Power Balance bileklikler

Bu plastik bileklikleri kolay kolay kimse inanıp takmaz diye düşünüyordum. Ne yazık ki giderek artan bir oranla satıldıklarını ve kullanıldıklarını görüyorum yaşadığım yerde.

Bu bilekliker plastikten başka bir şey değil. Sizin “enerji”nizi dengeleyemez, artıramaz, güçlendiremez ve sihirli bir şekilde hayatınızı güzelleştiremez. Çünkü tıpkı vücudunuza değen diğer plastikten mamül şeyler gibi (saç tokası, saat kayışı, don lastiği, gözlük sapı, prezervatif, küpe vs) bedeninize etki etmeyen bir nesne. Hayır, içinde bir mıknatıs olması hiç bir şeyi değiştirmiyor. Manyetik nesnelerin vücuda hiç bir etkisi olmadığını daha önce anlatmıştım. Hologram? Basit bir optik ilüzyon. Enerjiyle frekanslarla ilgisi yok.

2010-2011 Sezonu aldatmacası

Bu mıknatıs-plastiğin niye vücudunuza etki etmediğini uzun uzun anlatmaya gerek yok. Fakat bu ürünlerin işe yaradığını düşünen arkadaşlar için şunu paylaşmakta fayda görüyorum :

Avustralya’daki Power Balance distribütorü, gerçeğe aykırı reklamlar ve açıklamalar yaptığı için devlet tarafından takibe alındı ve şirketin iflas ettiği duyuruldu.

Amerika’daki NBA yıldızları da bu bileklikeri takıyor evet. Ama bildiğiniz gibi bu takımlar reklam gelirleri için hiç bir etkisi olmayan ve plasebo’dan öteye gitmeyen bir ürünü çok da düşünmeden destekleyeceklerdir. Ne de olsa herhangi bir sağlık riski yok. Kullanan kişi bilekliği takmadan önceki hali neyse o şekilde yaşamaya devam ediyor.

NBA’yi boşverin. Bileklikleri klinik ortamda test eden Amerikan Egzersiz konseyi ürünlerin etkisinin olmadığını ispatladı.

Hani o elleri kolları kaldırmalı “test” var ya. Saçmalıktan öte bir şey değil. Alttaki video da bunu güzelce gösteriyor:

Ama her şeyi bir yana bırakın, Power Balance’ı üreten firma bile söyledikleri şeyler için sağlam bilimsel dayanak olmadığını kabul etti.

Elbette bu itirafı NBA maçlarında billboard’lardan yayınlamayacaklar.

İşin en acı tarafı Power Balance’cıların bu işe yaramaz plastik ayakkabı bağcığını belki 10 kuruşa mal ederken 50 liraya satması. Banka soyguncuları bile daha ahlaklı. En azından banka soyulduğunun farkında. Peki ya bu bilekliği alanlar? Soyulduklarının farkında mı?

Hiç sanmıyorum.

Bu arada bir 21 Mayıs Kıyameti vardı… n’oldu ona?

Bu arada.. yarın kıyamet kopuyor

Evet arkadaşlar, büyük gün geldi. Mesih’in yarın (21 Mayıs 2011’de) tekrar dünyaya geleceği ve kendine inananları kurtarıp cennete çıkaracağı,  İncil’deki ayetlere bakarak, kıyametin Nuh Tufan’ından tam 7000 sene sonra olacağını hesaplayan Amerika’daki Family Radio adı altında birleşen köktenmanyak hrıstiyan grubu tarafından açıklandı.

Bu uzun cümleyi tekrar yazayım da anlaşılmayan bir nokta kalmasın.

  • Nuh Tufan’ından tam 7000 sene sonra,
  • 21 Mayıs 2011 günü (öğrendiğimize göre saat 18:00’de – sanıyorum California saati bu),
  • İsa Mesih tekrar dünyaya gelerek inananlarını kurtaracak, geri kalan herkes sonsuz bir ıstırap içinde kalacak,
  • ve bunu ortaya çıkaran kişiler de Family Radio adı altında çalışan bir köktendinci hrıstiyan grubu.
Elbette tarih boyunca asla Nuh Tufanı gibi bir olay olmadığı, ya da İncil’in türlü tutarsızlıklar, saçmalıklar, absürtlükler ve ilkelliklerle dolu olduğu gibi makul insanların öne süreceği argümanlarla vaktimi harcamayacağım. Açıkça belli ki, yarın İsa Mesih’in gelmesini bekleyen bir grup insan için o tren çoktan kalkmış bile.
Hesapta kullanılan matematik çok ilginç :
Nuh Tufanı MÖ 4990 yılında gerçekleşmiş.
Yeni Ahit’te 2. Petrus 3:8’de ise “Sevgili kardeşlerim, şunu unutmayın ki, Rab’bin gözünde bir gün bin yıl ve bin yıl bir gün gibidir” yazıyor.
Yaratılış 7:4’te ise “Çünkü yedi gün sonra yeryüzüne kırk gün kırk gece yağmur yağdıracağım. Yarattığım her canlıyı yeryüzünden silip atacağım”
Yani diyor ki, insan takvimiyle 7000 sene sonra  “hepinizi yağmurla öldüreceğim”.
Yine diyorlar ki “İncil’i çok derinlemesine inceledik ve Nuh Tufanı 4990 sene önce olmuştur”. Buradaki “derin inceleme” yöntemini ben size söyleyeyim:
İsa’ya kadar adı geçen tüm Peygamberlerin yaşlarından ve akrabalık ilişkilerinden hesaplayarak Nuh’a kadarki aralığı 4990 sene olarak hesaplıyorlar. Atıyorum “Nuh 900 sene yaşadı, Nuh öldükten 200 sene sonra Yunus geldi o 300 sene yaşadı, sonra Şit geldi 80 sene yaşadı….” hepsini topla – 4990 sene!” gibi bir mantıkla hesaplanıyor. Meraklısı için detay Wikide var.
Yaratılış 7:10-11’de  Nuh’un 600. yaşını yaşadığı yılda (Erol Büyükburç’u kıskandıracak kadar iyi yaşlanmış derler) 2. Ay 17. Gün’de yer yüzünün kırılıp, cennetin pencelerinin açıldığı yazıyor.
İncilde kullanılan takvimi bugünkü Miladi takvime uyarladıklarında bir bakıyorlar ki 4990 + 2011 = 7001. Ama bir saniye, hesap tam değil zira takvimde 0. yıl olmadığından bir de -1 uyguluyorlar çıkan sonuca – 7001-1= 7000 sene. 2. Ay 17. Gün de Mayıs 21’e denk geliyormuş.
Açıkçası 0. yıl ve -1 meselesi benim de beynime mavi ekran verdirdi. Ama önemli değil, sonuçta hayal ürünü şeylerden bahseden manyakların yaptığı bir hesabın sağlamasını yapıp bu güzel güneşli öğleden sonramı heba etmeye niyetim yok.
Size bahsetmek istediğim şey, özellikle Amerika’daki ateist grupların bu saçmasapan iddiaya verdikleri tepkiler.
Elbette vakti bol bazı ateistler niye bunun saçma olduğunu forumlarda, bloglarda ve gazete yorumlarında uzun uzun anlatmışlar. Ancak Seattle’daki bir ateist grup cennete çıkmayı bekleyen hrıstiyanların kendilerine paralarını bağışlamalarını böylece iyi hrıstiyanlar cennete gittikten sonra geride kalan ve deprem, sel, yangın vs gibi sonsuz ıstırabı bekleyen insanlara bir nebze rahatlama sağlamalarını öneriyor. Eğer ki kıyamet 21 haziran’da kopmazsa para Camp Quest’e, yani çocuklara eleştirel düşünce ve bilimsel yöntemi öğreten yaz kampına gidecek.
Bazı ateistler ise daha eğlenceli tepkiler derdinde. Bazı forum üyeleri 21 Mayıs’ın ertesi sabahı sokaklarda içi boş kıyafetler bırakıp bazı insanların gerçekten cennete yükseldiği izlenimini vermeyi önerirken, diğerleriyse 21 mayıs günü polise kayıp olduğu bildirilen kişileri göstererek “bakın işte, cennete yükselecek olanlar yükseldi, hepiniz burda bizimle kaldınız, şimdi bırakın da hayatımızı yaşayalım” demeyi planlıyor.
Başka bir grup ise hrıstiyanları “ne olur evcil hayvanlarınızı sokağa atmayın/öldürmeyin, bize verin biz bakalım” diyerek kötü olayları engellemeye çalışıyorlar.

Her neyse, ben bu yazıyı yazarken Pasifikteki bazı adalarda zaten tarih 21 Mayıs olmuş durumda. Eğer İsa gelecekse, Doğu’dan gelecek yani. Akşama kalmaz öğreniriz geliyor mu gelmiyor mu.

Herkese iyi haftasonları 😉 Görürseniz Mesih’e benden de selam söyleyin.

15 Mayıs “İnternetime Dokunma” Yürüyüşü

Fazla söze gerek yok, gidelim, yürüyelim.

Mütedeyyin insanlar rahatsız oluyor diye benim bilgi alma özgürlüğümü kısıtlamaya çalışmak, insan haklarına aykırıdır.

Mütedeyyin insanlar, internetteki içerikten rahatsız oluyorlarsa, ya internet kullanmayı öğrensinler, ya da internete girmesinler. Onların “rahat”ı benim sorumluluğum değil.

Müslümanlar 9 yaşında çocuğun kafasını kesiyor

İnanılması güç ancak Tayland’da ne yazık ki  gerçekleşmiş olaydır.
Özerk Müslüman bölgesi kurmak isteyen Tayland’daki Müslüman azınlık, Tayland’ın güneyinde bir süredir devam ettirdikleri saldırılarda budist bir ailenin 9 yaşındaki çocuğunun kafasını kesmiş, ailesini de asarak ya da kafasını keserek idam etmişler.
7 yılda 4000’den fazla kişi hoşgörü dini İslama inanan Müslümanlar tarafından “putperest” diyerek katledilmiş.

Midesi kaldırabilecekler için

Bu olay Tayland’da yaşanan vahşetlerden sadece birisi. Daha önce öğretmenleri hedef alarak bazılarını yakan Müslüman militanlara dair haberler de çıkmıştı:

Yine midesi kaldırabilecekler için .

Başka saldırılara dair fotograflar cihad’ın ne kadar vahşice yapıldığını gözler önüne seriyor.

Tayland’daki çatışmanın temeli 13.yy’a kadar uzanıyor. İslam’ın Uzakdoğu’ya ilk yayılmaya başladığı tarihlere yani. Ancak kavganın tek sebebi İslam-Budizm değil. Dini ayrımlar neticesinde Müslüman halkın fırsat eşitliği büyük oranda azaltılıyor. BM raporlarına göre Müslüman halk eğitim açısından Budist halka göre daha kötü durumda. Her iki tarafta da insan hakları ihlalleri var.

Ancak sadece müslüman militanlar sivillere saldırarak çocukları da hedef alan saldırılarda bulunuyor.

Elbette bunun İslam geleneğinde bir yeri var.

“Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem), müşriklerin, gece baskınlarında öldürülen çocuk ve kadınları hakkında soruldu. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), “Onlar müşriklerdendir” diye cevap verdi. Başka bir rivayette ise şöyle geçmektedir: “Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem), atlı bir grubun geceleyin düşmana saldırması esnasında, müşriklerin çocuklarından isabet alanların durumu ile alakalı soruldu. Bunun üzerine şöyle cevap verdi: “Onlar babalarındandır.”

Sahihu Müslim  Şerhi, Nevevi, 12/48-50

 Peygamberleri masum çocukların öldürülmesini umursamazken, kullar niye umursasın ki?

Ahmedinejad’ın cinleri

Bir ülkeyi Allah’la Peygamberle, ve diğer hayal ürünü şeylerle yönetirseniz, birisi sizi “cincilik büyücülük yapıyor” diye suçladığı zaman “Hadi ordan, git işine ne cini? Ne büyüsü? Çocuk musun?” diyemezsiniz.

Bu senaryo tam olarak Mahmud Ahmedinejad’ın başına gelen şey. 25 yakın adamı, cincilik ve büyücülük yaptıkları iddiasıyla tutuklanmış ve iddialara göre Hamaney, Ahmedinejad’ın istifasını istemiş.

Yahu, adam cinlerle büyüyle iş yapıyor olsa, niye bir yandan nükleer tesis yapıcam diye uğraşsın ki? Yollar cinlerini Obama’nın üstüne, hop Obama Vatikan’dan şeytan çıkaran aramaya başlar. Yollar cinlerini İsrail’in üstüne, bitti gitti. Boru diil ya canım? Cin bu, musallat oldu mu işin var, uğraşamazlar İran’la, müslüman dünyayla bir daha.

Mahmud ve Cin

İncil’de Yeni Ahit’te Matta’da geçerdi yanılmıyorsam, “kılıçla yaşayan, kılıçla ölür”. Bizim atasözümüz daha uygun bu duruma sanki : “Ne ekersen onu biçersin”.

Kolay gelsin Mahmudcuğum, İrandakileri cinlerin gerçek olmadığına ve büyü diye bir şey olmadığına inandırman epey zor olacak gibi. Kadere bak! Amerika’dan İsrail’den ve diğer gerçek düşmanlardan korkarken, hayali düşmanlara yenilme tehlikesi yaşıyorsun. Uzun zamandır duyduğum en ironik şey olsa gerek bu.

Pornografi’nin yararları

Bir kaç gündür herkesin malumu olduğu üzere, 22 Agustos’ta yürürlüğe girecek bir “Internet filtresi” meselesi konuşuluyor. Kısaca özet geçmek gerekirse, devlet, insanların isteğine göre 4 çeşit filtre düzenleyerek internetteki içeriği sınırlayacağını söylüyor.

İlk bakışta konu insanların isteğine bırakılmış gibi görünse bile, mahkeme kararıyla yasaklanmış sitelere erişimin çok daha zor olacağı ortaya çıkıyor. Daha önce basit DNS değişiklikleriyle aşılabilen Youtube yasağına benzer yasakların, şimdi şirketlerde kullanılan ve içeriği tamamen engelleyen “Websense” benzeri filtrelerle uygulanacağı belirtiliyor.

Elbette bu yasaklardan en çok etkilenen siteler Pornografik siteler.

Peki Pornografi acaba sanıldığı kadar kötü bir şey mi? Her zaman yapmaya çalıştığım gibi somut kanıtlara baktım. Ortaya çıkan tablo, zaten şüphelendiğim şeyi doğrular nitelikteydi.

Bulgularıma geçmeden önce tanımlarımı iyi yapmam gerekiyor. Pornografi derken neyi kastediyoruz, bu çok önemli.

Pornografi, yani insanların cinsel ilişkilerinin saklı-gizli olmadan kayıt altına alınması meselesinde önemli bir kaç nokta var.

1-Tarafların rızası. Burada pornografik filmde/fotoğrafta rol alan insanların bunu zorlanarak değil, kendi rızalarıyla yapıyor olmaları önemli. Belki para için, belki kişisel sebepler için – bu kısmı hiç önemli değil, kişinin zorlanmadan, kendi rızasıyla bu işe kalkışmış olması önemli.

2-Reşit olmayan veya rıza gösteremeyecek /reddedemeyecek kişilerin suistimal edilmemesi. Burada elbette çocuklar, akli hastalıklardan muzdarip olanlar ve hayvanları kastediyoruz.

Bazı porno filmlerdeki şiddet görüntüleri rol icabıdır. Yani kişi acı çekiyormuş gibi görünmesine rağmen esasen rol yapmaktadır. Bu da rıza ile olan bir şey olduğu için reddedilmesi gereken türün dışındadır.

Internet pornosundan önce basılı yayında pornografi her markette bulunabilen bir şeydi. Türkiye gibi çoğunluğu muhafazakar olan bir ülkede bile süpermarketlerde plastik poşet içerisinde porno dergiler satılıyordu. Elbette bu dergilerin bir kaç kötü tarafı vardı. Birincisi, porno içerik almak isteyen kişilerin bir çoğu sosyal normlar sebebiyle gidip parasını verip bunları satın alamıyordu, ve ikincisi, bu dergiler kullanıldıktan sonra çöplerde sokaklarda bulunabiliyordu. Çocukken yolun ortasında porno bir dergi bulduğumu bugün gibi hatırlıyorum. Ancak internette porno yaygınlaştığından beri basılı porno yayınlar ne marketlerde bulunabiliyor, ne de çöplerde/sokaklarda yanlış kişilerin eline geçiyor.

Araştırmalar gösteriyor ki, Amerika’da 90’lara kadar yükselen cinsel saldırı olayları, 90’larda internet erişiminin artması (ve insanların evlerinde, kendi özellerinde pornoya kolayca ulaşabilmeleri) sonrasında giderek düşmeye başlıyor. Elbette internet erişimi ve tecavüz oranlarının negatif korelasyonu, aradaki nedensellik bağına doğrudan işaret etmiyor, ancak diğer değişkenlerin nötralize edilmesi (polis, şehirleşme, yoksulluk, yaş grupları) sonucunda 10%luk bir internet erişimi artışı, cinsel suçlarda 7%lik bir düşüşe tekabül ediyor.

Ucuz/ücretsiz pornoya en kolay erişen grup, 15-25 yaşlar arasındaki erkekler. Tecavüz suçlarına bakıldığında en çok tecavüz suçunun işlendiği yaş aralığı da bu yaş aralığı.

Pornoya erişimin tecavüz oranlarını düşürmesine bir örnek de Japonya. Yıllardır, Japonya’da çok gelişmiş bir porno ve fuhuş endüstrisi mevcut. Öyle ki, akla gelmeyecek fantazilere hitap eden şirketler mevcut. Bizdeki sigara ya da kola makineleri gibi Japonya’da giyilmiş bayan iç çamaşırı satan otomatik makineler var. Bir erkek (ya da kadın) fantazisini gerçekleştirmek için bir başkasının özel eşyalarını çalma ya da zorla istediğini almak yerine, parasını verip kolayca istediğini elde edebildiği için Japonya’da cinsel suçların oranı dünya ortalamasına göre çok aşağıda.

Nationmaster’a göre cinsel suçlara göre dünya sıralaması şu şekilde. Elbette bu istatistiklerin adli makamlara yansımış suçlar olduğunu belirtmekte fayda var. Suudi Arabistan, Yemen gibi ülkelerde İslami kanunlarla yönetilen ülkelerde cinsel suçların az olarak görünmesinin en büyük sebebi, kadınların tecavüzü adli makamlara ihbar etmemesi, zira bilindiği gibi tecavüze uğradığı için Şeriat kanunu adı altında recm edilen kadınlar var. Zaten BM’in 2009’da yayınladığı bir rapora göre cinsel saldırı suçlarının sadece 55%i ihbar ediliyor.

Konumuza dönelim. Pornoya ulaşmanın cinsel saldırı suçlarını azaltmasının mekanizması üzerine konuşmakta fayda var.

Pornografi sadece cinsel olarak sosyal normlara bağlı kalamayan (davranış bozukluğu olarak görülebilecek) kişilerin değil, gayet normal bir hayatı ve cinsel ihtiyaçları olan insanların da ihtiyaçlarını kendi özelinde ve kimseye zarar vermeden giderebilecekleri bir araç. Örneğin cinsel isteği eşinden fazla olan bir erkek, kendi eşini sürekli cinsel ilişkiye zorlamaktansa, porno ve masturbasyonla bu ihtiyacını gidererek evliliği kötü etkileyebilecek davranışlara girmek zorunda kalmaz. Aynı şekilde eşinin yapmak istemeyebileceği bir fantazi söz konusu olduğunda bunu yine porno sayesinde giderebilir.

Veya gençleri ele alalım. Cinsel eğitimi dandik olan ülkemizde bir çok kişi, evlenene kadar hayatında hiç karşı cinsi çıplak görmemiş ve ne yapacağını nasıl yapacağını bilmeden ilk gecesini yaşayabiliyor. Ya da çocuklar meraklarına yenilip çocuk yaşta bebek sahibi olabiliyorlar. Belli bir yaşa gelmiş çocukların (15? 14?) cinselliği düzgün bir kontekst içerisinde öğrenmeleri ve meraklarını gidermeleri, cinsel yolla bulaşan hastalıkları, çocuk yaşta hamileliği ve travmatik sonuçları olabilecek olayları (ilk deneyimde başarısız olmak, alay konusu olmak) engelleyebilir.

İstatistiki bilgileri inceleyen Stanford Hukuk fakültesinden Todd Kendall, İnternet erişiminin diğer suçların artması ya da azalmasıyla herhangi bir korelasyonunu bulamazken cinsel suçlarda daha önce bahsettiğim azalmayı görmüş. Çalışmasını ekonomi bakış açısıyla yazmış ve internet pornosu (ve edinmenin kolaylaşması) ile cinsel suçların birbirinin muadili ürünler gibi görülebileceğini yazmış. İki ayrı marka süt gibi düşünülebilir – birini edinmek kolaylaşınca/ucuzlaşınca, diğerinin pazar payı azalıyor. Bu bakış açısıyla internet pornosunun kolayca ulaşılabilmesinin diğer “ürün” olan cinsel suçların “pazar payı”nı azalttığını istatistiki verilerle göstermiş.

Benzer bir etki şiddet içeren sinema filmleri ve şiddet içeren suçlarda da görülüyor. Şiddet içeren filmlerde artan her 1 milyon seyirci, suç oranlarında %1.3’lük bir düşüşe eşlik ediyor. Laboratuvar ortamlarında şiddet içeren yayınlar izlemek kişilerin şiddet isteğini artırıyor görünse de, gerçek dünyada aynı porno gibi filmlerdeki şiddet ve gerçek dünyadaki şiddet birbiriyle “pazar payı” için rekabet eden iki “ürün” gibi görünüyorlar. Araştırmanın tamamı şu adreste.

Pornonun cinsel suçları azalttığıyla ilgili bir başka çalışma da Hawaii üniversitesinde gerçekleştirilmiş ve aynı sonuca varmış: pornoya erişim ne kadar kolaysa, cinsel suçlar o kadar azalıyor. Aynı bulguya varan bir başka araştırma da şuradan okunabilir. Hatta benzer bulgulara 1976’da New Scientist dergisinde de yer verilmiş.

Yani kanıtların ortaya koyduğu şey bariz : porno, sosyal açıdan faydalı bir işleve sahip.

Peki devletin pornografiyi (ve diğer “sakıncalı” bulduğu şeyleri) yasaklamak istemesi? Öncelikle insan haklarına aykırı bir durum. Benim haber alma, bilgi edinme, porno izleme ve ihtiyaçlarımı kendi uygun gördüğüm şekilde giderme haklarımı devlet güya benim iyiliğim için elimden alıyor. Elbette Türkiye gibi daha adam gibi üniversite seçme sınavı yapamayan bir ülkede bunun ne kadar sağlıklı işleyeceğini tahmin etmek zor değil. Dar görüşlü bir yobazın “günaaaarrgghhh!!!” diyerek kafasına göre yasakladığı binlerce, yüz binlerce bilgi kaynağından bahsediyoruz. Ben birey olarak neyi izleyip izlemeyeceğime, neyi okuyup okuyamayacağıma ve çocuğuma neyi öğretip öğretemeyeceğime benden başka hiç kimsenin karar vermesini kabul etmiyorum. Cinsel ihtiyaçlarını pornografiyle kendi evinde kimseye zarar vermeden gideremediği için bir başkasının gelip bana zarar verme ihtimalinin artmasını istemiyor ve bunu kabul etmiyorum.

Bu sebeple 22 Ağustos’taki “internet filtreleme” meselesine karşı net bir tavır koyup, yaygara yapmak gerekiyor. Ekşi Sözlükte bugün ihbarweb sitesine (ki benim blogumun da ara ara şikayet edildiği bir yer) tib.gov.tr’nin (ihbarweb’in sahibi devlet kurumu) şikayet edilmesi çağrısı yapan kişilerin yazıları var.

Ayrıca 22 Mayıs’ta bir yürüyüş organize edilmiş. İmkanı olanların bu yürüyüşe katılmalarını tavsiye ediyorum.

Ateistler daha “iyi”

Washington Post gazetesinde yayınlanan bir makalede anlatılan bir araştırma, Amerika’daki Ateistlerin Hrıstiyanlar tarafından “sevilmeme” ya da “istenmeme” noktasına eğiliyor.

Araştırma Ateistler hakkındaki ön yargının temeli olup olmadığı sorusunu sormuş ve Ateistlerin zaten bildiği, ama muhtemelen inançlılar için sürpriz olacak sonuçlara varmışlar.

Araştırmaya göre :

Ahlak ve vicdanla ilgili temel sorulara verilen cevaplara göre Ateist ve dinsizler işkencenin hükümetler tarafından kullanılması, ırkçılık, cinsiyet ayrımcılığı, homofobi, Yahudi düşmanlığı, çevreyle ilgili konular ve insan hakları konularında “inançlı” olarak kendini tanımlayanlara nazaran daha ahlaklı ve vicdanlı olduklarını gösterirken bu fark kendilerini “çok dindar” olarak tanımlayanlar söz konusu olduğunda daha da artıyor.

Toplumsal alanda İsveç ve Japonya gibi ortalamanın hayli üzerinde seküler olan ülkelerde cinayet oranları çok daha dindar olan Amerika’ya kıyasla çok düşük. Aynı resmi, hapishanede bulunan nüfusun genele oranlarında da görebiliyoruz. Dindar Amerika’daki hapsedilmiş nüfus oranı daha yüksek. Hatta Amerika içinde, kiliseye gitme oranlarının yüksek olduğu Louisiana ve Mississippi gibi eyaletlerde cinayet oranları Vermont ya da Oregon gibi daha az dindar olan eyaletlere kıyasla çok daha yüksek.

Bireysel alanda ateistler özellikle dil becerisi ve bilimsel bilgiyi ölçen zeka testlerinde daha yüksek puanlar alıyorlar. Çocuklarını problemleri rasyonel bir yaklaşımla çözecek şekilde eğitiyorlar ve varoluşsal sorulara geldiğinde çocuklarının kendi kararlarını vermesini istiyorlar. Ateistlerin “kutsal” kabul ettikleri tek şey Altın Kural olarak bilinen “sana yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma” ilkesi.

Araştırmalarda ortaya konan bir diğer ilginç nokta daha önce dine inanıyorken ateist olduğuna karar veren bireylerin kendini daha mutlu, daha özgür ve daha “iyi” hissetiklerini beyan etmeleri. Dünyanın en dinsiz ülkelerinden Danimarka’nın da sürekli olarak dünyanın en mutlu halkına sahip ülkeleri sıralamasında yüksek yerlerde olması da bu bulguyu destekliyor.

Ateistler düşünce özgürlüğüne daha çok önem veriyorlar.

Bir diğer dikkat çekici bilgi de 1960’lardan beri Amerika’daki ateistlerin oransal olarak 3 katına çıkmış olmaları. Ateist olduğunu açıklamak istemeyen bireylerin görüşlerini de sonuçlara katmak üzere tasarlanmış araştırmalara göre 60 milyon Amerikan vatandaşı inançsız.

Yani Ateistlerin zaten bildiği üzere, Ateizm daha “iyi” ve giderek daha çok insanın seçtiği bir düşünce.

 Makalede alıntılanan araştırmaların linkleri altta :

Atheists: Psychological Profile

Atheism, Secularism & Well Being (PDF)