Çocuk istismarcısı rahiplerin marifeti

Son günlerde İrlanda’daki Katolik kilisesindeki yıllardır örtbas edilen çocuk istismarlarıyla ilgili epey gürültü kopuyor. Bugünkü ikinci video, çocukluğunda tecavüze uğramış bir adamın acısını çok net gösteriyor. Video youtube’da İngilizce ve altyazılı, 5 dakika

Youtube’a giremiyorsanız şuradaki çözümü kullanabilirsiniz.

Quartz Phoneshield kandırmacası

Bugün sabah girdiğim markette cep telefonunun radyasyon etkisini azalttığını iddia eden bir ürünü kasada gördüm. “Phoneshield” (telefon kalkanı” ismi altında satılan ürünün hemen yanında bilgisayarların kablosuz ağlarının potansiyel zararlarından koruduğu iddia edilen “WI-FI shield” (kablosuz ağ kalkanı) isminde benzer bir başka ürün vardı. İşe gelip aramaya başladığımda bu ürünlerin, klasik kandırmacaların hemen hemen tüm özelliklerine sahip olduğunu gördüm.

Phoneshield, İngiltere menşeili bir firma ve www.phoneshield.co.uk adresinde sağ üstte bir de Türkçe siteye link var. Türkçe linke gittiğimizde ise http://www.saglikliteknoloji.com isminde ve İngilizce sitenin neredeyse kopyası bir site var. Siteden alıntı yaparak kısaca bu ürünün tamamen kandırmaca olduğunu göstermek istiyorum.

İlk kanıt, bence en sağlam kanıt – şu sayfadan alıntı:

PhoneShield’ın çalıştığına dair ne gibi bilimsel deliller var?
PhoneShield teknolojisi Birleşik Krallıktaki biyo-elektromanyetik (elektrik ve manyetizmanın organik yaşamla etkileşimini inceleyen bilim dalı) konusunda uzmanlaşmış Coghill Araştırma Laboratuvarlarında başarılı bir biçimde denendi. Coghill Araştırma Laboratuvarlarının kurucusu ve önde gelen bilimadamı Roger Coghill PhoneShield kristal rezonatörünün cep telefonu radyasyonunun zararlı biyolojik etkilerini azaltmakta etkili olduğunu ve bu sayede önemli koruma sağladığını rapor etti. Elektromanyetik radyasyon konusunda tanınan bir uzman olan Roger Coghill bulgularını IEGMP ‘ye verdi. Yapılan deneyler, insan akyuvar hücrelerine cep telefonu radyasyonuna maruz kalmanın verdiği zararın PhoneShield ile azaltıldığını kanıtlamıştır

Şu kısmı önemli : “Coghill Araştırma Laboratuvarlarında başarılı bir biçimde denendi. Coghill Araştırma Laboratuvarlarının kurucusu ve önde gelen bilimadamı Roger Coghill PhoneShield kristal rezonatörünün cep telefonu radyasyonunun zararlı biyolojik etkilerini azaltmakta etkili olduğunu ve bu sayede önemli koruma sağladığını rapor etti.”

Öncelikle bu araştırmanın detaylarını vermemesini bir yana bırakarak ufak bir araştırma sonucu James Randi Educational Foundation (JREF) sitelerindeki forumlarda çok ilginç bir şey buluyorum. Burada bahsi geçen ürünle ilgili başlıkta, Roger Coghill, “cogreslab” rumuzuyla soruları cevaplıyor. Defalarca sorulan “bu ürünün zararlı radyasyon etkilerine karşı koruyucu olduğuna dair ne gibi kanıtlarınız var?” sorusuna cevap vermediği gibi, bir çok mesaj sonrasında şunu yazıyor :

To Mr Larsen. Since my lab has never tested this device (Phoneshield, Phonedome or what ever they now call it) for its polar diagram I honestly do not know the answer to the question you are asking. All we did or claimed to report was the effect if any on white blood cells. The picture on their site is certainly not of me, and though i visited this site, it did not occur to me that they were representing my photo there at all. You keep accusing me of promoting, being associated with, or being fully familiar with this device, but we don’t have anything to do with it. Sorry.

yani :

Mr Larsen’e (forumdaki bir başka katılımcıya cevap niteliğinde) – Benim laboratuvarlarım bu ürünlerin (Phoneshield,Phonedome ya da şimdi ismi neyse) polar diyagramı için hiç bir zaman test etmediği için sorunuzun cevabını bilmiyorum. Bizim tek yaptığımız beyaz kan hücreleri üzerinde herhangi bir etkisi olup olmadığına dair bir rapor vermektir. Sitelerindeki resim kesinlikle benim değil ve benim resmimi kullandıklarını bilmiyordum. Beni bu ürünün reklamını yapmak, ürünle ilgili olmak, ya da ürünle ilgili detaylı bilgi sahibi olmakla suçluyorsunuz, ancak bu ürünle hiç bir ilgimiz yoktur. Özür dilerim

Forumdaki tartışmanın tamamı okunduğunda ortaya çıkan şeyler şu şekilde :

  • Ürünün çalıştığına dair bilimsel delillerin referansı olarak gösterilen Roger Coghill, ürünle ilişkisinin olmadığını ve sitedeki iddiaların biraz yüksekten atmış olduğunu söylüyor.
  • Telefonların ve bilgisayarların elektromanyetik dalga yayan kısımları antendir, kulaklık ya da başka bir kısmı değil, bu sebeple düğme şeklindeki bir engelleyicinin antene herhangi bir etkisi olmadığı için, eğer ürünün kendisi elektromanyetik dalgaları kesiyorsa bile işe yaramayacaktır.
  • Ürün Coghill tarafından test edilirken sadece In Vitro olarak test edilmiştir. Yani sadece test tüpündeki kan hücreleri üzerinde. In vivo yani yaşayan bir insan ya da hayvan üzerinde testler yapılmamıştır. Coghill Kan hücreleri üzerindeki etkiye dair bir bilgi vermiyor. Veriyorsa da ben göremedim.
  • Forumda tekrar tekrar sorulan “bu ürün iddia ettiği şeyi yapıyor mu” sorusuna en sonunda Coghill “çift kör plasebo kontrollü olarak test edilmeyen bir ürünü öneremem” diyor.
  • Coghill’in kredibilitesi ile ilgili şüpheler dile getiriliyor.

Peki sitedeki bir başka araştırmayı ele alalım :

Bunu Haziran ayında Finlandiya ‘daki Radyasyon ve Nükleer Güvenlik Kurulundaki bilimadamlarının yaptıkları iki yıllık araştırmanın cep telefonlarındaki radyasyonun beyne zarar verebileceğini açıklayan raporu takip etti. İlk defa fareler yerine insan hücrelerinde test yapmaya başladıkları zaman bilimadamları düşük seviyeli emisyonların bile beyni kandaki zararlı maddelerden koruyan doğal güvenlik bariyerine  zarar verebileceğini keşfettiler.

Bahsettikleri araştırmayı bulmak çok zor olmadı. Bu araştırmadaki bulgular da en iyi ifadeyle eksik verilmiş. Zira bu araştırmalar yine in vitro yapılmış ve nihai ve kesin delil olarak görülmüyor. Hatta, bu araştırmaya karşı çıkan bilim adamları da mevcut. Özetle cep telefonlarının zararlı olduğuna dair kanıt olarak gösterilen bu araştırma çok da sağlam bir araştırma değil. Hatta an itibariyle bilimsel camiadaki genel görüş, cep telefonlarının genel olarak zararlı olduğuna dair nihai kanıt olmadığı yönünde. Bu örnek de Japonya’dan.

Dikkat edilirse, sitedeki bilgiler aynı zayıflama ürünlerinin sitelerindeki bilgiler muğlak ifadeler, bilimsel kanıt olarak gösterilen araştırmaların tam referansları verilmemiş ve aramak bulmak gerekiyor. Eğer gerçekten dürüst bir şekilde ürünlerini pazarlamaya çalışan bir şirket olsaydı ve iddialarını destekleyen bilimsel dayanakları olsaydı sizce bu bilgileri kendi web sitelerinde saklarlar mıydı? Hiç sanmıyorum.

Gelelim ürünle ilgili testi gerçekleştiren Coghill’in kredibilitesine. Ufak bir araştırma yaptığımızda Coghill’in pek de saygın olmayan iddalarda bulunduğunu görebiliyoruz. Zaten JREF forumlarındaki tartışmada da benzer bir izlenim edindim. Sözdebilim iş başında.

Son olarak, cep telefonu kalkanı olarak pazarlanan diğer ürünlerle ilgili bir FTC (Amerikan Federal Ticaret Komisyonu) soruşturması mevcut. Bu ürünlerin yanlış reklam yaptıkları, ürünlerin iddia ettiği etkiye sahip olmadığını ve bu yüzden dolandırıcılık olduğunu iddia ediyorlar. Cep telefonlarından yayılan radyasyonu engellemenin tek bir yolu var, o da cep telefonunun her tarafını engelleyici bir maddeyle kaplamak. Ancak bunun telefonun çalışmasını engelleyeceğini de unutmamak gerekiyor. Özetle, benim nacizane tavsiyem bu ürüne vereceğiniz 34 lirayı Lösev ya da benzeri bir kuruluşa bağışlarsanız çok daha faydalı bir iş yapmış olursunuz. Eğer cep telefonunun etkilerinden endişeleniyorsanız yapmanız gereken şey çok basit, o da kullanımı en az seviyeye indirmek.

Anlaşmazlık hiyerarşisi

Anlaşmazlık hiyerarşisi piramidi, Esasen Paul Graham tarafından yazılan ve anlaşmazlık halindeki argümanların hiyerarşisine dair bir şemadır. En sık görülen hakaretten başlayarak, ve en nadir görülen ana fikri çürütmeye kadar derecelerle argümanların ileri sürülme şekillerinin sağlamlığı derecelendirilmeye çalışılmıştır.Anlaşmazlık hiyerarşisi piramidi

Kısaca ele almak gerekirse : 

  1. Hakaret : Adı üstünde, herhangi bir elle tutulur argüman getirmeden doğrudan hakaret etmeye yönelik sözlerdir. Örnek : “Ancak bu zibidiler,İslamı eleştireceklerine,kendi pürtük Dinlerini,Saçma sapan kitaplarını eleştirsinler. Bu zındıklar insan bozması yaratıklardır,Hayvan olamamazlar.” Tartışırken makul insanların en son başvuracakları şeydir. Tartışmaya herhangi bir artı değer getirmez. Daha iyi argümanların yokluğuna işarettir.
  2. Ad hominem : Daha önce hakkında yazdığım bir argüman türüdür. Örnek olarak “Yazar elbette dinleri eleştirecek, çünkü dinleri tam anlamamış”. Bazı durumlarda bir miktar ağırlığı olabilir (örn: “elbette Galatasaray’ı başarılı bulur, kendisi de Galatasaray taraftarı çünkü”). Çoğunlukla ise zayıf bir karşı argümandır. Karşı çıkılan argümanın herhangi bir noktasındaki problemleri dikkate almaz. Tartışmaya artı değer getirmez.
  3. Yazım tarzını eleştirme : Argümanın kendisindense ele alınış biçimine yapılan saldırıdır. Yazarın kendisine saldırmaktan bir derece daha iyi olsa da yine de zayıf bir argümandır. “Yazar dinleri eleştirirken dalga geçiyor, ciddiye almaya değmez” gibi bir argüman, yazarın dinleri nasıl eleştirdiğine odaklanırken neyin eleştirildiğini dikkate almaz, bu eleştirilere makul cevaplar vermez. Bu sayede yapılan eleştirilerin değersiz olduğuna inandırmaya çalışır. Yazım tarzının subjektif olduğu ve yazım tarzının uyandırdığı hissiyatın daha subjektif olduğu düşünüldüğünde (bir kişinin zoruna giden bir cümle, diğerini hiç etkilemeyebilir) zayıf bir argüman olduğu anlaşılabilir.
  4. Yalanlama : Argümanın kendisine yöneltilir, ancak kanıt veya karşı argüman göstermediği için yine zayıftır. “Yazarın dinlere yönelttiği eleştiriler haklı değil ve temelsiz”. Bu noktadan sonra açıklama gelmediği için bu sadece bir yalanlamadır.
  5. Karşı argüman : Ana fikri yalanlayan aynı zamanda kendi fikrini savunan kanıtlar sunar, makul argümanlar ileri sürer. Karşı argüman bir şeyler ispatlayabilir. Ancak bir çok durumda ispatlanan şey, ilk argümanın ana fikrinin tersi ya da yanlışlığı değildir. Karşı argüman’ın özelliği, doğrudan hedefe yönelmektense hedefi destekleyen şeyleri hedef alıp onların yanlışlığını ispat ederek esas argümanı zayıflatmaktır. “Yazarın dinlere yönelttiği eleştiriler haklı değil ve temelsiz, çünkü….” şeklinde giden argümanlar açıklama kısmının sağlamlığına bağlı olarak karşı argüman olarak kabul edilebilir.
  6. Çürütme : Çürütmenin en temel karakteristiği, doğrudan argümanı hedef alıp onun yanlışlığını kanıtlamasıdır. Bunu yapmanın en güçlü yolu, ilk argümandan alıntılar yaparak nokta nokta nerede hatalı olduğunu kanıtlarla göstermektir. En az karşılaşılan türlerden birisidir, zira en zahmetli tartışma yöntemlerinden biridir. Ancak ilk argümandan alıntılar yapmak, çürütmeyi garantilemez. Alıntılar yapıldıktan sonra ilk 4 maddedeki argümanlara benzer bir argümanla geliniyorsa, o yine değersiz bir karşı argümandır. Örn: Yazar dinleri eleştirirken şöyle demiştir : “…….” , bu nokta şu sebeple yanlıştır :”……” . Yine karşı argümanların sağlamlığına bağlı olarak ilk argümanı yanlışlayabilecek bir yöntemdir.
  7. Ana fikri çürütme:  Bu da çürütmenin bir çeşididir. Ancak buradaki esas önemli şey, nokta nokta ele alıp argümanı çürütmeye çalışmaktansa, ilk argümanın ana fikrini ele alıp (örn: yazar UFO’ların dünyayı ziyaret etmiş olamayacağını söylüyor) onu sağlam kanıtlar ve argümanlarla yanlışlamaya çalışmaktır (örn: ancak bakınız burada geçen hafta bizim şirketin çatısına inen UFO’larla çektirdiğim resimler var, UFO’lar da hala şirketin çatısında isteyen gelip görebilir).

Peki bu derecelendirme ne işe yarar? Bu derecelendirme bir tartışmanın galibini seçmeye yaramaz. 6. derece bir argüman her zaman doğru olmak zorunda değildir. Ancak ikna edicilik açısından dereceler yükseldikçe bir artış gözlemleyebiliriz. Sağlam bir argümanı yalanlamak için en az 5. derece bir karşı argüman sunmak gerekir. Yani bir tartışmayı izleyen kişiler bu derecelendirmeyle yanlış bir şekilde ikna edilmekten korunabilirler. Okudukları konularla ilgili bilgileri ele alarak bunların hangi dereceye ait argümanlar olduğuna karar verip o kaynağa gereken (ve hakettiği) önemi verebilirler.

Dikkat çekmek istediğim bir diğer nokta, alt derecelerde tamahkarlığın daha sık görüldüğüdür. Eğer kişinin gerçekten söyleyecek bir şeyi ve bir argümanı varsa, herhangi bir şekilde uygarlığı elden bırakması için bir sebep yoktur. Uygar insanlar tartışırken 5. derecenin altındaki argümanları öne sürmedikleri gibi bu tür argümanların değersiz olduklarının bilincindedirler.

Bitirirken, blog sahibi olarak yazıların altındaki yorumlar kısmına yazı yazarken bu kriterlerin göz önünde bulundurulmasını rica ediyorum. Zira blogdaki tüm yorumları okuyan tek kişi muhtemelen benim, ve 1. ve 2. derece argümanlar ne yazık ki arzu ettiğimden çok daha fazla.

Notlar : Grafiği şuradaki orijinalinden alıp sumo paintle  İngilizce kısımlarını silip Türkçe’lerini yerleştirdim. Herhangi bir telif hakkım sözkonusu değildir.

Pascal’ın Kumarı – Ya Tanrı varsa?

Fransız matematikçi Blaise Pascal, Tanrı’nın varlığına dair olasılıklar ne kadar az olursa olsun, yanlış tahminde bulunmanın daha da büyük asimetriye sahip bir cezaya sebep olacağını öngörmüştür. “Tanrı’ya inansan iyi olur, çünkü eğer haklıysan ebedi mutluluk seni bekliyor; ancak hatalıysan zaten bir şey farketmeyecek. Diğer taraftan eğer Tanrı’nın var olmadığına inanıyorsan ve hatalıysan o zaman ebedi azap seni bekliyor, ancak haklıysan zaten bir şey farketmeyecek”. Görünürde hangi tarafı seçmemiz gerektiği gayet açık : Tanrı’ya inanmalıyız.

Ancak bu argümanla ilgili temel bir sorun var. Bir şeye inanmak siyaset icabı ya da tedbiren yapılabilecek bir şey değildir. En azından benim özgür irademle karar verip uygulayabileceğim bir şey değil. Camiye gidip namaz kılmaya karar verebilirim. Oda dolusu Kuran’a el basıp içerisinde yazan her şeye inandığımı söylmeye karar verebilirim. Ancak bunların hiç birisi gerçekten inanmıyorsam benim inanmamı sağlayacak şeyler değil. Pascal’ın kumarı, ancak Tanrı’ya inancı taklit etmeye yarayabilen bir argümandır. Ayrıca inandığınız Tanrı’nın her şeyi bilen bir Tanrı olmaması gereklidir zira eğer inanmadığınız halde inanıyormuş gibi yaparsanız Tanrı sizin sahtekarlığınız görecektir.

Blaise Pascal

Blaise Pascal

Peki niye Tanrı’yı en memnun edecek şeyin Tanrı’ya inanmak olduğunu düşünüyoruz? İnanmak niye bu kadar özel? Tanrı’nın şefkati, cömertliği ve mütevaziliği de ödüllendirmesi olası değil mi? Ya eğer Tanrı bir bilim adamı gibi düşünüyorsa ve en yüksek ahlaki değer olarak gerçeği aramayı görüyorsa? Eğer bu evreni tasarlayan Tanrı’nın bilim adamı olması gerekli değil midir? Bertran Russell ölüp de Tanrı’yla karşılaşırsa ne diyeceği sorulduğunda “yeterli kanıt yoktu Tanrım, yeterli kanıt yoktu” diye cevap vermiştir. Tanrı’nın Russell’ın cesur şüpheciliğine Pascal’ın korkak kumarcılığına duyduğundan daha büyük saygı duymayacağı ne malum? Unutmayın, bir iddia’dan bir kumardan sözediyoruz. Siz iddiaya girecek olsaydınız paranızıTanrı’nın dürüst olmayan sahte inanca mı (hatta dürüst inanca da) yoksa son derece dürüst şüpheciliğe mi kıymet vereceğine yatırırdınız?

Daha da ileri gidelim, öldüğünüz zaman karşınıza çıkan Tanrı’nın Allah, Yahveh, ya da İsa-Baba-Kutsal Ruh değil RA ya da Baal olduğunu düşünün. Baal de en az Eski Ahit’teki Tanrı kadar kıskanç olsun. Pascal’ın bu durumda yanlış tanrı yerine hiç bir tanrıya inanmaması daha iyi olmayacak mı? Diğer olası tanrı ve tanrıçaların sayısı aslında olasılıkları tümden değiştirmiyor mu? Pascal muhtemelen bu iddayı söylerken şaka yapıyordu, aynı bizim de iddiayı çürütürken şakayla karışık çürüttüğümüz gibi. Ancak bir çok insan bu iddiayı çok ciddiye alarak Tanrı inancı için bir koz olarak kullanıyor bu sebeple de değinmek yerinde olacaktır.

Richard Dawkins – The God Delusion / Tanrı Yanılgısı 3. Bölüm S 103 ‘ten tercümedir.

Dinlere Darwinist bir bakış

Dinlere evrimci bir bakış açısıyla yaklaşan ve “Breaking the Spell” isimli kitabıyla dinlerin ve Tanrı fikrinin oluşmasını başarılı bir şekilde açıklayan Profesör Daniel Dennett’in 1.5 saatlik ve kitabının özeti gibi olan sunumu. Video İngilizce, Youtube’da ve kulaklıkla dinlenmesini ses kalitesinin pek de iyi olmaması sebebiyle tavsiye ediyorum. 

Hayatın kaynağı sonunda bulundu mu?

Geçen hafta, İngiliz bilimadamları basit kimyasalların bir araya gelerek hayatın başlangıcına giden basamakları nasıl oluşturduğunu ortaya koyan bir araştırma yayınladılar.

Yaşayan organizmalardaki genetik bilgiler, şeker fosfat ve bir baz’dan oluşan ve DNA adı verilen deoksiribonükleik asitlerde saklanıyor. Ancak DNA bir anda ortaya çıkmış olmak için fazla karmaşık ve bu yüzden daha basit yapılı RNA’nın (ribonükleik asit) daha önce oluşmuş olması gerektiği düşünülüyordu. Ne var ki bu fikre de şüpheyle yaklaşanlar RNA’nın her ne kadar DNA’dan daha basit bir yapıya sahip olsa da yine karmaşık bir yapıya sahip olduğunu ve birden bire ortaya çıkmış olması ihtimalinin olmadığını savunuyorlardı. Bu iddiayı, kimyasalların RNA’ya dönüşmesi sürecinin makul bir açıklaması olmaması gerçeği daha da güçlü kılıyordu. Ta ki geçen haftaya kadar.

Manchester Üniversitesinden Profesör John Sutherland önderliğindeki bir grup bilim adamının İngiliz Nature dergisinde yayınlanan bir çalışması kimyasal tepkimeler sonucunda RNA oluşumuna benzer sentezlerin gözlemlendiğini ortaya koyuyor.

Deneyleri erken dönem Dünya’da var olduğu düşünülen hammaddeler ve çevresel koşulları göz önüne alarak RNA’nın DNA’dan önce ve kimyasal tepkimeler sonucunda oluştuğunu  kanıtlar nitelikte.

Teori, glycolaldehyde adı verilen basit bir şekerle başlıyor. Cyanmide ve fosfatla tepkimeye giren glycolaldehyde, 2-aminooxazole adı verilen bir aracı bileşiğe dönüşüyor. Gün boyu güneşin verdiği sıcaklık ve geceleri soğuma 2-aminooxazole’yı saflaştırıyor ve bu da yeni ribonükleotid molekülün şeker ve baz kısmını oluşturuyor. Fosfatın varlığı ve güneşten gelen ultraviyole ışınları da sentezi tamamlıyor.

Diğer bir deyişle, eğer bu deney başarılıysa ve sonuç doğrulanabiliyorsa, canlı hayatın Dünya’da var olan cansız kimyasallardan oluştuğu kanıtlanmış olacak.

Daha fazla bilgi için :

http://www.nytimes.com/2009/05/14/science/14rna.html?pagewanted=2
http://www.wired.com/wiredscience/2009/05/ribonucleotides/
http://www.foxnews.com/story/0,2933,520170,00.html
http://www.reasonproject.org/newsfeed/item/chemist_shows_how_rna_can_be_the_starting_point_for_life/

Duman grubuna boykot

Duman, bir çoğumuzun bildiği gibi bir Türk müzik grubu. Geçtiğimiz aylarda yeni bir albüm çıkarmışlar ve albümdeki şarkılardan birisi olan “Rezil”de, Kuran’daki İhlas suresinde geçen “lem yelid ve lem yüled” (doğurmamıştır doğrulmamıştır) sözcüklerini değiştirerek, “lem yelid ve löp yutar” olarak kullanmışlar.

Bu da doğal olarak yobaz tayfasında tepki yaratmış.

Gazeteporttaki habere göre Antalya’ya konsere gitmelerini protesto eden kişiler bir basın açıklaması yapmışlar. Bu sabah haberi ilk gördüğümde çalışan, ancak şu anda çalışmayan bir site de hazırlanmış : http://www.dumaniboykot.com

Öncelikle sözlerin nasıl geçtiğini görelim :

ortada bir yanlış var
yanlışı yapan yanar
arkasında sandık var
değmesin akıncılar

geri kaç geri kaç, oğlancık
senin de başın yanar
ortada bir yanlış var
memleket uyurgezer

aldırma geldik oyuna
kandır beni, kandırsana
rezil kandırsana

ortada bir dergah var
devrilir başın yarar
arkasında tezgah var
lem yelid ve löp yutar

Gördüğünüz gibi, Duman’ın eleştirdiği şey, dini kendi çıkarları için kullanarak tezgah kuran kişiler. Bence eleştirdikleri şey, inanan inanmayan herkesin hemfikir olarak karşısında olmaları gereken bir şey. Zira “din” olgusunu çıkardığımızda elimizde kalan şey bir dolandırıcı, üçkağıtçı. “lem yelid ve löp yutar” dizisi benim anladığım şekliyle “dinden bahseder ama haksız kazanç yer” manasına gelen bir dize. Buna gösterilen tepki, şekilcilikten başka bir şey değil.

Dini kullanan bu üçkağıtçılara dolandırıcılara karşı duruşunu gösterip, müzik yoluyla bunu duyurmaya çalışan bir grubun desteklenmesi yerine boykot edilmesi çağrısını yobazlıktan başka nasıl tanımlayabiliriz?

Zaman gazetesinde benim anladığım manayı doğrulayan bir röportaj mevcut :

Şarkıda geçen ‘Lem Yelid ve löp yutar’ ifadesiyle İhlas Suresi ile dalga geçildiğini ve ateizm propagandası yapıldığını söyleyen dinleyicilerin tepkisine şaşırdıklarını belirten grup, “Orada eleştirdiğimiz şey dinin suiistimal edilmesi. Kimsenin haddine düşmez insanın dini ve inancıyla dalga geçmek. Konunun öznesi, ortada dönen bir tezgâhın olması. Burada fena olan bunu tespit edip ortaya koymak mı, yoksa bunu yapıp çıkar sağlayanlar mı fena? İhlas, anlamlı ve en güzel sûrelerden biri. Biz değerini bilmeden, farkında olmadan bir şeyler yapmıyoruz. Din adamı gönülden inanarak, iyilik ve güzellik içindeyse biz de onunla beraberiz. Lem Yelid’i deforme etmek kimsenin haddine değil, bizim de… Hepimiz Müslüman’ız.” diyorlar.

Başbakanın yüz kızartıcı suçları

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın dokunulmazlıkları kaldırmak istememesine saşmamak gerek. TBMM’ye gelen dokunulmazlık dosyaları Gazeteport’taki habere göre şu şekilde :

BAŞBAKAN’IN DOSYASI: KALPAZANLIK, ZİMMET, RESMİ EVRAKTA SAHTECİLİK
AKP Genel Başkanı, Başbakan Erdoğan’ın ”görevi ihmal”, ”zimmet, kamu taşıma biletlerinde kalpazanlık, resmi evrak ve kayıtlarda sahtecilik ile cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” suçlarından toplam 2 dosyası bulunurken, bu suçlar halk arasında “yüz kızartıcı, adi suç” olarak niteleniyor.

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın ”Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa aykırı davranmak”,  ”hakaret”, ”Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanuna aykırı olarak, seçimlerden bir gün önce saat 18.00’den sonra seçim propagandası yapmak” suçlarından toplam 3 dosyası bulunuyor.

DTP Genel Başkanı Ahmet Türk’ün ise, ”suçu ve suçluyu övmek”ten 2, ”terör örgütü propagandası yapmaktan” 3, ”halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek”, ”seçim yasakları süresince propaganda yapmak” ve ”devletin askeri teşkilatını alenen aşağılama” gibi “siyasi suç” olarak nitelenen suçlardan toplam 8 dokunulmazlık dosyası bulunuyor. 

Türk milletini temsil eden milletvekillerinin işledikleri suçlar ve  dokunulmazlık sebebiyle yargılanamamalarına ilişkin haberin tamamını şuradan okuyabilirsiniz.

Bir atasözünü hatırlamaktan kendimi alamıyorum : Balık baştan kokar.

Bir yaratılışçı makalenin çözümlenmesi

Şu makaleyi bir Harun Yahya sitesinde buldum, yazarı belli olmasa da Harun Yahya mahlası altında yayınlandığı için onunmuş gibi kabul ediyorum. Kısa kısa notlar düşerek bu yazıyı çözümlemek istiyorum.

 

Her şeye şüpheyle yaklaşmak, her şeyin doğruluğundan şüphe etmek” Eski Yunan’daki materyalist filozofların ortaya attıkları sapkın bir görüştür. Bu sapkın şüpheci görüş, günümüz materyalist felsefecileri tarafından da ısrarla savunulmaktadır.

İlk cümleden şüpheciliği sapkın olarak nitelendirdi bile. “Materyalist” diyerek “din düşmanı” demeye çalıştığını da sanıyorum kaçırmadınız. Materyalizm, en genel tanımıyla, sadece varlıkları ispatlanabilen şeylerin gerçek olduğunu söyleyen felsefi düşüncedir. Varlığı ispat edilemeyen şeyleri de gerçek olarak ele almaz. Materyalizm temelde din düşmanı değilse de, dinler varlığı ispatlanamayan şeylerin doğru olduğunu savunduğundan materyalizm, dini düşüncenin sürekli olarak hedefi durumundadır.

Materyalistler, bilimin ancak şüphecilik üzerine kurulabileceği, bilimsel ilerlemenin de ancak şüphecilik sayesinde gerçekleşebileceği safsatasını öne sürerler.

Yazar, “safsata” kelimesini kullanarak, söylenen şeyin niye yanlış olduğunu açıklamadan okuyucuda bir görüş oluşturmaya çalışıyor. Bilim ancak sağlıklı bir şüphecilikle ilerleyebilir. Bilim adamları, hali hazırdaki bilgileri sorgulayıp (onlardan şüphe ederek) kendileri bu bilgileri doğrulamazlarsa, hali hazırda bulunan yanlış bilgilerin elenmesi imkansızlaşır, bu sebeple de bilimsel ilerleme gerçekleşemez. Dünya’nın Evren’in merkezinde olduğundan şüphe duymamış olsaydı insanlık, bunun yanlış olduğunu ortaya çıkaramayacaktı.

“Bilimde şüphecilik esastır” şeklindeki bu saçma kuralın en büyük savunucularından biri de elbette ki materyalizme sözde bilimsel destek sağlayan evrimcilerdir.

Evrim teorisini savunanları, saçma kurallarla istenmeyen bir felsefi görüşe sözdebilimsel destek veren kişiler olarak tanımlayan yazar, herhangi bir dayanak göstermeksizin okuyucuda beklenti oluşturmaya çalışıyor.

Evrimcilerin bu görüşe sahip çıkmalarındaki en önemli neden ise, düşmanı oldukları İlahi dinlere karşı bu iddiayı koz olarak kullanmak istemeleridir.

Yine Evrim teorisini savunanların, esas dertlerinin din düşmanlığı olduğu yalanı ile okuyucudaki görüşü daha da derinleştirmeye çalışıyor.

Evrimciler bu materyalist görüşten hareketle, yaratılış gerçeğinin ve İlahi dinlerin şüpheciliğe yer vermediklerini, dolayısıyla bilimsel olmadıklarını öne sürerler.

Yaratılış gerçeği diyerek, yaratılışa kredibilite vermeye çalışırken, Evrim teorisini savunanların dinlerin bilimsel olmadıklarını söylediğini aktararak, evrim teorisini kabul eden ve savunanları iyice din düşmanı gösteriyor. Evrim teorisi, temelde dinle alakası olan bir şey değil, tamamen biyolojik süreçleri açıklayan bir şeydir. Herhangi bir ideolojisi vs yoktur. Evrim teorisini ideolojik zemine çeken şey, dinlerinin söylediğinin Evrim teorisiyle çeliştiğini farkeden din yanlılarıdır. Buna cevap olarak da bilimsel düşünceyi benimseyen insanların, herhangi bir şüpheciliğe yer vermeyen dinlerin (İslam, teslim olmak manasına gelir) elbette bilimsel olamayacağını söylediklerinde, aslında bir cevap vermiş olmaktadırlar – saldırı değil.

Elbetteki bu, biz Müslümanların inancıyla asla bağdaşmayan bütünüyle sapkın birer yaklaşımdır.

yani : “Bizimle aynı şekilde düşünmeyen sapkındır”

Allah’ın varlığını ve yaratılış gerçeğini sözde bilime aykırı gösterebilmek amacıyla her fırsatta, “bilim şüphecilik gerektirir” yaygarasını gündeme getirirler.

Yazar, bilimsel yollarla kanıtlanamayan yaratılış ve Allah’ın varlığını savunurken mantıklı argümanlar getirmek yerine, bana anlamsız gelen bir şekilde doğru olan bir şeyi (bilimin şüphecilik gerektirdiği) yanlışmış gibi göstereriyor. Eğer bilimde şüpheciliğin yanlış olduğunu düşünüyorsanız mantıklı gelebilir tabi.

Fakat her nedense evrimciler, bilimsel bir teori olduğunu iddia ettikleri kendi teorilerine aynı şüpheci bakış açısıyla yaklaşmazlar.

Tam tersi, Evrim teorisinin gelişmesine katkıda bulunanlar, teoriden şüphe eden diğer bilim adamlarıdır.

Hatta İlahi dinleri kendilerince itham ettikleri dogmatik yaklaşımı kendi teorilerine karşı fazlasıyla gösterir, teorilerinden asla en ufak bir şüphe duymazlar.

Yine yanlış, zira dediğim gibi evrim teorisinin hatalarını ayıklayanlar imamlar, papazlar değil, yine bilim adamlarıdır.

Oysa eğer mantık açısından bilimde şüpheci olmak gerekiyorsa, bu kural evrim teorisine de kuşkuyla yaklaşılmasını gerektirmektedir.

Doğru, zaten yaklaşılmaktadır da.

İşte bu noktada evrimci bir bilim adamı, 150 yıla yakın bir süredir kanıt bulunamamış bir teoriye en azından şüpheyle yaklaşmalı, doğruluğunu değil ancak yanlışlığını araştırmalıdır.

Hem doğru hem yanlış. 150 yıla yakın süredir bir sürü kanıt bulunmuştur. Geçiş formlarına dair fosil kanıtları mevcut olduğu gibi Evrim, DNA’nın anlaşılmasıyla gerçekleştiği kesinleşmiş, bilimsel bir gerçek haline gelmiştir.

Örneğin tüm ısrarlı aramalara rağmen ara geçiş formlarının bulunamaması, bir bilimadamını şüphelendirmelidir. Cambrien dönemine ait fosillere bakarak, “ilk canlıların atası olmadığına göre, acaba canlılar bir anda yoktan varedilmiş olamaz mı?” diyerek kendi içinde ciddi bir şüphe yaşamalıdır. Aynı şekilde “kompleks bir organ aşama aşama gelişemeyeceğine göre bir anda yaratılmış olamaz mı?” sorusunun cevabını aramalıdır.

Kambriyen patlamasıyla ilgili daha önce bir yazı yazmıştım. Kompleks organdan bahsettiği kısım da doğrudan “indirgenemez karmaşıklık” olarak bilinen ve defalarca bilim adamları tarafından çürütülen, aslen Michael Behe’ye ait bir “akıllı tasarım” iddiası.

Sonuçta aynı şüpheci mantıkla hareket eden bir evrimcinin, bu mantığın bir gereği olarak, (Allah’ı tenzih ederiz) Allah’ın varlığına da ihtimal vermesi gerekmektedir. “Canlılar evrim sonucunda ortaya çıkmış olabilir ancak canlıları Allah da yaratmış olabilir” demesi gerekmektedir.

Zaten hemen hemen öyle işlemektedir şüphecilik. Elimizde canlıların çeşitliliğine dair fosil ve DNA seviyesinde kanıtların incelenmesiyle oluşturulan bir Evrim teorisi var. Bunun anti tezi de “Evrim hiç yaşanmadı, canlılar bugün oldukları halleriyle bir anda yaratıldılar”. Ancak Evrim’in açıklayamadığı şeyi “akıllı tasarımcı” ya da Allah’a havale etmek, bilimin gelişmesini engeller. Bu sebeple normalde bilim adamları “ben bunu anlamadım, o zaman Allah yapmış olmalı” demek yerine “benim göremediğim bir detay, ya da henüz ortaya çıkarılmamış bir kanıt var, şimdilik eldeki bilgiler bu, ama ileride bu değişecektir-değişmelidir” şeklinde bir açıklama getirir.

Canlılarda gördüğü üstün tasarım örneklerine bakarak “acaba bunların tesadüflerle ortaya çıkması ihtimal dışı olabilir mi, o halde bunları bir Yaratıcı yaratmış olabilir mi?” diyerek “şüphe” etmesi gerekmektedir.

Aynı şekilde canlılardaki kötü tasarımı gördüğü zaman da “bunu kim tasarladıysa çok kötü bir mühendis olmalı” diye düşünmesi de gerekir.

Bilim şüpheciliği gerektiriyorsa, tek taraflı olarak “evrimin dışında başka bir ihtimal olamaz demek aynı materyalist mantığın kendi içinde önyargılı ve çelişkilidir.

Eğer herhangi bir teoride şüphe edilmiyorsa, o teorinin 100% ve her zaman doğru olduğu düşünülüyorsa zaten o artık bir dogma’ya dönüşmüştür. Ancak doğada var olduğunu bildiğimiz şeylerden de şüphe etmek pek de akıllıca değildir. Örneğin yer çekimi, ya da suyun kaldırma kuvveti, ya da DNA ve fosil kayıtlarında gözlemlenebilen Evrim gerçeği.

Evrimci bir bilim adamı, “bilimde şüphecilik esastır” prensibini benimsiyorsa o zaman, “canlılar kesinlikle evrim sonucunda ortaya çıkmıştır, Allah yaratmamıştır” demesi kendiyle çelişkiye düşmesi anlamına gelir. Çünkü, eğer her şeye şüpheyle yaklaşmak gerekiyorsa o halde hiçbir konu hakkında böyle kesin konuşulamaz, kesin hüküm verilemez.

Bilim adamları “canlılar kesinlikle evrim sonucunda ortaya çıkmıştır, Allah yaratmamıştır” demezler. Dedikleri şey “elimizdeki kanıtlar gösteriyor ki, canlıların çeşitliliği evrim süreci sayesinde olmuştur. Elimizde hiç bir kanıt canlıların bir tasarımcı ya da Tanrı tarafından bir anda yaratıldığını desteklemiyor” olur olsa olsa.

Dolayısıyla, evrimin hiçbir zaman gerçekleşmemiş olduğundan da, Allah’ın var olabileceğinden de, her şeyi Allah’ın yaratmış olabileceğinden de hatta belki de herşeyi uzaylıların yapmış olabileceğinden de eşit ölçüde şüphelenmeleri gerekmektedir.

Tam olarak yanlış değil, bilim adamları, hayatın kaynağı (genez) hakkında hala şüphelerini dindirememişlerdir zira kesin olarak olayı açıklayan bir model ve bunu destekleyen kanıtlar mevcut değildir. Tam olarak yazarın dediği gibi Dünyadaki hayatı başlatan olaylar arasında Tanrı (Deizm) ve işin içinde uzaylıların da olabileceğini söyleyen abiyogenez teorileri mevcuttur. Ancak Evrim’in gerçek olup olmaması, eldeki kanıtlar sebebiyle artık tartışma götüren bir şey değildir. Tıpkı yer çekimi ya da yerkürenin yuvarlak bir yapısı olması gibi.

Elbetteki bu, biz Müslümanların inancıyla asla bağdaşmayan bütünüyle sapkın birer yaklaşımdır. Ancak evrimcilerin, savundukları materyalist prensibin kendi iç mantığı doğrultusunda bu şekilde davranmaları bir zorunluluktur. Aksi takdirde kendi koydukları en temel prensiple aykırı düşmüş, kendi çizdikleri bilimsellik tanımının dışına çıkmış olacaklardır.

Buna rağmen evrimci bilim adamlarından hiçbirisinin kendi felsefelerinin koyduğu bu kurala riayet etmedikleri görülür, çünkü bu işlerine gelmez. Allah’ın varlığını kesin olarak reddeder, böyle bir ihtimalin gerçek olabileceğine dair en ufak bir “şüphe” dahi duymazlar. Darwinizm’in mantığından ise bir kere bile şüphe etmezler.

Aslında gerçek olmayan bir bilim adamı modeli yaratıp, bu bilim adamının kendisiyle çeliştiğini, bunu da sırf din düşmanlığı yapmış olmak için yaptığını söylüyor diğer bir deyişle.

Darwinistlerin evrim teorisine olan bu kayıtsız şartsız bağlılıkları, bilimde şüphecilik mantığını da kendi içinde tutarsız bir hale getirmektedir. Çünkü evrim teorisini doğruluğu kesinleşmiş, kendisinden şüphe edilemeyecek bir bilimsel gerçek olarak kabul etmektedirler.

Burada kavramları karıştırmış. Bilimsel gerçek ve bilimsel teori, farklı şeyleri tanımlayan terimlerdir. Evrim teorisi bilimsel gerçek olarak kabul edilecek bir şey değil, bir bilimsel teoridir. Bilimsel gerçek olan şey, gözlemlenmiş evrim sürecinin kendisidir.

Evrimciler teorilerine şüpheyle yaklaşanları ise, normalde bilimsel olmakla takdir etmeleri gerekirken, tam aksine gericilikle, ilkellikle, dogmatizm ve bağnazlıkla, bilim karşıtı olmakla suçlarlar.

Tam olarak değil. Eğer kişi Evrim teorisine şüpheyle yaklaşırken bilimsel metodlar kullanılarak elde edilmiş yeni bulgulara dayanarak konuşuyorsa takdir edilir. Zira teorinin gelişmesine katkıda bulunmaktadır. Ancak kişi Evrim teorisine şüpheyle yaklaşırken, saçmalıyorsa ve aslında amacı bilimsel gelişme değil dogmatik görüşü yaymaksa, o zaman hakettiği şekilde gericilik, ilkellik vs gibi şeylerle suçlanacaktır.

Evrim teorisi söz konusu olduğunda, her nedense “bilimde şüphe esastır” şeklindeki materyalist kuralı işletmez, ama İlahi dinlere saldırmak söz konusu olunca en büyük bilimsel silah olarak bu şüphecilik yaygarasını yaparlar.

Yanlış, zira bilimin her dalında bilimde şüphe esas olduğu için Evrim teorisine de şüpheyle yaklaşılır. Ancak bu yazarın anladığı şekilde bir şüphe değildir. “Evrim acaba gerçekleşti mi” sorusunun cevabı çok verilmiştir. Şimdi cevabı verilmesi beklenen sorular “insanların evrimsel basamakları nasıldır” gibi sorulardır. Diğer bir deyişle, yer çekiminden şüphe edilmiyor, ancak yer çekimi teorisinden şüphe edilebilir ve teorinin söylediği şeyleri bilim adamlarının tekrar tekrar sağlaması gereklidir.

Evrimciler, kendi teorilerinden şüphe duymak bir yana, ona asla şüphe edilmemesi gereken kesin bir gerçek gözüyle bakarlar. Evrim onlar için adeta sıkı sıkıya bağlandıkları bir din, sarsılmaz bir inanç haline gelmiştir.

Yine tam değil. Evrim’in yanlış olduğunu kanıtlamak çok kolaydır. Siz kalkıp, 60 milyon yıllık bir dinozor fosilinin yanıbaşında bir insan fosili kazarsanız, Evrim teorisinin insanların maymunlarla aynı atadan geldiğini ve 4-5 milyon yıllık bir canlı olduğu savını yanlışlamış olursunuz. Bilim adamları eğer bu türden bir kanıtın asla bulunamayacağını söylüyorsa, o zaman dogmatik olmakla suçlanabilirler. Ancak bu tür bir kanıtın yokluğunda (şu anda olduğu gibi) insaların 4-5 milyon yıllık memeliler olduğunu söyleyen bir bilim adamı, sadece eldeki kanıtlara göre konuşmaktadır.

Darwinizm’in en önde gelen savunucularından birisi olan Michael Ruse de, evrimin bilim adamları için bir din olduğunu şu sözleriyle itiraf etmiştir:

“Evrim, savunucuları tarafından sadece bilim olarak desteklenmiyor. Evrim bir ideoloji, seküler bir dindir. Evrimle ilgili bu gerçek en başlangıçta da böyleydi, bugün de öyle.” (Michael Ruse, “Saving Darwinism from the Darwinians,” National Post, May 13, 2000, sf. B-3)

Michael Ruse bir felsefe profesörü ve evet bu yorumu bir çok başka yerde de dile getirmiş birisi. Ancak bu görüş herkesin görüşünü yansıtan bir şey değil, sadece bir kişinin görüşü. Biyoloji profesörü PZ Myers’ın konuyla ilgili cevabı şuradan görülebilir 

İşte bu haliyle evrim teorisi aslında her yönüyle dogmatik bir inançtır.

Değildir.

Buraya kadar görüldüğü gibi Darwinistler, kendi prensipleri ve kuralları içinde de tutarsız davranmakta ve bilimin gereği olarak öne sürdükleri “şüpheciliğe” kendileri de hiçbir zaman yanaşmamaktadırlar. Bu haliyle Darwinizm’in ve materyalizmin aslında ne derece dürüstlük ve samimiyetten uzak, mantık ve sağduyudan yoksun bir dogma olduğu, bir kez daha açık bir şekilde anlaşılmaktadır.

Bu yazıyla da Harun Yahya’nın nasıl çarpık düşündüğü, kavramları karıştırdığı, bilimin B’sinden haberi olmadığı bir kez daha açık bir şekilde anlaşılmaktadır.