Bilim’i seviyorum

Alttaki video’da 8 aylık sağır bebek Jonathan’ın koklea implantı (sağırların duymasına olanak veren yapay iç kulak)’nın ilk defa çalıştırılması gösteriliyor.

Küçük bebeğin yüzündeki mutluluk ifadesi ve annesinin sesini ilk kez duyduğundaki gülümsemesi gözlerimi yaşarttı.

Bence bu ikiye yarılan Ay’dan ya da karışmayan denizlerden çok daha büyük ve güzel bir mucize.

**

Youtube’dan izleyemeyenler için tam linki : http://www.youtube.com/watch?v=ZDD7Ohs5tAk&feature=player_embedded

Videonun ismi de : “Jonathan’s Cochlear Implant Activation 8 mo., Rt Ear cont’d”

“Herkes Yahudi Soykırımını çizsin” günü

Geçen haftaki “Muhammed’i çizelim günü”ne Müslüman tarafından cevab geldi.

Facebooktaki “Herkes Yahudi Soykırımını çizsin günü” grubu ifade özgürlüğü bağlamında 2. Dünya Savaşındaki Yahudi soykırımını 30 Haziran günü eleştirel gözle ele almayı öneriyor.

Ancak buradaki karşıtlık biraz aşırıya kaçmış. Bir kaç ateist şiddet karşıtı ve ifade özgürlüğünü yüceltmeyi amaçlarken bir grup müslümanın buna cevabı 6 milyon kişinin öldüğü bir olayı kutlamak olmuş. Grubun tanıtım yazısından ufak alıntılar :

Herkesi bu tarihi olayın eleştirel gözle incelenmesi için davet ediyoruz.

Burada laik tarikatın temel masalından bahsetmek üzere bir araya geliyoruz. Tarihin en büyük katliamlarına sebep olmuş bir tarikat:

Ateist Sovyet rejiminin öldürdüğü 10 milyonlar, Laik Batı rejimlerinin Vietnam, Irak, Afganistan, Filistin, İranda öldürdüğü milyonlarca insan ve İnsanoğlunun Tanrı’ya olan küstahlığı sonucu acı çeken sayısız halklar.

Burada grup yöneticisi (ya da yazıyı kim yazmışsa işte) öldürülen milyonların suçunu Sovyet Rusya’nın ve diğer katliamcı devletlerin laik/ateist olmasına bağlayarak en basitinden dezenformasyon yapıyor. Zira Sovyet Rusya’daki katliamlar ateistlerin ateist olmayanları katletmesi şeklinde değil, rejim yanlılarının rejimi eleştirenleri ve tehdit olarak gördüklerini katletmesi şeklinde olmuştur. Yani eğer rejim düşmanı iseniz neye inandığınız herhangi bir önemi yoktur. Batı devletlerinin sayılan ülkelerde yaptığı işler ise dinden ziyade aç gözlülükle daha kolay açıklanabilecek olaylardır. Eğer batı devletlerinin yaptığı haksızlıkları kınayacaksak işe hrıstiyan çoğunluğun yaşadığı Afrika ülkeleriyle başlamamız gereklidir. Zira Batı devletlerinin açgözlülüğü İran, Irak, ya da atıyorum Vietnam’dan daha çok Nijerya, Kenya, Fildişi Sahili, Senegal gibi ülkeleri etkilemiştir.

Dünyadaki adaletsizliğin büyük bölümü cehaletten kaynaklanıyor. Hollywood masalları ve soykırım müzelerinin bize Ateist Tel-Aviv rejiminin savaş ve insanlık suçlarını meşru göstermek için şantaj yapmasına izin vermeyeceğiz.

Tel-Aviv hükümeti savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar konusunda çok kötü bir şöhrete sahip, ama olmadıkları bir şey varsa o da ateist bir hükümet olmaları. Aksine İsrail devleti tamamen Tevrat’taki ilkeleri kendine baz alarak hareket eden bir devlet.

Sizce bu ayıp mı? Hakaret mi? Ahlaksızca mı? Açıkçası önemli değil. Çünkü ifade özgürlüğünün laik versiyonuna göre bunların hiç birisi önemli değil, öyle değil mi? Bugün dersimi aldım. Asla sessiz kalma. Masumlar dahil herkese hakaret etmek gerekiyor. Özgürlük gerçekten böyle mi?

Açıkçası bence ayıp ya da hakaret değil, ama hatalı. Eğer Sovyet Rusya ve İsrail ateist oldukları için ve ateizm emrettiği için bu suçları işliyor olsalardı bu gerçeklerle örtüşen bir yorum olacaktı. Ancak bilinen gerçeklerle örtüşmediği için ayıp veya hakaretten öte bunlar cehaletten veya kasti yalanlardan ibaret sözler. İfade özgürlüğünün laik ya da dinci versiyonu diye bir şeyi hayal edemiyorum. İfade özgürlüğü, popüler ya da hoş karşılanmayan fikirler dahil her fikrin ifade edilebilmesine olanak tanır. Masumlara hakaret etmek masumların değil hakaret edenin karakteri hakkında bize bilgi verdiği için bence ayıp ya da yasaklanması gereken bir şey değil. Ahlaksızı daha kolay tanımamızı sağlayan bir şey aslında.

It seems that they want to practice ‘Freedom of Speech’ not for bringing up any kind of logic, but to insult a person who is not even present to defend himself. Ok. Lesson learned. Thanks for your “morals”.

Görünüşe göre ifade özgürlüğünü herhangi bir mantık kırıntısı olmadan kullanmak istiyorlar. Kendini savunamayacak birisine hakaret ederek hem de. Tamam, dersimizi aldık, ahlakınız için teşekkür ederiz.

Kendini savunamayacak olan kişi sanıyorum Muhammed. Ancak grup kurucusu buradaki esas amacı gözden kaçırmış. Muhammed’i çiz gününde esas hedef Muhammed’in şahsı ya da kendisi değil, ama ifade özgürlüğünü tehdit eden fanatik müslümanlar.

Onların kim olduğunu biliyorum. Onlar sizin müslüman, yahudi ya da hristiyan olmanızla ilgilenmiyorlar. Onlar dinlerin ve ahlakın yer yüzünden silinmesini istiyorlar. Tek umurlarında olan şey güç, para ve “Zionist İsrail devleti”. Ve bunun için bahaneleri de Soykırım.

Şimdi size basit bir sorum var. Sizin kadar özgür müyüm? Ben de ifade özgürlüğünden faydalanabilir miyim? O zaman Soykırımı eleştirel gözle ele alalım.

Yazar burada ilginç bir saman adamı yaratmış. Dinlerin ve ahlakın yer yüzünden silinmesini isteyen para güç ve İsrail devletinden başka bir amaçları olmayan ateistler. Sanki az önce saldırdığı Hollywood filmlerinden fırlamış bir kötü karakterden bahsediyor. Muhtemelen dünyada para ve güç için her şeyi yapacak sürüyle insan vardır. Ancak bu kişilerin yahudi soykırımını araç olarak kullanıp yer yüzünden ahlakı silmeye çalışan zionist (ki aslında dini bir temadır) olmaları? Biraz Dan Brown vari bir tanım oldu sanki.

Sorusunun cevabına gelince. Elbette özgürsün. Eğer elinde soykırımın gerçekten olmadığı, 6 milyon kişinin ölmediği, bunun planlı bir komplo olduğuna dair herhangi bir bilgi varsa, bunu ilk başta ben görmek isterim bir ateist olarak. Açıkçası var olan kanıtları nasıl çürütürsün bilemiyorum. Kamplara dair fotoğraflar, filmler, orada kalanların ifadeleri, soykırımı yapan askerlerin itirafları, ölen insanların kalıntıları, Nazi devletinin resmi kayıtları, daha sayamayacağım sürüyle kanıt var bu soykırımların gerçekleştiğine dair. Ancak tüm bunlar detaylı bir komplonun parçası diyorsan, buyur meydan senin.

Ancak, eleştirel gözle Soykırımı ele alırken bence meseledeki müslüman faktörünü de gözden geçirmekte fayda var. Zira Hitler’in ortadaoğudaki müslüman devletlerde bir sürü destekçisi vardı.

1933’te Naziler başa geçtikten sonra ilk tebrikler Arap liderlerden geldi. Suriye’de bir Nasyonel Sosyalist parti (Hisb-el-qaumi-el-suri) kuruldu. Kurucusu Antun Saadeh Hitler’in bir hayranıydı. O zamanların Büyük Müftüsü Muhammed Amin Al-Husyani, Hitler için “Arap dünyasının babası” sıfatını kullanmıştı. Hatta Nazi subaylarının ifadelerine göre Müftü Yahudilerin katledilmesi yönünde görüş bildiriyordu.

1 Mart 1944’te, Almanlar’la birlikte savaşıp paraşütçüleri yakalayan ve Araplardan oluşan bir gruba hitaben yaptığı radyo konuşmasında sözleri şu şekildeydi:

Araplar, tek bir vücut olun ve kutsal haklarınız için savaşın. Yahudileri bulduğunuz yerde öldürün. Bu Allah’ı, tarihi ve dinimizi memnun eder. Bu sizin onurunuzu kurtarır. Allah sizinledir.

Özetle görüyoruz ki ifade özgürlüğü harika bir şey. Madem bir müslüman olarak Yahudi soykırımını sorguluyoruz, o halde Müslümanların bu soykırımdaki rollerini de gözden geçirmek gerekiyor. Eğer sen ifade özgürlüğüne sığınarak bu Facebook sayfasını açmış olmasaydın, ben bu yazıyı yazmayacaktım ve bir çok insan 2. Dünya Savaşı’nda bir Müslüman Müftü’nün Yahudilerin katledilmesine nasıl yardım ettiğini hiç bilmeyecekti.

Güneşin battığı yer

Kuran’daki Kehf Suresi 86. ayette çok ilginç iki ifade geçer : güneşin battığı yer ve güneşin battığı balçıklı su birikintisi.

Ayetin mealini bir çok değişik mealciden görebiliyoruz. Parantez içindeki ifadeler orjinalde yok. Diyanet meali şu şekilde:

Güneşin battığı yere varınca, onu siyah balçıklı bir su gözesinde batar (gibi) buldu. Orada (kâfir) bir kavim gördü. “Ey Zülkarneyn! Ya (onları) cezalandırırsın ya da haklarında iyilik yolunu tutarsın” dedik.

Abdülbaki Gölpınarlı:

Nihâyet güneşin battığı yere gelince görmüştü ki güneş, kara bir balçığa batmada ve orada bir topluluğa rastladı. Dedik ki: Ey Zülkarneyn, istersen azaplandırırsın bunları, istersen iyilik edersin onlara.

Yine diyanet’in eski mealinde:

 Sonunda güneşin battığı yere ulaşınca onu, kara balçıklı bir suda batıyor gördü. Orada bir millete rastladı. ‘Zülkarneyn! Onlara azap da edebilirsin, iyi muamelede de bulunabilirsin’ dedik.

Ibn-i Kesir:

En sonunda güneşin battığı yere vardığı zaman; onu kara bir suda batıyor buldu. Orada bir kavme rastladı. Zülkarneyn, onlara azab da edebilirsin, iyi muamelede de bulunabilirsin, dedik.

Tefsirlerde bu ayetlerin gerçek anlamda değil, mecazi olarak ele alınması gerektiği anlatılmakta. Yani güneşin battığı yer spesifik olarak güneşin yere ya da başka bir yere battığı yerden ziyade güneşin batıyor gibi göründüğü yer. Örneğin

Muhammed Eset tefsiri:

85 – Yahut: “derin, bol bir suya” -ki bu karşılık, pek çok lugatçiye göre (başta Tâcu’l-‘Arûs), birincil anlamı “kaynak/göze” olan ‘ayn sözcüğünün anlamlarından biridir. Tam karşılığı “[güneşi] … batar buldu (vecedehâ)” olan ama bizim “ona … dalıyormuş gibi göründü” sözcükleriyle aktardığımız ifadeye gelince, bu hususta bkz. Râzî ve İbni Kesîr, bu müfessirlerin ikisi de bu ifadede güneşin “denize dalıp kaybolması” şeklinde cereyan eden genel göz aldanmasından mülhem bir mecaz karşısında olduğumuza işaret etmektedirler. Râzî, bilimsel bir doğrulukla, bu göz aldanmasının yerin küresel olmasından ileri geldiğini ifade eder. (Burada kaydedilmesi ilginç olacak olan şudur: Râzî’ye göre, bu açıklama daha önce, H. 303 yılında -M. 915 ya da 916- ölen ünlü Mutezilî alim Ebû Ali el-Cubbâ‘î’nin halen kayıp bulunan Kur’an tefsirinde yer almıştır.)

Ya da Taberi meali ve tefsiri:

(Gide gide) güneşin battığı yere ulaşınca, güneşi, sıcak ve kara balçıklı bir gözede batıyor buldu. Orada bir kavme rastladı. Biz, Zülkalneyn’c: “Ey Zülkarncyn, onları ya cezalandırırsın veya onlar hakkında iyi davranırsın” dedik.

Âyet-i Kerimede, Züîkarneyn’in, güneşin kara balçıklı bir gözeye battığını gördüğü zikredilmektedir. Âyet-i Kerime, güneşin gerçekten bir şeye battığını değil, Zülkameyn’in, güneşi batarken görme şeklini tasvir etmektedir. Bir insan deniz kenarında durup güneşin batışını seyrettiğinde onu, denizin içine batıyormuş gibi görür. İşte Zülkameyn’in durumu da bunun gibidir.

Son olarak Elmalılı Hamdi Yazır tefsirinden aynı ayet:

86-88- Nihayet güneşin battığı yere ulaştı. Yerleşmiş olduğu yerin gün batı tarafından ta sonuna kadar vardı. Tefsir bilginlerinin de yaptıkları açıklamaya göre, Okyanus denilen Atlas Okyanusunun batı kenarına ulaştı. Bu Okyanus denizinde “Halidat” ismi verilen adaların bir zamanlar uzunluk (boylam) başlangıcı olarak kabul edildiklerini kaydediyorlar. Bununla birlikte biz bugün bu Halidat adalarının ne olduğunu tayin edemiyoruz. Özetle uzak batıya vardığı vakit güneşi (sanki) siyah bir çamura batıyor buldu. Veya “hâmiye” kırâetine göre, kızgın bir pınar içinde batıyor buldu. Tefsir bilginleri buradaki aynı, su pınarı; hamieyi balçıklı; hâmiye’yi de kızgın mânâsına tefsir etmişlerdir ki, güneşi balçıklı veya kızgın bir pınar içinde batıyor buldu demek olur. Bu şekilde bu su pınarından maksat, okyanus ve özellikle denizin ufuktaki batış noktasıdır. Batıya varıncaya kadar geçtiği memleketlerde birtakım saltanatların batışını görerek giden Zülkarneyn, uzak batıda geçtiği yolda önüne çıkan Okyanus kenarında güneşin batışını seyretmek için ufka baktığı zaman Allah mülkünün genişliği ve yüceliği içinde o koca okyanus etrafı gök ile çevrilmiş bir kuyu havzası gibi sınırlı bir su kaynağı manzarasını alıyor. Fakat içilebilecek parlak ve duru bir kaynak gibi değil, kara balçıkla bulanmış, dibi görünmez karanlık bir kuyu gibi görünüyor ve güneş bunun ufkunda batarken zayıflamaya başlayan parıltısı, allı morlu yansımalarıyla puslar içinde çalkalanarak karanlık bir batağa batıyor da, battığı nokta balçıklı bir göz gibi bulanıp kararırken aynı zamanda renk ve buharıyla kaynayan kızgın bir köz halinde bulunuyor. Demek Zülkarneyn’in vicdanında güneş batışının bıraktığı intiba bu olmuştur ki, bu müşahedenin en ibret verici mânâsı, en son bir sınırda duracağı kesin olan dünya ululuğunun sınırlı olduğunu görmek ve geçici olduğunu anlamaktır.

 Bu açıklamalar görünürde mantıklı.

Ancak ayetin manası, o zamanın coğrafya ve kozmoloji teorisini işin içine soktuğumuz zaman daha fazla tefsire, açıklamaya ihtiyaç bırakmayacak kadar netleşiyor.

Düz dünya teorisi.

Antik dünya tasviri

 

Resmi bir parça daha iyi görebilmek için üstüne tıklayabilirsiniz.

Görüldüğü gibi Muhammed zamanında Dünya, en doğusu ve en batısında cennetin temelleri olan, Güneş , Ay ve yıldızların Cenneti taşıyan kubbenin iç tarafında kalan bir şekilde hayal ediliyordu.

Bu model, Saffat suresi 6. ayetteki “Biz, en yakın göğü zinetlerle, yıldızlarla donattık.” ifadesiyle de tutarlıdır. Aynı zamanda Yasin suresi 40. ayetinde geçen “Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzmektedir.” ayetiyle de tutarlıdır. Dünya’nın merkezde Ay ve Güneş’in de Dünya’nın etrafındaki kubbe içinde dolaştığı düşünüldüğünde Yasin 40 çok fazla açıklamaya gerek kalmadan anlamlı hale gelmektedir.

Veya Neml 61’i ele alalım. Diyanet meali şu şekilde:

“Yahut yeryüzünü karar kılma yeri yapan, içinde nehirler akıtan, onun için oturaklı dağlar yapan ve iki denizin arasına bir engel koyan mı? Allah ile birlikte başka bir ilâh mı var!? Hayır, onların çoğu bilmiyor!”

Şimdi üstteki resme tekrar bakalım ve ayeti tekrar okuyalım. İki deniz arasında engel gibi duran sabit dağlar.

Kuran, yazıldığı zamanın coğrafya ve kozmoloji bilgisinin sınırlarına takılmış, Dünya’yı düz sanıp merkeze yerleştirmiş, Dünya’nın yuvarlak olduğunu göstermek  Macellan’a , Ay ve Güneş’in Dünya’nın etrafında dönmediğini göstermek de Galileo’ya kalmıştır.

Küreğe kürek diyememek

Böyle bir söz vardır İngilizce’de. Hani bizde “göte göt demek” diye de geçer. Ne olduğu bariz bir şeyin ne olduğunu sesli olarak da dile getirmeyi anlatır.

Ne yazık ki ülkemiz küreğe kürek demeyi engelliyor. Bir okuyucu bana e-mail göndermiş. Ekşi Sözlükte yazarken şimdi ismi lazım değil birisine “şarlatan” dediği için yazarlığı bir nevi askıya alınmış (tam mekanikleri nasıl işler bilemiyorum, bir tür uzaklaştırma galiba). İşin ilginç tarafı şarlatan olarak anılan kişinin yaptığı iş reiki ustalığı, ya da çakra chi gibi varlıklarına dair tek bir kanıt olmayan şeyleri anlatarak-satarak para kazanmak. Hakikaten şarlatan yani bildiğiniz.

Kendime sordum, yahu bu kişinin yaptıkları şarlatanlık değilse nedir, diye. Şimdi ben bu kişiye isim vererek şarlatan dersem bir gerçeği dile getirmiş olmuyor da hakaret mi etmiş oluyorum? Peki diyelim ki bu kişi bana dava açtı. Burada benim onun şarlatan olduğunu kanıtlamam mı, yoksa onun şarlatan olmadığını kanıtlaması mı beklenir? Bana sorarsanız çakra, chi, reiki gibi şeyleri satarak para kazanan birisinin bunları ispatlaması ve şarlatan olmadığını ispatlaması gereklidir. Şarlatana şarlatan diyen benim değil. Ola ki iddialarını ispatladı, o zaman ben hakaret etmiş olur ve cezasına katlanırım. Aklım ve mantığım bunu söylüyor.

Ancak gel gelelim işin gerçeği anladığım kadarıyla pek öyle değil. Konuyla ilgili danıştığım avukatım (evet arada bir bilgisine ve hizmetlerine başvurduğum bir avukatım var :)) bana şu haberi ve örnek kararı gösterdi.

Gözlemevi müdürüne ‘şarlatan’ cezası  
 

Sirius UFO Uzay Bilimleri Araştırma Merkezi Başkanı Haktan Akdoğan hakkında, 2 yıl önce ‘‘Bu insanlar birer şarlatan. Savcılar neden bu tür olaylara el koymuyor?’’ diyen Prof. Dr. Orhan Gölbaşı, 1 milyar lira tazminat ödemeye máhkum oldu.

Antalya’daki TÜBİTAK Ulusal Gözlemevi Müdür Yardımcısı Prof. Dr. Orhan Gölbaşı, 2 yıl önce UFO’larla ilgli açıklamsından dolayı tazminat ödemeye mahkum oldu. Prof. Gölbaşı, uzaylıların kamuoyunda tartışıldığı günlerde yaptığı açıklamada uzayda birtakım yaratıklar olduğunu kabul etmiş, ancak Sirius UFO Uzay Bilimleri Araştırma Merkezi’nin adında ‘‘bilim’’ kelimesi olmasının ‘‘bilime hakaret’’ olduğunu söylemişti. Prof. Gölbaşı, ‘‘Bu insanlar birer şarlatan. Savcılar neden bu tür olaylara el koymuyor?’’ sözleriyle yargıyı göreve çağırmıştı.

Bu sözlerin ardından Sirius UFO Uzay Bilimleri Araştırma Merkezi Derneği ile Dernek Başkanı Haktan Akdoğan, Prof. Dr. Orhan Gölbaşı aleyhine Beyoğlu 1’inci Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava açarak bilim adamının iddialarını kanıtlamasını istemişti.

Adliye arşivinde 2002/287 Dosya numarasıyla yer alan ve 1.5 yıl süren dava nihayet sonuçlandı. Prof. Gölbaşı, Sirius Derneği ile ilgili iddialardan suçsuz bulunurken ‘‘Dernek Başkanı Akdoğan’a hakaret ettiği gerekçesiyle’’ 1 milyar lira tazminat ödemeye mahkum oldu.

Prof. Dr. Orhan Gölbaşı, kararın henüz kendisine ulaşmadığını belirterek temyize gideceğini söyledi. Sirius Derneği ile Başkanı Akdoğan’ın 2 milyar 500’er milyon lira tazminat istediklerini belirten bilim adamı, ‘‘Yargının hakaret gerekçesiyle sadece 1 milyar lira tazminat cezası vermesi, benim haklılığımı gösterir. Derneğin talep ettiği tazminatın reddedilmesi sözlerimin doğruluğunun yargı onayıdır’’ dedi.

Hepimiz Haktan Akdoğan’ın elinde UFO’ların uzaylılar olduğunu kanıtlayan bilgi olmadığını çok iyi biliyoruz. Zira olsa idi ne müzeyle uğraşır ne de 5000 liralık tazminat davaları açardı. Gider bu kanıta milyonlarca dolar para ödeyecek kişiler/kurumlarla çalışırdı.

Bir de Akdoğan’ın sitelerinde gerçekmiş gibi anlattığı şeylerin sahteliği kanıtlanmış şeyler olduğu gerçeğini eklersek (bir başka örnek de burada var) profesörün tespitinin yerinde olduğunu söylemekten başka bir şey gelmiyor elden. Ancak gel gelelim mahkeme böyle düşünmemiş, Haktan Akdoğan’ın uzaylıları kanıtlamasını değil, Profesörün Haktan Akdoğan’ın şarlatanlığını kanıtlamasını istemiş.

Açıkçası istenen tazminatın 5’te birinin ödenmesi kararı tam neye karşılık geliyor bilemiyorum. Belki mahkeme Haktan Akdoğan’ın ve derneğin saçma şeylerle uğraştığını kabul etmiş ama “şarlatan” kelimesini bir parça aşırı görmüştür kimbilir. Ama herhangi bir tazminat ödenmesi bile benim görüşümce çok saçma. Benim bu olaydan çıkardığım sonuç şudur ki Türkiye’de küreğe kürek, göte göt diyemiyoruz.

Muhammed’i resmetmek

Önceki haftadan beri Amerikan satirik çizgi dizisi South Park’ta Muhammed’in (2. kez) resmedilmesiyle başlayan tartışmalar devam ediyor.

Bir kaç sene önce Muhammed’i İsa, Musa, Buddha ve bir kaç başka karakterle birlikte “Super Best Friends” isimli süper kahraman takımının bir parçası olarak göstermiş ve tepki almamış olmalarına rağmen, bu sefer Comedy Central’ın sahibi Viacom’un müdahalesiyle 200 ve 201. bölümde Muhammed’in göründüğü ve adının geçtiği tüm kareler siyah bant veya bip sesiyle sansürlendi.

Kuşkusuz ki Viacom’un derdi bir kaç sene önce Danimarka’da yayınlanan karikatürlerin tetiklediği krizin bir benzerini önlemekti – ama burada ufak bir problem söz konusu.

South Park bugüne kadar sataşmadığı kutsal, saygın, sevilen kişi-kurum kalmamış ve amacı satirik komedi olan bir dizi. Hrıstiyanların, Buddistlerin, Scientologistlerin ya da karikatürize edilen 100lerce insanın yapmadığı ne vardı da sadece İslam peygamberi Muhammed sansürle korundu?

Bildiniz – Müslümanların şiddet tehditleri.

"İslam'a hakaret edenlerin kafasını kesin"

Revolution Muslim isimli bir köktendinci Müslüman Amerikan grubun sitesinde Amsterdam’da boynu kesilerek katledilen yönetmen Theo Van Gogh‘un bir resmi yayınlanarak “yaptığınız şey aptalca, sonunuz böyle olacak” uyarısı yapıldı.

Burada çok ilginç bir tutarsızlık var.

Hadislere göre insanı herhangi bir şekilde resmetmek günah. Muhammed’i resmetmek de daha çok tepki çeken bir günah. Muhammed’e saygı duymamak başka bir günah. Ancak bu “günah” tanımları İslam’ı kabul etmiş kişiler için geçerli. Etmeyenlerin bu türden bir bağlayıcı hükmü uygulamaları gerekmiyor. Hinduların kutsal dana eti yememesi ama Müslümanların kurbanda dana kesmesi gibi bir durum var ortada. Hindular “bu bizim kutsalımız kurbanda dana-inek keserseniz külahları değişiriz” diyemiyorlarsa X bir dinin mensuplarının da o dini kabul etmeyenlerin dine aykırı hareketlerine, insanlara açık bir zarar vermediği sürece karışmaması gereklidir.

Eğer müslümanlar Muhammed’in resimlerinin çizilmesine -şiddet tehdidiyle- karşı çıkıyorlarsa bu durumda Hinduların dana eti yiyenlere şiddet tehdidi, Yahudilerin cumartesi çalışan – çalışan hafif bir tanım oldu, herhangi bir iş yapan, telefona bakmak gibi – kişileri taşlayarak idam etme tehdidinde bulunma hakları doğmuş oluyor. Ve emin olun ki, dünya üzerinde günlük hayatınızda yaptığınız hareketlerin bir çoğunu günah olarak tanımlayacak kadar çok din mevcut. İşin içinden çıkmak imkansız yani. Hangi birine saygı duyup hassasiyet göstereceksiniz? Daha bugün Pakistan’daki bir berberin, bir müşterinin sakalını kısalttığı için feci şekilde dövüldüğü ve tecavüze uğradığı haberi yayınlandı. Pakistan’daki aşırı dinciler sizi dayak ve tecavüzle tehdit ediyorlar diye sakal traşı olmayı kesecek misiniz?

Ha, diyecek olursanız ki “neye inandıkları beni ilgilendirmez, resmedemezler, saygı duymaları lazımdır..” o zaman da dininize yeterince güven duymadığınız ve Tanrınıza ait olan adaleti kendinizin sağlamaya çalıştığınız gibi bir mesaj vermiş oluyorsunuz. Eğer İslam hak dinse ve Allah gerçekten Muhammed’in resimlerinin – ya da hadis’i temel alırsak insan resimlerinin – cehennem azabı gerektirecek bir şey olduğunu düşünüyorsa müslümanların yapacağı hiç bir şey Allah’ın yapacaklarının yanına bile yaklaşamaz. Ama müslümanlar meseleyi kendileri halletmeye çalışınca Allah’ın adaletini kendileri uygulamaya çalışıyor ve belki de resimlerin yasaklanmasının ilk sebebi olan “şirk” günahını işlemeye yaklaşıyorlarlar gibi geliyor bana. Bırakın, eğer Allah’ın bir derdi varsa resimle, kendisi mutlaka çözecektir – O’nun adaletli olduğunu söyleyip duruyorsunuz, ama iş pratiğe gelince sanki o güven biraz azalıyor “neme lazım biz sağlayalım adaleti de..” gibi bir ruh haline bürünüyorsunuz.

İşin çok daha ilginç yanı, 1400 sene boyunca bir çok Muhammed tasviri, resmi yapılmış. Bakınız altta bir kaç örnek var (Wikipedia’dan):

1300ler İran'da yapılmış bir resim, genç Muhammed Keşiş Bahira'yla tanışıyor

Muhammed, Hacer-ül esved'i Kabe'ye yerleştirirken.

Banu Nadir'in teslim oluşu - Muhammed at üstünde resmedilmiş.

Son resim de Amerikan Yüksek Mahkeme binasının kuzey yüzündeki “İsa’dan sonra gelen kanun vericiler-koyucular” temasındaki Muhammed heykeli:

Kanun koyucu Muhammed

İşin daha da ironik yanı, müslümanların şiddet tehditlerinin epey tepki toplamış olması ve 20 mayısta gerçekleşecek olan “Draw Muhammad Day” (Muhammed’i çiz günü) adında bir nevi bayramın oluşmasına sebebiyet vermesi. Yani müslüman tehdidi South Park’ta Muhammed’in çizilmesinin önüne geçmiş olsa da bu durumu ifade özgürlüğüne tehdit gören milyonlarca gayrı-müslim şimdi engellenmek istenen şeyi hiç akıllarında yokken yapmaya karar vermiş durumda. Hani “eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmek” derler ya – tam o hesap işte. Muhammed’in resimlerinin çizilmesini şiddet tehdidi yapacak kadar önemli gören marjinal müslümanların bu sebep oldukları olay karşısında nasıl bir tutum takınacaklarını şahsen merak ediyorum.