Muhammed’in kesin olarak okuma yazma bilip bilmediğine dair bir tarihi vesika bulunmamaktadır. Elimizdeki kaynaklar tarihi kaynaklar, Hadis kitapları ve Kuran’dan ibarettir. Peki bunlardan Muhammed’in okur yazarlığına dair makul bir çıkarım yapmak mümkün müdür? 100% kesinlikle olmasa bile Muhammed’in okur yazar olduğuna dair ikna edici ipuçlarını bu yazıda ele alacağım.
Tarihsel olarak 6yy.’da Mekke’de okur yazarlık:
İslam Öncesi Arap yarımadasında şairler, aynı zamanda tarihçi, kahin ve siyasetçi olarak görüldüklerinden önemli yer işgal ederlerdi. Her sene Ukaz festivalinde şiir yarışması düzenlenir ve en çok beğenilen şiirler başkaları tarafından da ezberlensin diye kabe duvarına asılırdı. Şairler kabilenin bir nevi gurur kaynağı idi ve bazen şairler arasındaki atışmalar kabileler arasındaki anlaşmazlıkların çözülmesinde kullanılan (gerçek savaşların yerine geçen) bir araçtı.
Tarafa bin el-Abdülbekir (öl. 564), İmrülkays (öl. 565), Amr bin Kulsûm (öl. 600′den önce), Haris bin Hillize el-Yeşkûri (öl. 570 veya 580), Antere bin Şeddad (öl. 600), Züheyr bin Ebi-Sülma (öl. 608), Lebid bin Rebia (öl. 661) gibi önemli İslam öncesi şairlerin Kabe duvarına asılan şiirleri Muallakat-ı Seba ismi altında daha sonra toplanmıştır.
Oxford Üniversitesi’nde Tarihçi olan MCA Macdonald’a göre MÖ 100 ve MS 400 yılları arasında batı Arabistan halkı tüm diğer eski dünya milletlerine oranla daha çok okuma yazma biliyordu. Hatta bazı bölgelerdeki göçebelerde bile okur yazarlık oranının yüksek olduğu geride bırakılan kaya ve duvar yazılarından anlaşılıyor. Yazılarda günlük yaşam, sosyal sistem, yazarların hissiyatı da dahil olmak üzere Mısır hariç hiç bir ülkede bulunamayan ayrıntılar bulunabiliyor.
Özetle 6.yy Arap yarımadası okuma yazma becerisine yabancı bir coğrafya değil.
Muhammed’in İslam öncesi hayatından gelen ipuçları:
Arap kavimleri daha çok ticaretle meşgul olduklarından ticaret yürütebilmek için sayı saymayı bilmek zorundaydılar. Ancak bizim bugün bildiğimiz numara sistemi 8.yy’a kadar Arap yarımadasında bilinmiyordu. Onun yerine her harfe bir sayının verildiği Ebced hesabı kullanılıyordu. Bu hesabı Roma rakamlarının aslında harf olmaları gibi bir benzetmeyle açıklayabiliriz. Yani bir tüccarın hesap tutabilmesi için harfleri de bilmesi gerekiyordu. Harfleri bilen birisinin okumayı bilmemesi gibi bir şeyin düşünülmesi güç olduğundan tüccarların işlerini yapabilmeleri sadece hesap tutacak kadar bile olsa okuma yazmayı biliyor olmaları gerekiyordu.
Muhammed de, bilindiği gibi ilk eşi Hatice’nin kervanlarından sorumluydu ve çevresinde dürüst bir tüccar olarak tanındığına dair rivayetler olduğuna göre dürüst ve işinin ehli bir tüccar olarak Muhammed’in de hesap-kitap ve dolayısıyla okuma yazma bilmesi gereklidir.
Kuran’dan gelen ipuçları – Ümmi Peygamber :
Muhammed’in okur yazar olmadığı halde Kuran gibi bir eseri ortaya çıkarmış olmasının mucizevi olduğu iddiası çok meşhur, ancak dayanaksız bir iddiadır. Bu iddianın iki temel dayanak noktası vardır.
1-Muhammed ilk kez Cebrail’den vahiy aldığında Cebrail’in onu 3 kez sıkarak “Oku” dediği, Muhammed’in de her seferinde “ben okuma bilmem” dediği Ayşe tarafından nakledilir (Buhari Hadis no:3)
2-Kuran’da değişik yerlerde Muhammed’in “ümmi” olduğu yazar.
İlk maddedeki sözü geçen ayet, Alak 1. ayetidir : “Yaratan Rabbinin adıyla oku”. Ancak buradaki “oku” kelimesi bir şeyi okumak değil, “nakletmek, tekrar etmek” manasına da gelebilir. Nitekim Muhammed Esed de tefsirinde bu noktaya değinmiştir:
Zımnen, “bu ilahî kelâmı”. İkra’ emri, “oku” yahut “telaffuz et/dile getir” olarak çevrilebilir. Birinci çeviri, bana göre, bu bağlamda daha tercihe şayandır; çünkü “telaffuz etmek/dile getirmek” kavramı, yalnızca o anda yazılı olan veya hafızada bulunan bir şeyi -anlayarak veya anlamadan- dil ile söylemeyi ifade eder; oysa “okumak”, bir dış kaynaktan, burada Kur’an mesajından, alınan sözleri veya düşünceleri, yüksek sesle olsun veya olmasın, ama anlamak niyetiyle bilinçli olarak zihnine nakşetmeyi ifade eder.
Ayşe’nin naklettiği hadiste Muhammed’in “ben okuma bilmem” demesi, eğer “ikra” kelimesini “naklet, dile getir” olarak algılarsak “neyi nakledeyim” diye sormasını gerektirir. Burada ilginç sorular ortaya çıkıyor. Cebrail Muhammed’in okur yazar olup olmadığını bilip bilmiyor muydu sorusu en başta akla gelen soru. Tanrı’nın vahiy meleğinin peygamberin okur yazarlığından habersiz olarak “(bir şeyi) oku” demesi, Muhammed’in de her seferinde “ben okuma bilmem” diye cevap vermesi pek olası görünmüyor. Cebrail 3. seferde ikna olup “yaratan Rabbinin adıyla oku” diye cümlenin devamını mı getirmiş oluyor? Yani Tanrı’nın 4 büyük meleğinden birisi ancak 3. seferde ikna olarak söyleceğinin devamını söylüyor gibi bir durum çıkıyor orataya. İkinci soru surenin devamını içeriyor. 4. ayette diyor ki “[insana] kalemi kullanmayı öğretendir,“. Demek ki Tanrı son ve en sevdiği peygamberine kendi sözü olan kitabı göndermeye karar verdiği zaman dem vurduğu ilk şey okuma, ve hemen arkasında yazma. Muhammed’in gerçekten de o ana kadar okuma yazma bilmediğini varsaysak bile Tanrı’dan gelen bu kesin emiri dinlemeyerek okuma ve yazma öğrenmemiş olması bizi sadece iki sonuca götürebilir.
A)Muhammed Cebrail’le karşılaştı ama doğrudan Tanrı’dan gelen “oku” emrini pek iplemedi ve “ümmi” kaldı.
B)Muhammed Cebrail’le hiç bir zaman karşılaşmadı o yüzden de kendini okuma yazma öğrenme zahmetine girmek zorunda hissetmedi.
Ya da daha akla yatkın bir açıklama Muhammed’in “ikra” olarak aktardığı emirin anlamının “bir yazıyı oku” şeklinde değil, “anla ve naklet, ilan et” şeklinde bir anlam taşıdığı ve Muhammed’in “neyi nakledeyim?” diye sorduğu. Zaten surenin devamındaki ayetler de nakledilecek şeyleri saydığı için bu açıklama çok daha mantıklı duruyor.
Bu hadiste anlatılan olay, Eski Ahit’te bulunan Yeşeya (Isaiah) 40:6 ‘ya çok benziyor, ama tesadüfi olabilir elbette:
O zaman RAB’bin yüceliği görünecek, Bütün insanlar hep birlikte onu görecek. Çünkü bu sözler RAB’bin ağzından çıktı.”
Ses, “İlan et” diyor. “Neyi ilan edeyim?” diye soruyorum.
İkinci argüman, “ümmi” kelimesinden geliyor.
“Ümmi” kelimesi Araf 157-158’de; Al-i İmran 20’de, 75’te; Cuma 20’de, Bakara 78’de geçer.
“Ümmi” kelimesi bu ayetlerin tamamında “kitap ehli” kişilerin bir karşıtı gibi kullanılmıştır. Zira “ümmi” kelimesinin bir anlamı okur yazar olmayan, diğeri de Ehli kitap olmayandır (İng. gentile). Burada Kuran insanları kitap ehli ve okur yazar olmayanlar diye değil, kitap ehli olan (Yahudi-Hrıstiyan) ve kitap ehli olmayan (geri kalan insanlar, pratik anlamda Araplar) diye ikiye ayırmıştır. Diğer bir deyişle eğer kelimenin anlamını “okur yazar olmayan” şeklinde alırsak bu ayetlerde insaların Kitap Ehli (Yahudi-Hrıstiyan) ve okur yazar olmayanlar olarak ayrıldığını düşünmemiz gerekir.Bu durumda da Kuran’ın Araplar arasındaki okur yazarların varlığında haberi olmadığını kabul etmemiz gerekir.
Burada tefsircilerin yaptıkları bir hata “ümmi” kelimesinin anlamını yerine göre “kendilerine vahyedilmiş bir kitabı olmayan topluluklar” anlamında yerine göre de “okur yazar olmayan” olarak kabul etmeleridir. Bu türden bir anlam seçmecesi için Muhammed Esed’in tefsirinde Araf 157-158 ve Ali İmran 20’ye bakalım :
Ali İmran 20 :
O halde [ey Peygamber,] seninle tartışanlara de ki: “Ben tüm benliğimi Allah’a teslim ettim ve bana tâbi olan herkes [de öyle yaptı]!” Daha önce vahiy verilmiş olanlara ve kitap ile ilgisi olmayanlara (14) sor: “Siz [de] kendinizi O’na teslim ettiniz mi?” Ve eğer O’na teslim olurlarsa muhakkak doğru yol üzerindedirler; ama yüz çevirirlerse, unutma ki senin görevin sadece mesajı iletmektir: zira Allah, yarattıklarını[n kalplerindeki her şeyi] görür.
14 – Râzî’ye göre bu ifade (ümmiyyîn) kendilerine vahyedilmiş belli bir kitabı olmayan toplumlara işaret etmektedir.
Ancak aynı tefsirde Araf 157 için ne diyor?
onlar ki, ellerindeki Tevrat’ta ve [daha sonra da] İncil’de tanımlanmış bulacakları (124) Elçi’nin, okuması yazması olmayan Haberci’nin izinden gidecekler; [ve o Elçi ki] onlara yapılması doğru olanı buyurup yapılması yanlış olanı yasaklayacak; yine onlara temiz ve hoş şeyleri helal, kötü ve çirkin şeyleri haram kılacak; onların sırtlarına vurulmuş yükü indirip boyunlarına geçirilmiş zincirleri çözecek. (125) Ve sonuç olarak, o’na inanan, o’nu yüce tutup destekleyen ve yücelerden bahşedilen ışığın ardına o’nunla birlikte düşenler; işte böyleleri, nihaî kurtuluşa, esenliğe erişen kimseler olacak”.
124 – Bu bölümün tamamı, İncil’in Hz. İsa’ya vahyedilmesinden yüzlerce yıl önce yaşayan Hz. Musa ve İsrailoğulları’na hitab ettiğinden, ayeti aktarırken İncil sözcüğünden önce parantez içinde “daha sonra da” şeklinde bir ilave yapmamız gerekli olmuştur. (Kur’ânî bir kavram olarak İncil için karş. 3. sure, 4. not.) Bu surede Hz. Nûh’la başlayıp Hz. Musa ve İsrailoğulları’yla biten ilk peygamberlerin bazılarına ilişkin bütün bu kıssalar, Muhammed (s)’e “okuması-yazması olmayan bu Peygamber”e uyulması konusundaki bu buyruğa bir çeşit giriş oluşturmaktadırlar. Burada o’nun “okuma-yazma bilmeyen” (ümmî) biri olduğu konusundaki vurgu, o’nun bu ilk peygamberler ve onlardan aktardığı öğretiler hakkındaki bilgisini, Kitâb-ı Mukaddes’le şu ya da bu şekilde aşinalık içinde olmasına değil, yalnızca ilahî vahye borçlu olduğunu belirtmeye matuftur. -Eski Ahid’de Peygamber Muhammed (s)’in zuhuruna dair işaretler için (özellikle Tesniye xviii, 15 ve 18) bkz. 2. sure, 33. not; Yeni Ahid’de bulunan işaretler için de bkz. 61:6 ve ilgili 6. not.
Halbuki, “ümmi” kelimesini “okur yazar olmayan” anlamıyla değil de “Tevrat’la İncil’le bir ilgisi olmamış olan” anlamıyla alsak bile ilgili ayetlerde bir çelişki olmuyor. Burada Kuran’ın söylediği şey “Muhammed’in İncil ve Tevrat’tan intihal yaptığını iddia ediyorsunuz ama o daha önce bu kitaplarla hiç haşır neşir olmadı, onları incelemedi“. Bir çok açıdan “ümmi” kelimesini “kitap ehli olmayan” anlamıyla kabul etmek “okur yazar olmayan” anlamıyla kabul etmekten daha mantıklı görünüyor.
Diğer bir deyişle, Muhammed’in okur yazar olmadığı halde Kuran’ı yazdırmış olması İslam savunucularına daha çekici geldiği için “ümmi” kelimesi “okur yazar olmayan” anlamıyla tercüme ve tefsirlere girmiştir.
Kuran’da doğrudan Muhammed’e “sana okutacağız” dediği ayete gelelim :
Ala suresi 6. Ayet: Arapçası : Senukriüke fela tensa. Tercümesi (Diyanet): Sana Kur’an’ı okutacağız ve sen onu unutmayacaksın.
Bu ayette ikra kökünden türeyen kelimeyi (Senukriüke) görebilmek için Arapçasını da yazdım. Eğer, ikra bir şeyden okumak manasındaysa (okur yazarların yaptığı gibi) o zaman Kuran’da Muhammed’in okuyabildiği açıkça söylenmiş oluyor. Eğer Alak suresinde olduğunu söylediğim gibi “anla, ilan et” manasında ise o zaman Alak suresindeki ifade desteklenmiş oluyor. Benzer ifadeye Nahl 98’de de rastlanıyor:
Kur’an okuduğun zaman, kovulmuş şeytandan Allah’a sığın.
Ya da İsra 45:
Kur’an okuduğunda, seninle ahirete inanmayanların arasına gizli bir perde çekeriz.
Burada hitap edilen peygamber ise, okuma yazma bildiğine dair açık delil, eğer hitap edilen peygamber değilse (ki İsra’da bir kaç ayet öncesinde “de ki” diye başlıyor) bile Kuran’ın okunmasının önemli bir şey olduğu belirtiliyor ve okumanın önemi yine belirtilmiş oluyor. Eğer Alak suresindeki ayetleri ciddiye almadıysa kişi, sadece Kuran okuyabilmek için bile okuma yazma öğrenmesinin gerekli olduğu çıkarımını yapabilir.
Son olarak da Kalem suresinin ilk iki ayeti :
Nûn. (Ey Muhammed) Andolsun kaleme ve satır satır yazdıklarına ki, sen Rabbinin nimeti sayesinde, bir deli değilsin.
Yani Tanrı Muhammed’in satır satır yazdıkları üzerine yemin ederek onun deli olmadığına şahitlik ediyor.
Düzeltme: Burada üzerine yemin edilen Muhammed’in yazdığı değil, kalemin ve eli kalem tutanların yazdıkları. Burada bir hata yapmışım, yemin edilen Muhammed’in yazdıkları değil. Bu son kısmı dikkate almamanızı rica ediyorum. Muhammed Esed tefsirindeki şu tercüme beni yanılttı :
Nûn. (1) DÜŞÜN kalemi; ve [onunla] yazdıklarını! (2)
1 – Bu, Kur’an’ın birçok suresinin başında yer alan “birbirinden kopuk”/”kesik” (yani, münferit) harflerin (mukattaât) kronolojik olarak ilk kullanılışıdır: Bu harfler konusundaki çeşitli teoriler için bkz. Ek II. Çoğunlukla Taberî tarafından nakledilen bazı önceki müfessirlerin, nûn olarak telaffuz edilen n harfinin hem “büyük balık” hem de “mürekkep hokkası” anlamına gelen aynı telaffuza sahip ismin kısaltılması olduğu şeklindeki görüşleri, bazı tanınmış otoriteler (mesela Zemahşerî ve Râzî) tarafından gramatik gerekçelerle reddedilmiştir.
2 – Bu cümlenin başındaki ve yemin edatının anlamı için bkz. 74:32 ile ilgili not 23’ün ilk yarısı. “Kalem”in zikredilmesi, ilk Kur’an vahyi olan 96. surenin ilk beş ayetini hatırlatmak ve böylece Muhammed (s)’in peygamberliği gerçeğini vurgulamak içindir. “Kalem” kavramının sembolik anlamı konusunda bkz. 96:3-5 ve ilgili not 3.
Hadislerden gelen ipuçları:
Buhari’nin aktardığı şu hadise bakalım :
Seleme İbnu Nuaym İbnu Mes`ud el-Eşcai, babası (ra)`ndan anlatıyor: “Resulullah (sa)`ın, Müseylime`nin kendisine yazdığı mektubu okuyunca, mektubu getiren iki elçiye şöyle söylediğini işitmiştir: “Bu yazdığı meselede siz ne diyorsunuz?” Elçiler: “Biz de onun söylediğini söyleriz!” dediler. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam: “Eğer elçileri öldürmemek kaide olmasaydı boyunlarınızı muhakkak uçururdum!” buyurdular.
Bu hadise göre Muhammed mektubu kendisi okumuştur. İbn İshak tarihinde (ki hem Hadislerden hem de diğer Tarihçilerden daha önce yaşamış ilk İslam tarihçilerinden) Museylime‘ye (peygamberliğini iddia eden bir başka Arap) giden Muhammed’in ağzından yazılmış (kimin yazdığı belli değil) bir cevap da vardır.
Bir diğer ipucu da Hudeybiye barışından geliyor. Barış anlaşmasının yazılması sırasında meydana gelen olaya bakalım (Kaynak: Hasan Arıkan Muhtasar İslam Tarihi) :
Anlaşmanın şartlarını Hz.Ali yazmağa başladı. Müşrikler, baş tarafa «Bismillâhirrahmânirrahîm» yazılmasına razı olmadılar, sâdece «Allah adıyla» yazılmasını kabul ettiler.Daha sonra Allah Rasûlü Hz.Ali’ye; “Bu, Allâh’ın Rasûlü Muhammed ile Süheyl bîni Amr arasında barıştır.” kelimelerini yazdırınca, Süheyl buna îtiraz etti ve, “Biz eğer senin Rasüllüğünü kabul etseydik niye Sana muhâlefet edelim? Niye sizi Kâbe’yi ziyâretten men edelim?” dedi. Rasûlü Ekrem; “Siz tekzib etseniz de Ben yine Allâh’ın Rasûlüyüm. Yâ Ali! Süheyl’in dediği gibi muahedeyi «Abdullah’ın oğlu Muhammed» diye yaz” dedi. «Allâh’ın Rasûlü» kelimelerini silmek Hz.Ali’ye çok ağır geldi. Silemedi. Kenara çekildi. Bu sefer Rasûlü Ekrem onu kendi eliyle sildi. Hz.Ali de «Abdullah’ın oğlu Muhammed» diye yazdı.
Muhammed okuma bilmeseydi nereyi sileceğini nasıl bilebilirdi? Bu hikayenin bir başka versiyonunda Muhammed’in “neresi silinecekse gösterin sileyim” diye sorduğu anlatılıyor. Bulabildiğim kadarıyla bu versiyonun kaynağı 1492’de ölen Mevlana Abdurrahman Cami’nin yazdığı K- Şevâhid-Ün Nübüvve (Peygamberlik Müjdeleri) isimli kitaptır. Onun kaynağı nedir bilemiyorum, ancak başka yerlerde kaynak olarak Buhari gösteriliyor. Ne var ki Buhari’ye baktığımızda “neresi silinecekse gösterin ben sileyim” ifadesini bulamıyoruz. (Hadis no 1158)
Bedir savaşından sonraki esirlerin durumunda da konumuzla ilgili bir ipucu var:
Kurtuluş fidyesi karşılığında salıverme; ya esir mübâdelesi, ya da bir bedel karşılığında serbest bırakmayı ifade eder. “Bundan sonra esirleri ya karşılıksız ya da fidye karşılığında salıvermek vardır” (Muhammed, 47/4) ayeti bunun delilidir. İslâm’da ilk kurtuluş fidyesi Abdullah b. Cahş’ın Amr b. el-Hadrami’yi öldürmesi ile ilgili olarak ortaya çıktı. Hz. Peygamber (s.a.s.) Bedir Gazvesi’nden iki ay önce, bu seriyye tarafından yakalanan iki esir için kurtuluş fidyesi aldı (Zeylâî, a.g.e., II, 403). Bundan sonra Bedir Gazvesi esirlerinin kurtuluş fidyesi dört bin dirhemdir. (Beş dirhem yaklaşık bir koyun bedelidir). Bunu temin edemeyen esirler ise, ashâb-ı kirâm çocuklarından on tanesine okuma-yazma öğretme karşılığında serbest bırakıldılar.
Buna göre fidye ödeyemeyen esirleri çocuklara okuma yazma öğretecekler. Peki niye çocuklara? Eğer iddia edildiği gibi okuma yazma oranı yetişkinler de dahil olmak üzere düşükse niye esirler sadece 10 çocuğa okuma yazma öğretiyor? Niye atıyoum 50 kişilik topluluklara öğretilmiyor? Benim çıkardığım sonuç okuma yazma ihtiyacının yetişkinlerde pek olmadığı ve sadece çocuklarda olduğu. Diğer bir nokta, parası olmayan ve okuma yazma bilmeyen esirlere ne olduğuna dair bir bilgiye rastlamadım. Buradan çıkarılabilecek sonuç okuma yazmaya bilmeyen esir olmadığı, ya da okuma yazma bilmeyenlerin fidyeyi bulabildiği – ki hatırlatmakta fayda var, 800 koyun değerinde bir paradan bahsediyoruz. Elbette bu konuda kesin bir şey söylemek imkansız, okuma yazması ve parası olmayan esirler köleleştirilmiş, idam edilmiş ya da salıverilmiş olabilirler. Bu noktayla ilgili bir bilgiye rastlarsam burayı güncellerim.
Sonuç:
Burada muhtemelen atladığım başka ipuçları da vardır, ancak şu kısa araştırmadan bile çıkarılabilecek makul sonuç Muhammed’in okur yazar olduğu, 6.yy’da okur yazarlığın sonradan gelen İslam alimlerinin iddia ettiğinin tersine yaygın olduğu ve Kuran’ın bile Muhammed’in okur yazar olduğunu onayladığıdır.
Peki varsayalım Muhammed gerçekten okur yazar değildi. Bu neyi değiştirir?
Tarih boyunca bir çok kör yazar bulunmaktadır. İrlandalı yazar James Joyce, gözleri artık hiç görmediği zamanlarda kitaplarının son bölümlerini dikte ettirerek yazdırmıştır. Benzer bir şekilde İspanyol yazar Jose Luis Borges de gözleri ilerleyen yaşında artık hiç görmemesine rağmen annesine dikte ettirerek kitap yazmaya devam etmiştir. MÖ 8. yy’da yaşayan ve İlyada ve Odyssey’i yazdığına inanılan Homeros‘un da kör olduğu düşünülmektedir. Ya da başka bir daldan örnek vermemiz gerekirse, Beethoven meşhur 9. senfonisini bestelediği zaman kulakları hiç duymamaktadır. Hatta 9. senfoni konserde çalınıp bitirildiği zaman Beethoven alkışları duymadığı için arkasına dönmemiş, ancak etraftakiler onu çevirince kalabalığın coşkusunu görerek ağlamaya başlamıştır. Veya daha güncel bir örnek ünlü fizikçi Stephen Hawking. Bırakın yazı yazmayı adam konuşamıyor bile. Ancak bu onun bizim neslimizin en ilgi çeken teorisini (Büyük Patlama) ve bir sürü başka olayı anlattığı kitabı “Zamanın kısa tarihi” ve bir çok başka kitabı-makaleyi yazmasını engellememiş. Kemal Atatürk, 10 ciltlik Nutuk’un tamamını dikte ettirmiş. Bu uç örnekler okuma yazma bilmeyen ama zeki birisinin 23 yıllık süre zarfında dikte ettirerek Kuran gibi üstünkörü anlatılmış eski masallar, bolca tekrar, bilinen gerçeklerin farklı açılardan dile getirilmesinden oluşan bir kitabı yazdırmış olabileceğini göstermektedir. Yani Muhammed’in okur yazar olmaması gerçekse bile çok büyük bir mucize değildir.