Mesele tabi ki çocuk değil, Mesele İslam

Tabi ki mesele İslam.

İslam olmadan bu kadar insanın 6 yaşında bir çocuğun tecavüzüne sessiz kalamaz. İyi insanların kötü şeyler yapması için din gereklidir.

İslam, Kuran’da pedofiliye hem izin verir hem de şartlarını düzenler. Kuran’da izin verip düzenlediğini de sünnet ile teyit eder.

Kuran, pedofiliye nasıl izin verir?

Kuran’da boşanma ile ayetler boşanma ile ilgili kuralları düzenler.

Bakara 228 – Kadınların boşanırken 3 aylık (3 regl döngüsü) bekleme süresini (iddet) belirler.

Ancak Ahzab 49’da “eğer onlara dokunmadı iseniz beklemeye gerek yoktur” der. Yani 3 aylık iddet süresinin gerekli olması için seks yapılması gerekli.

Peki “hem seks oldu, hem de adet görmeyen kadınlar var, bu durumda ne yapacağız?”

O zaman da Talak 4 imdada yetişiyor. “Kadınlarınızdan artık adetten kesilmiş olanlarla henüz adet görmemiş bulunanların iddet (bekleme süre)leri, -eğer şüpheye düşecek olursanız (bilin ki- |üç aydır. Hamile kadınların bekleme-süresi ise, yüklerini bırakmaları (ile biter). Kim Allah’tan korkup-sakınırsa (Allah) ona işinde bir kolaylık gösterir.”

Talak 4’teki “henüz adet görmemiş” ifadesini “hiç adet görmemiş” olarak çevirip, bunu da “tıbbi sebeplerle adet görmeyen kadınlar” olarak algılayan, böylece “yaşı çok küçük olduğu için henüz adet görmemiş” problemini yok saymaya çalışan meal’ler ve tefsirler bulunmaktadır.

Muhammed’in Ayşe ile 6 yaşında evlendiği, 9 yaşında ilişkiye girdiğine dair hadisler sahih olarak görülmektedir.

Talak 4’ün Kütübi Sitte’deki açıklaması da “henüz adet görmemiş” şeklindedir.

Bazı İslami apolojistler, “evet henüz adet görmemişe nikah yapılır ama İslam, bir müminin zarar göreceği bir şeye izin vermez bu sebeple nikah ayrıdır, ilişki ayrıdır, nikah olabilir ancak ilişki için ruhen ve fiziken hazır olunduğu yaşa kadar beklenmelidir” şeklinde bir açıklama getiriyor.

Daha önce de sordum, yine soruyorum zira tatmin edici bir açıklama asla gelmedi.

İslam’da, alkol almak haram. Tereddüt yok.

Put yapıp tapmak haram. Tereddüt yok.

Kan içmek haram. Tereddüt yok.

Domuz eti yemek haram. Tereddüt yok.

İslami usulle kesilmemiş hayvan yemek de haram. Tereddüt yok.

Zina haram. Tereddüt yok.

Homoseksüel ilişki haram. Tereddüt yok.

Gel gelelim mevzu pedofiliye geldiğinde eeee ööö islam kimseye zarar gelmesine izin vermez de bilmem ne… sürüyle kıvırtma.

Arkadaşım sizin tanrınız net bir şekilde “18 yaşından önce evlenmek yasaktır” yazmayı akıl edememiş mi? Bugün alkol almayan, domuz yemeyen, zina yapmayan, homoseksüel ilişkiye girmeyen hacılar hocalar ne hikmetse pedofiliye sarmış durumda.

Ben tanrı olsam, insanların barış içinde güzel yaşamlar sürerek yaşamasını sağlayacak bir kural kitabı göndermeye niyet etsem en başa kocaman harflerle “asla çocuklarla evlenmeyin, çocuklarla cinsel ilişkiye girmeyin” yazarım. Yani domuzu alkolü falan yazan allah çocuk tecavüzünü yasaklamayı akıl edemiyor, bu gariban cemaat nedense 1400 yıldır sürekli “pedofili olaylarını nasıl örteriz”le uğraşmak zorunda kalıyor.

Hani islam kolaylık diniydi? Dünya üzerinde pedofiliyi örtmek ve meşru göstermek kadar zor ikinci bir iş düşünemiyorum açıkçası.

Nereye kayboldum?

Bir arkadaşım vasıtasıyla insanların nereye kaybolduğumu merak ettiğini öğrendim.

Öncelikle bir yere kaybolmadım, hayattayım ve gayet iyiyim.

Blogu 3-4 senedir güncellememin sebeplerinin başlıcası blogun admin login şifresini unutmuş olmam. Aksi gibi blogda kullandığım email domain’i de kapandı.

Ara ara eskiden kullandığım şifreleri deneyerek login olmaya çalışıyordum, nihayet denediğim şifrelerden birisi çalıştı.

Peki niye yedekleri kullanarak blogu tekrar başka bir isimle açarak yazmaya devam etmedim?

Çünkü özellikle bilimsel şüphecilik ve ateizm’le alakalı yazılabilecek şeylerin çoğunu yazdık, konuştuk. Göklerden bir güncelleme(!) gelmedikçe yazdığımız, konuştuğumuz şeyler, yaptığımız eleştiriler hala geçerli.

Blog istatistiklerinden görüyorum ki hala linkleniyor, hala referans gösteriliyor. Hiç bir güncelleme olmamasına rağmen yüz binlerce görüntülenme var. Bu memnuniyet ve gurur verici.

Bu kısa postu bitirirken 8 yıl önce tanıştığım ve dünyanın değişik yerlerinde bir araya geldiğim dostlarıma selam eder, sevgilerimi sunarım.

Ş.M.

Bu ülkede arkan sağlam olacak

Dünden beri olanları hayretle izliyorum.

(Burada parantez açmam lazım. Normalde, güncel olaylarla ilgili yazmayı pek sevmiyorum, zira o bir kaç gün için güncel iken,  6 ay sonra anlamsızlaşıyor yazı – diğer yazılar gibi açıp seneler sonra okuyamıyor insan; ancak burada bir istisna yapacağım. Blog benim değil mi? İster istisna yaparım, ister yapmam). 

Geçtiğimiz haftadan beri, Cemaat’in “valla biz yapmadık” demesine rağmen bariz bir şekilde hükümete operasyon yapmasını izliyoruz. Geçen hafta oğulları göz altına alınan üç bakan dün istifa etti, Egemen Bağış da dün gece kabineden çıkarıldı.

Ancak esas hayret verici olay, “2. dalga” adı verilen ve 100 milyar dolarlık demiryolları ile ilgili yolsuzluk iddiaları ile ilgili olarak savcılık tarafından gözaltına alınması istenen isimlerin polis tarafından ısrarla tutuklanmaması. Ahmet Şık dün dosyanın ayrıntılarını paylaştı. İddialar doğruysa, durum çok fena.

Tayyip dün gece apar topar yeni bir kabine açıkladı. Ancak yeni kabinedeki kritik görevler milletvekili değil, yani Erdoğan’ın sürekli “atanmışlar seçilmişler” argümanını yalanlar nitelikte.

En önemli kişi şüphesiz, Tayyip Erdoğan’ın oğlu (ya da oğulları). Tayyip Erdoğan’ın Pakistan dönüşü uçaktayken “oğlum üzerinden bana gelmek istiyorlar” dediği iddia ediliyor bugünkü gazetelerde.

Yani arkan sağlamsa, baban başbakansa, istediğin haltı ye, ama yargı yolu açılırsa “gelmem” diyebiliyorsun bu ülkede. Süper olay.

Ancak benim anlayamadığım bir nokta var.

Madem hakkında (ya da oğlunun hakkında) iddialar var, şeffaf bir şekilde yargıya gidin?

Madem yargıya güvenmiyorsun, o zaman Ergenekon ve Balyoz gibi davaların da haksız olduğunu ifade et?

Bir de 11 senedir sen değil misin bu ülkeyi neredeyse tek adam iktidarıyla yöneten? Niye yargıda reform yapmadın? Kendi oğluna komplo yaptığını söylediğin yargı-polis sistemi bu noktaya gelene kadar nerdeydin ? Adalet sarayı binaları inşa edince adalet kendiliğinden gelecek mi sandın?

Gerçekçi olmak gerekirse Tayyip Erdoğan’ın çok az seçeneği var.

1-Yargı güvenilirdir diyerek soruşturmayı tıkamaktan vazgeçmesi, gerekirse istifa etmesi.

2-“Yargı komplocular tarafından ele geçirilmiştir” demesi ve ardından “11 yıldır ben bu ülkeyi yönetirken bunu göremedim/engelleyemedim, bu işi düzeltecek birine yerimi bırakıyorum” diyerek istifa etmesi ve erken seçimlere gitmesi.

Tayyip gerçi bunları asla yapmayacak, yine “bizi çekemeyen iç-dış güçleeğğrr.. allaağğğhh.. iradeğğğ… sandıığğk” diye demagoji yapmaya devam edecektir.

Hoş muhalefetin omurgasızlığı sebebiyle erken seçim neye yarar bilmiyorum; ama yolsuzluğu, devlet içinde devleti engelleyemeyen; dış politikada sürekli çuvallayan; ekonomiyi dışarıdan gelen sıcak paraya bağımlı bir hale getirerek incecik bir ipte yürür duruma getiren AKP hükümetinden kurtulmamız bile bir iyileşmedir diye düşünüyorum.

Bence muhalefet liderleri de “oooh nihayet sıra bize geliyor gün bizim günümüzdür” diye ellerini ovuşturacaklarına, hemen istifa etmeli ve yüzü eskimemiş, genç ve gerçekten fark yaratabilecek kişileri parti yönetimine getirmelidirler. Bu hem sol hem de sağ kanat için geçerli. Zira bu ülke partiye ya da kadroya değil, doğrudan lidere oy veren bir halka sahip. Eğer lider başarılıysa, parti başarılı. Liderde iş yoksa, partiden de iş çıkmıyor ülkemizde.

Hatta daha da iyisi, yeni bir merkez parti kurulması ve yönetim ve kadroların gerçekten işini bilen (Ekonomi bakanı olarak müteahhit, ya da eğitimden sorumlu bakanı olarak mühendis görevlendirilmesin mesela?) kişilerden oluşması.

Ne yazık ki bu son dileğim, yılbaşında piyangoyu tutturmak kadar uzak bir ihtimal.

Pür dikkat izlemeye devam ediyorum olan biteni.

Abdulkadir Molla’nın idamı üzerine

Idam cezası ile ilgili fikrimi yıllar önce yazmıştım. O yazıdaki argümanlarım hala geçerli.

Dün Bangladeş’te idam edilen Abdulkadir Molla, bugün sosyal medyada her ne hikmetse büyük bir yaygara koparmış durumda.

2 ay önce Bangladeş’te 1971’de ne oldu diye sorsan “ney?” diyecek binlerce kişi, bugün Molla için göz yaşı döküyor.

“Algı, gerçekliktir” sözünü boşuna söylememişler. Birileri Molla ile ilgili öyle bir algı yarattı ki, kimse adamın neyle suçlandığını bilmeden, dahası “acaba doğru olabilir mi suçlamalar” demeden “vay şehidim uy şehidim” diye ağıtlar diziyorlar.

Size kısaca yazayım Molla’nın neyle suçlandığını :

24 Nisan 1971’de Mirpur’da bir köy baskını yaparak köydeki 344 Bengalli’nin katli.

26 Mart 1971’de Hazrat Ali Laskar isimli Bengal asıllı terzi ve ailesinin öldürülmesi.
Adam ve hamile karısı silahla öldürüldü, 11 yaşlarındaki 2 kızı önce 12 asker tarafından tecavüze uğradı ve öldürüldü. 2 yaşındaki oğlu defalarca yere çarpılarak öldürüldü.
Şair Meherunnesa’nın (kafası kesilerek), iki erkek kardeşi ve annelerinin öldürülmesi. Meherunnesa’nın kesilmiş kafası tavan vantilatörüne asılı bırakıldı.

Suçlamaların tam metnini şuradan görebilirsiniz.

Özetle dün idam edilen kişi, fikirleri ya da inancı sebebiyle değil, acımasız katliamları sebebiyle idam edilmiştir.

İdam sonrasında olayı Türk halkından daha iyi bildiğini düşündüğüm Bangladeşliler sokaklara dökülerek kutlamalar yaptılar. 

Bunu bizde Apo’nun idam edilmesi sonrasında yaşanacaklara benzetiyorum. PKK vs gibi örgütler yaygara yapacaklar, mazlumu oynayacaklar, ama çocukları, arkadaşları PKK’ya kurban giden aileler ve bu acıyı yaşayan insanlar sokaklara dökülecektir kutlama yapmak için.

Türkiye’nin dünyadan bihaber yobazları yeni “R4bia”larını bulmuşa benziyor.

Millet Meclisi ve başörtüsü polemiği

Açtım bayramlık ağzımı.

Tayyip’in yine saklayacak bir şeyleri var olsa gerek, yine mecliste baş örtülü vekil olur mu olmaz mı tartışması alevlendi.

Gazetelerden görebildiğim kadarıyla şu üç isim “biz türbanla/baş örtüsüyle geleceğiz” demişler.

Nurcan Dalbudak – Denizli milletvekili

Sevde Bayazıt Kaçar – Kahramanmaraş milletvekili

Gülay Samancı – Konya milletvekili.

Açıkçası beni insanların ne giydikleri çok ilgilendirmez. İsterse palyaço kıyafetiyle ya da baskılı siyah metalci tişörtüyle gelebilir meclise.

Beni bir vatandaş olarak ilgilendiren yegane şey, o vekilin yaptığı işlerdir.

Bu üç ismin Mecliste yaptıkları faaliyetlere baktığım zaman gördüğüm şey, bu kişilerin temsil ettikleri halkın faydasına olan işler yapmaktan çok, padişah Erdoğan’ın “oylama vekili” oldukları.

Üşenmedim bu üç potansiyel baş örtülü vekilin TBBM.gov.tr sitesinde bulunan yasama faaliyetlerini inceledim. Altta özeti görebilirsiniz.

Bir de, karşılaştırma olması açısından, CHP’li Emine Ülker Tarhan’ın faaliyetlerini ekledim. Kim daha çalışkan, kim temsil ettiği insanları daha iyi temsil ediyor, kim patron’un emir eri görebilelim diye.

Yasama Faaliyetleri özetleri.  

 

İlk İmza Sahibi Olduğu Kanun Teklifleri

Nurcan Dalbudak: 0
Sevde Bayazıt Kaçar:0
Gülay Samancı:0
Emine Ülker Tarhan:  16
İmzası Bulunan Kanun Teklifleri

Nurcan Dalbudak: 6
Sevde Bayazıt Kaçar: 5
Gülay Samancı: 8
Emine Ülker Tarhan: 17

Sahibi Olduğu Yazılı Soru Önergeleri

Nurcan Dalbudak: 0
Sevde Bayazıt Kaçar:0
Gülay Samancı:0
Emine Ülker Tarhan: 32

İlk İmza Sahibi Olduğu Genel Görüşme Önergeleri

Nurcan Dalbudak: 0
Sevde Bayazıt Kaçar:0
Gülay Samancı:0
Emine Ülker Tarhan:  3
İmzası Bulunan Genel Görüşme Önergeleri

Nurcan Dalbudak:  0
Sevde Bayazıt Kaçar:0
Gülay Samancı:0
Emine Ülker Tarhan:  4

İmzası Bulunan Meclis Soruşturma Önergeleri

Nurcan Dalbudak: 0
Sevde Bayazıt Kaçar:0
Gülay Samancı:0
Emine Ülker Tarhan: 1

İlk İmza Sahibi Olduğu Meclis Araştırma Önergeleri

Nurcan Dalbudak: 0
Sevde Bayazıt Kaçar:0
Gülay Samancı:0
Emine Ülker Tarhan: 3
İmzası Bulunan Meclis Araştırma Önergeleri

Nurcan Dalbudak: 8
Sevde Bayazıt Kaçar:5
Gülay Samancı:2
Emine Ülker Tarhan: 13

İlk İmza Sahibi Olduğu Gensoru Önergeleri

Nurcan Dalbudak: 0
Sevde Bayazıt Kaçar:0
Gülay Samancı:0
Emine Ülker Tarhan: 3
İmzası Bulunan Gensoru Önergeleri

Nurcan Dalbudak: 0
Sevde Bayazıt Kaçar:0
Gülay Samancı:0
Emine Ülker Tarhan: 3

Genel Kurul Konuşmaları

Nurcan Dalbudak: 2
Sevde Bayazıt Kaçar:0
Gülay Samancı:4
Emine Ülker Tarhan: 62 (yanlış saymadıysam)

Özetle görüyoruz ki, bu 3 vekilin ismini, bu başörtüsü kavgası olmasaydı duymayacaktık, bilmeyecektik. Zira bu kişiler “aman bayan da olsun bulunsun” mantığından çok da uzak olmayan bir mantıkla listelere dahil edilmiş ve seçtirilmiş, bana sorarsanız boşuna maaş alan vekiller.

Dileyen, bu 3 vekilin imzalarının olduğu kanun teklifleri ve araştırma önergelerine bakabilirler. Tamamı AKP’nin merkezden yönettiği sansasyonel araştırmalar. Karşılaştırma için Emine Ülker Tarhan’ın imzası olan çalışmalara bakın, ve hangisi millet için daha kıymetli kendiniz karar verin.

Bu isimleri internette arattığımızda da pek bir habere vs rastlamak mümkün değil. Özetle çok bir iş yapmadıkları neticesine varıyorum üzülerek.

Doğru dürüst temsil edilmeyen 3 milletvekili değerinde seçmen var demek ki.

Başörtüsü, İslam’ın kadına “haddini” bildirmek için, “yerini” bildirmek için kullandığı bir baskı aracıdır. Başörtüsüyle meclise gireceğim diye tutturan bu vekillerimizin de ne yazık ki görünen o ki, İslam’daki kadın modeline uygun bir öz geçmişleri bulunmaktadır. Gelişmiş ülkelerde yerel yönetimlerde bile çok daha donanımlı ve çalışkan siyasiler, devlet görevlileri varken, bu üç isim – muhtemelen başörtüsü krizinde kullanılmak üzere önceden hesaplanarak- meclise girmişlerdir.

Gerçi, hayatındaki tek başarısı (!) Abdullah Gül’le 15 yaşındayken evlenmek olan bir First Lady varken, hiç bir elle tutulur iş yapmayan vekillerimiz olmuş çok mu?…

 

Kaynaklar – TBMM.gov.tr

Nurcan Dalbudak
Sevde Bayazıt Kaçar
Gülay Samancı
Emine Ülker Tarhan

 

Parayı idare edemeyen Allah

Ne ilginçtir ki, Hrıstiyan’ından Müslüman’ına kadar, hiç bir millette “bize bu kadar para yeter” diyen bir ruhban sınıfı olsun.

Amerika’da mega kiliselerden tutun, kenardaki köşedeki ufak kiliselere kadar istisnasız hepsi tanrı için para isterler. Aynısı bizde de vardır. Amerika’daki sistemde devlet dini işlere karışmaz, dini kurumlardan vergi de almaz. Yani bir kiliseye giden insanların verdiği bağışlar, o kilisenin bütçesinde önemli bir kalemdir. Elbette düğün, cenaze, vaftiz vs gibi törenler için de para alırlar.

Bizde ise durum bildiğiniz gibi farklı. Devlet her şeyden vergi alır, ve bu vergilerin (fazlasıyla büyük) bir kısmıyla da Diyanet’i işletir.

Ama her ne hikmetse, ne Amerika’da, ne Türkiye’de, ne de muhtemelen hiç bir yerde bu “Tanrı’nın evi” kurumlarına para yetmez.

Som altından çatısı olan saraylarda yaşayan Vatikan’daki papazlar bile ‘para lazım’ diyorlar hala? Bakınız “Peter’s Pence

“show me the money”

Bugün gördüğüm bir haber de tam olarak bundan bahsediyor.

Diyanet, 11 bakanlıktan fazla para aldığı halde “paramız bitti” diyerek hükümetten ek ödenek istemiş.

Biraz bayat bir haber olacak ancak, AKP iktidara geldiğinden beri Diyanet’in artan bütçesine bir göz atalım (Kaynak):

2003 – 771 MİLYON TL

2004 – 1 MİLYAR TL

2005 – 1 MİLYAR TL

2006- 1.3 MİLYAR TL

2007- 1.6 MİLYAR TL

2008 – 2 MİLYAR TL

2009 – 2.5 MİLYAR TL

2010 – 2.7 MİLYAR TL

2011 – 3.2 MİLYAR TL

2012 – 3.9 MİLYAR TL

2013 – 4.6 MİLYAR TL

Yani 10 senede neredeyse 6 kat arttı bütçe.

Yine bayat bir haber olacak, ancak Diyanet bütçesinin solladığı diğer bakanlıklara bakalım (Kaynak):

Diyanet İşleri Başkanlığı 4 milyar 604 milyon liralık bütçe büyüklüğüyle; İçişleri Bakanlığı (İdris Naim Şahin) 2 milyar 888 milyon, Sağlık Bakanlığı (Recep Akdağ) 2 milyar 490 milyon, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Teknoloji Bakanlığı (Nihat Ergün) 2 milyar 469 milyon, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı (Erdoğan Bayraktar) 1 milyar 880 milyon, Kültür ve Turizm Bakanlığı (Ertuğrul Günay) 1 milyar 851 milyon, Dışişleri Bakanlığı (Ahmet Davutoğlu) 1 milyar 614 milyon, Ekonomi Bakanlığı (Zafer Çağlayan) 1 milyar 381 milyon, Kalkınma Bakanlığı (Cevdet Yılmaz) 1 milyar 198 milyon, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı (Taner Yıldız) 600 milyon, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı (Hayati Yazıcı) 503 milyon ile Avrupa Birliği Bakanlığı’nı (Egemen Bağış) 213 milyon solladı.

Yani Türkiye’de din, sağlıktan da, bilim, sanayi ve teknolojiden de, çevre ve şehircilikten de, kültür ve turizmden de, dışişlerinden de, kalkınmadan da, enerji ve tabii kaynaklardan da daha mühim.

Şu yukarıdaki listede “ha neyse bari çok para vermemişler” dediğim tek isim Egemen Bağış ve Avrupa Birliği Bakanlığı.

Eğitim bütçesi her ne kadar yüksek olsa da, içeriğin ne kadar dandikleştirildiği, ne kadar din eksenine kaydırıldığına hepimiz şahidiz. Çocukları ilk okula başlayan anne babaların korku hikayelerini duyuyorum sık sık.

Özetle mutlu insanların yaşadığı ülkelerde iyi yapılan tüm şeyler, bizde dini hizmetlerin gerisinde kalıyor.

Sonra niye mutsuzuz?

Bundan işte. İşe yarayacak şeylere para harcayacağımıza, ruhban sınıfı olmayan, cami’ye gerek olmayan, herkesin istediği takdirde kolaylıkla öğrenebileceği ve temelinde kişisel olması gereken bir dini kuruma harcadığımızdan.

Tanrı, dualara cevap veremediği, türlü belayı masum insanlara musallat olmaktan alıkoyamadığı, kötülerin kötülük yapmasını engelleyemediği gibi, parayı da idareli kullanmaktan aciz.

En azından bu meseleye mizahla yaklaşabilen birileri var(dı):

 

 

2013 Yılı M.E.B. Ders programı

Giderek distopik bir film senaryosuna benzemeye başlayan ülkemizden güzel bir haber daha. MEB’de ilk okul 5. sınıf öğrencilerinin ders programı.

Ders saatleri

Toplamda 6 saat din dersi. Buna karşın matematik 5 saat, Fen ve Teknoloji (doğal bilimler ve teknoloji bir arada) 4 saat. İngilizce 3 saat. Müzik 1 saat. Bilişim teknolojileri ve yazılım 2 saat.

Özetle, çocuklarımızı dünya vatandaşı, uluslararası ortamda rekabet edebilir bir seviyeye getirecek dersler, Din dersinin 3’te biri, 6’da biri, yarısı gibi oranlarla veriliyor.

İşin kötü tarafı, hepimizin bildiği üzere, “Hz Muhammed’in Hayatı” dersinde anlatılacak tarihi bilgiler, gerçek tarihi bilgiler değil, sulandırılmış, tatlı su müslümanlığına uygun konular olacaktır.

Örneğin Kuran-ı Kerim dersinde kölelikten, küçük çocuklarla evlilikten, ya da dünyanın düz olduğundan bahsedilmeyecek.

Ya da Din Kültürü ve Ahlak dersinde, Ahlak olarak adlandırılan davranışın din dışı (doğal) kaynaklarından bahsedilmeyecek.

Ya da Muhammed’in hayatı hakkında bildiğimiz tatsız olaylardan hiç bahsedilmeyecek.

Özetle İslam’a getirilen eleştirilerden hiç bahsedilmeyecek.

Onun yerine Kuran’daki (sahte) mucizelerden bahsedeceklerdir.

Çünkü bu eleştirilere “yalandır, bunlar zındıktır” dışında verebilecekleri doğru düzgün cevap yok.

Kuran, Muhammed ve din hakkında anlatılması gereken gerçekler – Nat Geo Wild

MEB’in haftalık 6 saat din temalı derslerinde anlatılacak olan versiyonu. Disney’den Aslan Kral

Bakınız sağ tarafta duran amca nasıl da Ebu Cehil’e, yanındaki sırtlanlar da Mekkeli müşriklere benziyor.

Ateyizler hadi bunu da açıklayın!

Çocuklara nasıl düşüneceklerini değil, “ne” düşüneceklerini öğretmeye tam gaz devam.

Bosuna demiyoruz

Rocky 5 filminde de oynamış olan, eski ağır siklet boks şampiyanı Tommy Morrison, 44 yaşında vefat etti.

Ölüm sebebi, AIDS.

Ancak bilindiği gibi AIDS artık tedavisi olmayan ve öldüren hastalık sınıfından çıkmış ve şeker gibi tamamen tedavi edilemese de yönetilebilir bir hastalık haline gelmiştir.

Ancak Morrison, HIV tanısı konduktan sonra internette tüm olayın bir “komplo” olduğunu okuyup buna inanmış ve tedaviyi reddetmiş.

“That’s the way Tommy took off after he was told he was HIV-positive,” Holden added. “When he first was told, I was taking him to seek treatment and to different doctors around the country. And then he started research on the Internet and started saying it was a conspiracy. He went in that direction and never looked back.”

“İlk öğrendiğimizde onu ülkedeki değişik doktorlara tedavi için götürmeye çalıştım. Sonra (Morrison) internette araştırmaya başladı ve her şeyin bir “komplo” olduğunu söyledi, bu fikri savundu”

Geçen sene vefat eden Steve Jobs da tedavi edilebilir nadir kanser türlerinden olan hastalığını ilk öğrendikten sonra normal tedavi yöntemlerini bir kenara bırakıp “alternatif tıp” yöntemlerini deneyip vakit kaybettiği için, kemoterapiye başladığında artık çok geçti.

Dünyanın en zeki insanlarından olduğu su götürmez olan Jobs, “alternatif tıp”la zaman kaybettiği için genç yaşta aramızdan ayrıldı.

İşe yarayan tıp’ın ismi var: Tıp. İşe yaradığını bildiğimiz ilaçların ismi var: İlaç.

“Alternatif”, “tamamlayıcı”, “bitkisel”, “homeopatik”, “holistik”, “doğu tıbbı” gibi isimlerle anılan tıp, işe yararlığı ispat edilememiş tıptır.

Doktorunuza güvenin. Doktorunuza güvenmiyorsanız, gidip güvenebileceğiniz başka bir doktor bulun.

Doktorunuza güvenmiyor oluşunuz gidip büyücü doktorda şifa aramanız için geçerli bir sebep değil.

Artık her yer Gezi

Geçtiğimiz haftasonu itibariyle Gezi direnişi, en azından Gezi parkı etrafında son bulmuş durumda. Ben de bir çok kişinin “bıraksaydınız zaten yavaş yavaş herkes evine dönecekti” yorumuna katılıyorum. 

Gezi parkı ve etrafında gelişen direniş hareketinde gördüğümüz kitle, Kazlıçeşme’deki görüntülerden çok farklı. İnsan ayırmak istemiyorum, ama objektif bakmamız gerekirse Gezi parkı direnişçilerinin ve destekçilerinin büyük bir kısmının eğitimli, dünyada neler olup bittiğinden haberdar ve yeni fikirlere sahip insanlar olduğunu görebiliyoruz. Bu, elbette diğer kampta bu türden insanlar yok demek değil. Ancak orana vurduğumuzda ortaya çıkacak fotoğraf sanıyorum herkesin malumu. AKP’li bakan Taner Yıldız da benzer bir yorumda bulundu bir kaç gün önce. 

Bu sebeple, direniş sokakta bitmiş olsa bile, aslında bu kitle için daha yeni başlıyor. Bu kitle evine gittiği zaman oturup TV izlemek, maç tartışması izlemek yerine yazıp çizecek, derdini dünyaya anlatabilecek, fikirlerini ve stratejisini geliştirip ona göre hareket edebilecek bir kitle. 

Bugün çoğu öğrenci ve birilerinin yanında maaşlı çalışan kişiler olsa da, şüphesiz aralarından ileride önemli mevki ve güce sahip bireyler çıkacak. Türkiye’nin yaratan, geliştiren ve üreten kesimi, ekonomiyi omuzlarında taşıyan, gelişmeyi omuzlarında taşıyan kişiler son 3 haftadır hükümetin gittikçe kötüleşen otoriter tutumuna karşı duran kişiler olacak. 

O yüzden kaçınılmaz olan kolluk kuvvetlerinin protestoları sokakta bitirmeleri sizi üzmesin. Zira beni üzmüyor, hatta direnişin bir sonraki aşaması için umutlandırıyor da. 

Bundan sonra göreceklerimiz, Gezi parkı direnişinin hikayesini anlatacak kısa filmler, belgeseller, şarkılar, yazılar, röportajlar, kitaplar, romanlar vs olacak. Bugün olayın nasıl cereyan ettiğini bilmeyen insanlar, bu haftasonu evlerine dönmek zorunda bırakılan insanlardan öğrenecekler gerçeği. 

Hükümet, 40 tane TV kanalına, 100 tane gazeteye sahip olabilir. Ama asla üstesinden gelemeyecekleri şey, bizzat olayları kendi gözleriyle görüp yaşamış, telefonlarına kaydetmiş, internette görmüş olan yüzbinlerce milyonlarca bireysel haberci. 

Bu kişiler bugün ailelerine, yarın akrabalarına ve arkadaşlarına, ertesi gün tanıdıklarına, sonra tanımadıkları insanlara mesajlarını ve neyin kavgasını verdiklerini anlatabilecek kapasitedeler. 

Bundan sonra yapılacak şey hikayeleri, deneyimleri ve argümanları iyi düşünmek, iyi hazırlanmak ve her fırsatta – takside, dolmuşta, sınıfta ve sosyal ortamlarda ikna edici, bilgilendirici ve kimseyi ötekileştirmeden, dahil edici bir şekilde insanları ikna etmek, bilgiyle ve gerçeklerle donatmak. 

Hükümet, sağolsun elimize bolca koz veriyor. Atom bombasının çadırda imal edilebileceğini düşünen belediye başkanından tutun, ekonomik verileri hesaplamayı bilmeyen ekonomiden sorumlu bakana kadar sürüyle örnek var elimizde. Polis şiddeti ve başbakanın uzlaşmaz diktatörel tutumu, bu hükümetin niye Türkiye’ye layık olmadığını göstermek için kullanılabilecek örnekler içinde en zayıfları. 

Hababam Sınıfı romanını okuyanlar hatırlayacaktır. Kitabın sonunda, sınıftaki haylazlarla baş edemeyen milli eğitim, tüm öğrencileri dağıtarak başka okullara yerleştirir. Ancak gözden kaçırdıkları şey Hababam Sınıfı’nı dağıtmış olmalarının, bir çok Hababam sınıfı şubesi açmış oldukları anlamına geldiğidir. 

Gezi parkı direnişi de benzer bir durumdadır. Parktakileri evlerine göndermiş olabilirler. Ama şimdi her evde yeni bir Gezi parkı direnişi başladı. 

DuranAdam

Dün akşam çok güzel bir protesto gördük hep beraber.

Taksim meydanında, tek başına saatlerce AKM’ye doğru bakan bir kişinin sessiz, slogansız eylemi. Ayakta durmak.

Bu kişinin ismi, Erdem Gündüz. Ancak kişinin kendisinin çok bir önemi yok. Gündüz’ün ilham verdiği onlarca kişi, dün geceden beri değişik yerlerde sessizce ayakta durma eylemine başladılar. Ankara’da Ethem Sarısülük’ün vurulduğu yer, İzmir, hatta Sivas’taki eski Madımak oteli – yeni bilim ve kültür müzesi önünde sessizce ayakta duran kişiler var.

Benim değinmek istediğim nokta, bir komplo teorisi. O da bu eylemin CIA güdümlü olduğuna ispat olarak gösterilen “el kitabı” ya da kılavuz.

Teoriye göre bu arkadaş CIA’in hazırladığı bir el kitabına bakıp bu eylemi gerçekleştirmiş.

Yaklaşık 2 dk süren bir araştırma sonucunda, tüm listeye ulaşabildim.

Bu üstteki kısa alıntı toplamda 198 maddeden oluşan ve “şiddet içermeyen protesto yöntemleri” listesinden.

Liste, 1973 yılında yayınladığı kitap için Gene Sharp isimli 3 kez Nobel Barış Ödülüne aday gösterilmiş bir siyaset bilimi profesörü tarafından hazırlanmış ve tarihte şahit olunan şiddet içermeyen protesto-sivil itaatsizlik eylemlerinin bir listesi.

Bu listede topluluk önünde konuşma yapmaktan (Madde 1) tutun, basın açıklaması yapmaya (Madde 4), bayrak asmaktan tutun (Md 18), şarkı söylemeye (Md 37), yürüyüşler yapmaktan tutun (Md 39)grev yapmaya (Md 85) kadar yöntemler var. Yani özetle bugün siz belli bir markanın ürünlerini satın almıyor iseniz (İsrail malları boykotunu hatırlayalım) bu da bu listeye dahil (Md 71).

Özetle, eğer ki siz Erdem Gündüz CIA ajanı diyorsanız, muhtemelen siz çok daha eskiden beri CIA için çalışıyorsunuz demektir.

Hatta daha da ilginci, madde 70’te karşımıza çıkıyor.

70. Protest emigration (hijrat)

Madde 70 – Protesto göçü – hicret.

Eğer sadece ayakta duruyor ve sessiz, şiddetsiz protesto ediyor diye Erdem Gündüz’ü CIA ajanı yapabiliyorsak, o zaman tarihteki en meşhur Hicret’i başlatan Muhammed’i de bir nevi ajan-provakatör olarak düşünmemiz gerekmez mi ?

Elbette bunlar saçma komplolar. Standart itibarsızlaştırma denemeleri. Muhtemelen bu itibarsızlaştırma taktiklerinin CIA el kitaplarında daha çok yeri vardır.

Gezi direnişçilerinin dünya kadar provokasyona karşı neredeyse hiç şiddet göstermemiş olmalarına ve direnişi daha çok zeka işi esprilerle yürütmelerine rağmen ellerinden gelen yegane şey devlet kaynaklarıyla mitingler yapmak ve o da işe yaramayınca döner bıçaklarıyla, demir sopalarla “adam dövmeye” çıkmak olan marjinal bir grubun nasıl karşısında duracaklarını bilmedikleri yeni bir eylem.

Sabah erken saatlerde öğrendiğime göre ayakta durma eylemi yapanları polis göz altına almış. Evet, Türkiye, sadece ayakta durduğunuz için göz altına alınabileceğiniz bir ülke haline geldi.

Yaşasın ileri demokrasi. Demokrasinin götünün kılıyık.

 

*Gene Sharp’ın Wikipedia sayfasını okursanız CIA ile ilgili bağlantılardan bahsedildiğini görebilirsiniz (Criticism başlığı altında). Burada referans gösterilen yegane linkteki kaynakları incelemeye çalıştım ama kaynak gösterilmemiş. Sadece iddialar var, ancak ilginç bir referans, 11 Eylül saldırıları komplocusu Thierry Meyssan‘a dair. Meyssan 2002’de daha sonra Loose Change ve Zeitgeist gibi sözde-belgesellere kaynaklık etmiş olan “The Big Lie” isimli 11 Eylül komplo teorisinin yazarı. Özetle kaynağın sağlamlığı konusunda ciddi şüpheler var.