Vatikan’dan “Sübyancı Papazları polise ihbar etmeyin” emri

Evet, Vatikan’ın bugüne kadarki “hayır biz kesinlikle pedofil papazları koruyacak bir şey yapmadık” savunmasını yalanlayan 1997 yılında Irlanda’ya yollanmış bir mektup ortaya çıktı. Mektup dönemin Vatikan’ın İrlanda’daki büyükelçisi başpsikopos Luciano Storero‘nun imzasını taşıyor ve pedofiliyle suçlanan papazların polise ihbar edilmemesini emrediyor.

Storero mektubunda “bu olayların ortaya çıkması ahlaki ve kilise açısından büyük problemlere sebep olacaktır” yazmış. Küçük çocuklara cinsel istismar yapan papazları korumaya yönelik bir komplodan bahsederken “ahlak” kelimesini nasıl kullanıyor, anlamak güç. Mektup ayrıca “kanunun noktasına kadar takip edilmesi gerektiği”ni söylüyor. Burada kanundan kasıt Katolik Kilisesi kanunu. Yani “kol kırılır, yen içinde kalır” kanunu.

Çocuklar dikkat!

Elbette bu emrin İrlanda’ya özel olduğunu düşünmek saflık olur. İrlanda’da geçerli olan emir, her yerde geçerlidir.

Bir şeytan çıkarma öyküsü

Dindar bir evde büyüdüm. Anne ve babama benden en çok ne istediklerini sorduğumda bana “Dünya’yı hrıstiyanlaştırmaya yardım edecek bir hrıstiyan” olmamı istediklerini söylediler.
Üniversite için evden ayrıldım. 19 yaşındayım ve tarih 25 Ocak 2010. Evden uzakta geçirdiğim ilk sömestr. Saat gece 12:30 ve ben “Neden Akıllı Tasarım okullarda okutulmalıdır” başlıklı raporumun ana başlıkları üzerinde çalışıyorum. Akıllı tasarım örnekleri bulmak için Youtube’da geziniyorum. “Atheist now accepts Intelligent Design” (Ateist akıllı tasarımı kabul ediyor) başlıklı satirik videoya rastladım. Videonun sonuna doğru kendime “bir dakika? Michael Behe’nin indirgenemez karmaşıklık sorusuna bir cevapları mı var?” diye soruyorum. Bugüne kadar koyu hrıstiyan bir evde yaşamıştım ve sadece Akıllı Tasarım yanlısı argümanlar duymuştum.
O andan sonra saatlerce evrim teorisine dair videolar izledim. O gece uyumadım. Zihnim korkutucu ve meydan okuyan bir yolculuğa çıkıyordu.
Kendi kendime “gerçek ne olursa olsun öğrenmek istiyorum” dedim. Bu fikir ben başka kaynakları inceledikçe sürekli aklımda yankılanmaya devam etti. Kalbim göğsümde patlayacak gibi atıyordu.
Koruyucumu, dostumu kaybediyordum. Tanrı’nın asla orada olmadığını anlamaya başladım. İncil’in gerçekten doğru olup olmadığını bilmediğimizi farkettim. İncil doğru değilse, Tanrı niye doğru olsun ki? Bundan kısa süre sonra dua düşünceleri de azaldı. İstediğim şeyler için bana dua etmemi emreden iç ses yok oldu.
Eşcinsellerin günah işlemediklerini farkettim. Daha önce yaptığım seksin günah olmadığını farkettim. Hayatım boyunca taşıdığım suçluluk duygusundan kurtuluyordum. Zincirlerin sırtımdan yere düştüğünü hissediyordum. Hayatım boyunca duyduğum yeniden doğuş buydu. Yeni bir hissiyat, yeni bir zihin.
Hayatımda ilk defa zihnim sessizdi. Artık zihnimde kafa karışıklığı yoktu. Kuşların sesini duyduğumda bunun sadece kuşların sesi olduğunu biliyordum. Çiçeklere baktığımda niye huşu duyduğumu biliyordum. Kız arkadaşımın çıplak bedenine bakıp bundan zevk alabiliyordum. Uzayın derinliklerine bakarak yıldızları sadece oldukları gibi görebiliyordum.
“Anlayabiliyorum.”
Tüm bunlar olurken, onun içimde öldüğünü hissedebiliyordum. Zihinsel acımın azalıp yok olduğunu hissediyordum. Onu öldürmüştüm. İçimdeki şeytan Şubat 2010 civarlarında öldü.
Onu öldüren şeyse bilimdi.
—-

Bazen email geliyor

Subject: gerizekalı

mahmut mulla <mulla.mahmut@gmail.com>

Sent: Per 13.01.2011 21:49
To:supheci@melek.org

selüloz hücreceperinde bulunan bi maddedir. ve hiç bir
hayvan bunu kendisi sindiremez . bağırsaklarındaki mikroorganizmalar sindirir.
ve bir simbiyoz yaşam örneği görülür. (mutualizm).

sen apandis hakkında ”dedenler var ya hani su maymun lar” . onların yediği
bitkilerdeki selülozu sindirmek için demişsin. öküz biraz bilgili ol ya hiç mi
bi bok bilmiyon .selüloz sindiren enzim hayvanlarda yoktur tamam mı hayvanlarda
yasayan mikroorganizmalarda bulunur . bunu o maymun kafana sok .sen diyosun dedem
maymundu diye ondan diyorum yani .

Bu arkadaş neye istinaden böyle bir mail attı bilemiyorum ama, apandis’in ne işe yaradığı net olarak bilinmese de koala gibi hayvanlarda benzer organlardan yola çıkarak selülozu sindirmeye yarayan bakterilerin yaşadıkları bir ortam olduğu düşünesi yaygındır.

Önemli olan şey, her şeyi bilen her şeye gücü yeten bir yaratıcının, alınması halinde hiç bir etkisi olmayan ancak iltihaplanması ve cerrahi müdahaleyle alınmaması durumunda insanı öldürebilecek bir saatli bombayı niye vücudumuza koyduğudur.

İlgili bilgi için: http://en.wikipedia.org/wiki/Vermiform_appendix#Vestigiality

Kuş ve balık ölümleri Dünya’nın sonunun habercisi mi?

Bugünlerde haberlerde toplu kuş ve balık ölümlerinden ve bunun meşhur Night Shyamalan filmindeki gibi bir “kıyamet alameti” olduğu söyleniyor. Amerika, İsveç ve başka yerlerde görüldüğü söylenen toplu hayvan ölümlerinin dengesi bozulan doğanın ve dünyada bizim bildiğimiz manada yaşamın sonuymuş gibi gösteriliyor. Hatta meseleyi 2012‘ye ya da Nostradamus’a bağlayanlar bile var.

Elbette, bu toplu ölümlere kontekst içinde bakarsak dünyanın sonunun gelmediğini anlayabiliriz.

Toplu hayvan ölümleri, özellikle sürü halinde yaşayan canlılarda sık sık karşılaşılan bir durum. Öyle ki bir kaç yüz canlının ölümü genellikle haber değeri bile taşımıyor biyologlar için.

U.S. Geological Survey’s National Wildlife Health Center (USGS : Amerikan yaban hayatı inceleme merkezi) kaynaklı açıklamalara göre bu türden ölümler olağan ve sık karşılaşılan olaylar. Toplu kuş ölümlerinin çeşitli nedenleri olabiliyor. Örneğin kuşlar uyurken onları korkutup uçarken ağaçlara ya da başka yerlere çarparak ölmelerine sebep olan yüksek bir ses, ya da okyanuslarda oksijen açısından düşük su kütlelerinin balıkların normalde yaşadıkları alanlara akıp balıkların boğulmalarına sebep olmaları; açlık, toksik atıklar, parazitler, salgın hastalıklar, gıda zehirlenmesi ya da habitatlarındaki ani ısı değişimleri (özellikle deniz canlılarında) gibi daha tahmin edilebilir sebeplere ek olarak toplu ölümlere yol açabilecek olaylar.

Elbette insanların bahçelerine onlarca kuş düşmesi garipsenecek bir durum, ancak işin aslı bu türden toplu ölümler sık oluyor ve düşen kuşlar yerleşim yerlerinde değil tarlalarda ve kırlardaki diğer hayvanlar tarafından yendiği için bu olayların bir çoğu insanlar tarafından farkedilmiyor.

Binlerce hayvan her sene gruplar halinde ölüyorlar. Hatta 1996 yılında Canada’da meydana gelen bir toplu kuş ölümünde (gıda zehirlenmesi) 100.000’den fazla kuş ölmüştü ve bu olay bir kaç ay sonra tekrar yaşandı.

USGS geçtiğimiz 8 ayda 95 toplu ölüm kaydettiğini açıkladı. Şu linkte yıllara göre toplu ölüm olaylarına dair kayıtları inceleyebilirsiniz.

Peki bu son bir kaç haftada yaşanan olayların bu kadar ses getirmelerinin sebebi ne? Çok basit,

1-ölümler insanların yaşadıkları alanlara yakın yerlerde meydana geldiği için dikkat çekti, ve

2-Internet sayesinde birbiriyle alakalı olmayan, münferit olaylar arasında bilinmeyeni açıklama ihtiyacından doğan bilinçsiz bir “noktaları birleştirme” operasyonu yapıldı. Bir sürü blogcu ve basında çalışmasına rağmen makale veya bülten yayınlamadan önce fact-checking (hikayeyi doğrulama) nedir bilmeyen gazeteciler sebebiyle bu olaylar arasında bir bağ olduğu düşünüldü ve aradaki boşluğa 2012, Nostradamus, İbrahimi dinlerin kıyamet hikayeleri gibi masallar yerleştirildi.

 

 

Meşhur İslam hoşgörüsü ve ifade özgürlüğü

Sanıyorum bu alttaki video olayı çok güzel özetliyor.

İsveç’teki bir üniversitede Müslümanları kızdıran karikatürleri çizen Lars Vilks ifade özgürlüğü üzerine bir konuşma yaparken olan olaylar. İngilizce altyazıları var.

Bir filme dahi tolerans gösterememek. Hem de İsveç gibi bir ülkedeki üniversite öğrencileri. Eğer videoda gördüğün şey yanlışsa, yanlışı göster ve videoyu göstereni rezil et. Bu yapılan şey Lars Vilks’in argümanını destekliyor sadece.

Müslümanların bir kısmı bu türden “zor” argümanlara karşı şiddet kartını sürekli oynadıklarından herkesin düşüncesi “Müslümanların bu iddialara verebilecek başka bir cevapları yok” noktasına gelmiş durumda. Ha, çoğu durumda bu düşünce doğru, Müslümanların gerçekten de bir çok iddiaya verebilecek iyi cevapları olmadığını kendi blogumda da defalarca gördüm. Yine de Müslümanların bir kısmının bu tür şiddet tehditleri yapması, büyük bir çoğunluğun da buna destek vererek meşruiyetini artırması Müslümanları bir nevi persona non grata konumuna sokuyor. Yani ektiklerini biçiyorlar.

İlgili video – youtube’da, 10 dakika.

Aşılar otizme sebep olur mu?

1990’lardan itibaren karma aşıların otizme sebep olduğuna dair zaman zaman hortlayan ve Türk basınında da yer alan bir iddia, sonunda (umuyorum) kesin bir şekilde çürütüldü.

Hayır karma aşılar otizme sebep olmaz, bugüne kadar bu bağlantıyı araştıran çalışmaların hiç birisi aşılardaki civa ya da başka maddelerin otizme yol açabileceğini nedensel ya da korelasyonel bir şekilde ortaya koyamadı.

Peki bu iddia ilk nasıl ortaya çıktı? Bu iddianın ortaya çıkışı İngiliz doktor Andrew Wakefield’a dayanıyor. Wakefield 1998’de yayınladığı ve Lancet medikal dergisinde yayınlanan araştırmasında MMR olarak bilinen (kızamık, kabakulak, kızamıkçık hastalıklarının İngilizce baş harflerinden oluşan kısaltma) karma aşının otizm ve hassas bağırsak sendromu’na (henüz sebebi bilinmeyen ve tedavisi olmayan sık sık ishale sebep olan bir hastalık) sebep olduğunu iddia ediyordu.

Bu araştırmayı takip eden düzinelerce araştırma Wakefield’ın bulgularıyla çelişiyordu ve Wakefield harici kimse bu bulguları doğrulayamadı.

Bunun sebebi sonunda ortaya çıktı. Wakefield deney datasını istediği sonucu alacak şekilde değiştirmiş/manipüle etmişti. Peki bir doktor niye durduk yere bir deneyi yanlış sonuç verecek şekilde etkilesin? Çok kolay – tamamen duygusal sebeplerle.

Koca adam olmuş hala yüzünü buruşturuyor

Wakefield araştırmasını yayınladığı dönemde aşı üreticilerini dava eden bir avukatlık şirketinin davada tanık olarak çağırdığı uzmanlardan birisiydi ve bu tanıklığı için 750.000 dolar tutarında bir ücret alıyordu. Yani Wakefield, davada tanık olarak çağrılığ 750.000 dolar alabilmek için davadaki tanıklık konusu olacak araştırmayı davacı tarafın argümanlarını destekleyecek şekilde manipüle etmişti.

Wakefield’ın araştırması 2010 Şubat ayında Lancet dergisinden çıkarıldı. Buna rağmen aşı-otizm bağlantısını bir dini kaide gibi savunanlar tarafından hala referans olarak gösteriliyor.

Aşı-otizm bağlantısı masalının en sık referans gösterilen araştırmasının kişisel kazanç amacıyla hazırlanmış bir sahtekarlık olmasının ve yayınlanan düzinelerce araştırmayla bu bağlantının yalanlanmasına rağmen işin en trajikomik yanı aşılardaki civa’nın bir kutu ton balığı yediğiniz zaman vücudunuza giren civa’nın yanında sözünü bile etmeyecek değerlerde olması.

FDA (Amerikan yiyecek ve ilaç kurumu) balıklarda tespit edilen civa miktarlarını bir tabloda sunuyor. Bu tabloya göre ton balığının bir gramında 0.353 mikrogram civa var. Yani 100 gramlık konserve ton balığıyla salata ya da sandviç yaptığınızda 35 mikrogram kadar bir civayı mideye indiriyorsunuz. Bir doz aşıda (0.5 ml’lik) bulunan Thimerosal’daki (civa içeren koruyucu madde) civa miktarı 25 mikrogram. Yani iddia doğru olsa idi Dardanel’in aşı üreticilerine kıyasla daha çok çocuğu otistik yapmış olması gerekirdi. Bu arada üşenenler için not : Bir mikrogram bir gramın milyonda biri oluyor.

Özetle, aşılar otizme sebep olmuyorlar. Ancak bu sahte korku sebebiyle çocuklarını aşılatmayan anne babalar çocuklarının hasta olmalarına ve Amerika California’daki öksürük salgınındaki (boğmaca) gibi ölmelerine sebep olabiliyorlar.

PS:

Şuradaki linkte Wakefield olayını güzelce özetleyen bir karikatür var. Link için IA’ya teşekkürler 🙂