“Allah bizi böyle yarattığı için”.
Yanlış.
Tamamen evrimsel bir sebepten dolayı.
Vücudumuz, bizi hala 10.000 sene önceki yaşam-çevre standartlarıyla yaşıyor sanıyor. Yani, yiyecek bulmak efor gerektiren bir uğraş; yemek yemeden geçirilen süreler çok daha uzun. Bu sebeple vücudumuz enerji depolamak için etkili bir yol bulmak zorunda. Bunun ismi de vücut yağı. Vücudumuz için yağ, depolaması kolay, taşıması kolay ve kullanması kolay çok verimli bir enerji kaynağı. Yiyeceksiz geçen uzun sürelerde vücudun enerji ihtiyacını giderebileceği bir depo. Günümüz standartlarıyla zayıf bir insanın total açlıktan ölmesi 2 ay kadar sürerken, bu süre obez insanlarda 6 aya kadar çıkabiliyor. Eğer 1.90 değil, 1.60 boyundaysanız daha da avantajlısınız, çünkü günlük kalori ihtiyacınız epey düşmüş oluyor. Yani daha az yiyecekle daha uzun süre yaşayabiliyorsunuz. Bunu 65 milyon yıl önce meteor çarpmasından sonra belli bir kilonun üstündeki tüm canlıların neslinin tükenmesine benzetebiliriz. Ne kadar çok yiyeceğe ihtiyacınız varsa, aç kalma riskiniz o kadar büyük.
Diğer bir deyişle şişman ve kısa boylu olmak, 10.000 sene önceki insan için büyük bir avantaj.
Öte yandan iri ve kaslı olmak, 10.000 sene önceki insanlarda, bir ayakbağından fazlası değil. Belki erkekler için büyük ve kaslı olmak, eş bulma aşamasında diğer erkeklerle girişeceği kavgalarda işe yarar bir özellik olabilir (zira bir çok hayvanda bu geçerli) ancak uzun boylu ve kaslı olmak, kısa ve şişman olmaya kıyasla çok daha zahmetli bir hayata işaret ediyor. İri yarı olduğu için kişi zaten kısa boylulara oranla daha çok kalori tüketmek zorunda, ve kaslar, yağ tabakasına kıyasla çok daha fazla kaloriye – özellikle proteine – ihtiyaç duyuyor. Yani atıyorum 1500 kaloriyle yaşayabilen şişman ve kısa bir kişiye kıyasla, iri kıyım kaslı bir bireyin kaslarını kaybetmemesi için 3500-4000 kalori civarında tüketmesi gerekebiliyor. Bu da yiyeceğin az bulunduğu ve ciddi efor sonrasında edinilebildiği bir ortamda iri kıyım arkadaşımız için epey zor bir durum.
İnsan evrimi, bu ana sebepler ve yanında gelen bir çok başka ufak sebep yüzünden, vücuda maliyeti yüksek olan ve çok fazla işe yaramayan kaslarımızı büyütmeye pek yanaşmadığı gibi, doğal ortamda işe yarayacağını bildiği yağ tabakasını hiç nazlanmadan ve sürekli olarak büyütmeye çalışıyor. Bunu da yediğimiz kalorileri vücuttaki dokulara dağıtırken yapıyor. Bizim için ideal bir dünyada yediğimiz 100 kalorinin tamamı kaslara giderken, yağ depolarına hiç birisinin gitmemesini isteriz. Ancak gerçekte vücut gelen kalorinin ayırabildiği kadarını yağlara göndermek için çırpınıyor. Bu yüzden vücut geliştirme sporu yapan kişilerin “bulking” yani “büyüme” evresinde yedikleri fazla kalorilerin bir kısmı kasa dönüşürken gerisi yağ haline geliyor.
Kadınlarda baldır ve popoda, erkeklerde de göbek ve sırtın alt kısmında biriken yağın ise vücudun diğer yerlerine oranla daha zor yakılmasının sebebi, oradaki kan dolaşımının daha sınırlı olması. Hatta bu dolaşım o kadar sınırlıdır ki, erkeklerin göbeği ve kadınların poposu vücudun geri kalanına oranla daha soğuktur. Sebebi de bu bölgelere örneğin koldaki kadar kan gitmemesidir. Bu durum ofislerde yaşanan klima savaşlarında da görülebilir. Kadınların vücut yağ oranı genellikle erkeklere oranla %4 -%5 daha fazladır. Yani kanın dolaşabileceği kasları daha azdır. Bu yüzden kadınların bir çoğu daha sıcak bir ortam severler. Erkekler pişerken kadınlar rahattır, ya da kadınlar donarken erkekler rahat olabilir.
Yağın yakılabilmesi için önce yağ parçacıklarının (teknik terimlere girmeyeceğim) yağ hücrelerinden sökülmesi ve kana karışması gerekmektedir. Kana karıştıktan sonra da tekrar başka bir yağ hücresine girmemeleri ve karaciğer ya da kaslarda enerji olarak kullanılmaları gerekmektedir. Göbek ve popodaki yağ oranı yüksek, kas ve kan dolaşımı az olduğu için yağları hücreden çıkarmak bir dert, onu başka bir yağ hücresine kaptırmadan kaslara ve karaciğere taşımak başka bir derttir. Bu yüzden de erkeklerde göbek, kadınlarda popo ancak düşük yağ oranlarında (erkeklerde %10-%12, kadınlarda %16-%18) erimektedir.
Diyet yaptığınız zaman, vücudun her yerine “yiyecek kıt, ona göre operasyonlarınızı düzenleyin” şeklinde bir sinyal gidiyor. Bu durumda vücut, kendine göre daha az gerekli gördüğü sistemlerden çalarak, bireyin hayatta kalmasını sağlayacak sistemleri çalıştırmaya odaklanıyor. Bu sebeple atıyorum 25% vücut yağı olan bir bireyin 15%’e düşmesi kolayken, o 15%i 10%a çekmek çok daha zor. Vücut 15%lik vücut yağını 10%a çekmektense, kalori eksiğini gidermek için kaslardan yiyebiliyor, bazı mekanizmaları yavaşlatabiliyor, hatta tamamen kapatabiliyor. Bir örnek, doğal vücut geliştirme yapan (steroid, testesteron vs gibi şeyleri kullanmayan) profesyonel sporcular, diyetle 5% gibi çok düşük yağ oranlarına geldiklerinde, ereksiyon onlar için imkansız oluyor. Testesteron seviyeleri, hadım erkeklerinkine yakın bir hale geliyor. Sebebi de vücudun 5% yağ oranını “açlıktan ölüyorum” şeklinde algılayarak yaşamak için elzem olmayan tüm sistemleri kapatması. Buna üreme organı da dahil. Bu sporcular 10% gibi yağ oranlarına yaklaştıkça fonksiyonları tekrar çalışmaya başlıyor. Yani “olm badicilerin çükü kalkmıyomuş” geyiğinde, bir parça gerçeklik payı var.
Yani diyet yapılırken vücudun savunma mekanizmaları, aslında sizin aleyhinize çalışıyor. Bu mekanizma leptin adı verilen hormonun işleyişiyle alakalı ve kısaca mekanizmayı anlatmak istersek, leptin hormonu, yağ seviyesi düştüğü zaman beyne ve diğer organlara sinyal göndererek “yağ azaldı” şeklinde bir mesaj yolluyor. Yağ oranı belli bir seviyeye (bu seviye her birey için değişik, ve genellikle genetik) ulaştığında leptin organlara “tüm sistemler normal çalışıyor” mesajı yollayarak metabolizmanın normal çalışmasına devam etmesini sağlıyor.
Şimdi bu noktada evrimin bize oyunu devreye giriyor. Vücut yağı azaldığında “azaldı” diye sinyal yollayan leptin hormonu , yağ haddinden fazla çoğaldığında “hop, fazla yağlandın, biraz metabolizmayı hızlandır ve fazla kalorileri yak!” diye bir mesaj yollamıyor. Atıyorum genetik olarak bireyin programlandığı optimum yağ oranı 16% diyelim, vücut yağı 16%yı yakaladığında leptin o noktadan sonra hep “her şey normal, işinize bakın” şeklinde bir mesaj yolluyor ve statükoyu korumaya çalışıyor. Yani vücut yağı 16%, 19%, 25%, 35% bile olsa leptin, yağ oranı azaldığında vücudun kendini koruması için aldığı aksiyonlara benzer aksiyonlar alması için sinyal yollamıyor. En azından çoğu bireyde bu böyle. Ancak “ne kadar yese de kilo almayan” arkadaşlarımızın muhtemelen bu türden bir mekanizması mevcut. Yani çok da yeseler vücutlarının fazla kaloriyi bir şekilde yağ olarak depolamamasını ve fazla kaloriyi atmalarını sağlayan bir mekanizmaları var. Bu da belki de leptinin bir alt sınır aksiyonuna sebep olduğu gibi bir de üst sınır aksiyonuna sebep olması.
Ancak burada biz normal insanlar için sorun, milyonlarca yıllık evrim sürecinde insanoğlunun sadece son 200-300 yıldır obezite seviyesinde yağlanması ve evrimin henüz bu probleme karşı bir savunma mekanizması geliştirememesi. Doğal ortamda obezite eğer adaptasyon için bir problemse, obeziteye yatkın bireylerin gen havuzundan zamanla elenmesi ve yukarıda bahsettiğim “ne kadar yese de şişmanlamayan” arkadaşların genlerinin çoğalmasını bekleriz. Belki 20.000 sene sonra böyle bir değişim görebiliriz. Ancak gelişen tıp muhtemelen bu değişikliğe izin vermeden obezite problemini başka yollardan çözecektir.
Konumuza dönersek, evrimsel süreçler açısından insanoğlunun az kaloriyle yaşaması ve yanında sürekli bir besin deposunu taşıması çok mantıklı bir durum. Öte yandan kaslı ve iri olması, bireyin yaşam şansı açısından çoğu zaman istenmeyen bir özellik. Bu sebeple insanoğlunun evrimi, bugün bir çok insanın başarmaya çalıştığı zayıf ve kaslı vücut tipine karşı çalışan mekanizmaları ortaya çıkarmış. Bu yüzden sokakta gördüğümüz her zayıf, kaslı ve fit bireye karşılık belki 1000 tane şişman, ufak tefek, kassız birey görüyoruz. Doğal olan Arnold Scwharzenegger değil, doğal olan Danny DeVito.