İllallah!

Metis Yayınları, gerçekten cesurca ve başarılı bir işe imza atarak bir “inançsız ajanda” çıkarmış. İsmi de “İllallah”. Avuç içi kadar bir ajanda, takvimin yanında sayfa altlarında, aralarında ve bazen tam sayfa olarak inançsızlıkla ilgili tarihi ve felsefi yazılar içeriyor.

Bir nevi “Ateist ajandası” yani :). Tanıtım yazısından:

Bu ajandayı hazırlayan bizler, inanma hakkına saygı duyuyoruz. Ama biraz daha derin bir saygıyı, inanmama hakkına duyduğumuzu da belirtmemiz gerek.
İnanmanın bir kez daha tartışılmaz bir şekilde insan varoluşunun temellerinden sayılmaya başladığı günümüz dünyasında, (ülkesine ve mekânına bağlı olarak) inanma hakkı örgütlü dinlerle, devlet bütçeleriyle, polis ya da asker kuvvetleriyle koruma altına alınmış durumda; buna karşılık, varoluşlarını inanma temelinde tanımlamak istemeyenler genellikle tekil, münferit ve örgütsüzler. Doğduğumuzda dinsel bir kimlik edindiğimiz varsayılıyor ve dünya karşısındaki duruşumuzu nasıl tanımladığımız sorulmadan bu kimlikler atfediliyor bize; üstelik yirminci yüzyılın sonlarında başlayan bu yeniden dinselleşme eğilimi siyasi, tarihsel bir gelişme değil de doğal bir oluşummuşçasına kabullenmemiz bekleniyor. Vicdana, adalet ilkelerine, ortak hukuk arayışına dayalı mutabakatlar oluşturmak yerine kendi seçimimiz olmayan kimliklerin sözcülüğünü yapmamız bekleniyor. Dolayısıyla, saygı duyup haklarının tanınmasını istediğimiz inanan kesimlerin bizlerin inanmama hakkını bertaraf edeceği kaygısından kurtulamıyoruz, ki gerek dünyanın gerekse ülkemizin tarihine şöyle bir göz atıldığında pek de yersiz olmadığı görülen bir kaygı bu.
Dinsel, etnik, cinsel vb. kimliğiyle yaşamak isteyenin bu haklarına sahip olması demokratik bir toplumun esasıdır kuşkusuz; ancak kendisini bu tür verili kimliklerle tanımlamak istemeyenlerin vatandaşlık haklarının da aynı tavizsizlikle savunulması, eşit ölçüde meşru bir haktır bizce.
İnanmama hakkının da bir insan hakkı olarak tavizsiz uygulanacağı bir dünya ve ülke umuduyla, bu ajandayı kendisine dinsel kimlik dayatılmasından illallah diyenlere sunuyoruz…
— Metis editörleri

İçerik de şu şekilde:

  • Çok dindar bir inançsızım ben
  • Böyle Buyurdu Zerdüşt
  • Uçan Spagetti Canavarı
  • Peki ya sen yanılıyorsan?
  • Cevabı zor değil!
  • Bana şükürler olsun ki!
  • Şeyh ve Arzu
  • …ve puf diye kaybolur!
  • Karikatür: Yiğit Özgür
  • Karamazov Kardeşler
  • Cehaletin sığınağı
  • Ateizmin Zorunluluğu
  • Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı
  • Sürgün
  • Zorunlu Din Dersi Hak İhlalidir: Kaldırın!
  • Son Nefesim
  • Yaşama Uğraşı
  • Düşünüyoruz…
  • Feministler diyor ki…
  • Şiirler
  • Hayal Et
  • Bunu biliyor muydunuz?
  • Peynir ve Kurtlar
  • Karikatür: Bahadır Baruter
  • Kaynakça
  • Önemli Telefonlar
  • Hastaneler
  • Telefon kodları
  • Büyükelçilikler
  • Konsolosluklar
  • Saat farklılıkları
  • Telefon Defteri
  • Notlar

Örnek metin de iyi bildiğimiz ve sevdiğimiz Uçan Spagetti Canavarı üzerine:

Uçan Spagetti Canavarı Kilisesi, ABD’de Kansas Eyaleti Eğitim Kurulu’nun, okullarda evrim teorisine alternatif olarak evrenin “akıllı bir tasarımcı” tarafından yaratıldığı argümanının da öğretilmesi yolundaki kararını protesto etmek amacıyla kurulmuş bir parodi-dindir. Karar üzerine Bobby Henderson, Kurul’a bir mektup yazarak, evreni Uçan Spagetti Canavarı’nın yarattığına ilişkin kendi teorisinin de “akıllı tasarım” argümanı kadar geçerli olduğunu, dolayısıyla okullarda öğretilmesi gerektiğini belirtmiştir. Henderson’ın gerek kendi mektubunu gerekse kurulun cevabını şahsi internet sitesinde yayımlaması üzerine Uçan Spagetti Canavarı Kilisesi hızla popülerlik kazanıp tüm dünyada pek çok müride kavuşmuştur. Bu eğlenceli din için bir kutsal kitap yazmayı da ihmal etmeyen Henderson, Uçan Spagetti Canavarı’nın Kutsal Kitabı’nda Kitabı Mukaddes’e açık göndermeler yapmıştır.

Aşağıdaki Sekiz “Yapmazsanız Çok Memnun Olurum”, On Emir’in parodisidir. Kutsal kitaba göre Uçan Spagetti Canavarı, Korsan Kaptan Mosey’ye on taş tablete yazdığı öğütlerini göndermiş, fakat tabletlerden ikisi dağdan indirilirken kırılarak geriye sekiz tanesi kalmıştır.

1. İlahi Eriştevi Şahsımdan bahsederken, “en dindar benim” diyen dangalak sahte sofular gibi davranmazsanız çok memnun olurum. Bazı insanlar bana inanmıyorsa, sorun değil. Cidden, o kadar da kibirli değilim ben. Üstelik bu onlarla ilgili değil, konuyu değiştirmeyin.

2. Varlığımı başkalarına zulmetmek, onları baskı altına almak, cezalandırmak, bağırsaklarını deşmek ve/veya, ne bileyim, onlara kötü davranmak için kullanmazsanız çok memnun olurum. Kendinizi ya da başkalarını kurban etmenizi beklemiyorum, ayrıca saflık içme suyu için geçerli bir niteliktir, insanlar için değil.

3. İnsanları görünüşlerine veya kılık kıyafetlerine, konuşma biçimlerine ya da… neyse işte, neticede kardeş kardeş oynayın, tamam mı? Ha, bir de şunu o kalın kafalarınıza sokun: Kadın = insan. Erkek = insan. Aynı yani. Biri öbüründen daha iyi değil, tabii mevzubahis moda olmadığı sürece – çünkü üzgünüm ama modayı kadınlara ve camgöbeğiyle fuşya arasındaki farkı bilen erkeklere vermiş bulunuyorum.

4. Size ya da ruhen ve bedenen rüşte ermiş gönüllü partnerinize yakışıksız gelen davranışlarda bulunmazsanız çok memnun olurum. İtirazı olanlara tabiri caizse “Sittirin” diyeceğim, ki bunu yakışıksız bulmaları halinde televizyonu bir zahmet kapatıp değişiklik olsun diye yürüyüşe falan çıkabilirler mesela.

5. Başkaları hakkında bağnaz, kadın düşmanı, nefret dolu fikirler besleyenlere aç karnına kafa tutmazsanız çok memnun olurum. Önce yemek yiyin, pezevenklerin peşine sonra düşün.

6. İlahi Eriştevi Şahsım adına milyonlarca dolarlık kiliseler, tapınaklar, camiler, mabetler inşa etmezseniz çok memnun olurum. O parayı şu işlerden birine harcamanız çok daha iyi (istediğinizi seçin): A. Yoksulluğa son vermek. B. Hastalıkları tedavi etmek. C. Barış içinde yaşamak, tutkuyla sevmek ve kablolu televizyonun ücretini azaltmak. Kompleks karbonhidrattan oluşan âlimi mutlak bir varlık olabilirim, ama hayattaki basit şeylerden keyif alıyorum. Bir bildiğim vardır herhalde. BEN yaratıcıyım ne de olsa.

7. Sağda solda insanlara sizinle konuştuğumu söylemezseniz çok memnun olurum. O kadar ilginç değilsiniz. Aşın artık bunları. Size diğer insanları sevmenizi söyledim, jeton düşmedi mi hâlâ?

8. Şayet ziyadesiyle deri / kayganlaştırıcı / alengirli zımbırtının dahil olduğu taraklarda beziniz varsa, başkalarına size davranılmasını istediğiniz gibi davranmazsanız çok memnun olurum. Ama şayet karşı tarafın da o taraklarda bezi varsa (bkz. Madde 4), o zaman tadını çıkarın, resim çekin ve n’olursunuz PREZERVATİF kullanın! Filvaki, bu dediğim bir lastik parçasından ibaret. Neticede O İŞİ yaparken zevk almanızı önlemesini isteseydim alete diken falan eklerdim.

Son olarak, eğer İdefix’ten Metis Yayınları kitaplarından alırsanız, bu ajanda hediye geliyor. Normal fiyatı 4 lira bildiğim kadarıyla.


Dünyadaki en müthiş gösteri

Antik dünyaya dair hevesinizi – Ovid’in ağıtlarını, Horace’ın methiyelerini, Cicero’nun oratoryosundaki haliyle Latince dilbilgisinin güçlü iktisadını, Pön Savaşlarının stratejik inceliklerini, Julius Caesar’ın komuta etme becerisini, diğer imparatorların şehvetli aşırılıklarını aktarmak için sabırsızlanan bir Roma tarihi ve Latince öğretmeni olduğunuzu düşünün. Bu iş zaman, odaklanma ve sebat gerektiren çok büyük bir girişimdir. Ancak politik ve özellikle de finansal güce sahip, uluyan karacahillerin yorulmaksızın öğrencilerinizi Romalıların aslında hiç yaşamadıklarına ikna etmeye çalıştığını ve sınıfınızın dikkatini dağıtarak sizin değerli vaktinizi ziyan ettiklerini düşünün. Asla bir Roma İmparatorluğu var olmadı. Tüm dünya hatırlayabildiğimiz zamandan biraz önce meydana geldi. İspanyolca, İtalyanca, Fransızca, Portekizce, Katalanca, Okkitanca ve Romanş: Tüm bu diller ve lehçeleri bir anda ve ayrı ayrı ortaya çıktılar, ve hiçbirisinin Latince gibi bir temel dille ilgileri yok.

Tüm dikkatinizi klasik dönemi öğretmek gibi asil bir işe yönelteceğinize, vaktinizi ve enerjinizi Romalıların var oldukları savını, ona karşı savaşmakla meşgul olmasanız sadece acıyabileceğiniz kadar cahilce bir önyargıya karşı korumaya zorlanıyorsunuz.

Eğer hayal ettiğimiz Latince öğretmeni çok uç bir örnekse daha gerçekçi bir örneğe bakalım. Sınıfta işlediğiniz 20.yy Avrupa tarihi dersleri, iyi organize olmuş, sağlam finansal kaynaklara sahip ve politik olarak güçlü Nazi Soykırımı inkarcısı gruplar tarafından sansür edilen bir yakın dönem tarihi öğretmeni olduğunuzu düşünün. Hayali Roma-inkarcılarımın aksine, Nazi Soykırımı inkarcıları gerçek. Soykırım inkarcıları seslerini duyurabilen, görünüşte makul ve eğitimli görünmeyi becerebilen bir grup. En az bir tane güçlü ülkenin devlet başkanı tarafından destekleniyorlar ve Vatikan’da en az bir psikopos bu grubun üyesi. Bir tarih öğretmeni olarak sürekli “ihtilafı öğret”menizi, Soykırım’ın bir grup İsrail yanlısı tarafından uydurulan bir masal olduğunu söyleyen “alternatif teori”ye eşit zaman ayırmanızı saldırgan bir tutumla istediklerini hayal edin.

Modaya uyan rölativist entellektüellerin kesin bir doğru olmadığını, Soykırım’ın olup olmadığına inanmanın kişisel bir inanç meselesi olduğu ve konu hakkındaki her fikirin geçerli ve eşit oranda saygı duyulması gerektiğini söylediğini düşünün.

Bugün bir çok fen bilgisi öğretmeninin durumu bundan daha iyi değil. Biyolojinin temel ve yönlendirici ilkesini açıklamaya yeltendiklerinde; canlılar dünyasını tarihi bağlam içine dürüstçe yerleştirdiklerinde-ki bu Evrim demektir; doğanın kendisini araştırıp açıklamaya çalıştıklarında tacize uğruyor, çalışmaları felce uğratılıyor, tartışmaya zorlanıyor, sıkıştırılıyor ve hatta işlerinden atılmakla tehdit edilebiliyorlar. En iyi ihtimalde vakitleri ziyan oluyor. Ebeveynlerden hoş olmayan mektuplar alıyor ve sınıfta beyinleri yıkanmış çocukların cahilce alaylarına maruz kalıyorlar. Kendilerine devlet tarafından onaylanmış ve “evrim” kelimesinin sistematik bir biçimde “zaman içerisinde değişim” olarak sansüre uğratıldığı ders kitapları veriliyor. Bir zamanlar, bu türden olayları “sadece Amerika’da olur” diyerek ciddiye almazdık. Ancak İngiltere ve Avrupa’daki öğretmenler de kısmen Amerikan etkisi yüzünden, kısmen de devletin “çok kültürlü” yapıya olan resmi taahhütlerine ve “ırkçı” olarak damgalanmaktan korkmalarına bağlı olarak okullarda artan İslami mevcudiyet sebebiyle artık benzer sorunlarla karşı karşıyalar.

Sık sık ve doğru olarak üst düzey din adamlarının Evrim’le bir problemleri olmadığı ve bir çok yönden bilim adamlarını bu tartışmada destekledikleri söylenir. Bu, Oxford Psikoposu Lord Harrier’la olan iki ortak çalışmam sayesinde kendimden de bildiğim üzere genellikle doğrudur. 2004 yılında The Sunday Times gazetesi için yazdığımız ortak bir makaleyi şu sözlerle bitirmiştik : “Bugünlerde tartışılacak hiç bir şey yok. Evrim bir gerçektir ve Hrıstiyan bakış açısından baktığımızda Tanrı’nın en muhteşem işlerinden biridir”. Bu son cümle Richard Harries tarafından yazılmıştı, ancak makalenin geri kalanında hemfikirdik. Bundan iki yıl önce, Psikopos Harries ve ben, başbakan Tony Blair’e ortak bir mektup yazmıştık.

Mektupta, ileri gelen bilim adamları ve yedi psikoposun da dahil olduğu Kilise görevlileri Evrim’in öğretilmesindeki problemlere ve Gateshead’deki Emmanuel City Technology College’de Evrim Teorisi’nin bir “inanç meselesi” olarak anlatılmasına dair endişelerimizi dile getirmiştik. Psikopos Harries ve ben, bu mektubu alelacele yazdık ve hatırladığım kadarıyla, mektubu imzalamasını rica ettiğimiz insanların %100’ü mektubu imzaladılar. Herhangi bir bilim adamı ya da din adamı farklı görüş bildirmedi.

Canterbury Başpsikoposu’nun ya da Papa’nın (İnsan ruhunun hangi palaeontolojik dönemde yerleştirildiğine dair fikirler haricinde)  ya da eğitimli rahipler ve teoloji profesörlerinin Evrim’le bir sorunları yok. The Greatest Show On Earth – Dünyanın En Muhteşem Gösterisi, Evrim’in gerçek olduğuna dair somut kanıtlara dair bir kitap. Din karşıtı bir kitap olarak tasarlanmadı. Onu yaptım, o başka bir giysi ve burası onu giymek için uygun yer değil. Evrim’e dair kanıtları inceleyen psikoposlar ve teologlar Evrim karşıtlığına son vermişlerdir. Kimisi bunu istemeden, kimisi de, Richard Harries gibi, hevesle yapıyorlar. Ancak konuyla ilgili bilgisi olmayanlar dışında herkes Evrim gerçeğini kabul ediyor.

Tanrı’nın bu sürecin başlangıcında parmağı olduğunu ve sürecin devamında müdahalesi olmadığını düşünebilirler. Muhtemelen Tanrı’nın bizlerin de bir rol oynadığımız gizemli bir amaç uğruna  evreni kurduğunu, doğumunu uyum içerisindeki yasalar ve fizik sabitleriyle icra ettiğini düşünüyorlardır.

Fakat, bazı durumlarda kuyruk acısıyla, geri kalanında mutlulukla, düşünceli ve akılcı din insanları Evrim’e dair kanıtları kabul ediyorlar.

Düşmememiz gereken bir hata, eğitimli din adamları ve psikoposlar Evrim’i kabul ettiği için, cemaatlerinin de Evrim’i kabul ettiğini sanmak. Ne yazık ki anketlere göre tam tersi bir durum var. Amerikalıların 40%’ından fazlası insanların başka hayvanlardan evrimleştiğini reddediyor ve bizlerin Tanrı tarafından son 10.000 yılda yaratıldığımıza inanıyor. Bu oran İngiltere’de bu kadar yüksek değil, ancak yine de endişe verici kadar yüksek. Ve bunun bilim adamları kadar kiliseler için de endişe verici olması gereklidir. Bu kitap gerekli. Evrimi reddedip dünyanın yaşının milyarlarla değil binlerle ölçüldüğünü ve insanların bir zamanlar dinazorlarla beraber yaşadığını düşünen insanlara “tarih-inkarcıları” adını vereceğim.

Tekrar ediyorum, bu insanlar Amerikan nüfusunun 40%’ından fazlasını oluşturuyor. Bu oran bazı ülkelerde daha yüksek, bazılarında daha düşük, ama 40% iyi bir ortalama ve zaman zaman tarih-inkarcılarına “yüzdekırkcılar” diyeceğim.

Aydınlanmış teologlar ve Psikoposlara geri dönecek olursak, bu bilim düşmanı saçmalığa karşı biraz daha mücadele etmeleri güzel olurdu. Bir çok vaiz, Adem ve Havva’nın gerçekte yaşamadığını bildiği ve Evrim’i kabul ettiği halde kürsüye çıkarak Adem ve Havva’nın aslında yaşamadığından bahsetmeden Adem ve Havva hikayesinden ahlaki bir ders veriyor. Eğer söyledikleri sorgulanırsa sözlerinin “ilk günah” ya da masumluğun erdemleriyle ilgili sembolik bir anlamı olduğunu iddia ediyorlar. Hatta şaşkın bir ifadeyle kimsenin söylediklerini kelime anlamıyla alacağını düşünmediklerini ekleyebilirler. Peki cemaatleri bunu biliyor mu? Sıralarda ya da seccadede oturan insanlar kutsal kitapların neresini sembolik, neresini kelime anlamıyla alması gerektiğini nereden bilecek? Gerçekten Kiliseye giden eğitimsiz bir insan için tahmin etmesi çok mu kolay? Bir çok durumda cevap net olarak “hayır”dır ve kimse kafası karıştığı için suçlanmamalıdır.

Bunu bir düşünün sayın Psikopos. Daha dikkatli olun sayın Papaz. Dinamitle, patlamayı bekleyen bir yanlış anlamayla oyun oynuyorsunuz – hatta engellenmezse kesinlikle meydana gelecek bir patlamayla. İnsanlara hitap ederken “evet”in “evet”, “hayır”ın “hayır” manasına geldiğini daha net ortaya koymanız gerekmiyor mu? Kınanabilirim korkusuna rağmen, bu çok yaygın yanlış anlamaya karşı dik durup bilim adamları ve fen bilgisi öğretmenlerine destek olmanız gerekmiyor mu? Tarih-inkarcıları da ulaşmaya çalıştığım insanlar arasındalar. Ancak belki daha da önemlisi, bilgiyle silahlandırmaya çalıştıklarım tarih-inkarcısı olmayan ama tarih-inkarcılarını (aile ilişkileri ya da cemaatlerinden) tanıyan ve kendi görüşlerini savunmak için yeterli bilgiye sahip olmayanlar.

Evrim gerçektir. Yerinde kuşkuya, ciddi kuşkuya, akılcı kuşkuya, bilgilenmiş ve zeki kuşkuya yer bırakmaksızın gerçektir. Evrim’e dair kanıtlar, en az Nazi Soykırımına (görgü tanıkları da dahil) dair kanıtlar kadar gerçektir. Şempanzelerle kuzen olduğumuz, maymunlarla daha uzak akraba olduğumuz, aardvark (karıncayiyen) ve deniz inekleriyle daha da uzak akraba, muz ve şalgamlarla daha da uzak akraba olduğumuz… listeyi istediğiniz kadar uzatın. Bu gerçek olmak zorunda değildi. Apaçık bir şekilde, bariz bir şekilde doğru değildi ve bir zamanlar insanların çoğu, eğitimli insanlar bile doğru olmadığını düşünüyordu. Doğru olmak zorunda değildi, ama öyle. Bunu biliyoruz çünkü bunu destekleyen dünya kadar kanıt var. Evrim gerçektir ve kitabım bunu gösterecektir. Saygın hiç bir bilim adamı bunu reddetmemektedir ve hiç bir objektif okuyucu kitabı bitirdiğinde bundan şüphe duymayacaktır.

Neden peki Darwin’in Evrim Teorisi diyoruz ve “teori” kelimesinin bir ödün olduğunu düşünen yaratılışçılara (tarih-inkarcıları, yüzdekırkçılar) bir koz, bir hediye ya da zafer veriyoruz? Evrim teorisi, Heliosentrik Teori (Dünya’nın Güneş etrafında dönmesini açıklayan teori) gibi bir teoridir. İki durumda da “sadece” kelimesi, “sadece bir teori” kalıbında olduğu gibi kullanılmamalıdır. Evrim’in hiç bir zaman “ispatlanmadığı” iddiasına gelince, “ispat” bilim insanlarının güvenmemeyi öğrendikleri bir şeydir.

Filozoflar bize bilimde hiç bir şeyi ispat edemeyeceğimizi söylerler.

Matematikçiler ispat yapabilirler – bir görüşe göre bir şeyi ispat edebilen tek dal matematiktir- fakat bilim insanlarının yapabilecekleri en iyi şey çok uğraştıklarını göstermelerine rağmen bir şeyin aksini ispatlayamamalarıdır. Bazı filozoflara göre Ay’ın Güneşten küçük olması gibi tartışma götürmez bir şeyi bile Pisagor teoreminin ispatlandığı şekilde ispatlamak imkansızdır. Fakat birikmiş haldeki kanıtlar bu açıklamayı öylesine güçlü destekler ki, buna “gerçek” statüsünü vermemek bilgiçlik taslayanlar hariç herkese absürt görünmektedir. Evrim, Paris’in kuzey yarımkürede olması kadar gerçektir. Mantık kasaplarının sözü geçse de, bazı teoriler makul kuşkunun ötesindedir ve biz onlara “gerçek” demekteyiz. Bir teoriyi yanlışlamak için ne kadar titizlikle ve enerjiyle çalışırsanız, teori saldırıyı bertaraf ettiği takdirde, sağduyunun “gerçek” olarak adlandırdığı noktaya aynı oranda yaklaşacaktır.

Bizler suç işlendikten sonra olay yerine gelen dedektifler gibiyiz. Katilin hareketleri geçmişte kayboldu bile.

Dedektifin suçu kendi gözleriyle izleyebilmek gibi bir seçeneği yoktur. Dedektifin yaptığı şey ipuçları toplamaktır ve bunlara güvenmek için yeterli sebeplerimiz var. Ayak izleri, parmak izleri (bu günlerde DNA kanıtları), kan izleri, mektuplar, günlükler var. Dünya şu anda, şu tarih değil de bu tarih doğru idiyse, olması gerektiği gibidir.

Evrim, kaçınılmaz bir gerçektir ve biz bu inanılmaz güç, basitlik ve güzelliği takdir etmeliyiz. Evrim bizim içimizde, etrafımızda, aramızda ve yapıtları geçmiş çağlara ait kayalara gömülü durumda. Genellikle Evrim’in olduğunu görebilecek kadar uzun yaşamadığımızdan suç mahalline olaydan sonra gelen ve çıkarımlarda bulunan dedektif benzetmesine geri döneceğiz. Bilim insanlarının çıkarımlarını yaparken kullandıkları araçlar, tarih boyunca bir suçluyu belirlemeye yarayan tüm görgü tanıklığından çok daha çeşitli, daha ikna edici, daha tartışılmazdır. Makul kuşkuya yer bırakmayacak kanıt mı? Makul kuşku mu? Bu, tüm zamanların en hafife alınmış ifadesidir.

Richard Dawkins 2009 – Eylül ayında çıkacak olan yeni kitabı “The Greatest Show on Earth” – “Dünyadaki En Müthiş Gösteri”‘nin ilk bölümünden alıntı.

Elmastıraş

Budizm’in batı ülkelerine yansıtılma tarzı her zaman ilgimi çekmiştir. Budizm, Tibet felsefeleri, Doğru öğretileri, Uzakdoğu bilgeliği gibi kelimeler nedense batı dünyasında ilgi ve gizemli bir hava uyandırmaktadır. Kendisi bir Geshe olan Michael Roach‘un kitabı Elmastıraş (The Diamond Cutter) önünden geçtiğim (ancak evdeki çalışma masam satın aldığım ve okumaya zaman bulamadığım kitaplarla dolu olduğu için içeri girmediğim) kitapçıların vitrinlerinde tıpkı bir kaç sene önce Robin Sharma’nın Ferrarisini Satan Bilge kitabına benzer bir görkemle yerini almış.

Kitabın tanıtım yazısından alıntı yapıyorum :

Bu kitapta yer alan bilgiler, Tibet ve Hindistan’ın manastırlarında 2.500 yıldır ustalardan öğrencilere büyük gizlilik içinde kelime kelime aktarılmıştır.Elmastıraş’ta bulunan gizli potansiyel, tıpkı bir elmas panel gibidir.
Her zaman, her yerdedir; çevremizdeki her insan ve nesne, bu potansiyele sahiptir.
Ve doğru kullanıldığı takdirde, maddi ve manevi başarıya götüren her şey bu potansiyeldedir.
Bu potansiyel her insanı ve nesneyi sarmalamıştır ama, görünmezdir.
Kimse bunu göremez. Elmastıraş’ın amacı bu potansiyeli nasıl göreceğimizi bize öğretmektir.
Hayatınızda mutlu olmak istiyorsunuz, hayatınızda bolluk içinde yaşamak istiyorsunuz, ama aynı zamanda iç huzurunuz olmadıkça, hayatın size sunduklarının tadını çıkaramayacağınızı biliyorsunuz.
Hem maddi, hem de manevi olarak güçlü olmak istiyorsunuz.
O halde,
ELMASTIRAŞ’A HOŞGELDİNİZ.
Eğer bir sorun çözülebiliyorsa,
Neden üzülesin?
Eğer bir sorun çözülemiyorsa, Neden üzülüp zaman kaybedesin?

Yani buradan benim çıkardığım sonuç, hem maddi hem de manevi olarak güçlü olmanın sırrı, Tibet ve Hindistan’da manastırlarda yaşayan rahiplerin nesilleri boyu aktarılmış bilgilerinde saklı. Peki o zaman dünyanın maddi manevi en iyi durumdaki kişilerin Tibet’teki ve Hindistan’daki Budist rahipler olması gerekmez miydi? Benim bildiğim Budist rahiplerin herhangi bir zenginliği yok. Hatta çoğu sefalet içinde yaşıyor. Elbette bunu bu rahiplerin dünyevi şeyleri reddetmeleriyle açıklamak mümkün, ancak bir sonraki soru “dünyevi olan şeyleri reddeden bir bilgelik, maddi kazanç hakkında ne söyleyebilir?” olacak. Nobel Barış Ödülünü kazanan 14. Dalai Lama (şimdiki Dalai Lama) 10 milyon İsveç kronu ödül kazanmıştı (1.3 milyon Amerikan Doları) ve bu paranın çoğunu bağışladı diye biliyorum. Ruhani bir lidere yakışacak bir hareket olsa da bir iş adamının ancak emekli olduktan sonra yapacağı bir şeye benziyor.  

Diğer bir bakış açısıyla dünyanın madden en zengin insanlarının aynı zamanda çok da “ruhani” olmaları gerekmez miydi? Benim gözlemime göre dünyanın en zengin insanları (parasını kendisi kazanmış insanlar, miras kalanları kastetmiyorum) iş dünyasını ve dinamiklerini iyi anlamış ve ona göre hareket etmiş insanlar. Çoğunun da emekli olana kadar ruhani şeylere ayıracak pek vakti yok gibi geliyor bana. İç huzur bence insanın maddi durumundan tamamen bağımsız bir şey. Hem fakirlerden hem de zenginlerden huzurlu olanlar olduğu gibi, her iki kümede de huzursuz olan bir çok insan var. Belirleyici bir kriter gibi görünmüyor.

Tahmin ediyorum bu kitap da, Ferrarisini Satan Bilge (madem bilgelik yolunda maddi şeyleri reddediyorsun, Ferrarini niye satıyorsun da bağışlamıyorsun?) gibi okurken hoşunuza gitse de hayatınızda temel bir değişikliğe sahip olmayacak “sehpa kitabı” olarak tanımlanan kitaplardan. Bence vaktimizi daha faydalı şeyler okuyarak geçirsek daha mantıklı olacaktır.

Kişisel gelişim kitapları

Demek daha iyi bir insan olmak ve kendinizi geliştirmek istiyorsunuz. Amerika’da Arizona eyaletindeki Chandler şehrindeki Barnes and Noble (bizdeki Remzi Kitabevine benzer bir kitapçı zinciri)’daki kişisel gelişim kitapları bölümünde tavsiye edilen kitaplar :

Yukarıdan aşağıya :

The Portable Atheist
The God Delusion
God is Not Great
Doubt
Breaking the Spell
Why I am not a Christian
Critique of Religion and Philosophy

The Portable Atheist (Ateistler için seçilmiş okuma parçaları)

The God Delusion (Tanrı yanılgısı)

God is Not Great -How Religion Posions Everything  (Tanrı muhteşem değildir – Dinler her şeyi nasıl zehirler)

Doubt (Şüphe)

Breaking the Spell (Büyüyü bozmak, dinlere evrimsel bir bakış)

Why I am not a Christian (Niye bir Hrıstiyan değilim)

Critique of Religion and Philosophy (Din ve felsefenin eleştirisi)

Görünüşe göre bazı insanların kişisel gelişimden anladıkları şey, bir çoklarının anladığı şeyden epey farklı.

(Pharyngula‘dan)

Çekim Kanunu ve The Secret – Sır

Ne zamandır bu konuyla ilgili bir şeyler yazmak istiyordum. Kısmet bugüneymiş.

Çekim Kanunu, ya da ingilizce ismiyle “Law of Attraction” geçtiğimiz senelerde “The Secret” isimli çok satan kitaba (marketlerde bile satılıyor) ve aynı isimli popüler bir filme konu oldu. 

 

 

The Secret - Sır

The Secret - Sır

 

 

 

Ben “çekim kanunu” kavramıyla, ilk olarak Charles F Haanel‘in dilimize de çevrilen kitabı “Master Key System“i okuduğum zaman karşılaşmıştım. Bu The Secret çıkmadan bir kaç sene öncesine tekabül ediyor. Haanel’den önce de bu kavramın var olduğunu savunanlar olduğu gibi, kavram esas popülaritesini, Napoleon Hill tarafından yazılarak 60.000.000 adet satan “Think and Grow Rich” kitabına borçlu. 

Peki nedir çekim yasası? Savunucularına göre, insanların bilinçaltındaki düşünceleri, kişi farkında olmadan hayatını yönlendiriyor. Eğer kişi, bilinçaltındaki bu düşüncelere hükmetmeyi başarabilirse, bilinçli olarak hayatıyla ilgili istediği şeyleri bilinçaltına da kabul ettirebilirse evreni istediği gibi etkileyip, istediklerine kavuşabilir. Zira düşünceler, enerjidir ve enerji maddenin yapıtaşıdır. Düşüncelerimiz doğru kanalize olurlarsa, yani enerji yeterince güçlü bir şekilde doğru yere kanalize olursa, evren de bu etkiye tepki gösterecek ve düşünceden kaynağını alan enerji, kişinin istediği doğrultuda maddeye dönüşecek. 
Özetle düşünceleriniz, “istediğiniz şeyler”e dönüşecekler. 

Bunu gerçekleştirmenin 4 ana kuralı var. 

  • Ne istediğinizi tam olarak bilmek. 
  • Evrenden bunu istemek.
  • İstediğiniz şeyin zaten sizin olduğuna inanmak, öyle hissetmek ve öyle davranmak.
  • İstediğiniz şeye kavuşacağınıza inanmak ve sahip olduğunu diğer şeyleri nasıl çok fazla önemsemiyorsak, buna benzer bir şekilde “serbest bırakmak” 

The Secret’ta bu kuralın, yerçekimi kanunu gibi bir doğa kanunu olduğu ve doğru uygulandığında her zaman çalışacağı garanti ediliyor. 

Buraya dikkati çekmek istiyorum. “Her zaman” çalışacağı iddia ediliyor. Herhangi bir istisna yok. Zira bu bir doğa kanunu. 

Kitapta örnekler veriliyor. Hatırladığım kadarıyla, içinde yaşamak istediği evi düşleyen bir adamın, o eve sahip olması, ya da trafik olacak diye endişelenen adamın trafiğe yakalanması gibi anekdot temelli örnekler. İlk bakışta bile bu örneklerin ne kadar saçma oldukları görülebiliyor diye düşünüyorum. Örneğin trafikten korkan adam: eğer bu adam, tek başına trafiğe yakalanmayacağını hayal etmiş olsaydı, muhtemelen yüzlerce aracın içinde olduğu trafik sıkışıklığı gerçekleşmeyecek miydi? Tüm bu insanlar trafikten korktukları için mi trafiğe takıldılar? 

Bu ve bu tür olayların arkasında “bilim” olduğu iddia ediliyor. Örneğin filmde deniyor ki 

Michael Beckwith: It has been proven now, scientifically, that an affirmative thought is hundreds of times more powerful than a negative thought. 

Yani : 

Bilimsel olarak ispatlanmıştır ki, olumlu bir düşünce, olumsuz bir düşünceden yüzlerce kat daha güçlüdür.

Muhtemelen siz de problemi gördünüz : Hangi bilimadamları tarafından? Hangi araştırma? Hangi yöntemlerle? Nasıl 100 kat güçlü? Bu gücün ölçü birimi nedir? Bunlara dair herhangi bir referans-kanıt yok. Bilimsel olarak kanıtlanmıştır. O kadar. 

Çekim Kanunu, kanun mudur?

Çekim kanunu, bir çok yerde yerçekimi kanunu gibi bir doğa kanunu olarak gösteriliyor. Ancak işin aslı pek de böyle değil. Yerçekimi kanunu, herkesin kendisi deneyip görebileceği bir kanundur. Elinizdeki elmayı yere bırakırsanız, elma Newton’un bulduğu yerçekimi kanununa tam uyum göstererek yere düşecektir. Her seferinde de meydana gelecek olan budur. Bu sebeple bir kanundur. “Çekim Kanunu” ise pek de bu şekilde işlememektedir (tabi eğer gerçekten işliyorsa bile). 

Burada yanlış anlaşılmak istemem, hayata karşı pozitif bir tavır takınmak, olumlu düşünmek ve başarıya inanmak, kesinlikle büyük bir avantajdır ve desteklediğim şeylerdir. Ancak pozitif bir tavır, gerçek dünyayı değiştirebilecek türden beyin dalgaları üretmez. En azından bu yönde herhangi bir bilimsel kanıt yok. 

İkna yöntemi

Kitapta ve filmde gördüğümüz bir ikna yöntemi, Equivocation olarak adlandırılan yöntem. Bu yöntemde, kişi vermek istediği mesajı karşısındakine anlatırken, yalan söylemeden ama gerçeğin sadece belli kısımlarını söyleyerek ya da aslında doğru bir bilgiyle beraber vermek istediği mesajı ekleyerek sanki mesaj da doğruymuş izlenimi yaratır ve karşısındakini ikna eder. 

Örneğin filmde, Çekim Kanunu savunucuları pozitif düşünmenin ve kendine güven duymanın insanların size daha pozitif yaklaşmasını sağlayacağını söylerler. Bu kesinlikle doğrudur. Ancak yaptıkları şey, Çekim yasası’nın bir gömlek altını örnek olarak göstererek, akabinde sanki ikisi aynı türden şeylermiş gibi bir izlenim yaratarak “bunu alan bunu da aldı” durumu yaratmaktan başka bir şey değildir. Halbuki birisinde “olumlu düşünür, pozitif olursanız insanlar da size pozitif yaklaşırlar” derken diğeri “pozitif düşünürseniz beyin dalgalarınız evrenin yapıtaşlarını etkiler, istediğiniz şeylerin size ulaşması için gerekli şartlar sağlanır”. Pek de birbirine benzeyen iddialar değil gördüğümüz üzere. 

Kuantum fiziği?

Bu yasanın savunucuları bir çok yerde diyor ki “kuantum fiziğine göre, zihin olmadan evren de olmaz”. Halbuki bizim bildiğimiz manada “zihin”in evrene girişinden önce evren pekala 13 milyar yıl kadar var olabilmişti. Temel sorun, Çekim Yasası savunucularının, kauntum fiziğini Schrödinger‘in sorduğu soruları temel alarak kabul etmiş olması gibi görünüyor. Buradaki sorun, cevapları dikkate almamaları. Birazcık açarsam , Schrödinger “acaba düşünceler etrafımızdaki şeyleri etkiliyor mu” diye sormuş, çekim kanunu savunucuları bu soruyu evirip çevirip “düşünceler etrafımızdaki şeyleri etkiliyor”a dönüştürmüşler. Halbuki gerçek böyle değil. 

Vah başımıza gelenler…

Çekim yasasına göre, insanın başına gelen kötü şeyler, bilinçaltındaki negatif düşüncelerden kaynaklanıyor. Yani başınıza gelen hastalık, kaza vs gibi şeyler, sizin bilinçaltınızdaki kötü ve olumsuz düşüncelerden kaynaklanıyor. Ancak açıklamayı başaramadıkları bir şey, örneğin Nazi soykırımı gibi yüzbinlerce insanın başına çok kötü şeylerin geldiği olaylar. Bu insanların tamamı bilinçaltlarında olumsuz düşüncelere mi sahiptiler? Kendi hayatımdan bir örnek, kendi büyükannem ben bildim bileli hastalık hastası, evhamlı ve aşırı endişeli bir insandır. Kendisi 80 yaşının üstünde ve yaşlılık ağrıları haricinde önemli bir sağlık sorunu yok, her ailede olabilecek sorunlar dışında büyük bir üzüntü kaynağı yok, hala kendi (ve dedemin) yemeğini kendisi hazırlar, çamaşır bulaşık gibi şeylerle kendisi uğraşır. Hayatımda tanıdığım en evhamlı kişi olan büyükannemin başına bu kanuna göre türlü belalar, doğal afetler gelmiş olması gerekirken durumu gayet iyi 🙂

Ne zararı olabilir canım?

Peki gerçekten olumlu düşünmenin bir zararı olabilir mi? Hadi diyelim ki işe yarayan bir şey değil, ama olumlu düşünmek zararlı olamaz ya? 

Bu soruyu bir çok yerde gördüm. Elbette izole olarak ele aldığımız durumda olumlu düşünmenin faydası var. Ancak bu kontekste ele aldığımızda yan etkileri açısından önemli zararları var. Burada alıntı yapmama izin veriniz. WK Clifford’un Ethics of Belief (İnancın Etiği)

The danger to society is not merely that it should believe wrong things, though that is great enough; but that it should become credulous, and lose the habit of testing things and inquiring into them, for then it must sink back into savagery

yani:

(bu düşüncelerin) topluma zararı sadece yanlış şeylere inanılmasında değil, ki o bile tek başına yeterli bir zarar; ancak bu tür inanışların toplumu her şeye inanır hale getirmesi; karşılaşılan bilgileri ve şeyleri deneye tabi tutma ve inceleme alışkanlığının kaybedilmesine sebep olması toplumun ilkelliğe dönüşüne sebep olabilir. 

Peki faydalanabileceğimiz bir yanı yok mu?

Elbette var. Vizyon sahibi olmak diye bir deyim vardır. Vizyon sahibi olmak, aslında çok az kişinin becerebildiği bir şeydir. Vizyon, temelde bir hayaldir, ancak kurulan hayal, gerçek dünyada gerçekleştirilmek istenen hedef, ulaşılmak istenen sonuç temelli bir hayaldir. Hangi sonuca ulaşmak istediğini herhangi bir karanlık nokta bırakmayacak şekilde hayal edebilen birisi, diğer bir deyişle hayatta ne istediğini bilen ve bu amaçla çalışan birisi, hedefine doğru yol alır. Ancak gerçekte olan şey kişi, hedefe ulaşırken bazen ortama adapte olarak, bazen ortamı kendine adapte ederek, aktif bir rol oynar. Halbuki çekim yasasına göre kişinin sadece hayali kurması ve buna inanması yeterli. Vizyon sahibi olmaya bir örnek vermek gerekirse, çağımızın en zengin insanlarından birisi olan Bill Gates’i örnek verebilirim. Bill Gates’in şirketini ilk kurduğu yıllardaki vizyonu “her eve bir bilgisayar” idi. Bill Gates, bu hedef doğrultusunda, ucuzlaşan ve güçlenen donanımı kullanıp insanların hayatlarını kolaylaştırabilecek yazılımlar üretmesi gerektiğini, bilgisayarların satın alınabilir fiyatlarda, ve insanların işine yarar cihazlar olarak pazara sürülmesi halinde çok başarılı olacağını öngörür. Bu örnek, klasik bir “vizyon sahibi olma” örneğidir bana kalırsa. Bill Gates’in biyografisi incelendiğinde en başta koyduğu vizyonunu bu hedefi gerçekleştirene kadar neredeyse hiç değiştirmediğini görebiliyoruz. Eğer bu kapsamda ele alırsak, varmak istediğimiz noktayı tam ve hiç bir karanlık nokta olmaksızın hayal etmenin, hayatta belli bir amacı olmadan ölmeyi beklemekten daha iyi bir alternatif olduğu açıktır.

Konuya dönersek,

Çekim kanunu, dinlere çok benzer bir şekilde, şüpheciliğe yer vermeyen bir iddia. Şüphe etmeye başlarsanız, isteğiniz gerçekleşmez. Hatta olumsuz düşünceler size problem olarak geri döner. Şüphe etmeseniz sizin için daha iyidir yani. Zaten halihazırda çok fazla olan dogmalar gibi, tam teslimiyet ve inanış gerektirmektedir. Bence zaten yeterince temelsiz inanç mevcut, ne kadar çekici gelse bile yeni bir tanesine insanlığın ihtiyacı olduğunu sanmıyorum. 

Daha fazla bilgi için : 

Newsweek dergisindeki eleştirel bir yazı

Skeptik sözlüğündeki makale