Altın Oran Strikes Back!

Altın Orancılar 2 sene sonra cevab vermişler 🙂 Uuu beybi.. güzel bir hareketlenme oldu bende

BU YORUMU ” ERDEM ÇETİNKAYA ” KUTSAL GİZEMLER İNTERNET SİTESİNDEN SANA YAZMIŞ ŞÜPHECİ MELEK !

İŞTE SANA ALTIN ORAN İLE İLGİLİ CEVABI;

Supheci Melek sitesinin admini sadece fragmanı izlemiş ve belgeslein tamamını izlemediği için aklına böyle sorular gelmesi normal. Keşke bize sorsaydı. AMa ateist olduğu ve islam lehine yapılan herşeyi yıkmaya çalışmak gibi bir eğilimi olması kendi bakış açısından mümkündür. Özetle cevap vermem gerekirse; bazı kısımlara katılmış bazılarına katılmamış; katılmadığı kısımlar;

11-Mekke’nin kutuplara uzaklığının oranı altın orandır . Enlem-boylam haritasında gündönümü çizgisine olan uzaklığı açısından da altın oran noktasındadır….yanlıştır demiş

Yaptığı hesaplamalarda Mekke il sınırları içinde bir noktaya düşmesine bunuda bilmesine rağmen, bunu hiç dile getirmeyip, mekke şehrinde değil demesi tam bir hile… Aslında bu konuda hesaplama yapmaya yetecek bilgisi mevcut değil; çünkü; detaya inildiğinde enlemler arasındaki mesafenin zannedildiği gibi eşit olmadığını görüyoruz. Halbuki yaptığı hesaplamada eşit baz alınmış. Ayrıca gelgitlerden ve yeryüzü şekillerinden kaynaklanan mesafe faklarını da hesaba katmak kolay bir iş değil. Ayrıca belgeselin tamamını izlerseniz kutup noktalarının hareketli olduğunu mekkede tavaf şeklnde dönerek bir alanı doldurduğunu görürsünüz. Bu durumda bir oktadan değil bir alandan bahsetmek doğru olur. Zaten ilahi hikmet gereği milimetrik bir noktanın kutsallığı değil de bir alanın coğrafyanın büyük bir şehrin kutsallığından bahsetmek daha mantıklı olur ki; zaten ihramsız girilmesi yasaklanmış mikat bölgesi sınırları taa medineye kadar uzanır. Özetle, Mekke dünyanın altın Oran noktasına sahip şehirdir. Mekkenin uzaydan bakılığından kuzey güney doğrultudaki altın noktası ise tam olarak Kabe nin çatısına düşer… Hesaplamalara sitemizden ve videolardan bakabilrisiniz. Bu sefer koordinatları da verdik.

Şimdi açık söylemem gerekiyor, kalkıp DVD’yi ısmarlayıp bu saçmalığa güzel bir yemek parasını ödeyip de bu esnetme mucizeciye para kazandırıp üstüne vaktimi harcamaya hiç niyetim yok. Onun yerine Altın Oran sitesinde “koordinat” kelimesini aratıp cevabında bahsettiği “sitemizden bakabilrisiniz [sic]” kartını kullanıyorum. Aratmasına aratıyorum ama, dünyanın altın oran koordinatlarıyla ilgili bir bilgi bulamıyorum. Sadece “Kabe’nin koordinatlardaki  enlem değeri  21; 25 dakikadır.” yazmış. Eh, bundan farklı bir şey zaten söylememiştim ki? Mesele dünyanın altın oran noktasını ölçmeye kalktığımızda nereden ölçersek ölçelim noktanın Kabeye en az 40 km uzaklıkta çöle düşüyor olmasıydı. Ama oradaki kıvırma takdire şayan :

Ayrıca belgeselin tamamını izlerseniz kutup noktalarının hareketli olduğunu mekkede tavaf şeklnde dönerek bir alanı doldurduğunu görürsünüz. Bu durumda bir oktadan değil bir alandan bahsetmek doğru olur. Zaten ilahi hikmet gereği milimetrik bir noktanın kutsallığı değil de bir alanın coğrafyanın büyük bir şehrin kutsallığından bahsetmek daha mantıklı olur ki; zaten ihramsız girilmesi yasaklanmış mikat bölgesi sınırları taa medineye kadar uzanır[sic]. 

Arkadaşım, sen eğer kutupların hareket etmesine girersen toptan patlarsın. Sadece son 150 senede 1100 km kaydı kutuplar? Her gün 80 kmlik çemberler çizerek kayıyorlar. Bak bakalım son 200 senede nereden nereye gelmiş kuzey kutbu?

2005 itibariyle kutbun koordinatı : 82.7°N 114.4°W Senin altın oran mekke masalın iyice patlıyor? 90 Kuzey enleminden hesaplandığı takdirde 21. enleme gelen altın oran 13. enleme kayıyor. Yani Kabenin aynı boylamından hesaplasak bile (ki bunun sebebi de 1884’te kabul edilen gündönümü çizgisi, 1883’te hesaplamak istesen kafadan bir yer atmak zorundasın) yaklaşık 900 km güneye kayıyor altın oran. Yani Kızıldenizin öbür tarafına, Afrika’ya. Bence sen 90 dereceden hesaplamaya devam et. Sakın girme kutupların yerinin değişmesinden.

12- Kara’ya düşen tek Altın Oran noktası Mekke’dir.

…. 70%i suyla kaplı bir gezegen için aslında beklenen bir sonuç. Peki, eğer sadece kutuplara olan uzaklığı temel alır, 1884 yılında kabul edilen gündönümü ve 0 boylamını hesaba katmazsak, 21° 3’42.24″N enlemine yakın yerleşim yerleri nereleri?
Vietnam – Hanoi – 21° 2′ N 105° 52′ E
Hindistan – Dugipar 21° 3’40″ N 80°13′ E
Arabistan – Ar Radi’i (Altın noktaya 3 km kadar uzaklıkta) 21° 3′ 35″ N 40° 30′ 10″ E
Turks and Caicos adaları – Cockburn Town 21° 27′ 38.79″ N, 71° 8′ 10.67″ W
ve sıkıldığım için aramayı bıraktığımı düşünürsek en az bir bu kadar daha yerleşim yeri bulunabilir. ( demiş )

Burada da şehirleri sayarken sadece enleme bakması ve boylam da dahi tutan altın oran noktasını görmezden gelmesi tam bir rezalet abidesi…

Rezalet abidesi olan şey, senin benim ne dediğimi tam okumadan sazan gibi atlaman. 1884 yılında kabul edilen tamamen keyfi olan gündönümü kabul etmezsek ve sadece enlemde dolaşırsak hangi yerleşim yerlerini buluyoruz diye sormuştum. Çizerek anlatmadığımdan sanırım yeterince iyi anlaşılamamış.

13-Kuran’daki Al-i İmran suresinde 47 harf vardır, Mekke 29. da yani altın oranda geçmektedir. altın orana uymaz yanlıştır; demiş

Buna başta yanlış demiş, çünkü şeddeleri saymayı bilecek Arapça bilgisine bile sahip değil Ateist arkadaş. İslamdan bu kadar bi haber olup islama bu kadar saldırmak… Zaten başka türlüsü olamazdı. SOnra birilerine soruop doğru şekilde hesapmayı yapmış. Ama çıkan sonucdan memnun değil. Çünkü küsüratı varmış. 47 / 1,618 = 29,0….

İslam bilmek = Arapça bilmek olduğunu ilk defa öğreniyorum. E o zaman Türkçe mealleri yakalım gitsin? Nasılsa Arapça öğrenmeden İslam’ı öğrenmek imkansız? Hey Allaam :). Var tabi memnuniyetsizliğim. Senin evreni her şeyi yaratan, inanılmaz kompleksitede makineler yaratan, ruh veren Allah’ın, ufak bir hesapta “hocam Pi’yi 3 alsak olur mu?” diye sorar mı? Hesabı sen yapsan yaklaşık değeri kabul ederim problem değil. Ama hesabı her şeyi bilen Allah yapıyor diyorsun? E biraz müsade et de Allah’ın standartları seninkilerden yüksek olsun değil mi? Senin kafandaki Allah yaklaşık hesaplarla tatmin olabilir belki ama, benim kafamdaki asla tatmin olmaz.

Acaba bilmiyor mu küçük sayılarda altın orana bir sayıyı böldüğünüzde küsüratsız sonuç vermesi imkansızdır. Hem gitsin baksın bakalım 29.02. harf diye bir şey varmı? Doğal olarak o kısım matematiksel doğru üzerinde satır boşluğuna tam noktanın konduğu yere düşecektir…

Bana ne? Sureleri uzun yapsaymış o zaman? İlla altın oranla imza atacağım diye kasıp sonra yaklaşık değerlerle geliyorsa bana, nasıl ciddiye alayım ki o tanrıyı ben? Güney Amerika tanrılarına yapılan piramitlerde çok daha küçük sapma paylarıyla astronomik referanslar var? Onların tanrıları seninkinden daha mı titiz? Bu mudur dediğin?

“benim anladığım kadarıyla, Bakka, örneğin Antalya’ya Kantalya demek gibi bir şey, ve Kuran’dan başka bir yerde benzer bir örneği yok” ( demiş.. ) Tebrikler gerçekten

Alimler Mekke ye bekke denmesinin özel bir nedeni olması gerektiğinde hem fikirler. Kuran başka bir ayette buradan bahseder ken bi batnı mekke diyerek kabenin tarfi edilmesini bu bölgeyi tanımlamak için bir kısaltma olarak düşünmüşler. Kuran yeni bir bölgeyi tanımlamak için Mekke’den farklı ama tanımlayıcı bir kelime türetmiş. Batn karın demektir ve insan karın deliğide altın rna noktasındadır. Bazen matematikçiler altın oran noktasına deyimi yerine karın noktası deyiminide kullanırlar. Bu da son derece ilgi çekici bir tanımlama Yani Mekkenin göbeğindeki ev.. Mekkenin altın noktasındaki ev…

Kaynak, sıfır. Referans, sıfır. Hangi matematikçiler, hangi alimler belli değil. Hadi onları geçtim (İslam mucizecilerindeki kaynak kıtlığı ve kaynak gösterilirken yanlış/yalan alıntılama gırla gittiğinden) Mekke’ye, Bekke, Cekke, Dekke vs gibi isimlerin takılması farketmiyor. Altın oran hala minimum 40 km öteye çölün ortasına düşüyor.

14-Leonardo pergeliyle ölçersek – Mekke arabistanın altın oranında, Kabe de mekkenin altın oranında
Öncelikle belirtmem gerekiyor ki, Leonardo pergeli adı verilen bu ilginç aygıtı daha önce görmemiştim… ( Demiş )… Daha neler göreceksin sen … BElgeselde ve sitede koordinatları ile ölçüm metdonu açıkladık. Tam çatısına düşmekte. İzaha gerek yok. Allahukeber demekten başka diyecek bir söz yok.

Sitede “tam çatısına düşüyor” dediği hesabı sitesinde bulamadım. Umuyorum devam bölümlerinde onu da yazar. Ben o kadar hesaplamama rağmen çatıyı bırak, 2km yakınına bile gelemedim.

15- Bunların Tesadüfen olması imkansızdır.
Aslında “olan” çok bir şey olmadığını gördüğümüz için bu iddia biraz anlamsız. Ancak hayatta, tesadüfler her zaman olmaktadır. ( demiş .. )

Tebrikler yeniden… 5000 şehirden neden mekkeden, bir milyon evden neden mekke şatısında ? Neden ayetler böyle ? Sorulara cevap olarak; hayatta her zaman tesadüfler olmaktadır…. Allahuekber diyorum… Bir adam üzerime 3 kez yıldırım düşsün desin. 1 dak sonra 3 kez yıldırım düşsün… Sonra da bu sadece bir tesadüftü desin… Bu kişiye ne denir ? Tabi ki; hayatta her zaman tesadüfler olabilir…

Yanlış ve yaklaşık hesaplarla inşa edilen bir çakma mucizeye allahuekber diyebilirsin tabi. Gel gelelim allahuekber tarih boyunca hiç bir şeyi daha “gerçek” yapmaya yetmemiş. Sen bana matematikuekber diyebildiğin ve gerçekten çatısına düştüğünü, bu noktanın değişmediğini vs. gösteremediğin sürece de ekberler havada uçuşadursun.

Teleolojik argümandan ve problemlerinden habersiz olduğu belli. Hadi onu geçtim, hayatta her gün sürüyle tesadüf olduğunu bile bilmiyor.

16-Mucizevi kutsal kitaplar, peygamberler ile ilgili büyük gizemler bilimsel kanıtlarıyla ispatlanmıştır.
Ancak bunların hiçbirisi önemli değil, çünkü Matematiğin bir parçası olan Phi sabiti, insan icadı. Pi sayısı gibi doğada olan bir şeyin (Güneş ya da Ay gibi) gözlemlenmesi sonucunda keşfedilen bir sabit değil. Buna kanıt olarak matematikte gelişmiş olan Çinlilerin Phi sabitini bulamamalarını gösterebiliriz. ( demiş …. )

Doğadaki yapraklardaki, üçgenlerdeki, kesirli yapılardaki altı oranı , doğru üzerinde matematiksel olarak ortaya çıkan ao noktasını insan icadı diyen bir zihniyetten ne aıklama beklenebilir ki… Ayrıca çinliler bu oranı keşfedemedikleri için, bu oran önemini yitirmiş admine göre… Demek ki; Çİnlilerin keşfetmediği şeyleri keşiften saymamalıyız ))

Beni güldüren ve eğlendiren bu yazısı için tşk ediyorum. Ancak ne üzücüdür ki, bazıları hem belgeselimizi hemde bu adamın yazılarını araştırmadan, önce bizimkini seyredip bizimkine,sorada onun kini okuyup onunkine inanmışlar.. Lütfen birileri de gerçeği araştırsın… Sorsun… Ön yargılı olmasınlar…

Lafı kıçından anlamanın bir başka örneği. Yeterince arandığı takdirde, belli bir sayının bir çok yerde görülmesi kaçınılmazdır. Mesela 13 sayısı. Bir çok tarihi olay 13 rakamına tekabül edebilir. İlk örnek İstanbul’un Türkler tarafından alınması. 1+4+5+3 = 13. Oy oy , 13, mucizevi bir rakam. Ya da şeytanın rakamı denilen 666. Yunancada Muhammed’in karşılığı Maometis. Gematria‘ya göre Maometis’in karşılığı 666. Hatta Papa Innocent III de bu hesaba dayanarak Muhammed’in İncil’de bahsedilen şeytanın ta kendisi olduğunu iddia etmiş. 

 

 

Buyur burdan yak ne diyeyim? Sadece 1.618 değil, istediğin rakamı seç, yeterince ara, sürüyle yerde ona referans bulursun. Jim Carrey’in filmi var 23 diye, nereye baksa 23 görüyor. Onun gibi bir durum seninkisi de. Sonra “birileri gerçeği araştırsın”. Oh beybi, ne güzel beylik laflar. Sanki sen gerçeği gösterdin de ben kabul etmedim. Çöle düşüyor altın oran noktası diyoruz, kıvır baba kıvır. Gülen eğlenen taraf bir tek sen değilsin emin ol.

Diğerleri;

1-Altın oranın sanatta, Mimaride görülmesi.
Bu kısmı bu haliyle doğrudur. ( demiş )

2-Kalp atışlarında altın oran.
İnsanların kalp atış düzenleri farklıdır, gün içinde bile aralıkları değişiklik gösterir ve düzensiz bir yapı sergilerler. Ancak genel bir ortalama alındığında ortaya görüldüğü gibi bir grafik çıkacaktır. Kalp atışlarının herkesin malumu olan ve kendimizinde kolayca duyabielcğeimiz bir ritmi ve ritimlerin basınç düzyeleri iel zaman aralıkları arasında oranlar olduğu açıktır. Bu oranlar altın oran ile uyum gösterirler. Site admini rastgele bir resim alıp, uymuyor bu demiş… Özel bir şey bulduğunu zannederek.

Uyan bir resim sen bul görelim?

3- Dna lar ile ilişkili verilen oran da yine ortalama bir orandır.

Ortalama, yaklaşık… yarım işlerin Tanrısı Allah.

4 – Kainatın şeklinin 12 yüzlü beşkenara benzediği yönünde araştırmalara ilişkin makaleler mevcut. Ancak ispatlanması çok zor bir konu. Bilimadamları bu konuda önemli bir çıkarım yaptıkları için fragmanda bahsedilmesi uygun görüldü. Tezin tam olarak ispatlanması kolay kolay mümkün gözükmüyor tabiki haliyle çürütülmeside.

İspat yükümlülüğünü duymamış sanıyorum arkadaş. İspatlanması çok zor bir başka konu ne biliyor musun? Russell’ın çaydanlığı. Ama çürütmek de zor.

5- Yaprakların dizilimine Filotaksi ya da Phyllotaxis deniyor. Bu dizilimin değişik şekilleri var, değişen dizilim, karşı dizilim ve spiral dizilim gibi. Spiral dizilimdeki yaprakların sayısı, Fibonacci sayılarındaki dizilime benziyor. Çiçeklerde de görülebilen bir şey, çiçeklerin yaprakları (renkli yaprakları) genellikle 3-5-8-21.. gibi Fibonacci dizisinde bulunan numaralar. Altın oran’la yakından ilgili olan Fibonacci dizisinin bitkilerin yapraklarındaki dizilimde bulunması niye peki? İlahi bir düzen mi?

Hayır.

Bunun sebebi, bu dizilimin, bitkilerin yeni çıkan yapraklarının alttaki yaprakların güneşini kapatmaması açısından en verimli dizilim olması. Aynı şekilde örneğin ay çiçeklerinde de benzer bir dizilim var, ay çiçeğinin çekirdekleri spiral ve Fibonacci dizisine göre dizilmiş gibi görünüyorlar, bunun sebebi de belli bir yere en çok sayıdaki çekirdeğin yerleşebilmesi için en verimli dizilimin yine Fibonacci dizilimi olması.

Demiş; admin. Yorumu size bırakıyorum. Doğada var mı yok mu?

Doğada var. Ama doğada homoseksüel hayvanlar da var. Beyefendiye sorsanız %110 eminim ki “ibnelik doğal değildir ahlaksızlıktır!!!” diyecek. Doğada var mı yok mu?

6- Kar tanelerinde

Bunu çok uzatmayacağım, böyle bir şey yok. ( demiş )

Kar kristallerinin tamamı simetrik bir yapılanma içerir. Altıngen yapıdadırlar. Bir kar kristalini oluşturan üçgen alanlar incelendiğinde altın oranı görmek mümkündür.

Üçgen alanları inceleyip gösterseydin o zaman? İspat yükümlülüğü sende.

7 – galaksilerde Altın Oran;
Pek çok galaksi sarmal yapıdadır ve oluşan sarmal yapı altın oran spirali ile benzerlik gösterir. Admin istiyor ki, tüm yıldızlar bir ipe dizilsin ve dışarıda çıkmasınlar.. DOğa belli esneme payı içerisinde çeşitliliği sağlayacak bir oran aralığında yaratılmıştır. İnsan yüzleri gibi hepsi farklıdır ama hepsinin ortalama ifadesi altın oranı bize yansıtır. O bunu anlayamamış. Galaksilerde birbirinden farklıdır… Ama altın oran spiralini ifade ederler. Nasıl üçgen, yıldız veya küre gibi şekillerle ifade edilebiliyorsa cisimler, altın oran spirali yada şekilleride belli bir kalıbı ifade edebilecek şekilde düşünülebilir.

Yine yaklaşık hesapların, yarım işlerin tanrısı Allah’ı görüyoruz.

8- Mısır Piramitlerinde görülen Altın Oran

Admin piramitin yanlış açıdan ölçülerini değerlendiren yazıları esas almış. Anladığım kadarıyla admin, karşı tezleri toplayıp , destekleyecek türden olanları mutlaka yanlıştır diyerek araştırma yapıyor…

Cevaba gel. Ben bunu çürütecek olsam, altın orana göre tasarlanıp inşa edilmiş piramit X piramittir, şu şu şu uzunluklara sahip şu şu boyutları altın oranı vermektedir gibisinden net bir cevap verirdim. Altın orancı ancak çamur atmakla meşgul. Niye ciddiye alıp cevap yazdığıma kendim şaşırıyorum.

9- Kepler’e göre Altın Oran bir hazinedir

Burası doğru. ( demiş ) ( Bir bilimadamının veya yüzlerce bilimadamının altın oranın içinde sırlar barından şaşırtıcı ve önemli bir sayı olduğunu söylemesi anlaşılan adminin umurunda değil )

Newton’a göre de Nicolas Flamel Felsefe taşını bularak ölümsüz olmuştu? Hadi bakalım. Bence Newton Kepler’den daha büyük bir bilim adamı. Ancak bu durum, ne Newton’un bulduğu bilimsel değeri yüksek şeyleri reddetmemize ne de onun söylediği her şeyi kabul etmemize sebep. Her iddiayı, her sözü, kendi özellikleri açısından değerlendirmemiz gerekiyor. Kepler’in “altın oran hazinedir” demiş olması, onu ilahi bir imza olarak kabul etmemiz için yeterli bir kanıt değil.

10 – İnsan yüzünde Altın Oran ;

….Ancak öne sürdüğü ve Phi sabitine göre hazırlamış olduğu maskenin mutlak yüz güzelliğini gösterdiğine dair iddiaları, kabul gören iddialar değil. Bu linkte, maskeye uygun tasarlanmış bir kadın yüzünün daha feminen görünümlü bir kadın yüzüyle karşılaştırılması var. Kaldı ki, çekicilik sözkonusu olduğu zaman,… ( demiş )

Binlerce estetik cerrah yalan söylüyorsa benim bir suçum yok… Kendi yüzünde altın oran olmadığından böyle söylüyorsa bilmeli ki; Altın ran bir mükemmellik sembolü ve yine insan yüzleri ortalamasında ve en güzel insanlarda bulunuyor. Yüzdeki oranlara bakmalı, ten yapısına veya renklerine değil. Bu matematiksel bir orantı formülü…

Binlerce estetik cerrah’la kimi kastettiği meçhul. En güzelle kimi kasettiği yine meçhul. Azra Akın mı en güzel? Angelina Jolie mi? Kime göre güzel, neye göre güzel? Belli değil. Muğlak ifadeler.

 

( Bu arada unutmayalım; Şüpheci Melek kimdir ? Melekler içinde tek şüphe eden şeytandı… Onunda başına gelecek olan bellidir )[sic]

Şeytan melek miydi, cin miydi? Sonra “İslam’ı bilmeden saldıran…”.

Özetle altın oran cephesinde yeni bir şey yok. Atmalar, tutmalar, ucuz sataşmalar sürüyle, adam gibi somut kanıt hala sıfıra yakın.

D&R’da “Çok Satanlar” listesine girmenin kolay yolu

Dün girdiğim D&R mağazasındaki “Çok Satanlar” listesine girmenin kolay yolunu açıklıyorum. Önce Çok Satanlar dolabında duran kitapların fotoğraflarını görelim:

Sporu, diyeti boşverin - düşünerek zayıflayın. Oprah onaylı.

"Belediyede adamım var" devirleri geçti, Evren'den torpil lazım

Buna diyecek bir şeyim yok.

Evren'den torpilli abinin başka bir kitabı. Kapağı aynalı.

Aşkın kuantumu, sevginin akışkan mekaniği

Yazıyı bitirmeden önce kitapların “baskı” ve “adet” sayılarına dikkatinizi çekmek istiyorum. İlk baskısı 100.000, 44. baskısını yapan melek masalları, 94. baskısını yapan çekim yasası kitabı…

Çok satanlar listesine girmenin kolay yol : çok saçmalamak. Bence DR’ın bu listeyi “çok saçmalayanlar” listesi olarak değiştirmesi gayet yerinde olur.

 

Power Balance bileklikler

Bu plastik bileklikleri kolay kolay kimse inanıp takmaz diye düşünüyordum. Ne yazık ki giderek artan bir oranla satıldıklarını ve kullanıldıklarını görüyorum yaşadığım yerde.

Bu bilekliker plastikten başka bir şey değil. Sizin “enerji”nizi dengeleyemez, artıramaz, güçlendiremez ve sihirli bir şekilde hayatınızı güzelleştiremez. Çünkü tıpkı vücudunuza değen diğer plastikten mamül şeyler gibi (saç tokası, saat kayışı, don lastiği, gözlük sapı, prezervatif, küpe vs) bedeninize etki etmeyen bir nesne. Hayır, içinde bir mıknatıs olması hiç bir şeyi değiştirmiyor. Manyetik nesnelerin vücuda hiç bir etkisi olmadığını daha önce anlatmıştım. Hologram? Basit bir optik ilüzyon. Enerjiyle frekanslarla ilgisi yok.

2010-2011 Sezonu aldatmacası

Bu mıknatıs-plastiğin niye vücudunuza etki etmediğini uzun uzun anlatmaya gerek yok. Fakat bu ürünlerin işe yaradığını düşünen arkadaşlar için şunu paylaşmakta fayda görüyorum :

Avustralya’daki Power Balance distribütorü, gerçeğe aykırı reklamlar ve açıklamalar yaptığı için devlet tarafından takibe alındı ve şirketin iflas ettiği duyuruldu.

Amerika’daki NBA yıldızları da bu bileklikeri takıyor evet. Ama bildiğiniz gibi bu takımlar reklam gelirleri için hiç bir etkisi olmayan ve plasebo’dan öteye gitmeyen bir ürünü çok da düşünmeden destekleyeceklerdir. Ne de olsa herhangi bir sağlık riski yok. Kullanan kişi bilekliği takmadan önceki hali neyse o şekilde yaşamaya devam ediyor.

NBA’yi boşverin. Bileklikleri klinik ortamda test eden Amerikan Egzersiz konseyi ürünlerin etkisinin olmadığını ispatladı.

Hani o elleri kolları kaldırmalı “test” var ya. Saçmalıktan öte bir şey değil. Alttaki video da bunu güzelce gösteriyor:

Ama her şeyi bir yana bırakın, Power Balance’ı üreten firma bile söyledikleri şeyler için sağlam bilimsel dayanak olmadığını kabul etti.

Elbette bu itirafı NBA maçlarında billboard’lardan yayınlamayacaklar.

İşin en acı tarafı Power Balance’cıların bu işe yaramaz plastik ayakkabı bağcığını belki 10 kuruşa mal ederken 50 liraya satması. Banka soyguncuları bile daha ahlaklı. En azından banka soyulduğunun farkında. Peki ya bu bilekliği alanlar? Soyulduklarının farkında mı?

Hiç sanmıyorum.

Bu arada bir 21 Mayıs Kıyameti vardı… n’oldu ona?

Kuş ve balık ölümleri Dünya’nın sonunun habercisi mi?

Bugünlerde haberlerde toplu kuş ve balık ölümlerinden ve bunun meşhur Night Shyamalan filmindeki gibi bir “kıyamet alameti” olduğu söyleniyor. Amerika, İsveç ve başka yerlerde görüldüğü söylenen toplu hayvan ölümlerinin dengesi bozulan doğanın ve dünyada bizim bildiğimiz manada yaşamın sonuymuş gibi gösteriliyor. Hatta meseleyi 2012‘ye ya da Nostradamus’a bağlayanlar bile var.

Elbette, bu toplu ölümlere kontekst içinde bakarsak dünyanın sonunun gelmediğini anlayabiliriz.

Toplu hayvan ölümleri, özellikle sürü halinde yaşayan canlılarda sık sık karşılaşılan bir durum. Öyle ki bir kaç yüz canlının ölümü genellikle haber değeri bile taşımıyor biyologlar için.

U.S. Geological Survey’s National Wildlife Health Center (USGS : Amerikan yaban hayatı inceleme merkezi) kaynaklı açıklamalara göre bu türden ölümler olağan ve sık karşılaşılan olaylar. Toplu kuş ölümlerinin çeşitli nedenleri olabiliyor. Örneğin kuşlar uyurken onları korkutup uçarken ağaçlara ya da başka yerlere çarparak ölmelerine sebep olan yüksek bir ses, ya da okyanuslarda oksijen açısından düşük su kütlelerinin balıkların normalde yaşadıkları alanlara akıp balıkların boğulmalarına sebep olmaları; açlık, toksik atıklar, parazitler, salgın hastalıklar, gıda zehirlenmesi ya da habitatlarındaki ani ısı değişimleri (özellikle deniz canlılarında) gibi daha tahmin edilebilir sebeplere ek olarak toplu ölümlere yol açabilecek olaylar.

Elbette insanların bahçelerine onlarca kuş düşmesi garipsenecek bir durum, ancak işin aslı bu türden toplu ölümler sık oluyor ve düşen kuşlar yerleşim yerlerinde değil tarlalarda ve kırlardaki diğer hayvanlar tarafından yendiği için bu olayların bir çoğu insanlar tarafından farkedilmiyor.

Binlerce hayvan her sene gruplar halinde ölüyorlar. Hatta 1996 yılında Canada’da meydana gelen bir toplu kuş ölümünde (gıda zehirlenmesi) 100.000’den fazla kuş ölmüştü ve bu olay bir kaç ay sonra tekrar yaşandı.

USGS geçtiğimiz 8 ayda 95 toplu ölüm kaydettiğini açıkladı. Şu linkte yıllara göre toplu ölüm olaylarına dair kayıtları inceleyebilirsiniz.

Peki bu son bir kaç haftada yaşanan olayların bu kadar ses getirmelerinin sebebi ne? Çok basit,

1-ölümler insanların yaşadıkları alanlara yakın yerlerde meydana geldiği için dikkat çekti, ve

2-Internet sayesinde birbiriyle alakalı olmayan, münferit olaylar arasında bilinmeyeni açıklama ihtiyacından doğan bilinçsiz bir “noktaları birleştirme” operasyonu yapıldı. Bir sürü blogcu ve basında çalışmasına rağmen makale veya bülten yayınlamadan önce fact-checking (hikayeyi doğrulama) nedir bilmeyen gazeteciler sebebiyle bu olaylar arasında bir bağ olduğu düşünüldü ve aradaki boşluğa 2012, Nostradamus, İbrahimi dinlerin kıyamet hikayeleri gibi masallar yerleştirildi.

 

 

Ahkaf Suresi ve Wabar kraterleri

www.Yenimucizeler.com adresindeki yeni mucizelere dair yaptığım çalışamaya devam ediyorum. Bugünkü “mucize”miz bir önceki mucize gibi Ad kavmiyle alakalı.

Ad kavmiyle alakalı bu mucizenin tam metni şu adresten okuyabilirsiniz. Ben yine özetini geçeyim.

Ahkaf Suresi 21-21. ayetler Ad kavminin helak olduğu yere işaret ediyorlar. Bu yerde 6400 sene önce düştüğü tahmin edilen bir meteor krateri bulunmaktadır ve bu da Kuran’da haber verilen “Ad kavminin helakı” olayının geçtiği yerdir. Wabar kraterlerinin olduğu yer de 21 ve 22. enlemlerin tam ortasına 21 derece 30 dakikaya denk geliyor.

Öncelikle bakalım bu mucizeye dair iddialar neler:

1-Ad kavmi Wabar kraterlerinin olduğu yerde – ya da oraya yakın yaşıyordu (net değil, oraya yakın yaşadıklarının kastediliyor olması daha olası).
2-Bu krateri oluşturan meteor Hiroşima atom bombası patlamasıyla kıyaslanabilecek bir şiddetle yere çarptı ve Ad kavmi çarpmanın etkisiyle oluşan bulut ve şiddetli rüzgarla helak oldu.
3- Bu helak vakası 6400 sene önce oldu.

Öncelikle Ad kavminin başkenti olarak bilinen Ubar kentiyle Wabar kraterlerinin arasındaki uzaklığa bakalım. Ubar kentinin lokasyonu 1992’de uydu fotoğraflarıyla belirlenmiş. Bu lokasyon da bir önceki mucizemizde de bahsettiğimiz Batı Umman – Doğu Yemen’de bulunan Dhofar bölgesi. Arkeolojik alanlardan birisi Umman’daki Şisar bölgesi (Shisur ya da Ash Shişar olarak da geçiyor) Wabar kraterlerine uzaklığı 490 km kadar.

Şisar ve Wabar arası kuş uçuşu mesafe

Ad Kavmi’nin Umman dışında bir yerde yaşadıklarına dair bir kaynak bulamadım. Bulabildiğim tüm kaynaklar Ubar ve Ad kavmiyle ilişkilendirilen tüm diğer şehirleri Umman’ın batısına yerleştiriyor. 1992’den sonraki Arkeolojik çalışmalara dair bir NOVA röportajını şuradan okuyabilirsiniz.

Peki Wabar’daki meteorit ne kadarlık bir çarpma etkisine sahipti? Bilim adamlarına göre bu meteorit 1908’deki Tunguska meteorundan daha küçük (zira zemin çarpmanın şiddetini azalatacak olan yumuşak kumdan oluşuyor) bir etkiye sebep oldu. Mucize iddiasında Hiroshima bombasının etkisine eş bir etkiye sebep olduğu iddia ediliyor.

O halde Hiroşima’ya atılan Atom bombasının etki alanına bir bakalım. Atom bombası şehrin 580 metre üstünde havada patlatıldı ve yaklaşık 13 tonluk TNT patlamasına eş değer bir gücü vardı. Bu patlama 1.6 km’lik bir alanda yıkıma sebep oldu ve toplamda 11 km karelik bir alan yangınlardan doğrudan etkilendi. Nagazaki’ye atılan bombanın yıkım etkisi de aynı oranlardaki alanı etkiledi.

1908’de Tunguska’ya düşen meteorun 2150 km karelik bir alanı etkilediği biliniyor. Bu da 52 km çapında bir dairesel alana denk geliyor. Wikipedia’da olayın görgü tanıklarının ifadeleri var. Buradaki görgü tanıklarının o anda bulundukları yerlerin patlama noktasına uzaklığına dikkat çekmek istiyorum.

65 km uzaklıkta olup da olayı 20 sene sonra anlatabilen kişilerin tanıklıkları var. Yani 490 km ötedeki Ad kavminin bu meteorun düşmesi sebebiyle etkilenmeleri olasılığı neredeyse yok. Patlama çok fazla küçük, mesafe fazla uzak.

Fakat işin en komiği, mucize diye sevinenlerin bu olayın ne zaman olduğu konusunda adam gibi araştırma yapmamış olmaları.

Bu olayın 6400 sene önce olduğuna dair referans olarak American Scientific dergisinin 1998 yılındaki bir sayısındaki makale gösteriliyor. Ne şanslıyım ki makalenin orijinalini PDF formatında buldum. Hakikaten meteordan alınan parçaların 6400 senelik olduğu yönünde 1970’lede araştırmalar yapılmış, ancak aynı makalede 6400 sene tarihini veren paragraftan hemen sonra yazının son sayfasında şu söyleniyor :

 Field evidence, however, hintsat a more recent event. … We were able to collect several samples of sand beneath this impactite lining for thermoluminescence dating. The results, prepared by John Prescott and Gillian Robertson of the University of Adelaide, suggest that the event took place less than 450 years ago.

 Yani

Saha kanıtları daha yakın tarihli bir olaya işaret ediyor. Termoluminant tarihleme amacıyla bir kaç örnek topladık. Adelaide üniversitesinden John Prescott ve Gillian Robertson tarafından sunulan sonuçlara göre olay son 450 sene içerisinde olmuş.

Mucizecilerin aynı makaleyi çevirirken 6400 seneye atlaması ama “kanıtlar 450 sene diyor” kısmını itinayla es geçmeleri ilginç olmuş.

Bu tarihleme çalışmasıyla ilgili başka referans var mı diye ararken 2004 tarihli bir çalışmaya denk geldim ve bu çalışma da olayın tarihini 290 seneye 38 yıllık bir sapma payıyla yerleştirmiş. Kullanılan teknik Luminescence tarihleme.

Şimdi bir de işin daha ilginci var. Yine aynı Scientific American makalesinde 1861 veya 1893 yıllarında gerçekleştiği söylenen Nejd meteoritleri olayı. Bu meteoritler Riyad semasından geçerek Wabar yönüne gidiyorlar. Nejd meteoritlerinden kopan parçaların kimyasal analizi gösteriyor ki Nejd meteoritleri Wabar’da bulunan meteoritlerle çok benzer bir yapıda. Bu Nejd meteoritleriyle ile olan ilişkiyi doğrulamaya çalıştım ancak daha fazla bilgi bulamadım. Scientific American’ın güvenilirliği ölçüsünde güvenilir bir bilgi. Yine de Mucizecilerin bu olayı da “es geçmiş” olmaları pek ilginç.

Özetle,

Bu mucizedeki 3 maddelik iddiaların hiç birisi gerçeği yansıtmıyor. Ad kavminin Wabar meteoritlerinin yakınlarında yaşadığına dair, orada bir şehrin var olduğu ve yıkıldığına dair bir kanıt yok. Ad kavmiyle ilişkilendirilen şehirler 500 km ötede bulunuyor ve Wabar’daki meteorun sebep olduğu patlama ya da rüzgarın o mesafeye ulaşması imkansız. Çok daha büyük patlamalar (Tunguska) çok daha küçük etkilere sebep olmuşlarken Wabar’daki meteor çarpmasının nasıl Umman’a kadar ulaşabildiği bir muamma. Ancak en önemlisi, bu meteorlar 6400 sene önce değil en fazla 320 sene önce dünyaya çarpmışlar. Yani Muhammed Kuran’ı yazdıktan yaklaşık bir 1000 sene sonra.

Mucizecilere haklarını teslim etmek gerekir – Wabar meteorit alanı gerçekten de enlem olarak 21 derece 30 dakika’da bulunuyor. En azından onu tutturmuşlar.

 

 

Kuran Mucizeleri : Ankebut Suresinde Ad ve Semud’un Koordinatları

www.yenimucizeler.com sitesinin sahibi eksik olmasın bloguma uğrayıp fikir alış verişi ve tartışma zahmetinde bulunmuş ve yorumlarının birisinde bu apaçık mucizeden bahsetmiş.
Sitesinin reklamını yapmak istemediğimi bu yüzden de bu “mucize”yi görmezden geleceğimi iddia etmiş. Öncelikle hemen sitesinin reklamını yapalım – sitenin ismi Yeni Mucizeler ve adresi www.yenimucizeler.com. Yeni ve apaçık olarak tanımladığı ve benim bugün inceleyeceğim mucizenin linki ve başlığı da şu şekilde : ANKEBUT SURESİNDEKİ MUCİZEVÎ COĞRAFİ İŞARETLER.
Evet reklamlar bittiğine göre bu mucizeyi dikkatlice inceleyelim. Belki daha önceki apaçık mucizelerin aksine bu mucize biraz bilimsel şüphecilik karşısında çöküvermez.
Mucizenin açıklamasının detayını sitenin kendisinden okuyabilirsiniz ben tekrar etmeyeyim. Mucizenin özeti şu şekilde :
“Ankebut suresinde Ad ve Semud kavminin yaşadıkları yerin enlem-boylam olarak koordinatları verilmektedir. Bu da o zamanların bilgisiyle imkansızdır. Bu da demektir ki Kuran mucizevi bir kitaptır, Muhammed peygamberdir”.
Mevzubahis ayet 29. sure olan Ankebut suresinin 38. ayeti. Haritada 29 Doğu boylamı 38 Kuzey enleminde de Ad ve Semud kavimlerinin yaşamış oldukları iddia ediliyor. Ayetin meali de şu şekilde aktarılmış :
“Ad ve Semud da, oturdukları yerler de size açıklandı, ve şeytan onlara amellerini süsledi böylece onları yoldan alıkoydu ve görülenler oldular”
Aynı ayetin diyanet tercümesi şu şekilde : “Ad ve Semûd kavimlerini de helak ettik. Bu, onların (harap olmuş) yurtlarından size besbelli olmuştur. Şeytan onlara işlerini süslemiş ve onları doğru yoldan alıkoymuştur. Halbuki onlar gözü açık kimselerdi.”
Özetle deniyor ki “bu ayette Ad ve Semud kavminin yaşadıkları yerden bahsediyor ve ayetin numarası (29:38) tam da enlem boylam olarak bu kavimlerin yaşadıkları yeri gösteriyor.
Şimdi buradaki mucizenin iki bileşeni var.
1-Kuran’daki ayet-sure numaraları enlem boylam cinsinden tercüme edilebilir ve kontekstle alakalı yerlere işaret ederler.
2-Ad ve Semud kavimleri Ankebut 38’den çıkardığımız enlem-boylamın kesiştiği yerde yaşıyorlardı. Yazar Hicr bölgesinde yaşadıklarını bu bölgenin de Şam’dan Medine’ye kadar olan bölgeyi kapsadığını, iki şehir arasında düz bir çizgi çekersek 29:38 noktasının bu çizginin tam ortasına işaret ettiğini bunun da ayetteki anlamla desteklenerek Kuran’da Ad-Semud’un yaşadıkları yerin yazdığını iddia ediyor.
Öncelikle Ad ve Semud’un yaşadıkları yerler nereleriymiş bir bakalım. Hemen Wikipedia’ya bakıyoruz ve Ad – Semud kavimlerini araştırıyoruz.
Ad kavmi, Umman’da Dhofar bölgesiyle Güney Arap Yarımadasındaki Rub’al Khali bölgeleri arasında yaşadığı düşünülen eski bir kavim. Başkenti artık kayıp bir şehir olan Ubar (İram) ve günümüze kalan tek kalıntı yine Dhofar bölgesindeki bir kervansaray – vaha durağı. Özetle Ad kavmi bugünkü Umman ve Yemen sınırına yakın bir yerde yaşıyorlarmış. 29:38’e yakın bile değil.

Dhofar bölgesi

Semud kavmiyle ilgili bilinenler daha fazla. Bir kere bu kavmin yaşadığı şehirlerin kalıntıları bugün bile gezilebilen turistik yerler. Kuran’da araf suresinde Salih peygamberden bahsederken dağlara evler oyduklarından bahsediyor :
Araf 74: “Hatırlayın ki Allah Âd kavminden sonra, sizi onların yerine getirdi ve sizi yeryüzünde yerleştirdi. Yerin ovalarında köşkler kuruyor, dağları oyup evler yapıyorsunuz. Artık Allah’ın nimetlerini anın da yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.”
Bu dağların oyulması referansı Semud kavminin Kuran’daki lokasyonunu bulmamızda çok yardımcı oluyor zira bu yapılar hala ayakta duruyorlar ve Mada’in Salih şehrinin yakınlarındadırlar. Bu yapılar Unesco Dünya Mirası parçasıdır aynı zamanda.

"Dağları oyup evler yapıyorsunuz"

Bu eski şehrin koordinatları (Google maps’e göre) : 26.806127,37.962377. 29D, 38 K’de değil. Bu şehir peki Şam – Medine arası çekilen düz çizgide tam ortada mı? MS Paint sağolsun onu da kontrol ettik:

Mada'in Saleh'in Şam-Medine çizgisine olan uzaklığı

Özetle ne Ad kavmi ne de Semud kavmi iddia edilen 29:38 koordinatlarında değiller.
Gelelim ilk iddiaya.
Farzedelim ki gerçekten Ad ve Semud kavimleri aynı yerde yaşamış olsunlar, ve hakikaten bu kavimlerin yaşadıkları yerde kalıntıları olmuş olsa, ve Kuran’ın 29:38’deki ayeti bu lokasyona işaret etse. Bunu bir tesadüf değil de mucize olarak kabul edebilmemiz için ne gerekli? Olağanüstü iddialar olağanüstü kanıtlar ister. Benim aklıma gelen olağanüstü kanıt Kuran’daki başka ayetlerin aynı şekilde başka yerleri gösterip göstermediği olurdu. Bu “mucize” Kuran’ın genelinde görülen bir mucize olsaydı o zaman burada olağandışı bir durum olduğunu düşünebilirdik.
E bakalım o halde gerçekten de başka ayetlerde bu türden bir mucize var mı yoksa bu olay tesadüfi mi?
Bakara 50 (2:50) : Hani, sizin için denizi yarmış, sizi kurtarmış, gözlerinizin önünde firavun ailesini suda boğmuştuk.
Burada Kuran’ın Musa’nın denizi yarıp Firavunu ve ailesini suya boğduğu yerden bahsetmesini bekleriz – ama 2:50 Somali açıklarında bir noktayı gösteriyor.
Yunus 83 (10:83) : firavun ve ileri gelenlerinin kötülük yapmaları korkusu ile kavminin küçük bir bölümünden başkası Mûsâ’ya iman etmedi. Çünkü firavun o yerde zorba bir kişi idi. O gerçekten aşırı gidenlerdendi.
Firavun’un yerinden bahsediyor. Hesaba göre Bengal körfezi (hatta tam ortası).
Tamam, sanırım bu şekilde olmayacak. O zaman Firavun’un yaşadığı yerlerin koordinatlarına denk düşen ayetlerde neden bahsediyor bir görelim:
Luxor şehri Eski Mısır’daki Yeni Krallık döneminde bir başkentti. Musa zamanında yaşadığı düşünülen 2. Ramses’in de başkentiydi. Koordinatları 25:32 olarak veriliyor.
25:32 – Furkan suresi 32. ayet:” İnkar edenler, “Kur’an ona bir defada toptan indirilseydi ya!” dediler. Biz Kur’an’la senin kalbini pekiştirmek için onu böyle kısım kısım indirdik ve onu ağır ağır okuduk.”
Burada ayet Muhammed’e sesleniyor.
Başka bir başkent deneyelim – Memphis. Memphis de eski krallık döneminde bir başkentti. 29:31 koordinatlarında bulunuyor.
Ankebut 31: “Elçilerimiz (melekler) İbrahim’e müjdeyi getirdiklerinde, “Biz bu memleket halkını helak edeceğiz, çünkü oranın ahalisi zalim kimselerdir” dediler.”
Hayır yine Firavun’dan ya da mısırdan bahsetmiyor.
Peki son bir şey deneyelim, acaba Kabe’nin koordinatlarındaki ayet neden bahsediyor?
Kabe’nin koordinatları 21:39
Enbiya 39 : “İnkar edenler, yüzlerinden ve sırtlarından ateşi savamayacakları ve hiçbir yardım da görmeyecekleri vakti bir bilseler!”
Hayır, Kabe’den bahsetmesi gereken ayette de Kabe’ye bir referans yok.
Elbette bir de işin Ad ve Semud kavminden bahseden diğer ayetler boyutu var. Kuran’da 25 ayette Semud kavminden bahsediliyor. Bunların hangisinin koordinat hangisinin olmadığını neye göre ayıracağız belli değil. Bazı örnekler ve enlem-boylam olarak karşılık geldikleri yerler:
Araf 73 – 7:73 : Hint Okyanusu
Tevbe 70 – 9:70 : Arap Denizi – Bu ayette yerle bir olan şehirlerinden bahsediyor.
Hud 61 – 11:61 : Lost adası (güney Hint Okyanusu) Yine burada yer yüzünden ve imarından bahsediyor.
Dileyen geri kalanı da kontrol edip
Özetle bu Kuran mucizesi de 45 dakikalık bir çalışma neticesinde çökmüş görünüyor. Ne iddia gerçekle örtüşüyor ne de iddiayı genişletip zorladığımızda gerçeklere yaklaşıyoruz. Diğer Kuran mucizeleri gibi apaçık bir hüsnü kuruntu.
Hah, unutmadan – Mada’in Saleh’in koordinatlarına (26.806127,37.962377) denk gelen Kuran Ayeti :
Şuara suresi 38. ayet :”Sana bütün usta sihirbazları getirsinler.”.
E gelmiş sihirbazlar, kollarından “mucize”ler çıkartmakla meşguller.

Akupunktur işe yarar mı?

Akupunktur yıllardır ülkemizde ve muhtemelen yüz yıllardır uzakdoğuda uygulanan bir tedavi şekli. Elbette bir şeyin sadece eski olması onu etkin yapmıyor.

Akupunktur’un işe yararlığına dair test yapmanın – daha doğrusu sağlıklı test yapmanın bir zorluğu var o da çift kör deneylerin imkansız olması. Normalde hap ya da şurup gibi ilaçlarla yapılan çift kör deneylerde, bir grup hastaya gerçek ilaç verilirken bir gruba şeker hapları verilir ve ne doktorlar ne de hastalar kimin hangi ilacı aldığını bilmezler, sadece ilaç aldıktan sonraki gelişmeler kaydedilir.

Böylece plasebo etkisinin önüne geçildiği gibi doktorların bias etkisi de önlenmiş olur ve eğer verilen ilaç gerçekten etkiliyse bu durum kolaylıkla farkedilir.

Akupunkturda gerçek tedavi iğnelerle yapıldığı için bunun gerçek olmayanını yapmak çok zor. Yapılabilecek yegane şey, akupunktur uzmanlarının iğneleri doğru yere batırmasını sağlarken, plasebo grubunda iğnelerin rastgele yerlere saplanması şeklinde olacaktır. Ancak bu konuya birazdan tekrar döneceğim.

Bir ilacın etkinliğine dair testleri bir araya getiren Cochrane Reviews, X bir konuyla ilgili tüm bilimsel araştırmaları bir araya getirerek bunları tekrar inceler ve o konudaki bilimsel araştırmaların toplamının söylediği şeyi (bu ilaç etkilidir, bu tedavi etkisizdir, bu konuda birbirini yalanlayan araştırmalar var yani daha çok araştırma gerekiyor) özetler.

Cochrane Reviews’da akupunukturla ilgili araştırmalara baktığımızda şu şekilde bir tablo’yla karşılaşıyoruz *:

Vasküler demans * : Randomize kontrollü deneylerde vasküler demans hastası kişilerin akupunkturdan fayda gördüğüne dair bir kanıt yoktur.

Şizofreni *: Sınırlı bulgulardan muğlak bir sonuç çıkıyor. Bulguların bir kısmı anti-psikotik ilaçlarla beraber uygulandığında akupunktur’un faydalı olduğunu gösterirken bu çalışmalar küçük çaplı olduklarından güvenilirlikleri az. Şizofreni tedavisinde akupunktur’un faydalı olduğunu söyleyebilmek için daha detaylı ve kapsamlı araştırmalara ihtiyaç var.

Yüz felci *: Var olan çalışmalardaki düşük kalite ve bulunan hatalar sebebiyle sağlıklı sonuçlara varmak imkansız. Konuyla ilgili daha yüksek kaliteli çalışmaların yapılması gerekiyor.

Sigara bağımlılığı: Çalışmalardan akupunkturun sigarayı bırakmada yardımcı olmadığı görülüyor.

Migren: Çalışmalarından toplamından anlaşıldığı kadarıyla akupunktur migren hastalarına iyi geliyor. Ancak iğnelerin yerleştirildiği noktaların önemli olmadığı görülüyor. (Akupunktur uzmanlarının “doğru” yerlere yerleştirdiği iğneler ve rastgele noktalara yerleştirilen iğnelerin aynı etkiyi yarattığı gözlemlenmiş).

Kokain bağımlılığı: İncelenen çalışmalarda kulak akupunkturunun kokain bağımlılığını tedavi edici bir özelliği görülememiştir.

Glokom (göz hipertansiyonu): Akupunturun etkinliği görülmedi.

Tansiyona bağlı baş ağrısı: Eldeki veriler akupunkturun bu tür baş ağrılarına karşı işe yaradığını söylemektedir.

Depresyon: Akupunkturun depresyon tedavisinde işe yaradığına dair yeterli kanıt yok.

Uykusuzluk/Insomnia: Bu hastalığınt tedavisinde akupunkturun etkin olduğunu söyleyebilmek için daha kapsamlı araştırmalara ihtiyaç vardır.

Epilepsi: Akupunkturun epilepsi hastalarının tedavisinde etkin ve güvenli bir yöntem olduğu henüz ispat edilebilmiş değildir.

11 çalışmadan 2 tanesi akupunkturun etkili olduğunu söylüyor. Eğer bu iki çalışmadan rastgele batırılan iğnelerin kontrol olarak kullanıldığı deneyi pozitif sonuç olarak kabul ederseniz.

Akupunktur noktaları

Peki niye bir çok insan akupunkturun etkili olduğunu düşünüyor?

Bunun sebebini sanırım biliyorum. Yıllar önce bir kere ben de akupunktura gitmiştim. Burada diğer doktor ziyaretlerinde karşılaşmadığım bir kaç noktanın bu deneyimin etkili bir plasebo olduğu kanaatine varmamda etkili olduğunu düşünüyorum.

1-Akupunkturcular genellikle hastanın şikayetiyle ilgili bilgi alırken her türlü detayı duymak isterler. Hastalar sıkıntılarını anlatırken hem birisinin dertlerini pür dikkat dinlemesinden hoşnut olurlar hem de sıkıntılarını anlatmak kişinin psikolojik olarak rahatlamasını sağlar.

2-Akupunktur esnasında odada güzel esanslar/tütsüler yanar, rahatlatıcı müzik çalar, uzman tatlı sohbetle hastasını oyalar.

3-İğneler yerleştirildikten sonra hasta bir süre loş ışıkta bekletilir, ben 40 dakika kadar iğnelerle yarı karanlık odada New-Age müzik dinlemiştim. Bu bile kendi başına rahatlatıcı bir deneyim.

4-İğneler çıkarıldıktan sonra vücut deriye batırılan yabancı cisimlerden kurtulduğu için gevşer. Bu kısmı bilimsel olarak ne kadar doğru emin değilim, ama akupunktura gittiğim yegane seferde en çok rahatladığım an iğnelerin çıkarıldığı andı. Hemen ertesinde de iğne batırılan yerler (sırtım ve belim) masaj yağıyla ovulmuştu.

Bu türden bir deneyim elbette ki sıkıntıları olan bir insanı rahatlatan bir deneyimdir ve aslında herhangi bir tedavi edici etkisi olmasa bile akupunkturun saydığım rahatlatıcı süreci kişinin rahatlamasına sebep olan şeyin tüm süreçten ziyade sadece iğneler olduğu düşüncesine varmasına sebep olur.

Özetle akupunkturun herhangi bir tedavi edici etkisi ispatlanmadığı gibi, süslü bir plasebo olduğunu düşündürecek bir çok özelliği vardır.

Cochrane raporuyla ilgili kısmı şu makaleden tercümedir.

Richard Dawkins’in kızına mektubu

 

Sevgili kızıma

10 yaşına geldiğine göre sana benim için önemli olan bir şeyden bahsetmek istiyorum. Bildiğimiz şeyleri nasıl bildiğimizi hiç merak ettin mi? Örneğin gökyüzünde minik iğne delikleri gibi görünen yıldızların aslında çok uzakta ve Güneş gibi büyük ateş topları olduğunu nereden biliyoruz? Ya da Dünya’nın o yıldızlardan bir tanesi olan Güneş’in etrafında döndüğünü nasıl biliyoruz?

Bu soruların cevabı “kanıt”tır.

Bazen kanıt gerçekten görmek (ya da duymak, dokunmak, koklamak..) demektir. Astronotlar kendi gözleriyle Dünya’ya bakacak kadar uzağa giderek Dünya’nın gerçekten yuvarlak olduğunu gördüler. Bazen gözlerimizin yardıma ihtiyacı olur. Geceleyin gök yüzünde parlak bir yıldız gibi görünen “akşam yıldızı”na teleskopla baktığında aslında çok güzel bir küre olduğunu görürüz – Venüs adını verdiğimiz gezegen. Doğrudan gözlemleyerek (ya da duyarak, dokunarak..) öğrendiğin şeye “gözlem” diyoruz.

Bazen kanıt sadece gözlemler değildir, ancak gözlem her zaman kanıtların ardında yatar. Eğer bir cinayet olduysa çoğunlukla (katil ve kurban haricinde hiç kimse) cinayete şahit olmaz. Ancak detektifler belirli bir şüpheliyi işaret bir çok gözlemi birleştirebilirler. Eğer o kişinin parmak izleri cinayetin işlendiği bıçağın üstünde bulunursa, bu o kişinin o bıçağa dokunduğuna kanıttır. Cinayeti onun işlediğini kanıtlamaz, ama bir çok başka kanıtla birleştirildiğinde faydalı olur. Bazen bir detektif bir çok gözlemi düşünür ve farkeder ki tüm kanıtlar ancak belirli bir kişi o cinayeti işlediyse bir bulmacadaki parçalar gibi her şey yerine oturmaktadır.

Bilim insanları – Dünya ve Evren hakkındaki gerçekleri bulma konusunda uzman insanlar – çoğunlukla detektifler gibi çalışırlar. Gerçeğin ne olabileceğine dair bir tahminde bulunurlar (hipotez). Sonra kendi kendilerine şöyle derler: eğer bu gerçek olsa idi, o zaman şunları ve şunları görmemiz gerekirdi. Buna “öngörme” denir. Örneğin, eğer Dünya gerçekten yuvarlaksa, o zaman sürekli aynı yöne giden bir yolcunun bir süre sonra başladığı yere geri gelmesi gereklidir. Bir doktor senin kızamık olduğunu söylediğinde bunu sana ilk bakışta söylemez. İlk bakışı, ona doğru olabilecek bir hipotez sunar. Sonra kendi kendine der ki “eğer gerçekten kızamık geçiriyorsa, o zaman şu, şu semptomları da görmem gerekir.” Sonra öngörülerini sırayla kontrol eder ve bunları gözleriyle (küçük kırmızı benekler var mı?) elleriyle (ateşi yüksek mi?) ve kulaklarıyla (nefesi hırıltılı mı?) gözlemler. Çoğunlukla bu semptopmların uyduğunu gördükten sonra “bu çocuğun kızamık geçirdiği kanaatine vardım” der. Bazen de doktorların gözleri, kulakları ve ellerine yardımcı olacak kan testi ya da Röntgen filmi gibi yadımcı araçlara ihtiyacı olur.

Bilim insanlarının Dünyamızı anlamak için kanıtı kullanma yöntemleri, bi mektuba sığdıramayacağım kadar karmaşık ve zekice. Ancak şimdi bir şeye inanmak için iyi bir sebep olan “kanıt”lardan uzaklaşıp, bir şeye inanmak için kötü sebepler olan “gelenek”, “otorite” ve “vahiy”e karşı uyarmak istiyorum.

Öncelikle gelenek. Birkaç ay önce, 50 kadar çocukla bir sohbet için televizyona çıktım. Bu çocuklar oraya değişik dini görüşlerle yetiştirildikleri için çağırılmışlardı. Bazıları Hrıstiyan olarak, bazıları Yahudi, Müslüman, Hindu, Şikh olarak yetiştirilmişlerdi. Mikrofonu tutan adam çocukları dolaşarak neye inandıklarını soruyordu. Söyledikleri şeyler tam olarak benim “gelenek” sözüyle anlatmak istediğimi açıklıyordu. İnançlarının kanıtlarla hiçbir ilgisi olmadığını gördük. Sadece anne-babalarının ve dede-ninelerinin (inye kanıtlara dayanmayan) inançlarını tekrarladılar. “Biz Hindular şuna inanırız…” ya da “Biz Müslümanlar şuna inanırız…” gibi cümleler kuruyorlardı. Elbette hepsi değişik şeylere inanıyorlardı, ve bu yüzden hepsinin haklı olma ihtimali yoktu. Mikrofonu tutan adam bu durumun normal olduğunu düşünmüş olacak ki, çocukların farklı görüşlerini karşılıklı tartışmalarını önermedi bile. Ancak esas belirtmeye çalıştığım nokta bu değil. Sadece inançların nereden geldiğini göstermeye çalışıyorum. İnançlar gelenekten geliyorlar. Yani inançlar aileden çocuğa, toruna ve sonraki nesillere aktarılıyorlar. Ya da yüz yıllar boyu sonraki nesillere aktarılmış kitaplardan. Geleneksel inançlar genellikle yokluktan başlarlar; belki birileri bunları Thor ya da Zeus hikayeleri gibi uydurur. Ancak birkaç yüzyıl boyunca sonraki nesillere aktarıldıktan sonra, bu hikayelerin eski oluşları onları özel kılıyor. İnsanlar bazı şeylere sadece yüzyıllardır inanıldığı için inanıyorlar.

Gelenekle ilgili sorun, bir hikayenin ne kadar eski olursa olsun, ilk günkü kadar gerçek ya da yalan olmasıdır. Eğer gerçek olmayan bir masal uydurursan, o masalı yüz yıllarca nesilden nesile aktarmak onu gerçek yapmaya yetmeyecektir.

İngiltere’deki bir çok insan Anglikan Kilisesince vaftiz ediliyor, ancak bu Hrıstiyanlık dininin bir çok kolundan sadece birisi. Rus Ortodoksluğu, Roma Katolisizmi, ya da Metodist kiliseleri gibi başka kollar da mevcut. Hepsi farklı şeylere inanıyorlar. Yahudilik ve İslam daha da farklılar, ve kendi içlerinde de farklı görüşlere ayrılıyorlar. En ufak inanç ayrılıkları insanları savaşa sürükleyebiliyor. Yani aslında bu insanların inandıkları şeye inanmak için çok iyi sebepleri – kanıtları – olmasını beklersin. Ancak aslında inançları sadece farklı geleneklerden ibaret.

Belli bir gelenekten bahsedelim. Roma Katolikleri İsa’nın annesi Meryem’in o kadar özel olduğunu düşünüyorlar ki, onun ölmediğini, Cennet’e yükseldiğini söylüyorlar. Diğer Hrıstiyan gelenekleri ise Meryem’in normal bir insan olduğunu ve diğer herkes gibi öldüğünü söylüyorlar. Bu diğer dinler onun hakkında pek bir şey söylemiyorlar ve Roma Katolik Kilisesinin aksine ona “Cennetin Kraliçesi” demiyorlar. Meryem’in vücudunun göğe yükseldiğine dair gelenek o kadar eski bir gelenek de değil. İncil bu konuda hiçbir şey söylemiyor, hatta zavallı kadın tüm kitap boyunca çok az anılıyor. Vücudunun cennete yükseldiği fikri İsa öldükten 600 sene sonra dile getirilen bir şey. Yani önce bu hikaye – tıpkı Pamuk Prenses masalı gibi – uyduruldu, ancak yüzyıllar geçtikçe geleneğe yerleşti ve insanlar bu masalı sırf bu kadar uzun süredir aktarıldığı için ciddiye almaya başladılar. Gelenek eskidikçe, daha çok insan bunu ciddiye almaya başladı. Sonunda Katolik kilisesi bunu resmileştirdi, fakat bu da 1950’de gerçekleşti. Halbuki bu masal, 1950  yılında, 600 yılında olduğundan daha gerçek değildi.

Geleneğe mektubumun sonunda geri geleceğim ve ona farklı bir açıdan bakacağım. Ancak önce bir şeye inanmak için kötü sebeple olan diğer iki konuya değinceğim : otorite ve vahiy.

Bir şeye inanma sebebi olarak otorite; bir şeye, önemli birisi inanmanı söylediği için inanmak demektir. Roma Katolik Kilisesinde Papa en önemli insandır ve insanlar sırf Papa olduğu için söylediği şeylerin doğru olduğunu düşünürler. İslam’ın bir kolunda Ayetullah adı verilen yaşlı ve sakallı adamlar bu önemli insanladır. Bir çok genç müslüman, uzak bir ülkedeki Ayetullah dedi diye cinayet işlemeye hazırdırlar.

1950 senesinde Roma Katolikleri Meryem’in cennete yükseldiğini resmen kabul ettiler dediğimde aslında söylemek istediğim şey, 1950 yılında Papa’nın buna inanmalarını söylediği idi. Bu da yeterliydi. Papa doğru dediğine göre doğru olmalıydı! Papa’nın hayatı boyunca söylediği şeylerin bazıları doğru, bazıları da muhtemelen doğru değildir. Papa’nın söylediklerini, herhangi bir başkasının söylediklerine üstün tutmak için hiçbir geçerli sebep yok. Şimdiki Papa insanlara yaptıkları çocukların sayısını sınırlamamalarını söyledi. Eğer insanlar onun sözünü hiç sorgulamadan dinleselerdi, nüfus patlaması sonucunda dünyada çok kötü açlıklar, hastalıklar ve savaşlar olurdu.

Bilimde de kanıtları görmediğimiz ve bir başkasının sözünü kabul ettiğimiz zamanlar olur. Örneğin ben ışığın saatte 300.000 km hızla yol aldığını kendi gözlerimle görmedim. Bunun yerine ışığın hızının ne olduğunu söyleyen kitaplara inanıyorum. Bu da aslında “otorite” gibi görünüyor, ancak otoriteden çok daha iyi çünkü kitaplarını yazanlar kanıtları gören kişiler ve herkes dilerse bu kanıtlara kendisi bakmakta ve kanıtları istedikleri kadar incelemekte serbest. Bu çok rahatlatıcı. Ancak papazlar bile Meryem’in göğe yükselmesi hikayesine dair kanıtlar olduğunu iddia etmiyorlar.

Bir şeye inanmak için kötü bir sebep olan 3. şey ise vahiydir (tecelli, durugörü). Eğer Papa’ya 1950 yılında Meryem’in göğe yükseldiğini nasıl bildiğini sorsaydık muhtemelen bize “vahiy” aldığını söyleyeckti. Kendini odasına kapattı ve doğru yolun kendisine gösterilmesi için dua etti. Kendi kendine düşündü, düşündü ve kendi kendine daha emin oldu. Dindar insanlar içlerine bir his doğunca, bu şeyin doğru olduğuna dair kanıt olmasa bile gerçek olduğunu çünkü vahiy aldıklarını düşünürler. Vahiy aldıklarını iddia edenler sadece papalar değildir, bir çok dindar insan bunu iddia ediyor. İnandıkları şeylere inanmalarındaki başlıca sebeplerden birisi bu. Peki bu iyi bir sebep mi?

Sana köpeğinin öldüğünü söylediğimi farzet. Çok üzülürdün ve muhtemelen derdin ki “Emin misin? Nereden biliyorsun? Nasıl oldu?” Sana şöyle cevap verdiğimi hayal et : “Aslında Pepe’nin öldüğüne bilmiyorum, ama içimde öldüğüne dair garip bir his var.” Seni korkuttuğum için bana kızardın çünkü “içimdeki garip his”sin köpeğinin öldüğünü ispatlamak için yeterince iyi bir sebep olmadığını bilirdin. Kanıt ihtiyacın var. Hepimiz zaman zaman bir şeyler hissediyoruz ve bazen bu hislerimiz doğru çıkıyor, bazen de çıkmıyor. Fakat değişik insanların değişik hisleri oluyor, kimin hislerinin doğru olduğuna nasıl karar vereceğiz? Bir köpeğin öldüğünden emin olmanın tek yolu onu öldükten sonra görmek, ya da kalbinin durduğunu duymak, ya da bunu somut kanıtları olan birisinden öğrenmektir.

Bazen insanlar derinlerde bir yerlerde bir şeylere inanmamız gerektiğini söylerler, yoksa “karım beni seviyor” gibi şeylere güvenimiz olmazlar.

Ancak bu kötü bir argüman. Birinin seni sevdiğine dair sürüyle kanıt olabilir. Seni seven birisiyle geçirdiğin bir günde bir çok küçük kanıt görürsün ve duyarsın ve bunlar birikip bir sonuca ulaşmana yardım ederler. Bu papazların “vahiy” dediği şeyden farklı bir histir. Bu hisleri destekleyen dış etkiler vardır; gözlerdeki bakışlar, sesindeki şefkat, küçük iyilikler ve nezaketler ve bunların hepsi somut kanıttır.

Bazen insanlar hiçbir kanıtları olmadan birisinin onları sevdiğini hissederler. Çoğunlukla da tamamen yanılıyorlardır. Ünlü bir film yıldızının onlara aşık olduğuna ikna olmuş insanlar vardır, ancak gerçekte o film yıldızıyla tanışmamışlardır bile. Bu gibi insanların psikolojik sorunları vardır. İçsel hisler somut kanıtlarla desteklenmelidir, yoksa güvenilecek bir şey değildirler.

İçsel hisler bilimde de değerlidir, ancak sadece kanıtlar arayarak sınayabileceğimiz fikirler verdikleri için. Bir bilim adamı belli bir konuda bir önseziye sahip olabilirler. Kendi başına bu önsezi bir şeye inanmak için yeterince iyi bir sebep değildir. Ancak deneylere zaman harcamak için ya da kanıtlara farklı bir açıdan bakmak için yeterli bir sebep olabilir. Bilim insanları fikirlerini geliştirmek için hislerine her zaman kulak verirler. Ancak hisler kanıtlarla desteklenmiyorsa değersizdirler.

Gelenek konusuna, farklı bir açıdan bakmak için, tekrar değineceğimi söylemiştim. Geleneğin bizim için niye çok önemli olduğundan bahsetmek istiyorum. Tüm hayvan (Evrim dediğimiz süreçle) kendi türlerinin yaşadığı yerlerde hayatta kalabilecek şekilde gelişmişlerdir. Aslanlar Afrika bozkırlarında hayatta kalabilecek kadar güçlüdürler. Kerevitler tatlı sularda yaşayacak şekilde evrimleşmişken ıstakozlar tuzlu sularda yaşarlar. İnsanlar da bir tür hayvandır ve bizler de başka insanlarla dolu bir denizde yaşayabilecek şekilde evrimleştik. Bir çoğumuz aslanlar ya da ıstakozlar gibi kendi yemeğimiz için avlanmıyoruz, yemeğimizi, kendileri de başka insanlardan satın almış, insanlardan satın alıyoruz. Bizler bir “insan denizi”nde yüzüyoruz. Nasıl bir balık suda yaşayabilmek için solungaçlarına ihtiyaç duyuyorsa, biz de diğer insanlarla anlaşabilmek için beynimize ihtiyaç duyuyoruz. Nasıl deniz tuzlu suyla doluysa, insan denizi de öğrenmesi zor şeylerle dolu. Örneğin lisan gibi.

Sen İngilizce konuşuyorsun ama arkadaşın Almanca. Her ikiniz de kendi farklı “insan denizi”nizde rahat yüzebilmenize olanak tanıyan dili konuşuyorsunuz. Lisan gelenekle aktarılır. Başka bir yolu yok. İngiltere’de Pepe “Dog” iken Almanya da ona “ein Hund” diyorlar. Bu sözcüklerin hiç birisi yanlış ya da diğerinden daha doğru değil. İkisi de sadece aktarılmış sözcükler. Kendi insan denizlerinde yüzebilmek için çocukların kendi ülkelerinin dilini ve bir çok başka şeyi öğrenmeleri gerekmekte. Bu da büyük miktarda geleneksel bilgiyi öğrenmelerini gerektiriyor. (Geleneksel bilginin sadece nesilden nesile aktarılan bilgi olduğunu unutma.) Çocuğun beyninin geleneksel bilgi için bir vakum olması gerekiyor. Ve çocuktan iyi geleneksel bilgi ile (lisandaki kelimeler gibi) kötü veya saçma geleneksel bilgi (cadılar, şeytanlar gibi) arasındaki farkı ayırması beklenemez.

Bu çok üzücü ancak engellenemez bir şey çünkü çocuk her türlü geleneksel bilgiye aç olacağından yetişkinlerin kendilerine söyledikleri her şeye doğru ya da yanlış, gerçek ya da yalan olmasını önemsemeden inanacaktır. Yetişkinlerin çocuklarına söyledikleri bir çok şey doğru, kanıtlara dayalı veya en azından makul şeylerdir. Ancak bazıları yanlış, saçma hatta kötü niyetliyse, çocuğun buna da inanmasını engelleyecek hiçbir şey yok. Peki, çocuk büyüdüğü zaman ne yapacak? Elbette kendi bildiği şeyleri bir sonraki nesile anlatacak. Yani bir şeye dair güçlü bir inanç varsa – o şey tamamen yanlış ve inanılması için hiçbir sebep olmasa bile – o şey sonsuza kadar sonraki nesillere aktarılabilir.

Peki Dinlerde de durum bu mudur? Bir Tanrı ya da Tanrıların var olduğu, Cennet’in var olduğu, Meryem’in hiç ölmediği, İsa’nın babasının insan olmadığı, duaların kabul edildiği, şarabın kana dönüştüğü – bu inançları bir tanesi bile kanıtlara dayanmıyor. Yine de bunlara milyonlarca insan inanıyor. Belki de bunun sebebi, her şeye inanacak kadar küçük yaştayken bu şeylere inanmaları söylendiği içindir.

Milyonlarca insan çok farklı şeylere inanıyor çünkü çocukken yetişkinlerden farklı şeyler duydular. Müslüman çocuklar Hrıstiyan çocuklardan farklı şeyler duydular, ve her iki grup da kendilerinin haklı, diğerlerinin haksız olduğuna ikna olmuş bir şekilde büyüdüler. Hrıstiyanlar kendi içlerinde bile; Roma katolikleri Anglikanlardan ya da Episkopalyenlerden, Shaker’lardan ya da Quaker’lardan, Mormonlar ya da Holly Roller’lardan farklı şeylere inanıyorlar ve kendilerinin haklı, geri kalan herkesin tamamen haksız olduğuna ikna olmuş durumdalar. Halbuki farklı şeylere inanmalarının sebebi senin İngilizce, arkadaşının da Almanca konuşmasıyla tamamen aynı sebepten dolayı.

Her iki dil de, kendi ülkesinde doğru dil. Ancak değişik dinlerin kendi ülkelerinde doğru olup başka yerlerde yanlış olma ihtimali yok çünkü farklı dinler birbiriyle zıt şeylerin doğru olduğunu iddia ediyorlar. Meryem Katolik İrlanda’da canlı ama Protestan Kuzey İrlanda’da ölü olamaz.

Peki bu konuda ne yapabiliriz? Senin bu konuda bir şey yapman çok kolay değil çünkü sadece 10 yaşındasın. Ancak şunu deneyebilirsin; Bir daha birisi sana önemli görünen bir şey söylediği zaman, kendi kendine şöyle düşün: “Bu, insanların kanıtlar sayesinde öğrendiği bir şey mi, yoksa gelenek, otorite veya vahiy yoluyla öğrendikleri bir şey mi?”. Ve bir daha birisi sana bir şeyin “gerçek” olduğunu söylediği zaman onlara şöyle de :”Bunu destekleyen ne tür kanıtlarınız var?”. Sana iyi bir cevap veremezlerse, umuyorum ki söyledikleri şeye inanmadan önce çok dikkatlice düşünürsün.

 Sevgiler

 Baban

 A Devil’s Chaplain isimli kitabından

Sıradışı palavralar

Dün akşam TV izleyebildiğim nadir anlardan birisinde denk geldiğim program beni epey eğlendirdi. Ülke TV isimli kanalda yayınlanan Sıradışı isimli programda, Hasan Kocabaş  isimli taş şifacısı(!) uzun uzun taşların nasıl şifalı olduklarını, nasıl hastalıkları iyi ettiklerini anlatıyordu.

Şifalı taş diye bir şey olmadığından daha önce Aragonit taşıyla ilgili yazıda bahsetmiştim. Esas ilgimi çeken şey, Sıradışı isimli programın web sayfasındaki tanıtım yazısı:

 
Hayal edilebilen her şey, bir gün gerçekleşebilir. Yeter ki hayal edilebilsin. Turgay Güler’in hazırlayıp sunduğu program, dikkatlerden kaçanları ekrana taşıyor. İlk şart; sıradanlığa kesinlikle ama kesinlikle yer vermemek, ikinci şart; dikkatlerden kaçanları, görülmeyenleri ya da gösterilmeyenleri ekrana taşımak, üçüncü şart; horoz dövüşüne müsaade etmemek.

Türkiye’nin ilk ve tek sıra dışı haber aktüalite programı izleyicisine, aynaya tersinden baktırıyor. Madalyonların ikiyüzlülüğüne değil gerçeğe parmak basıyor.

Farklı sorular, başka yorumlar, gerçek açılımlar ve dahası. Gazeteci Turgay Güler’in kendine has bildik üslubuyla hazırlayıp ekrana taşıdığı Sıradışı hafta içi her gün izleyicisiyle buluşuyor.

Şifalı taşlar ve burçlar gibi safsataları gerçekmiş gibi gösteren, özetle palavra satan bir program daha. Ne yazık ki bir çok insan bu palavralara inanıyor ve 20-30 liralık gümüş bileklikleri kolyeleri 100-120 lira gibi fiyatlardan satın alıyor. Niye? Doktora gidip tedavi olmalarını gerektiren hastalıkları iyi edebilmek için.

Hasan Kocabaş’ın sitesinde elbette bu taşların faydasının ispatlanmasına dair tek bir bilimsel çalışmaya referans yok. Bunun yerine “art niyetli ilaç şirketleri tarafından unutturulan” şifalı taşların nasıl işe yaradığına dair anektodlar mevcut. Komplolar ve doğruluğu teyit edilemeyecek olan hikayeler. Sağlığınızı teslim etmek için epey güvenilir bir müessese. Bolca iddia var ama elle tutulur tek bir somut kanıt mevcut değil.

Aragonit konusundan bahsederken sorduğum soruyu tekrar sormam icap ediyor: Madem migreni, diş ağrısını, reflüyü, diyabeti, gut hastalığını ve bir dolu başka hastalığı büyük oranda iyileştirebiliyorsun, niye bunları klinik testlerle ispatlayıp akıl almaz paralar kazanabilecek bir şirket kurmuyorsun da ufak gümüş bileklikler ve kolyelerle uğraşıyorsun? Madem bu taşlar işe yarıyor, niye küçük kalıyorsun da dünyada migrenden reflüden diyabetten muzdarip sürüyle insana sağlıklarını geri vermek için harekete geçmiyorsun?

Hayal edilebilen her şey bir gün gerçekleşebilir. Ama bazı şeyler ne kadar hayal kurarsanız kurun asla gerçekleşmezler. Şifalı taşlar da bunun gibi işte. Süslü ve pahalı çakıltaşları üzerine kurulu bir kandırmaca. Boş hayaller ve cep değiştiren paralar, çok sayıda hayalkırıklığı.

Kahin Ahtapot

Sanırım bir çok kişi gerek futbolla olan ilgisinden gerekse haber bültenlerinde sık sık görülmesinden ötürü Almanya’daki bir ahtapotun Dünya Kupası maçlarında kazananları sürekli doğru tahmin ettiğini duymuştur. Konuyla ilgili gerekli ve ekseriyetle gereksiz bilgi Eşki Sözlükte “Kahin ahtapot Paul” başlığında mevcut.

Konuyu uzatmayacağım, kehanet aslında şanslı bir tahmindir ve kahin diye bir şey ya da kimse yoktur.

Ahtapotun maç tahminleri şurada listelenmiş. Doğru bildiği maçların sayısına bakarsak aslında çok da küçük bir ihtimal değil sözkonusu olan.

2010’da 8 maçın sonucunu doğru tahmin etmiş. 2 (maç sonuçlarının iki farklı olasılığı) üzeri 8 (tahmin sayısı) = 256 yani 1/256lık bir olasılık gerçekleşmiş. Peki bu olasılık çok mu küçük ya da olağanüstü? Hayır.

Her hafta sayısal lotoda 14 milyonda bir olasılık gerçekleşiyor birilerine bir sürü para çıkıyor.

***Bu üstteki mavi kısım, olasılık teorisiyle ilgili zaten çok iyi olmayan bilgilerimin paslanması sebebiyle saçmalamış olduğum kısımdır. Kendime hatırlatma olsun diye silmiyorum.

Makul bir karşılaştırma şu şekilde olacak:

Bir insanın lotoyu tutturması çok düşük bir ihtimal. Aynı insanın lotoyu iki kere tutturması daha da düşük bir ihtimal. 1/256’yla karşılaştırılamayacak kadar düşük. Ancak gerçek dünyada lotoyu iki kere tutturan kişiler mevcut. Yani Ahtapotun gerçekten inanılmaz bir şey yapıyor olduğunu düşünmemiz için daha epey maç tahminini doğru tutturması lazım. Kaldı ki 2008 de 6 maçın 2 tanesinde yanılmış.

Ayrıca işin içine bir de Akıllı Hans etkisi giriyor. Wiki’den uzun uzun okumaya üşenenler için özet geçeyim:

4 işlem matematik, takvim hesabı, Almanca okuma gibi özellikleri olduğu iddia edilen bir atın, bilimsel testlere tabi tutulunca sorunun cevabını bilen çevredeki insanların vücut dillerine göre cevap verdiği ve 89% oranında doğru cevabı bulduğu görülmüş. Ancak kontrollü deneylerde soruyu soran kişi cevabını da bilmiyorsa o zaman atın doğru cevap oranı %6ya düşmüş. Wiki’deki makale epey ilginç zira testi yapan bilim adamı olayı o kadar iyi incelemiş ki atın yaptığı şeyi kendisi de yapabilmeye başlamış (vücut hareketlerine bakarak duymadığı bir soruyu doğru cevaplama). Yani İngilizceniz varsa okumaya değer. Neden “çift kör” deneylerin yapılması gerektiğine de iyi bir örnek.

Benzer bir şey zeki oldukları bilinen ahtapotlar için de söz konusu olabilir.

Kısaca ahtapot kahin değil, kehanette de bulunmuyor.

Edit: Ahtapotun kahin olmadığı kadar benim de matematiğim (ya da dikkatim) zayıf, olasılıklara dair rakamlar düzeltilmiştir, uyaran arkadaşlara teşekkürler.