Fatma’nın eli

Önceki akşam çoktandır görmediğim bir arkadaşımla buluştum. Sohbet esnasında gözüm kolyesine takıldı. Kolye ucu Türkiye’de “Fatma’nın eli” olarak bilinen şekildi. Hatırlayamayanlar için şekli şemali şu :

Fatma'nın eli

Sordum “bu kolye ne manaya geliyor?” diye. O da bunun Peygamberin kızı Hz Fatma’nın eli olduğunu, beş parmağın İslam’ın 5 şartını simgelediğini, kişiyi nazardan, kötülükten, inden cinden koruduğunu, sadakati ve sabrı temsil ettiğini anlattı.

Elbette arkadaşımın bu simgenin tek tanrılı dinlerin çıkışından önceye dayandığından ve eski Ortadoğu tanrıçalarından İştar’ın simgelerinden birisinden (avcu açık sağ el) geldiğinden haberi yoktu. Hatta simgenin bilinen isminin Hamsa olduğundan da.

Sağ ele dikkat

 

Hatta aynı “açık sağ el” işaretinin Budizm’de de benzer manaya geldiğini (aydınlanma, kötülüklerden arınma) de bilmiyordu.

Sağ ele dikkat.

Hatta daha da eskiye gidersek bu işaretin Finikelilerin tanrıçası Tanit’in eliyle benzerliğini görebiliriz. Tanit’in elinin manası yine aynı, nazardan korunma, iyi şans.

Tanit'in eli

 

Özetle bu sembol Muhammed’in kızı Fatma’ya atfedilse de arkasında binlerce yıllık bir gelenek var. Aynı coğrafyada nesiller boyu kullanılarak bugünkü halini almış.

Yahudilerin bu sembolü Müslüman komşularından alarak “Fatma’nın eli”ni Musa’nın kızdardeşi “Meryem’in eli”ne çevirmiş olmaları da başka bir ilginç detay.

Değişik dinlerin detaylarına sahip "Fatma'nın eli" kolye uçları

Ateizm ve Masonluk

Harun Yahya bilimkurgularından ortaya saçılan yalanlardan birisi Masonların Ateist oldukları ve Darwinist emelleri uğruna şehirleri yakıp yıktıları bebek yedikleri gibi fantastik senaryolardır.

Şu Google araması “Ateist Mason” sorgusunda ilk sıralarda hep Harun Yahya sitelerini sıralıyor.

Ancak 5 dakikasını ayırıp Masonlukla ilgili ansiklopedik bilgi karıştıran herkesin görebileceği şey, Masonluğa giriş için ön şartlardan birisinin Evrenin Büyük Mimarı’na inanmak olduğudur. Masonlukta tek bir yaratıcı tanrıya inança esastır, ancak bunun detayları kişiye bırakılmıştır. Yani tek bir büyük yaratıcıya (Mimar’a) inansın da, ismine Allah desin Yahveh desin önemli değil.

Masonların Türkçe sitesi Masonlar.org’dan doğrudan alıntı yapıyorum :

Masonik düşüncede, eklektisizmi benimsemekle birlikte süregelen en önemli dogma insan ruhunun ölmezliği ve insan aklının üstünlüğüdür, bunların dışında, Evrenin Ulu Mimarı’nın varlığına ve tekliğine inancı ayrı tutarsak, düşünceyi sınırlayan hiçbir dogmatik öğe veya kısıtlama yoktur

Yani diyor ki – Ruh’a inanırız, Evrenin ulu Mimarı harici dogmamız da yoktur.

Masonluk, hakikatin arayışında üyelerini düşünce açısından kısıtlamaz. Ancak, Hürmasonluğun ana ilkelerinden olan “Masonluk, Evrenin Ulu Mimarı dediği Yüce Varlığa ve Ruhun Ölmezliğine inanır” hükmü ile düşünce ve inanç özgürlüğünün sınırı çizilmekte olup, Mason kimliğini alacak kişinin bu düşünce ve inanç yapısında olması ön koşul olarak ortaya koyulmaktadır. Ayrıca Tekris Töreninde her adaydan inancının bu doğrultuda olduğunu beyan etmesi istenmektedir. O halde, masonlukta düşünce, bu genel sınırlamayla yönlendirilerek özgür bırakılmıştır denilebilir.

Özetle Masonlar, dine inanmak zorunda değilse de en kaba tabiriyle Deist türden bir tanrıya ve insan ruhunun ölümsüzlüğüne inanmalıdırlar.

Ulu Mimar

Bu sadece Türk Masonlarının görüşü de değildir. Dünya çapındaki tüm büyük localarda Ateistlerin Mason olmaması şeklindeki kural geçerlidir.

Örneğin Kanada’daki bir Mason locasının sitesindeki “Sıkça Sorulan Sorular” bölümündeki bir cevapta en eski Mason kaynaklarından birinden bir alıntı yapılıyor (22. soru):

Dr. James Anderson, in The Charges of a Freemason, wrote in 1723: “A Mason is obliged by his Tenure, to obey the moral Law; and if he rightly understands the Art, he will never be a stupid Atheist nor an irreligious Libertine.” This phrasing was carried forward unchanged for many years although at this time, in many jurisdictions, the term “stupid” has been dropped as gratuitous and insulting. While individual freemasons may consider atheists to be stupid, or ignorant, or unfortunate, many other freemasons will simply consider atheists as individuals who hold a differing belief.

Kaba tercümesiyle:

1723’te Dr James Anderson “Özgür Masonların Görevleri” isimli eserinde, Masonların ahlaki kanuna uyması gerektiğini ve gerçekten “Sanat”ı anlıyorsa asla aptal bir ateist ya da dinsiz bir özgür düşünceli olmaz…. Bireysel masonlar ateistlerin aptal, cahil, talihsiz olduklarını düşünse de bir çok diğer mason ateistlerin sadece farklı bir fikre sahip olduklarını kabul eder.

Görüldüğü gibi Masonluğun temelinde teleolojik argüman mevcut. Sık sık “mimar” ve “sanat” referansının verilmesinin sebebi “Evren’deki muhteşem nizam-düzen” fikrinden başka bir şey değil. Yani masonlar da aslında dine inananlardan çok farklı düşünmüyor evrenin “yaratılması” konusunda.

Bir ilginç detay daha vereyim, Avrupa’nın en eski Mason localarından Grand Orient de France, kurulduktan kısa bir süre sonra Ulu Mimar’a inancı bir ön şart olmaktan çıkardığı için (diğer bir deyişle Ateistlere kapısını açtığı için) dünyadaki diğer localarla ilişkisi kesilmiştir. Yani hem Ateist hem Mason olabiliyorsunuz ama Masonluğunuz sadece “irregüler” olarak kabul edilen locanızda kalıyor. Bir nevi mahalle derneğine üye olmuş gibi kabul ediliyorsunuz.

Kısaca Masonluk ve Ateizm yan yana durabilecek fikirler değil. Masonluk’la agnostisizm bile yan yana duramıyor. Zira eğer “Evren’in Ulu Mimarı”na inanmıyorsanız ve bu şekilde beyanda bulunmuyorsanız Mason olmanız imkansız.

Darwinist bebek yiyiciler meselesine girmiyorum bile 🙂

Nuh’un gemisi bulundu mu? Sanmıyorum

Bir kaç gündür haberler ve gazeteler Çinli araştırmacıların Nuh’un tufandan kaçmasını sağlayan ve Ağrı dağında karaya oturduğu söylenegelen gemiyi bulduklarından bahsediyor.

Araştırmayı yapan grubun Evanjelist Hrıstiyanlar olması zaten Saçmalık Detektörümün ibresini sona dayamıştı. Ancak bugün rastladığım bir haber olaya noktayı koymuş durumda.

Saçmalık detektörüm. Saçmalık ve kandırmacalarla karşılaşınca ibre sona dayanıyor.

Anlaşılan Çinli Evanjelikler, tuttukları işçilere Ağrı dağının 4000 metre üstündeki bir mağaraya kereste bloklar yerleştirerek bir nevi dekor hazırlatmışlar. Olayın “düdük çalan”ı kim mi? 2008’de Çinli grupla işbirliği yapan bir başka Nuh’un gemisi araştırmacısı, Amerika’lı profesör Randall Price.

Bir kaç gün önce açıklanan “keşif”ten sonra dün yazdığı bir e-mail’de Price olayı şu şekilde anlatıyor (kabaca tercüme ettim, kulağa çok hoş gelmeyebilir ama anlamı aşağı yukarı bu şekilde):

Uzun sözün kısası, tüm bu olay sahtecilik örneği. Fotoğraflar Karadeniz yakınlarında çekilmişler ama video görüntüleri Ağrı dağına ait. 2008 yazında 10 tane Kürt işçi, Çinlilerin rehberi Parasut (Paraşüt?) tarafından görevlendirilerek Karadeniz yakınlarındaki (fotoğrafların çekildiği) eski bir yapıdan ahşap blokları Ağrı dağındaki mağaraya taşıdılar. 2008 kışında Parasut’un adamları tarafından mağaraya götürülen Çinli bir dağcı ahşapları gördü, ama çetin hava şartlarından dolayı içeri giremedi. 2009 yazında daha çok ahşap mağaraya getirildi. Çinli grup 2009 yaz sonu gibi mağaraya gittiler (o vakitler ben de oradaydım ve kandırmacadan haberdardım) ve söz konusu filmi çektiler. Dediğim gibi sözde geminin içine ait fotoğraflarım var ve Doğubayazit’teki Kürt ortağımızda mekanla ilgili tüm bilgiler, işçilerin isimleri ve hatta ahşap blokları taşıyan kamyona ait bilgiler mevcut.

Evanjelist Hrıstiyan genellikle “bol para”yla aynı manaya geliyor. Çinli grubun işçi tutarak bu kandırmacayı gerçekleştirmiş olma ihtimali gayet yüksek.

Eski Ahit'teki ölçülere göre inşa edilmiş Nuh'un gemisi

İşin ilginç ve komik yanı, Çinli grubun bulduklarını söyledikleri ahşap yapıda Karbon 14 testi uyguladıkları ve yapının 4800 yıllık olduğunu açıklamaları. Halbuki dünyanın 4.5 milyar yıllık olmadığını düşünen Evanjelistler dünyanın yaşının 7000 sene olduğu iddiasını savunurken karbon 14 testinin güvenilir olmadığını öne sürerlerdi. Demek ki karbon 14 testi, inançlarını doğrulamak için kullanıldığı zaman güvenilir sonuçlar veren bir test.

İyi ki doğdun Charles Darwin

Bugün 12 Şubat Darwin’in doğum günü. 201 sene önce bugün, canlılardaki çeşitliliği açıklayan en kapsamlı teori olan Doğal Seçilimle Evrim Teorisi’ni geliştiren Charles Darwin babasına ait olan İngiltere Shrewsbury’deki “The Mount” isimli evde doğdu.

The Mount

Charles Darwin 1859’da Türlerin Kökeni Üzerine isimli kitabını yayınladı. 1882’de 73 yaşındayken vefat etti.

Darwin 1881

Nice 150 yıllara

24 Kasım Darwin’in 1859’da Türlerin Kökeni’nin ilk yayınladığı gün. Yani 150 sene önce bugün kitapçılarda tarihin en önemli kitaplarından birisi raflardaki yerini alarak dünyanın çehresini değiştirecek olan ilk adımı attı.

 

Türlerin Kökeni'nin ilk baskısının iç kapak sayfası

İnsanlığın doğayı ve evreni anlamasını sağlayan bu türdeki kitaplara muhtemelen her zamankinden daha çok ihtiyacı var.

 

 

Hitler ve Darwin

Bir çok web sayfasında Hitler’in Yahudi soykırımını gerçekleştirirken Darwin’den esinlendiği ve “güçlü olanın ayakta kalması” ilkesini kendisi işleterek bir nevi sosyal Darwinizm yaptığı anlatılır. Hatta Hitler’in ateist olduğu da söylenir.

Nazi’lerin Darwin ve nesildaşı Alman biyolog Häckel’den esinlenerek soykırım yaptıkları iddia edilir.

Bu iddialar tarihsel olarak hatalı ve art niyetlidir.

Alttaki paragraf bizzat Hitler’in hapisteyken kaleme aldığı Kavgam-Mein Kampf’tan alıntıdır (Walking about in the garden of Nature diye başlayan paragraf):

Doğa bahçesinde yürüyen her insan, her şeyi bildikleri sanrısına sahiptir. Fakat hemen hemen hepsi doğanın işleyişindeki prensiplerden habersizdirler. Bu prensip her yaşayan canlıyı karakterize eden bir iç izolasyon olarak tarif edilebilir. Doğadaki sayısız türe üstünkörü bir bakış bile doğada ortaya çıkan hayatın, canlıların ürerken ve çoğalırken kendi yaşam formlarının sınırları arasında kalmalarını sağlayan bir temel prensibe bağlı olduğunu görebilecektir.

Yani Hitler canlıların ortak atadan gelmediklerini, türlerin kendi sınırları içerisinde üreyip çoğaldıklarını söylüyor. Klasik yaratılışçı söylem.

Hitler ve Papa'yla Hitler arasındaki bağlantı olan Başpsikopos Cesare Orsenigo

Hatta Hitler’in doğrudan Tanrı’dan otorite aldığını söylediği de olmuştur:

Hence today I believe that I am acting in accordance with the will of the Almighty Creator: by defending myself against the Jew, I am fighting for the work of the Lord (1943)

VE bugün inanıyorum ki kendimi Yahudilere karşı korurken Yaratan’ın iradesine uygun hareket ediyor ve Rabbim için savaşıyorum.

Nazi partisinin kütüphanelerin kabul etmemesini istedikleri kitapları tarif ettiği genelgesinde geçen şu ifadeyi ele alalım (Die Bücherei 1935, 279):

 

Writings of a philosophical and social nature whose content deals with the false scientific enlightenment of primitive Darwinism and Monism (Häckel).
İlkel Darwinist ve Monist’lerin sahte aydınlanmasından bahseden sosyal ve felsefi kitaplar.
Bir diğer doküman da kitaplıklardan kaldırılması emredilen “kara liste”‘den alıntı:
All writings that ridicule, belittle or besmirch the Christian religion and its institution, faith in God, or other things that are holy to the healthy sentiments of the Volk. (Blacklist n.d.)
Hrıstiyan dinini ve kurumunu, Tanrı inancını ve Volk’un (Alman halkı) sağlıklı hislerini alaya alan küçülten ve lekeleyen tüm kitaplar.

Hitler kiliseden çıkarken

Buna ek olarak Nazi partisi ilk iktidara geldiği zaman Vatikan’la yaptığı anlaşmalar ve Vatikan’ın Almanya’daki eğitim sisteminde tekel olması karşılığında Nazi partisini Almanya’da desteklemesi Nazilerle Katolik kilisesinin yakın ilişkisini de ortaya koyuyor.

 

 

Farklı Tarih Strikes Back*

Farklı tarih sitesi, zahmet etmiş kendileriyle ilgili eleştirilerime cevap vermiş.

Sabah neşemi onlara borçluyum.Hiç uzatmadan, yazdıkları safsataları kısaca ele almak istiyorum.

Güncelleme: Yazar, benim IP adresimi takip ederek siteye ilk defa 24 agustosta geldiğimi söylüyor. Doğru olabilir, zira siteme link verilen yerleri takip etmek gibi bir huyum var. Bana link verilen site “incefikir.com” isimli bir sözlük klonu. Başlık da Farklı Tarih. Ancak ilk ziyaretimde siteyi açıp uzun uzun okumamıştım. O yüzden yalan söylediğim iddiası biraz çarpıtma oluyor. Siteye olan ilgim, ilk yazıda sözünü ettiğim okur yorumundan sonra başladı desek daha doğru olur. İlk yazıyı da düzelttim.

James Churchward’ın 50 sene boyunca Hindistan ve Çin’de araştırmalar yaptığını söylemişler. Şurada Churchward’ın doğumundan itibaren önemli anların kaynaklarla sıralandığı bir liste var. Listeye göre Churchward 1851’de doğmuş, ve 1889’da Amerika’ya yerleşmiş. Bu tarihten önce de Sri Lanka’da çay tarlalarına sahipmiş. 21 yaşındayken oğlunu nüfusa kaydettirdiğinde İngiltere’de yaşadığına dair belge var. Yani 1889’da Amerika’ya yerleşene kadar, 17 senelik bir zaman aralığı var.

Şuradaki kendi yazdıklarında yapılan alıntılarda 1874 ve 78 yılları arasındaki tarihlerden bahsederek Yüksek Rahiplerin yardımıyla unutulmuş dilleri okuduğundan bahsediyor.

Hangi 50 yıllık akademik çalışmalar? Bu yazıtlar nerede? Başkaları incelemiş mi? Başkaları tercüme etmiş mi? Bu yazıtlarda anlatılan şeyleri destekleyen fiziksel kanıtlar var mı? Eski yazıtlarda yazılan her şeye inanmalı mıyız? Dünya’nın kaplumbağanın sırtında durduğunu yazan antik yazıların niye boynu bükük? Madem MU eski kayıtlarda var, niye Churchward haricinde kimse bunları bulamadı? Kimse bunlarla ilgili bir çalışma yapmadı? Çinliler ve Hintliler günümüzde süper güçlüğe oynayan ülkeler, bir tane bile akademisyen bunu merak etmedi mi? Tibetli rahipler eskisi gibi gizemli değiller, Dalai Lama Hollywood yıldızlarıyla yakın arkadaş. Niye bu MU kıtasına dair tek kaynağımız hala Churchward?

Ben söyleyeyim, çünkü Churchward ne dediğinden haberi olmayan birisiydi. Örneğn Kayıp Kıta MU isimli kitabının şuradaki baskısının 83. sayfasındaki şu ifadeye bir bakalım :

Plato’s Timeus says that this Mexican pyramid is an Exact model of the Sacred Hill of Atlantis on which was built the Temple of Poseidon.

yani:

Plat Timeus’ta diyor ki Meksika piramidi, Atlantis’teki kutsal tepe’deki Poseidon tapınağındaki piramitle birebir aynıdır.

Süper. Kaynak olarak başkasından duyduğu bir masalı aktardığını söyleyen Plato’dan bahsediyor. Bilimsellik kulaklarından fışkırıyor. Churchward bir okült yazarıdır, yazdıklarına dair bir kanıt yoktur ve hiç kimse bu adamı ciddiye almamaktadır. Pardon, Farklı Tarih ve bir iki komplo teorisyeni hariç hiç kimse demem gerekirdi.

Sonra diyor ki okyanus tabanlarında yapılan çalışmalara bilim dünyası karşı çıkıyor. Tam olarak şöyle demiş

“Yapılan okyanus tabanı haritası, şu anda dahi bilim otoritelerince yanlış olarak görülmekedir ve yeni haritaların oluşturulması için çalışmalar yapılmaktadır.”

Hangi bilim otoriteleri? Nerede karşı çıkmış? Kaynak nedir? Benim baktığım kaynaklarda 1960’lardan beri Tektonik teorisi bilim camiasının tamamı tarafından kabul edilen bir teori ve okyanus dibi haritalandırılmasında kullanılan yöntemler son derece sağlam. Sonar’lar 50 yıldır başarıyla kullanılan cihazlar. Çok merak ediyorum bu yöntemi reddeden bilim otoritelerini. Herhalde bu bilim otoriteleri Jeoloji bilimiyle alakalı değil, öyle olsaydı bu yöntemler öğrencilere anlatılmaya devam edilmezdi. Sonra Antartika’nın daha önce bilinmeyen yerlerindeki haritalandırmayı çarpıtarak “yanlış olanı düzeltme” diye kanıt gösteriyor. Sence bu haritaların yanlış olduğu düşünülseydi, Antartika’dan mı başlarlardı yoksa ticaret rotalarının, askeri öneme sahip yerlerin, deprem kuşaklarının olduğu ve insanlara doğrudan etkisi olabilecek yerlerden mi başlarlardı?

Sonra antik Dünya haritası meselesi var. Burada ben ilk okuduğumu yanlış anlamışım gibi görünüyor. Benim anladığım şey, “Dünya’yı gösteren ilk harita” iken, Farklı Tarih’in gösterdiği şey “Dünya’da bulunmuş herhangi bir yeri gösteren en eski harita”. Ancak benim açık olarak Dünya Haritası’na dair gösterdiğim kaynağı reddedip, bakın bu harita daha eskidir demek, ancak okuduğunu anlamamakla açıklanabilir diye düşünüyorum. Linki takip ettiğinizde karşınıza “Dünya’yı gösteren en eski haritalar” başlıklı Wikipedia makalesi geliyor. Yani bilinen dünyanın tamamını gösteren haritalar. 14000 yıl önceye dayanan harita ise bir duvar resmi. Muhtemelen bir tür kroki. Burada farklı şeylerden bahsettiğimiz açık. Ancak benim neden bahsettiğim açık iken Farklı Tarih’in bunu reddetmesi ilginç. Basitçe “yazdığımız şeyi yanlış anlamış” diyebilirlerdi. Ama amaç belli ki bağcı dövmek 🙂

Hitler’in Frederick’le ilgili takıntısına dair bir kaç kaynak var. Ancak bu “el” meselesine dair kaynak varsa da ben bulamadım. 21. yy teknolojisiyle bu iki adamın elini ölçüp 85% benzerlik bulan araştırmaya dair bir kaynak bulamadım. Timaş yayınlarından çıkan Ali Çimen (Zaman gazetesinde gazetecidir)’in yazdığı bir kitabı kaynak gösteriyorlar. O kitabın kaynağı nedir belli değil. Ali Çimen bizzat Hitler’i görüp bu el takıntısına şahit olmadıysa ya da iki adamın elini karşılaştıran araştırmacılardan değilse onun da bir kaynağı olsa gerek. Ah pardon, Farklı Tarih kaynak kullanmayı pek sevmiyor.

Sonra diyor ki “biz zaten bilinenleri değil, bilinmeyenleri ortaya koyan yazarların istediğini yazdığı bir siteyiz”. Pek güzel, harikulade, kimsenin bilmediklerini ortaya koymaya çalışmak çok asilce bir davranış. Ama bunu yapmaya çalışırken kaynaklarınızı sağlam tutmaya özen göstermez, eleştirel düşünce uygulamaz ve kağıda basılı bir şeyi doğru kabul ederseniz böyle çuvallarsınız ve “Mu da Atlantis de gerçektir” diye yırtınırsınız. İnsanların az bildiği, ilginç ve güvenilir tarihi gerçekler varken, masalları gerçekmiş gibi anlatmak niye, anlamakta güçlük çekiyorum.

Bir de kendilerini NTV tarih’le kıyasladığımı sanmışlar. Öyle bir şey yok. NTV tarih bünyesinde doğru dürüst editörler bulunduran, kaynak göstererek yazan ve yaptığı hataları kabul edip ertesi sayıda tekzipler yayınlayan eli yüzü düzgün ve her yerde bulunabilen bir tarih dergisi. Farklı tarih, öyle değil. Kaynak göstermeden yazan, sonra hataları gösterildiğinde hatayı gösterene gelip teşekkür edeceğine “saçmalıyorsun” diyen bir sitedir. Haksızlık etmeyelim, benim muhattap olduğum tek kişi var. Site değil, site sahibidir diyeyim. Burada herhangi bir benzetme değil, kontrast (karşıtlık) var.

Bu noktadan sonra da geri geliyor Çin’deki höyüklerin Türk piramidi olduğu iddiasına.

Mali Müşavir Muharrem Kılıç’tan kopyaladığı bilgileri gerçekmiş gibi sunuyor. Diyor ki “Çinliler yasak koydu dokundurtmuyorlar”. Kaynak? Yok. Yapıtlardaki üstün mimariye dem vuruyor. Burada bahsettiğimiz halk, Çin seddini yapan, Terracota ordusunu yapan halkla aynı halk. Bence bu höyükleri daha bile şekilli yapmaları gerekiyordu.

Sonra geliyor “kesişim” isimli resmi tam anlamadan saldırmaya devam ediyor. Ben Venn şemasını gördüğümde muhtemelen ilkokul 2. sınıfa gidiyordum. Ancak arkadaş o gün okuldan kaçmış heralde. Zira şöyle bir yorumda bulunmuş :

Burada anlatılmak istenen; din ve aptallığın kesişimi.

Hayır, burada anlatılmak istenen şey çok farklı. Eğer aptal ve dindarsanız, bir de üstüne bunu siyaset olarak gütmeye çalışıyorsanız, o zaman yaratılışçısınızdır. Eğer sadece aptal ve dindarsanız o zaman yobaz sınıfına giriyorsunuz. Eğer sadece dindarsanız (aptal değilseniz) o zaman hiç bir başka kümeyle kesişmeyen “dindar” kategorisine giriyorsunuz. Yani aptal olmadığı halde dindar olan insanları reddediyor değiliz. Var tabi ki öyle insanlar. Sayıca gayet de fazla hem de.

Çünkü, özgür bir ülkede siz bir başkasının inancından dolayı ona “aptal, gerici” gibi aşağılayıcı ifadeler kullanırsanız, hukuki suç işlemiş durumuna düşersiniz.

Eğer inanılan şey aptal ve gerici bir inançsa o zaman bu hakaret değil, sadece var olanı tanımlamadır.Örneğin dünyanın düz olduğunu düşünen ve bunun okullarda okutulmasını isteyen birisine gönül rahatlığıyla aptal ve gerici diyebilirsiniz.

Sonra şu komik ve nereden çıkardığı belli olmayan ifadeyi yazmış :

Şüpheci Melek’teki yazılarda iki şey üzerinde duruluyor;

■Milliyetçiliğin her türlüsü faşizmdir. (En çok buna gülüyorum işte. Milleti için çalışan insanlara bile busıfatı yerleştirebiliyorlar ya, gerçekten garip.)
■Din, gericidir ve dogmadır. Bilimsellikten uzaktır.

Milliyetçilikle ilgili yazdığımı hiç hatırlamıyorum. Ama milliyetçiliğin her türlüsü faşizm falan değildir. Faşizm ayrı, milliyetçilik ayrıdır. Milleti için çalışan insanlar milliyetçi ve vatanseverdir. Sadece kendi doğrusunu dayatmaya çalışanlar ise faşisttir.

Din gerici ve dogmatiktir evet. Bilimsellikten uzaktır. Bu da evet. Sanırım bunun hakkında biraz yazdım daha önce 🙂

Neyse ki bitiriyor (da ben de işime dönebiliyorum) :

Sıkıldım, gerçekten sıkıldım. 24 saat bilgisayar başında pinekleyen insanların bilimsellikten dem vurmalarından sıkıldım. Farklı Tarih bannerinin sağ tarfına uluyan bir kurt, sol tarafına da Atatürk resmi koysaydık, inanın bana bu kadar saldırı olmazdı… Yazık, milletimizin bilimsellikten anladıklarını görmek, gerçekten yazık…

İnan dostum, senden daha çok ben sıkıldım. Evrim’i reddedip 100 sene önce yazılmış masallara inanan insanlara laf anlatmaya çalışmaktan ben çok sıkıldım. Ama naparsın, hayat mükemmel değil. Herkesin üstesinden gelmek zorunda olduğu şeyler var. Benim de boş vakitlerimde üstesinden gelmeye çalıştığım şey cehalet. Umuyorum bu eleştirilerim ileriki yazılarında kaynaklarını daha titiz seçmene sebep olur.Yok ben böyle devam ederim diyorsan, daha benden çok çekeceğin var haberin olsun.

Post script:Bu arada Papa 1. Leo’nun Attila’yla karşılaşmasına dair yazdığın yazıdaki at-eşek hikayesinin kaynağını gösterirsen sevinirim. Ben ne Priscus ne de Aziz Prosper Aquitaine’de (birisi Attila’nın peşinden ayrılmamış ve ona dair bilinenlerin ilk kaynağı, diğeri de Papa’nın peşinden ayrılmamış ve dönemin Roma tarihine dair bilinenlerin kaynağı) böyle bir hikayeye rastlamadım. Eğer “şu kitap şu sayfa” diyeceksen o kitabın kaynağını da belirtmeni rica edeceğim.

*

Farklı Tarih mi? Daha çok “Sözdetarih”

Dün gelen bir okuyucu yorumu sayesinde, Farklı Tarih isimli bir websitesinin varlığından haberdar oldum.(Bu kısımda açıklama yapmam gerekir, sitenin varlığından haberdar olmam bir kaç gün öncesine dayanıyor. Siteme link verilen bir yerdeki başka bir linki takip ederek siteye girmişliğim var. Ancak oturup uzun uzun okumuşluğum yok. Siteyi doğru dürüst incelemem sözkonusu okur yorumundan sonra başladı.)

Eli yüzü düzgün görünen site popüler tarih yazıları yazan kişilerin oluşturduğu bir oluşum olduğunu beyan ediyor.

Ancak okuyucunun bıraktığı yorum, Tarih sitesi yayınlayan, Tarih’le ilgili bir dergi (elektronik ortamda olsa da) çıkarttığını söyleyen bir oluşumdan beklenmeyecek bir iddia idi.

O da meşhur Türk piramitlerinin gerçekten de Türk piramiti olduğu, Çinlilerin komplosu yüzünden Çinlilere mal edildiği, kimsenin oraya gitmesine izin verilmediği vs vs diye giden daha önce zaten incelediğimiz komik teori.

Siteyi biraz gezince gördüm ki bu yorumu bırakan okuyucunun yazdıklarına çok uzak olmayan iddialar, sitede gerçek tarihi bilgi olarak gösteriliyor. Örneğin şu ifadeyi ele alalım :

Türklerin kurduğu ilk devlet, tahminen M.Ö 6 ila 8 bin yılları arasında kurulan Büyük Uygur İmparatorluğu‘dur. Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi‘nde göze çarpan Mu Kıtası, işte bu Büyük Uygur İmparatorluğu‘nun kurulduğu coğrafya olarak tahmin edilmektedir. Peki, Mu Kıtası‘nın bilimselliği ne ölçüde? Açıklayayım; Atlantis ne kadar gerçek ise Mu Kıtası da en az o kadar gerçektir!

Büyük Uygur İmparatorluğu. MU kıtası. Atlantis.

Gerçekten mi? Yani bunu hakikaten “Tarih” diye yazıyor ve Türk kültürünü 10000 sene öncesine yerleştiriyor musunuz? Şaka falan yapmıyorsunuz değil mi?

Sanırım yapmıyorlar.

Büyük Uygur (Ya da Antik Uygur) İmparatorluğu fikri, MU kıtası fikrini de ortaya atan en ünlü kişi James Churchward isimli İngiliz-Amerikalı bir işadamıdır. Hipotezi, Hawaii adasının biraz kuzeyinde MU isimli şimdi depremler yüzünden batmış bir kıta olduğudur. Hatta Paskalya adası da bu kıtanın su üstünde kalan bir parçasıdır.

Bu hipotez, 1900’lerin ikinci yarısında okyanus tabanının haritasının çıkarılması ile kesin olarak çürütülmüştü. Tabi Atlantis kıtası da aynı şekilde.

Sonra şu inanılmaz iddiayı yazıyor Farklı Tarih sitesi :

Dünyanın en eski haritası, M.Ö 13.000 civarlarında yapılmıştır.

Gerçekten mi? Şaka değil yani?

Sanırım değil.

En eski Dünya haritası MÖ 600 yılına ve Babillilere aittir. M.Ö. 13.000 yılında insanlar mağaralara resim yapmakla meşguldüler. Hatta daha neolitik çağ bile başlamamıştı. Yani taş devri bile henüz bitmemişti.

Yazının sonundaki yorumlarda ise (yorumcular bu blogun linkini bırakmışlar) site sahiplerinden Osman Bulut şöyle yazmış :

@Adsız,

Atlantis Mısır yazıtlarında geçmektedir. Mu kıtası ise, Orta Asya ve Çin kayıtlarında yer almaktadır. Hiçbir kanıt yok derken biraz aratırma yapmanız daha iyi olurdu.

O piramitler Türk piramidi olmasa bile, kesinlikle Çin piramidi değildir. Zira Çin hükümeti, bu piramitleri dış dünyadan soyutlamaya çalışmaktadır. Piramitlerin üstlerine çam ağacı dikerek, araştırma gezilerini yasaklayarak vs… Çin’in turizm hevesini dikkate alırsak bu piramitlerin Çin uygarlığına ait olmadığını anlayabilirsiniz.

Atlantis, Mısır yazıtlarında geçmekteymiş. Kaynak? Sitenin kaynak göstermemek gibi bir huyu var o yüzden kaynak belli değil. Ancak genel inanış, Atlantislilerin kıta batınca Akdeniz’e yayıldığı ve Mısırlıların “Tanrı”ları olarak görüldükleri ve Tanrı mitolojisinin kaynakları oldukları. Elbette bunu destekleyecek sağlam kanıtlar yok. Sembolik hikayeleri sağa sola esneterek (örneğin: “Thoth denizler ötesinden gelen bir Tanrıdır. Denizler ötesinden Tanrı gibi görünebilecek kim vardır? Atlantisliler!“) elde edilmiş ilginç masallar sadece.

Atlantis kıtası yoksa, Atlantis gibi bir ülkeye dair tek bir somut kanıt, bir kalıntı vs yoksa Mısırlıların ne düşündüğü (ne hayal ettiği) ne önem taşır ki?

Atlantis kıtasına dair ilk ve en önemli kaynak Plato(Eflatun)’dur. Üstün insanların 50.000 sene önceden başlayarak 3 tane büyük yıkım geçirmeleri ve son yıkım sonrası Akdeniz’e yayılarak medeniyeti öğretmeleri hikayesinin kaynağı Plato’dur. O da bir Mısır rahibinden dinlemiştir hikayeyi. Başka, eski dünyada Atlantis’e dair tek bir kanıt yoktur. Modern jeoloji bilgisi de Atlantis gibi bir kıtanın varlığını yalanlamaktadır.

MU kıtasının Çin kayıtlarında olduğunu ilk defa duyuyorum. Benim bildiğim (ve Wikipedia’da da doğruladığım) Churchward okuduğunu söylediği tabletleri Hindistan’da askerlik yaparken elde etmiştir. Çin kaynaklarında MU’dan bahseden bir kaynakları varsa tabi görmek isteriz.

Rastgele gezmeye devam ediyorum, Hitler’le ilgili bir yazıda şöyle denmiş:

Hatta, bazı söylentilere göre Hitler, kendini Büyük Frederik’le özdeşleştirmişti. Bunun gerekçesi olarak da, komik gelecek ama, el yapılarını gösteriyordu. Ona göre, Frederik ile kendisinin el yapıları çok benziyordu.Pek de haksız sayılmazdı, zira 21. yy teknolojik imkanlarıyla bu iki şahsiyetin el yapıları karşılaştırıldığında, %85 oranında benzerlik bulunduğu kanıtlanmıştır…

Büyük Frederik’ten kastedilen Prusya kralı 2. Frederik ise, 1786’da ölen bir kraldan bahsediyoruz. Hitler’in 1933’te başa geçtiğini düşünürsek arada 150 senelik bir fark var. Yani Hitler, muhtemelen tablolara bakarak kendi eli ve Frederik’in elini kıyaslıyordu.

Benim bildiğim, ve kaynakların doğruladığı şey Hitler’in “el” ile ilgili tek takıntısı, obsesyon haline gelen mikrop takıntısı yüzünden sürekli ellerini yıkama isteği idi. Nedense bu “ellerin Frederik’le benzemesi” hikayesine dair tek bir kaynak bulamadım. Ve burada bahsettiğimiz kişi Hitler. Eğer bu iddia gerçek olmasa da bolca anlatılan bir iddia olsaydı bir yerlerde bulunabilmesi gerekliydi. Tabi Farklı Tarih kaynak göstermeyi sevmediğinden, kaynağını kontrol edemiyoruz. 21.yy’da kim Frederik ve Hitler’in ellerini kıyaslamış ölçmüş belli değil. Bir ton zırva.

Sözdebilim’i biliyoruz. Astroloji, Reiki, Kuantum mistsizmi vb. Ancak Sözdetarih’i Sözdebilim’e kıyasla daha az görüyoruz. Çünkü Sözdebilim’in aksine Sözdetarih’in iddiaları kontrol edilebiliyor ve kolayca çürütülebiliyor.

Tarih yapılacaksa, kurallarına göre yapılacak. Kaynaklarla konuşulacak. Farklı Tarih sitesinde bunların hiç birisini, kısa ziyaretimde göremedim. Elbette doğru kaynaklardan aktardıkları şeyler vardır, örneğin Deli İbrahim’i ele alan kısa yazıda ilk bakışta herhangi bir problem göremedim. Ancak en tehlikeli bilgi doğru bilgiler arasına saklanmış yanlış bilgidir.

Popüler tarih okumak isteyenlere tavsiyem, gerçek tarihçilerden alıntılar yapan doğru dürüst editörleri olan dergileri okusunlar. NTV Tarih bence bu alandaki en iyi dergilerden. Sözde Farklı Tarih gibi kahve muhabbetinden hallice sitelere de prim vermesinler.

Ahir Zaman Şaşkınlığı

Yeni açılan bir blogun sahibi, muhtemelen konu sıkıntısı çektiği için blogunun önemli bir kısmını bana cevaplar “cevablar” vermeye adamış.

Açıkçası gururum okşandı. Eğer doğru insanların tepkisini çekiyorsam doğru yoldayım demektir. Ancak bir yandan da hayal kırıklığına uğradığımı belirtmem lazım. Sebebi de Thomas Jefferson’un şu sözünde çok güzel dile getirilmiş :

“Ridicule is the only weapon which can be used against unintelligible propositions. Ideas must be distinct before reason can act upon them”

Yani : “Alay etmek, akla dayanmayan iddialar karşısındaki tek silahtır. Fikirler, üzerinde akıl yürütmeye başlanmadan önce kati olmalıdır”. Özetle karşımda akıl yürütmeye izin verecek kadar akılcı iddialar değil, ancak alay edebileceğim, yüz yıllardır tekrarlanagelen iddialar var.

Ahirzamansohbetleri (kısaca AZS), benim Muhammed’in okuma bilmediği masalının aslını araştırdığım yazımdan epey alınmış olacak ki, 7 tane post yazarak iddialarıma cevablar vermiş. Bakalım neler demiş kendisi :

Düşünelim ki bir bölgede 3-5 kişi yazma biliyor başka bir bölgede ise okuma yazma oranı sıfır.Bu iki bölgeyi karşılaştırdığımızda okuma yazma oranının 3-5 kişinin bildiği yerde elbette hiç bilmeyen yere çok yüksek olduğunu söyleyebilirz.

Diğer yazılarımı okuyanlar, benim bu türden ucuz oyunlara başvurmayacağımı bilirler. Bir yerde okuma yazma bilen adam sayısı 5 taneyse 5 tanedir. AZŞ, beni yanlışlayabilmek için yapmadığım bir kelime oyununu yapmışım gibi gösteriyor. Hayır, benim gayet detaylı olarak söylediğim şey, Mekke’de okuma yazma oranının halk arasında iddia edilenden yüksek olduğudur. Mekke’nin Medine’ye oranı değil, Mekke’de okuma yazma bilenlerin bilmeyenlere oranı.Ardından diyor ki :

Alıntının sonuna dikkat edersek şüphecimelek sitesinin cımbızlayarak yaptığı çarpıtma açıkça görülmektedir.Demekki neymiş arap yarımadasında okuma yazma bilenler diğer bölgelere göre evet fazlaymış ama bu sadece 20 kişiyle sınırlı

Bu 20 kişi (aslında 20 değil, 17 kişi) masalını ilk ortaya atan kişiyi yazsa daha şık olurmuş. Yapmamış, ben yapayım : El-Belazuri isminde, Bağdat’ta Hicri 106 yılında doğduğu tahmin edilen ve MS 892 yılında ölen bir İslam tarihçisi. Muhammed öldükten neredeyse 100 sene sonra doğmuş birisi.

Her yeni dönem, eskisini kötülemeye ve aradaki farkı dramatik bir şekilde artırıp “çok şükür iyi ki yeni düzen geldi” dedirtmeye çalışır. Tarih boyunca bu böyle olmuştur. En yakın örneği de Cumhuriyet dönemidir. O yüzden İslam Tarihçilerinin cahiliye devri ismini verdikleri İslam öncesi Arap dünyasını kötüleyip olduğundan ilkel göstermek için çok iyi nedenleri vardır. Fakat, günümüzde objektif araştırmalar göstermektedir ki, cahiliye devri Arap kavimleri, yeni doğan kızları rutin olarak gömen, içki-kumar-fuhuş batağından çıkamayan, hile yalan dolanın gırla olduğu cahil topluluklar değildirler. Bariz olan bir şey var ki, o da erken dönem İslam tarihçilerinin İslam öncesi Arap topluluklarını, Lut ya da Nuh hikayesindeki gibi şeytanlaştırma çabasıdır.

Şimdi siz alıp bu bilgiyi arap yarımadası mekke çok gelişmiş okuma yazma oranı diğer bölgelere göre yüksek okuma yazma oranı yüksek gibi ifadelerle sanki mekkede üniversite varmış gibi anlatırsanız halkı kandırmış olursunuz

İnsanları kandırmak yapmak istediğim son şey. Ama arkadaş, ortada Mekke’de okuma yazma oranının 20 kişiyle sınırlı olamayacağına dair sağlam işaretler var. Bir kere, dönemin Arapçasında şu kelimeler mevcut:

Devât (hokka), melîk (hokka içerisine konan yün), midâd (mürekkep), unbûbe (kalemin açılmış hali), kitab, sahife, suhuf, kırtas, kalem, satır, harf, şekil, nokta, mihbere (mürekkeplik), muhrak, sifir ve esfar.

Mübarek kırtasiye dükkanı gibi. Çok merak ediyorum, ve eminim AZŞ bizi aydınlatacaktır, yazı yazmayı bilmeyen okuma yazmayla işi olmayan bir kavim, niye bu kelimeleri icat etsin?

Sonra gelelim tüccarların okuma bilmeden de iş yapabileceği masalına. Buna nasıl yaklaşsam bilemiyorum. Benim hafızam iyidir, uzun seneler sonra olayları kişileri yüzleri hatırlarım. İzlediğim filmleri unutmam, aktörleri unutmam. Birisi telefonunu söylediği zaman hemen not etmem gerekmez, aklımda tutabilirim. Ama hayvancılık ve ticaretle uğraşan bir kavmin insanlarının en azından hesap tutacak envanter tutacak kadar okuma bilmeden iş yapabildiğini düşünmek tek kelimeyle aptallıktır. 20 kişinin, koca bir kavmin envanter, hesap kitap işlerini idare edebileceğini sanmak, çok daha büyük bir aptallıktır. Alışverişe gittiğinizde 15-20 kalemden oluşan alışveriş için liste tutmanız gerekirken, kervan ticaretiyle uğraşan kişilerin okuma yazma bilmemesi, hesap tutmaması akıl alır şey değildir. O tüccar batar. Muhammed’in peygamberliğe başlamadan önce el-emin lakabını kazanacak kadar dürüst bir tüccar olduğundan bahsedilir. En dürüst tüccar bile kervanlarının hesabını kitabını tutmak zorundadır. Kimse, Melik Duyar bile olsa ezberle kervan ticareti yürütemez.Ama AZŞ ikna olmamış ki şöyle demiş :

TİCARET YAPAN BİRİNİN OKUMA YAZMAYI BİLMESİ GEREKTİĞİ DÜŞÜNÜLMESİ TAMAMEN KENDİ İDDİANA KILIF UYDURMA ÇABASINDAN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR.

(Bu kısım doğrudan AZŞ’a hitabendir) Harika, o zaman benden sana iddianı kanıtlaman için bir fırsat. Madem Muhammed’in okuma yazma bilmeden ticaret yapabildiğine canı gönülden inanıyorsun, o zaman kendine 50 kalemlik bir liste hazırla ve git en yakın marketten listeye bakmadan bir alışveriş yapmayı dene. Deneyinin sonucunu da gel buraya yaz. Yalan söylemeyeceğini varsayıyorum o yüzden noter huzuru falan gibi şeylere gerek yok. Dersen ki “evet ben Kuran üzerine yemin ederim ki 50 kalem malı listeye hiç bakmadan satın aldım” o zaman ben de yazımı tekzip eder, gerekli düzeltmeyi yaparım. Hiç problem değil.(/hitab bitti)

Sonra Ümmi kelimesine kafayı takmış arkadaş :

Kuran Kendisi peygamberin okuma yazma bilmediğini söylerken ümmi kelimesini sırf kılıfına uydurmak için evirip çevirip başka başka anlamlar çıkarmak tamamen bir mantık acizliğidir

Vay anasını, sırf kılıfına uydurmak demek. Halbuki ben sözlüğe bakmıştım ümmi’nin bir anlamının okuma yazma bilmeyen diğerinin de Yahudi olmayan olduğunu yazdığımda. Sanırım sözlüğümün bir kılıf yaratma endişesi var. Neyse napalım yenisini alırız.Ancak diyor ki :

Peygamberimizin iki tür mucizesi vardır. Birisi, şahsında görülen mucizeler; diğeri de kâinat üzerinde gösterdiği mucizelerdir. Bu ikinci kısma örnek olarak Ay’ı iki parçaya ayırması, parmağından çeşme gibi suların akması ve az bir yemekten çok sayıda insanı doyurması verilebilir. Birinci kısma giren mucizelerin en parlağı ise ümmiliğidir, bir şey okuyup yazmamış olmasıdır. (et-Tefsirü’l-Kebir, 15:29.)

Parlak mucizeye gel. Ümmilik 🙂 Ancak Kuran bu et-tefsirü’l kebirle çelişiyor:

Rad 7 : İnkâr edenler, “Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!” diyorlar. Sen ancak bir uyarıcısın. Her kavim için de bir yol gösteren vardır.

Hmm.. Kuran diyor ki “sen uyarıcısın mucizeyle işin yok”, 1200’lerde yazılmış bir tefsir diyor ki “ümmiliği parlak bir mucizeydi”. Ben sanırım birincil kaynağa güveneceğim burada. Ay’ı ikiye ayırması masalına girmiyorun bile. Hadi gireyim. Bana şu basit sorunun cevabını kimse verebilir mi? Madem Muhammed Ay’ı ikiye böldü, niye aynı tarihlerde Ay’ı görebilen milletler bu olağanüstü olayı farkedip herhangi bir şekilde kaydetmediler? Niye bu “mucize”yi bir avuç insan gördü? Bunun cevabını bilmiyorum. Açıkçası pek umrumda da değil. Kimse Ay’ı kimseye farkettirmeden ikiye bölemez.

Ümmi kelimesinin en mantıklı anlamının “Yahudi olmayan” olduğunu yoksa kuran’ın insanları Yahudiler ve okuma yazma bilmeyenler şeklinde ayırmış olacağını söylemiştim. Muhammed’in okur yazar olmadığına dair hiç bir sağlam kanıt yokken, Kuran’dan böyle bir anlam çıkarabilmek hiç bir makul sebep yokken ve “yahudi olmayan” anlamı “ümmi” kelimesinin geçtiği her yerde daha mantıklı bir seçim iken “ümmi=okuma yazması olmayan” çıkarımı yapmak, ancak yukarıda bahsettiğim “var olan şeyi olduğundan daha mucizevi gösterme” çabasıyla açıklanabilecek bir şey. Hani şeyh uçmaz, mürid uçurur derler ya, o hesap işte.

Devam ederek Kuran’dan 3 tane ayet göstermiş, hiçbirisinde ümmi kelimesini okuma yazma bilmeyen anlamında kullanmak için bir sebep yok. Araf 157’den önceki iki ayet, Musa’dan bahsetmektedir. Muhammed’in Tevrat’ta müjdelenen peygamber olduğunu söylemektedir Kuran. Burada “ümmi” kelimesini kullanmak Muhammed Arap olduğu için mantıklıdır, zira Muhammed’in yahudi olmamasına atıfta bulunmaktadır. Niye “Tevrat’ta yazan peygamber”den bahsederken onun bir de okuması yazması olmadığından bahsetsin ki? Anlam bütünlüğü yok oluyor. Bence bu klasik bir “cevab veremedi” vakası olmuş.

Hak geldi ve batıl yok oldu.Tamamen çarpıtma ve demogojilerle dolu süpheci melek adlı sitesinde yayınlanan peygamber efendimizin okuma yazma bildiği iddiası ve bu iddaanın çöküşü

Bir tanım vardır : kerameti kendinden menkul. Bu cümleye cuk oturmuş :). Cebrail’in Muhammed’in okuması olmadığını bilmediğini söyleyerek Alak suresinin ilk gelişine dair hikayeyi kanıt olarak sunmuş. Şaşkınlığa gel – sen ki Tanrı’nın 4 büyük meleğinden birisisin, son ve en önemli görevindesin ve insanların en güzeli karşında duruyor, ama sen onun okuma yazması olmadığından habersiz bir şekilde “okusana” diyorsun. Bu hikayeyi zaten ele aldım daha önce tekrar etsem de AZŞ’nın hikayedeki problemi görebileceğinden şüpheliyim.

Sonra hadislerde olmayan ve 1400’lerde yazılmış bir kitaptan başka bir kaynakta olmayan “neresi göster ben sileyim” cümlesini göstermiş. Bence bu olayın mantıklı açıklaması, Mevlana Cami’nin Muhammed’in okuma yazma bilmediği halde hadislerde nasıl olup da anlaşmadaki yeri sildiğini anlamaması ve hadislere ufak bir düzeltme yapmasıdır.

Cehaletin böyle kesif olduğu bir devrede O (sav), okuma ve yazma bilse, sonra da nübüvvet görevine başlasa, mülhidler şüphelere düşecekler, “Acaba daha önceki mukaddes kitaplardan okuduklarını mı bize aktarıyor ve bizi aldatıyor?” diyecekler, gönüllere tereddüt ve sapıklık tohumları ekeceklerdi.

İslam cengaverlerinin kendi dinlerini bilmemesi beni hep eğlendirmiştir. Ah be dostum, zaten demiştir Müslüman olmayan Mekkeliler “eski masalları anlatıyor” diye. Kuran’a bile girmiş bu : Furkan suresinden :

4. İnkar edenler, “Bu Kur’an, Muhammed’in uydurduğu bir yalandan başka bir şey değildir. Başka bir topluluk da bu konuda ona yardım etmiştir” dediler. Böylece onlar haksız ve asılsız bir söz uydurdular.
5. “(Bu Kur’an, başkalarından) yazıp aldığı öncekilere ait efsanelerdir. Bunlar ona sabah akşam okunmaktadır” dediler.

Ankebut 48’i zaten ele almıştım.

İşin en eğlenceli kısmı, beni çarpıtma yapmakla ve demagoji yapmakla suçlayan birisinin, demagojinin dersini vermesidir. Bakınız sorduğum şu soruya ne cevap vermiş :

Sorum: Madem 6.yy’da Arap yarımadasında okuma yazma oranı çok düşük, niye şiirler arasında yarışma düzenleniyor ve en güzelleri Kabe duvarına asılıyor? O 20 kişi okusun diye mi? Böyle saçmalık olur mu?

Cevab (caps lock ve imla hataları yazara aittir): SORUYORUM ŞÜPHECİ MELEĞE NE YAPMALARINI BEKLİYORDUN BİRİNCİNİN İLANI İÇİN ŞİİR HALKIN ÖNÜNDE OKUNMUŞ JÜRİDEN KAZANILDIĞI AÇIKLANMIŞ BUNDAN SONRA SES KAYDINA ALIP TELEVİZYONLARDA GÖSTERİLMESİNİ Mİ BEKLİYORSUN ? SANKİ O TEKNOLOJİ VARDIDA ARAPLAR YAPMADI 😀

Eee? Soruma cevap gelmedi? Okuma yazma bilen 20 kişinin olduğu bir ortamda düzenlenen şiir yarışmasının galibinin şiirini yazıp kabe duvarına asmak, TV ve Radyo’nun olmadığı yerlerde yapılan doğal davranış mıdır? Öyleyse Arapların çok ilginç adetleri var demektir. Benim aklıma daha mantıklı bir açıklama geliyor. O da şiiri Kabe duvarına asmanın sebebi, Kabe’yi dini sebeplerle ziyaret eden halkın şiiri görüp okuyabilmesidir. Ah! Okuyabilmesi mi dedim? Evet öyle dedim.

Şüpheci Melek yüz yıl bin yıl geriye git o günlerden o zamanlarda ticaret yapılıyordu…Ayrıca peygamberimiz tek başına bu işi yapmıyordu ki koca kervanı kendi getirip götürdüğünü iddia etmiyorsun herhalde..Bunların hepsine cevap verdik aslında 20 kişinin okuma yazma bildiği ve bu oranın yüksek olduğu bir yerde diğer düşük oranlı bölgelerle yapıldığına göre ticaret bi bölgede 10-12 kişi mi ticaret yapıyordu..Oysaki düzenlenen kervanlar bize çok daha fazla geniş insanlar arasında yapıldığını göstermekte buda kılıf uydurmak için sadece kendi yaptığın bir yorum…

Şimdi bir hesap yapalım. Mekke, Arap yarımadasının büyük şehirlerinden birisi. Çeşitli kabileler var ve hayvancılık ve ticaretle geçiniyorlar. Bu insanların arasından 20 kiş okuma biliyor. O zaman her yıl maksimum 20 tane Kervan yapılabiliyor olması lazım. Ama bir yandan da düzenlenen kervanların geniş insanlar (ne demekse – rahat insanlar mı demek istemiş acaba? Bize bir şey anlatmaya çalışıyor) arasında yapıldığını söylüyor. Peki 20 tane okuma bilen adamın yönettiği geniş insan ticaretinde bulgurun kilosu kaça olur?

Böyle saçma bir cevap olamaz. Buna cevap vermeyi reddediyorum.Sebebi de ilk başta alıntıladığım aforizma.

Sonra şu soruma cevab vermeye çalışmış :

4-Ankebut 48′deki ifade hiç okuma yazma bilmeyen değil, “başka kutsal kitapları okumamış” manasındadır. “Kuran’ı başka yerlerden kopyalamıyorsun” anlamındadır.

Cevap:

Arapça ve Kuran Bilgisi olmadan kuran-ı kerim yorumlanamaz

Elmalılı ne demiş tefsirinde

48- Halbuki sen bundan önce yani bu indirilmezden önce kitap okur değildin hala elinle yazmazsın da. O vakit, yani ümmi olmayıp da okuyup yazsa idin batıla uyanlar, yani batıl peşinde giden, yahut iptal etmeye sebep arayan o haksız kâfirler şüphe edebilirlerdi.

Napayım? Elmalılı Muhammed’in okuma yazma bilmediği ön-kabuluyle yazmış. Elmalılı ne derse doğru mudur? Değildir. Ayetin orijinalinde zaten “ümmi” kelimesi ya da ondan türeyen bir kelime yok. Ümmi sözünü Elmalılı tefsirde eklemiş:

Ve ma künte tetlu min kablihı min kitabiv ve la tehuttuhu bi yemınike izel lertabel mübtılun

Son olarak da şu yorumuma şöyle bir cevap gelmiş :

5-Kuran’da benim gösterdiğim ve Muhammed’e seslenen ve okuma bildiğini gösteren ayetlere cevap vereceğine, “İslam alimleri kabul etmiştir” diyerek işi savsaklıyorsun

Cevap: Savsaklamak ????….Sana o kadar kaynak saydım hem bu yazımda hem bir önceki yazılarımda.Elmalılı Hamdi Yazir Ömer Nasuh Bilmen ve daha birçoğu… Hakikat açıktır kıvırmanın şöyle ayetlerde var.Şunada baksaydınız buda sanki böyle demek istiyor,ayetin şurasını elimizle kapatsak sanki böyle anlaşılabilir gibi tamamen safsataya yönelik iddialar mantık acizliği ve islami konuda hiçbir bilginin olmamasından başka bir şey değildir…Hak geldi batıl yok oldu…

O kadar kaynak saydım derken yine “İslam alimleri kabul etmiştir, sana ne oluyor” diyor aslında. E benim de eleştirdiğim şey o? Ben İslam alimlerinin dediğini tekrar etme endişesinde değilim ki? Ben eldeki kanıtları tekrar ele alıp iddianın doğru olup olmadığını ortaya koyma endişesindeyim. Karşımdaki hem bana demagog diyor, hem de sorularıma cevap vermeden, nerede hata yaptığımı ikna edici bir şekilde gösteremeden “İslam alimleri ümmiliğin okuma yazma bilmemek olduğunu söylemiştir”ten öteye gidemiyor.

Ben her söylediğim her çıkarımım 100% doğru demiyorum. Daha dün sabah, bir yorumda sözkonusu yazıda yaptığım bir hataya işaret edildi, 5 dakika geçmeden hatayı saklamadan silmeden doğrusunu yazdım. Nedir yani? Bugüne kadar kim yanılmamış? Ama eğer yanıldığımı kabul edeceksem, nerede nasıl yanıldığımın bana kesin olarak gösterilmesi gerekli. AZŞ, bana benim kriterlerime uyan kanıtlar getirmediği gibi, klasik İslam saldırganlığını göstererek beni demagoji yapmakla, halkı kandırmakla ve hatırlamadığım başka bir dolu şeyle suçluyor.

Bu türden zayıf yaygaralara karşı iki tane strateji vardır. 1- Cevap vermemek ve kendiliğinden susmasını beklemek, 2- Oyunu kendi sahasına götürmek ve saçmaladığı zaman nasıl saçmaladığını göstermek. Mizah, bunun gibi ciddiye almaya değmeyen saldırılara karşı en iyi silah diye düşünüyorum. Sırf ciddiye alamıyoruz diye oturup susacak halimiz yok ama 🙂

Bitirmeden önce AZŞ’nın değindiği bir konuyu daha ele almak istiyorum ki, ne kadar fantastik bir yazarla karşı karşıya olduğum iyice görülebilsin :

Adem ve Havva’nın çocuklarının nasıl evlendikleri.

Ateistlerin islama saldırmak için kullandıkları konulardan bir taneside Hz adem ve havvanın doğan çocuklarının birbirleriyle evlenmesi meselesidir.Sanki kendleri çok fazla üstün ahlaka sahiplermiş gibi ateistler sık sık kardeşlerinin birbirleriyle evlenmesinin ahlaki açıdan ne derece doğru olduğunu sorgulamaya kalkarlar.

Muhteşem bir giriş : “sanki kendileri yüksek ahlak’a sahiplermiş gibi”. Açıkçası kendi kardeşiyle evlenmenin ahlaki derecesini konumlandırmak için üstün ahlak değil, hırsız, dolandırıcı, şarlatan ve yalancılardan bile daha az bir ahlak çıtası koymamız gereklidir.

Bu hikayede olan biten açıktır. Adem ve Havva, dünyadaki ilk insanlar ise, onların çocukları aralarında evlenmişlerdir. Bunun güya mantıklı cevab’ı ne? “E o zamanlar şeriat öyleydi, şimdi farklı” Hatta Said Nursi’den (o Bediüzzaman Hazretleri diyor ama ben Said Nursi demeyi tercih ediyorum. Kişilere haketmedikleri sıfatlar verilmesini onaylayan bir insan değilim) alıntı yapmış:

“Asırlara göre şeriatlar değişir. Belki bir asırda, kavimlere göre ayrı ayrı şeriatlar, peygamberler gelebilir ve gelmiştir. Hâtemü’l-Enbiya’dan (asm) sonra şeriat-ı kübrası [büyük şeriatı] her asırda, her kavme kâfi geldiğinden muhtelif şeriatlara ihtiyaç kalmamıştır.” (Sözler, s.485).

Tanrı zaman zaman fikrini değiştirerek yeni kurallar koyan yeni peygamberler gönderiyor yani. Demek ki Adem zamanında kardeşle evlilik caiz, sonrasında Tanrı fikir değiştiriyor ve caiz değildir diyor. Ne kadar mantıklı ve gönül rahatlatan bir açıklama. Bende daha mantıklı bir açıklama var. İsmine Doğal Seçilim aracılığıyla Evrim diyoruz. Kimsenin kız kardeşiyle evlenmesi, herhangi bir sihir gösterisine ihtiyaç duyulmadan nasıl burada olduğumuzu açıklayabiliyor. Hem de sürüyle kanıta dayanarak. Ama kime anlatıyorum, AZŞ’nın en büyük kategorisi Celal Şengör’e cevaplar kısmı. Rastgele seçmece yapalım.

Şurada diyor ki , canlılar insanlar gibi düşünemezler, bunun aksini söyleyen Celal Şengör aldatmaca yapıyor.

Elbette diğer canlılar insalar gibi düşünemezler. Çünkü en gelişmiş beyin insanlarda. Ancak bir çok hayvan, 1-2 yaşındaki çocuklar kadar düşünebiliyor. Bu bize hayvanların insanlar kadar kompleks düşünebildiğini göstermez. Bu bize düşünme mekanizmalarının hayvanlarda basit de olsa görüldüğünü gösterir. Hayvanlar şuursuz, her şeyi içgüdüden yapan canlılar değildir. Daha doğrusu bazıları öyledir, ama hepsi öyle değildir. Bazı zeki hayvanlar, 1-2 yaşındaki insan kadar düşünme becerisi gösterebilmektedir. Ama AZŞ Celal Şengör’ün dediğini öyle bir yerden cevaplıyor ki, okuyanlar Celal Şengör hayvanların da insanlar kadar şuurlu akıllı ve felsefi düşünebilen canlılar olduğunu söyledi sanacaktır. Çarpıtma-demagoji diye yaygara koparan yazarın bu yazdığı biraz “dediğimi yap, yaptığımı yapma” gibi olmuş.

Şurada da diyor ki , eski insanlar aslında çok gelişmişti, ama tahta ve demir çürüdüğü için bugün kanıtlarını bulamıyoruz. Sadece kemikler taşlar bulunuyor. Kanıt olarak da 43000 yıllık bir “flüt”ü anlatan Harun Yahya sitesine link veriyor.

Harun Yahya sitelerini çok seviyorum, zira nerede nasıl çarpıtmalar yaptığını bulmak, eskiden bilgisayarda oynadığım point&click adventure oyunlarına benziyor. Burada da benzer bir çarpıtma sözkonusu.

1995 yılında Slovenya’da üzerinde iki delik bulunan bir ayı kemiği bulundu ve flüte benzediği için Divje Babe flütü adını aldı. Uzatmadan anlatmak gerekirse, bu “flüt” şekline benzeyen kemiğin insan eseri olma ihtimalini araştıran bilim adamları, bu cismin doğal bir oluşum sonucu oluşmuş olma ihtimalini daha yüksek görüyorlar. Sebepleri çok basit : İnsan yerleşimi izleri olmayan yerlerde bulunan ayı kemiklerinde benzer delikler bulunmaktadır. Kemikten imal edilen flütlerde iliğin tamamen temizlenmesi gerekmektedir ancak kemiği inceleyen bilim adamları diş izlerinin yardığı ilik parçaları bulmuşlardır. Kemik üstündeki deliklerin 7 notalı diatonik gam’a uygun olduğu iddiası da pek geçerli değildir, zira diatonik gam’ı çalabilmek için gereken flüt uzunluğu bu yaştaki ayı kemiklerinde olmamaktadır. Bulunan kemiğin diatonik gamı çıkarabilmesi için kemiğin iki kat uzunlukta olması gereklidir. Yani özetle bu kemiğin üzerindeki deliklerin daha basit açıklamaları vardır ve Neandertallerin 7 notalı müzik bildiğine sağlam bir kanıt değildir. Elbette Harun Yahya sitesi bunu böyle sunmamakta, hiç bir şüpheye yer bırakmayacak şekilde bu kemiğin 40.000 yıl önce yaşayan insanların medeniyetini ispatladığını söylemektedir. AZŞ da bu kaynakları kontrol etme ihtiyacı duymadan bloguna “evrimi çürüten ispat” olarak şu sözlerle aktarmış :

Darwinistlerin Neandertal olarak adlandırdıkları insan ırkının yaşadığı döneme ait flüt, dikiş iğnesi ve daha pek çok bulgu bu iddiaları yalanlamaktadır. Yaklaşık 60 bin yıl öncesine ait olduğu anlaşılan flüt, tam ve yarım notaların kusursuz olarak belirlendiği modern bir flüttür.

Yazıyı planladığımdan fazla uzattım o yüzden burada kesiyorum. Canım sıkılır, yapacak başka bir şey ya da yazacak daha ilginç bir konu bulamazsam zaman zaman AZŞ’nın blogundaki absürtlüklere değinip halkı bilinçlendirmeye kandırmaya devam etmeyi umuyorum.

Bitirirken, yukarıda linkini vermiş olsam da hatırlatma amacıyla, Cahiliye döneminde okur yazarlığa dair Erzurum Atatürk Ünv İlahiyat Fakültesinden Doç Dr M Hanefi Palabıyık’ın hazırladığı şu çalışmayı sizlerle paylaşmak istiyorum. Yaklaşık olarak aynı çıkarımı yapmış kendisi.

İnanılmaz bir mucize! Titan ve Titanik

Titanik, herkesin bildiği üzere 1912’de bir buzdağına çarparak batan o zaman dünyanın en büyük yolcu gemisinin ismi.

Morgan Robertson ismi ise bir çok insana daha yabancı bir isim ancak kendisi apaçık görülüyor ki mucize ve keramet sahibi birisi.

1898’de Robertson Wreck of the Titan isimli bir hikaye yazdı. Bu hikaye aynı Titanik gibi çok büyük bir geminin Titanik’teki olaylara çok çok benzer bir şekilde battığını anlatıyordu. Robertson 14 yıl önce hem büyük bir geminin buzdağına çarparak batacağını, hem adını hem de bir çok detayı yazarak bir mucize göstermiştir. Bu kadar net bir kehanet hiç bir kutsal kitapta mevcut değildir. Bakınız Titan’dan bahsederken nasıl kehanetler yapmış ve gerçekleşmiş:

Batırılamaz:

  • Ttianik dünyanın en büyük lüks yolcu gemisiydi ve 882 feet uzunluğunda ve 53000 ton ağırlığındaydı ve batırılamayacağı söyleniyordu.
  • Titan da dünyanın en büyük yolcu gemisiydi ve 800 feet uzunluğunda ve 75000 ton ağırlığındaydı ve onun da batırılamayacağı söyleniyordu.

Can kurtarma sandalları:

  • Titanik’te 20 tane yani 3000 kişilik kapasitesinin yarısından azına yetecek kadar can kurtarma sandalı vardı.
  • Titan’da kanunun izin verdiği minimum sayıda (24 tane) can kurtarma sandalı vardı bu da Titan’ın 3000 kişilik kapasitesinin yarısından azına yetecek kadardı.

Buzdağına çarpma:

  • Titanik 14 Nisan 1912’de 23 knotluk hızla Terranova’dan 400 mil uzakta bir buzdağına çarptı.
  • Titan da bir Nisan akşamı 25 knotluk hızla giderken Terranova’dan 400 mil uzakta bir buzdağına çarptı.

Batırılamaz olan battı:

  • Batırılamaz denilen Titanik 2207 yolcusuyla battı.
  • Batırılamaz Titan da 2487  yolcusuyla beraber battı.

Elbette bir kaç noktada farklar var ama bu kadar benzerlik bile burada ilahi ve mucizevi bir şeyler olduğunu görmemize yetiyor. Tarih boyunca kesin delili olan en büyük mucize olsa gerek. Hiç bir peygamber ya da kahin bu denli isabetli bir kehanette bulunmamıştır.

Morgan Robertson seçilmiş kişi olmalıdır.

Veya,

Morgan Robertson da sizin benim gibi normal bir insan ve tesadüfler olabiliyor.