂

Camel sigarası reklamı

Süper bir işe imza atmış Popular Science ve Google. Internet çağında yaşadığımız için çok şanslıyız.

Leopar ve babun yavrusu Evrim’i çürütür mü?

Evet, konumuz hayvanlardaki ahlak/şefkat/özveri. Konuya girmeden önce başlığın sebebini açıklayan haberi gözden geçirelim.

Habere göre, babunların en büyük doğal düşmanı olan leopar, anne babunu öldürdükten ve yedikten sonra 8 günlük yavru babuna bir süre annelik yapmış. Ağaçtan düşen yavru babunu sırtlanlar yemesin diye tekrar yukarı çıkarmış. Yavru kendi annesi olmadığı için muhtemelen soğuktan öldükten sonra da leopar kendi yoluna gitmiş.

Bu olayın Evrim Teorisi’nde bahsi geçen “doğal seçilim” ya da aslında tam doğru olmayan tanımıyla “güçlü olanın ayakta kalması” ve “türün devamını hedefleyen bireyler” ve “bencil gen”i yalanlayan bir olay olduğu iddiası dile getirildi. Güya bu olayın tek açıklaması Tanrı imiş. Nasıl olduğunu sormayın zira bilmiyorum. İddia sahibine ısrar etmeme rağmen elle tutulur herhangi bir cevap an itibariyle gelmiş değil.

Peki gerçekten hayvanlar aleminde türler içi ve türler arası şefkat/ahlak gibi kavramlar Evrim teorisine ters mi?

Hiç de değil.

Maymunlar arasında ahlak kuralları gözlemlenmiştir. Grup halinde yaşayan şempanzeler birbirleriyle muzlarını paylaşırken aralarından bir tanesi paylaşıma dahil olmaz ve hep diğerlerinin getirdiği muzları yerse, o maymun dışlanıyor. Benzer “şefkat” davranışları başka hayvanlarda da gözleniyor.  

Burada gözlenen şey, grup olarak hayatta kalma şanslarını artırıcı (böylelikle genlerini sonraki nesle aktarma şanslarını artırıcı) bir davranış olan “muzları paylaşma” düzenine uymayan şempanzenin dışlanması. İnsanlarda da durum farklı değil. Dikkatli incelendiğinde ahlak kurallarının insanların grup olarak bir arada yaşamalarını kolaylaştıran kurallar olduğu ortaya çıkıyor. Elbette zeki canlılar olan insanlardaki ahlak kuralları çok karmaşık. Ancak maymunlarda gözlenen ahlak davranışlarından temelde çok farklı değil.

Peki hayvanlar arasındaki şefkat? Türler içinde bireylerin diğer bireylere karşılıksız yiyecek vermeleri ya da kendilerini grup yararına tehlikeye atmaları hem grubun yaşaması hem de bireyin kendi genlerini aktarma şansını artıran davranışlardır.

Kuşlarda (ve maymun türlerinde) gözlenen bir davranış, bazı bireylerin diğer bireylere yiyecek bağışlamasıdır. Bu ilk bakışta “şefkat” olarak algılanabilir ancak burada çok farklı bir mekanizma çalışmaktadır. O da “reklam”. Kuşun verdiği mesaj (özellikle erkek kuşların dişi kuşlara verdiği mesaj) şudur: “Ben o kadar güçlü ve yetkinim ki, kendimi besleyebildiğim gibi sizi de besleyebiliyorum. Öyle de süper bir bireyim ben”.

Bu mesaj dişilerin reklam yapan bireyle eşleşmelerinde ve diğer erkek bireylerin otoriteye baş kaldırmalarını engellemelerinde etkili.

Benzer bir davranış da “gözcülük” şeklinde ortaya çıkıyor. Örneğin serçelerin yaşadığı bir grupta, yırtıcı kuşlara karşı grubu uyarabilmek için bazı bireyler kendilerini savunmasız bırakma pahasına ağacın en tepesine çıkıyorlar. Burada birey tamamen özveriye dayalı mı hareket ediyor? Hayır. Yine “ben süperim, sizi korumak adına kendimi tehlikeli durumlara sokabilecek kadar güçlüyüm” mesajı gönderiyorlar. Yine yemek paylaşımı örneğindeki gibi bir hedef kitlesi var.

Peki türler arasında, özellikle başka hayvanların yavrusunu evlat edinme meselesi nasıl açıklanabilir? Çok basit. Evrimsel olarak türün daha başarılı adaptasyonunu sağlayan bir özelliğin yan ürünü. Hayvanlar ve insanlarda evrim, yavruların korunmasını sağlayan genleri tutmuştur. Yani ilkel canlılarda yavrusunu koruyan ve belli bir yaşa/büyüklüğe erişinceye kadar bakan hayvanların türünü devam ettirme ihtimali ve genlerini sonraki nesillere aktarma ihtimali daha büyüktür. Yavrusunu daha iyi koruyanın şansı daha da büyüktür. Bunu sağlayan genetik şifreye sahip olanların şansı da doğal olarak daha büyüktür.

Her hayvanın yavrusu çok sevimli

İnsanların “her şeyin yavrusu çok sevimli” demesi de aslında evrimsel bir yan üründür. Evrim süreci, insanların kendi yavrularına daha çok şefkat duymasını sağlamıştır. Bu iki taraflı bir süreçtir. Anne-babaya daha sevimli gelen yavrunun yaşama şansı arttığı gibi, çocuklarının tamamını sevimli ve şefkate değer bulan anne-babaların da genleri sonraki nesillere geçmiştir. Bu içgüdünün nesiller boyunca daha da güçlendiğini düşündüğümüzde bugün bize kendi bebeklerimizi andıran canlıların yavrularını sevimli ve şefkate değer bulmamız tamamen doğaldır. İnsan yavrularını andıran köpek-kedi-ayı-maymun vs yavruları bize sevimli gelir. Ancak aynı şeyi kurbağalar, balıklar, yarasalar ya da atıyorum solucanlar için hissetmeyiz. Kendi türümüzden olmayan canlıların (insan bebeklerini andıran) yavrularına karşı ekstra bir şefkat beslememiz evrimsel bir yan üründür. Kendi türümüzün adaptasyonu ya da yaşamasıyla doğrudan ilgili değil, fakat kendi türümüzün devamını sağlayan bir mekanizmayla çok ilişkili olduğu için korunmuş ve gelişmiş bir özelliktir.

Benzer bir örnek daha vereyim. Işık etrafında sürekli dönen kelebekler. Kelebeklerin ışık görünce ona gelmeleri ve etrafında dönmeleri aslında ışığı, geceleyin yönlerini bulmak için kullandıkları Ay sanmalarıdır. Ay’a doğru gittiğiniz takdirde Ay’ın yeri değişmez. Sürekli sabit bir noktadadır. Ay’ı belli bir açıya yerleştirip uçmaya başlarsanız düz bir çizgide gidersiniz. Ancak dünya üzerindeki bir ışık kaynağına giderseniz etrafında halkalar çizer ve spiral bir şekilde ışık kaynağına varırsınız. Elektrik şokuyla sinek – kelebek avlayan lambalar da bu evrimsel yan ürünü kullanır. Sinekler ve kelebekler Ay ve sahte ışıkları ayıramazlar. Bu sebeple şok lambalarını belli bir açıya alıp döne döne elektrik şokuna girerler.

Dönelim leopar ve babun’a. Burada söz konusu olan şey şefkat değil. Eğer şefkat olsa idi o zaman yavru babuna bir gece boyunca bakmak ve sonunda ölümüne sebep olmak yerine, en başta annesini yememeyi seçmesi gerekirdi leoparın. Burada söz konusu olan şey, evrimsel bir yan ürün. Kendi yavrularına duyacağı şefkat hislerini, başka bir türün yavrusunun ateşlemiş olması. Leoparların kendi yavrularına şefkat göstermeleri leopar neslinin devamını sağlayan bir araç. Tıpkı insanlardaki gibi “yavruyu koruma” içgüdüsü burada da iş başında.

Eğer ki Tanrı hayvanlara bir tür ahlak vermiştir deniyorsa, o zaman homoseksüel davranış gösteren hayvanları ya atladı, veya o hayvanların herhangi bir tanrı yaratmadı.

İmla hataları olabilir, bir kere okudum asmadan önce, düzeltmeler yapılabilir.