Bu arada.. yarın kıyamet kopuyor

Evet arkadaşlar, büyük gün geldi. Mesih’in yarın (21 Mayıs 2011’de) tekrar dünyaya geleceği ve kendine inananları kurtarıp cennete çıkaracağı,  İncil’deki ayetlere bakarak, kıyametin Nuh Tufan’ından tam 7000 sene sonra olacağını hesaplayan Amerika’daki Family Radio adı altında birleşen köktenmanyak hrıstiyan grubu tarafından açıklandı.

Bu uzun cümleyi tekrar yazayım da anlaşılmayan bir nokta kalmasın.

  • Nuh Tufan’ından tam 7000 sene sonra,
  • 21 Mayıs 2011 günü (öğrendiğimize göre saat 18:00’de – sanıyorum California saati bu),
  • İsa Mesih tekrar dünyaya gelerek inananlarını kurtaracak, geri kalan herkes sonsuz bir ıstırap içinde kalacak,
  • ve bunu ortaya çıkaran kişiler de Family Radio adı altında çalışan bir köktendinci hrıstiyan grubu.
Elbette tarih boyunca asla Nuh Tufanı gibi bir olay olmadığı, ya da İncil’in türlü tutarsızlıklar, saçmalıklar, absürtlükler ve ilkelliklerle dolu olduğu gibi makul insanların öne süreceği argümanlarla vaktimi harcamayacağım. Açıkça belli ki, yarın İsa Mesih’in gelmesini bekleyen bir grup insan için o tren çoktan kalkmış bile.
Hesapta kullanılan matematik çok ilginç :
Nuh Tufanı MÖ 4990 yılında gerçekleşmiş.
Yeni Ahit’te 2. Petrus 3:8’de ise “Sevgili kardeşlerim, şunu unutmayın ki, Rab’bin gözünde bir gün bin yıl ve bin yıl bir gün gibidir” yazıyor.
Yaratılış 7:4’te ise “Çünkü yedi gün sonra yeryüzüne kırk gün kırk gece yağmur yağdıracağım. Yarattığım her canlıyı yeryüzünden silip atacağım”
Yani diyor ki, insan takvimiyle 7000 sene sonra  “hepinizi yağmurla öldüreceğim”.
Yine diyorlar ki “İncil’i çok derinlemesine inceledik ve Nuh Tufanı 4990 sene önce olmuştur”. Buradaki “derin inceleme” yöntemini ben size söyleyeyim:
İsa’ya kadar adı geçen tüm Peygamberlerin yaşlarından ve akrabalık ilişkilerinden hesaplayarak Nuh’a kadarki aralığı 4990 sene olarak hesaplıyorlar. Atıyorum “Nuh 900 sene yaşadı, Nuh öldükten 200 sene sonra Yunus geldi o 300 sene yaşadı, sonra Şit geldi 80 sene yaşadı….” hepsini topla – 4990 sene!” gibi bir mantıkla hesaplanıyor. Meraklısı için detay Wikide var.
Yaratılış 7:10-11’de  Nuh’un 600. yaşını yaşadığı yılda (Erol Büyükburç’u kıskandıracak kadar iyi yaşlanmış derler) 2. Ay 17. Gün’de yer yüzünün kırılıp, cennetin pencelerinin açıldığı yazıyor.
İncilde kullanılan takvimi bugünkü Miladi takvime uyarladıklarında bir bakıyorlar ki 4990 + 2011 = 7001. Ama bir saniye, hesap tam değil zira takvimde 0. yıl olmadığından bir de -1 uyguluyorlar çıkan sonuca – 7001-1= 7000 sene. 2. Ay 17. Gün de Mayıs 21’e denk geliyormuş.
Açıkçası 0. yıl ve -1 meselesi benim de beynime mavi ekran verdirdi. Ama önemli değil, sonuçta hayal ürünü şeylerden bahseden manyakların yaptığı bir hesabın sağlamasını yapıp bu güzel güneşli öğleden sonramı heba etmeye niyetim yok.
Size bahsetmek istediğim şey, özellikle Amerika’daki ateist grupların bu saçmasapan iddiaya verdikleri tepkiler.
Elbette vakti bol bazı ateistler niye bunun saçma olduğunu forumlarda, bloglarda ve gazete yorumlarında uzun uzun anlatmışlar. Ancak Seattle’daki bir ateist grup cennete çıkmayı bekleyen hrıstiyanların kendilerine paralarını bağışlamalarını böylece iyi hrıstiyanlar cennete gittikten sonra geride kalan ve deprem, sel, yangın vs gibi sonsuz ıstırabı bekleyen insanlara bir nebze rahatlama sağlamalarını öneriyor. Eğer ki kıyamet 21 haziran’da kopmazsa para Camp Quest’e, yani çocuklara eleştirel düşünce ve bilimsel yöntemi öğreten yaz kampına gidecek.
Bazı ateistler ise daha eğlenceli tepkiler derdinde. Bazı forum üyeleri 21 Mayıs’ın ertesi sabahı sokaklarda içi boş kıyafetler bırakıp bazı insanların gerçekten cennete yükseldiği izlenimini vermeyi önerirken, diğerleriyse 21 mayıs günü polise kayıp olduğu bildirilen kişileri göstererek “bakın işte, cennete yükselecek olanlar yükseldi, hepiniz burda bizimle kaldınız, şimdi bırakın da hayatımızı yaşayalım” demeyi planlıyor.
Başka bir grup ise hrıstiyanları “ne olur evcil hayvanlarınızı sokağa atmayın/öldürmeyin, bize verin biz bakalım” diyerek kötü olayları engellemeye çalışıyorlar.

Her neyse, ben bu yazıyı yazarken Pasifikteki bazı adalarda zaten tarih 21 Mayıs olmuş durumda. Eğer İsa gelecekse, Doğu’dan gelecek yani. Akşama kalmaz öğreniriz geliyor mu gelmiyor mu.

Herkese iyi haftasonları 😉 Görürseniz Mesih’e benden de selam söyleyin.

15 Mayıs “İnternetime Dokunma” Yürüyüşü

Fazla söze gerek yok, gidelim, yürüyelim.

Mütedeyyin insanlar rahatsız oluyor diye benim bilgi alma özgürlüğümü kısıtlamaya çalışmak, insan haklarına aykırıdır.

Mütedeyyin insanlar, internetteki içerikten rahatsız oluyorlarsa, ya internet kullanmayı öğrensinler, ya da internete girmesinler. Onların “rahat”ı benim sorumluluğum değil.

Ahmedinejad’ın cinleri

Bir ülkeyi Allah’la Peygamberle, ve diğer hayal ürünü şeylerle yönetirseniz, birisi sizi “cincilik büyücülük yapıyor” diye suçladığı zaman “Hadi ordan, git işine ne cini? Ne büyüsü? Çocuk musun?” diyemezsiniz.

Bu senaryo tam olarak Mahmud Ahmedinejad’ın başına gelen şey. 25 yakın adamı, cincilik ve büyücülük yaptıkları iddiasıyla tutuklanmış ve iddialara göre Hamaney, Ahmedinejad’ın istifasını istemiş.

Yahu, adam cinlerle büyüyle iş yapıyor olsa, niye bir yandan nükleer tesis yapıcam diye uğraşsın ki? Yollar cinlerini Obama’nın üstüne, hop Obama Vatikan’dan şeytan çıkaran aramaya başlar. Yollar cinlerini İsrail’in üstüne, bitti gitti. Boru diil ya canım? Cin bu, musallat oldu mu işin var, uğraşamazlar İran’la, müslüman dünyayla bir daha.

Mahmud ve Cin

İncil’de Yeni Ahit’te Matta’da geçerdi yanılmıyorsam, “kılıçla yaşayan, kılıçla ölür”. Bizim atasözümüz daha uygun bu duruma sanki : “Ne ekersen onu biçersin”.

Kolay gelsin Mahmudcuğum, İrandakileri cinlerin gerçek olmadığına ve büyü diye bir şey olmadığına inandırman epey zor olacak gibi. Kadere bak! Amerika’dan İsrail’den ve diğer gerçek düşmanlardan korkarken, hayali düşmanlara yenilme tehlikesi yaşıyorsun. Uzun zamandır duyduğum en ironik şey olsa gerek bu.

Pornografi’nin yararları

Bir kaç gündür herkesin malumu olduğu üzere, 22 Agustos’ta yürürlüğe girecek bir “Internet filtresi” meselesi konuşuluyor. Kısaca özet geçmek gerekirse, devlet, insanların isteğine göre 4 çeşit filtre düzenleyerek internetteki içeriği sınırlayacağını söylüyor.

İlk bakışta konu insanların isteğine bırakılmış gibi görünse bile, mahkeme kararıyla yasaklanmış sitelere erişimin çok daha zor olacağı ortaya çıkıyor. Daha önce basit DNS değişiklikleriyle aşılabilen Youtube yasağına benzer yasakların, şimdi şirketlerde kullanılan ve içeriği tamamen engelleyen “Websense” benzeri filtrelerle uygulanacağı belirtiliyor.

Elbette bu yasaklardan en çok etkilenen siteler Pornografik siteler.

Peki Pornografi acaba sanıldığı kadar kötü bir şey mi? Her zaman yapmaya çalıştığım gibi somut kanıtlara baktım. Ortaya çıkan tablo, zaten şüphelendiğim şeyi doğrular nitelikteydi.

Bulgularıma geçmeden önce tanımlarımı iyi yapmam gerekiyor. Pornografi derken neyi kastediyoruz, bu çok önemli.

Pornografi, yani insanların cinsel ilişkilerinin saklı-gizli olmadan kayıt altına alınması meselesinde önemli bir kaç nokta var.

1-Tarafların rızası. Burada pornografik filmde/fotoğrafta rol alan insanların bunu zorlanarak değil, kendi rızalarıyla yapıyor olmaları önemli. Belki para için, belki kişisel sebepler için – bu kısmı hiç önemli değil, kişinin zorlanmadan, kendi rızasıyla bu işe kalkışmış olması önemli.

2-Reşit olmayan veya rıza gösteremeyecek /reddedemeyecek kişilerin suistimal edilmemesi. Burada elbette çocuklar, akli hastalıklardan muzdarip olanlar ve hayvanları kastediyoruz.

Bazı porno filmlerdeki şiddet görüntüleri rol icabıdır. Yani kişi acı çekiyormuş gibi görünmesine rağmen esasen rol yapmaktadır. Bu da rıza ile olan bir şey olduğu için reddedilmesi gereken türün dışındadır.

Internet pornosundan önce basılı yayında pornografi her markette bulunabilen bir şeydi. Türkiye gibi çoğunluğu muhafazakar olan bir ülkede bile süpermarketlerde plastik poşet içerisinde porno dergiler satılıyordu. Elbette bu dergilerin bir kaç kötü tarafı vardı. Birincisi, porno içerik almak isteyen kişilerin bir çoğu sosyal normlar sebebiyle gidip parasını verip bunları satın alamıyordu, ve ikincisi, bu dergiler kullanıldıktan sonra çöplerde sokaklarda bulunabiliyordu. Çocukken yolun ortasında porno bir dergi bulduğumu bugün gibi hatırlıyorum. Ancak internette porno yaygınlaştığından beri basılı porno yayınlar ne marketlerde bulunabiliyor, ne de çöplerde/sokaklarda yanlış kişilerin eline geçiyor.

Araştırmalar gösteriyor ki, Amerika’da 90’lara kadar yükselen cinsel saldırı olayları, 90’larda internet erişiminin artması (ve insanların evlerinde, kendi özellerinde pornoya kolayca ulaşabilmeleri) sonrasında giderek düşmeye başlıyor. Elbette internet erişimi ve tecavüz oranlarının negatif korelasyonu, aradaki nedensellik bağına doğrudan işaret etmiyor, ancak diğer değişkenlerin nötralize edilmesi (polis, şehirleşme, yoksulluk, yaş grupları) sonucunda 10%luk bir internet erişimi artışı, cinsel suçlarda 7%lik bir düşüşe tekabül ediyor.

Ucuz/ücretsiz pornoya en kolay erişen grup, 15-25 yaşlar arasındaki erkekler. Tecavüz suçlarına bakıldığında en çok tecavüz suçunun işlendiği yaş aralığı da bu yaş aralığı.

Pornoya erişimin tecavüz oranlarını düşürmesine bir örnek de Japonya. Yıllardır, Japonya’da çok gelişmiş bir porno ve fuhuş endüstrisi mevcut. Öyle ki, akla gelmeyecek fantazilere hitap eden şirketler mevcut. Bizdeki sigara ya da kola makineleri gibi Japonya’da giyilmiş bayan iç çamaşırı satan otomatik makineler var. Bir erkek (ya da kadın) fantazisini gerçekleştirmek için bir başkasının özel eşyalarını çalma ya da zorla istediğini almak yerine, parasını verip kolayca istediğini elde edebildiği için Japonya’da cinsel suçların oranı dünya ortalamasına göre çok aşağıda.

Nationmaster’a göre cinsel suçlara göre dünya sıralaması şu şekilde. Elbette bu istatistiklerin adli makamlara yansımış suçlar olduğunu belirtmekte fayda var. Suudi Arabistan, Yemen gibi ülkelerde İslami kanunlarla yönetilen ülkelerde cinsel suçların az olarak görünmesinin en büyük sebebi, kadınların tecavüzü adli makamlara ihbar etmemesi, zira bilindiği gibi tecavüze uğradığı için Şeriat kanunu adı altında recm edilen kadınlar var. Zaten BM’in 2009’da yayınladığı bir rapora göre cinsel saldırı suçlarının sadece 55%i ihbar ediliyor.

Konumuza dönelim. Pornoya ulaşmanın cinsel saldırı suçlarını azaltmasının mekanizması üzerine konuşmakta fayda var.

Pornografi sadece cinsel olarak sosyal normlara bağlı kalamayan (davranış bozukluğu olarak görülebilecek) kişilerin değil, gayet normal bir hayatı ve cinsel ihtiyaçları olan insanların da ihtiyaçlarını kendi özelinde ve kimseye zarar vermeden giderebilecekleri bir araç. Örneğin cinsel isteği eşinden fazla olan bir erkek, kendi eşini sürekli cinsel ilişkiye zorlamaktansa, porno ve masturbasyonla bu ihtiyacını gidererek evliliği kötü etkileyebilecek davranışlara girmek zorunda kalmaz. Aynı şekilde eşinin yapmak istemeyebileceği bir fantazi söz konusu olduğunda bunu yine porno sayesinde giderebilir.

Veya gençleri ele alalım. Cinsel eğitimi dandik olan ülkemizde bir çok kişi, evlenene kadar hayatında hiç karşı cinsi çıplak görmemiş ve ne yapacağını nasıl yapacağını bilmeden ilk gecesini yaşayabiliyor. Ya da çocuklar meraklarına yenilip çocuk yaşta bebek sahibi olabiliyorlar. Belli bir yaşa gelmiş çocukların (15? 14?) cinselliği düzgün bir kontekst içerisinde öğrenmeleri ve meraklarını gidermeleri, cinsel yolla bulaşan hastalıkları, çocuk yaşta hamileliği ve travmatik sonuçları olabilecek olayları (ilk deneyimde başarısız olmak, alay konusu olmak) engelleyebilir.

İstatistiki bilgileri inceleyen Stanford Hukuk fakültesinden Todd Kendall, İnternet erişiminin diğer suçların artması ya da azalmasıyla herhangi bir korelasyonunu bulamazken cinsel suçlarda daha önce bahsettiğim azalmayı görmüş. Çalışmasını ekonomi bakış açısıyla yazmış ve internet pornosu (ve edinmenin kolaylaşması) ile cinsel suçların birbirinin muadili ürünler gibi görülebileceğini yazmış. İki ayrı marka süt gibi düşünülebilir – birini edinmek kolaylaşınca/ucuzlaşınca, diğerinin pazar payı azalıyor. Bu bakış açısıyla internet pornosunun kolayca ulaşılabilmesinin diğer “ürün” olan cinsel suçların “pazar payı”nı azalttığını istatistiki verilerle göstermiş.

Benzer bir etki şiddet içeren sinema filmleri ve şiddet içeren suçlarda da görülüyor. Şiddet içeren filmlerde artan her 1 milyon seyirci, suç oranlarında %1.3’lük bir düşüşe eşlik ediyor. Laboratuvar ortamlarında şiddet içeren yayınlar izlemek kişilerin şiddet isteğini artırıyor görünse de, gerçek dünyada aynı porno gibi filmlerdeki şiddet ve gerçek dünyadaki şiddet birbiriyle “pazar payı” için rekabet eden iki “ürün” gibi görünüyorlar. Araştırmanın tamamı şu adreste.

Pornonun cinsel suçları azalttığıyla ilgili bir başka çalışma da Hawaii üniversitesinde gerçekleştirilmiş ve aynı sonuca varmış: pornoya erişim ne kadar kolaysa, cinsel suçlar o kadar azalıyor. Aynı bulguya varan bir başka araştırma da şuradan okunabilir. Hatta benzer bulgulara 1976’da New Scientist dergisinde de yer verilmiş.

Yani kanıtların ortaya koyduğu şey bariz : porno, sosyal açıdan faydalı bir işleve sahip.

Peki devletin pornografiyi (ve diğer “sakıncalı” bulduğu şeyleri) yasaklamak istemesi? Öncelikle insan haklarına aykırı bir durum. Benim haber alma, bilgi edinme, porno izleme ve ihtiyaçlarımı kendi uygun gördüğüm şekilde giderme haklarımı devlet güya benim iyiliğim için elimden alıyor. Elbette Türkiye gibi daha adam gibi üniversite seçme sınavı yapamayan bir ülkede bunun ne kadar sağlıklı işleyeceğini tahmin etmek zor değil. Dar görüşlü bir yobazın “günaaaarrgghhh!!!” diyerek kafasına göre yasakladığı binlerce, yüz binlerce bilgi kaynağından bahsediyoruz. Ben birey olarak neyi izleyip izlemeyeceğime, neyi okuyup okuyamayacağıma ve çocuğuma neyi öğretip öğretemeyeceğime benden başka hiç kimsenin karar vermesini kabul etmiyorum. Cinsel ihtiyaçlarını pornografiyle kendi evinde kimseye zarar vermeden gideremediği için bir başkasının gelip bana zarar verme ihtimalinin artmasını istemiyor ve bunu kabul etmiyorum.

Bu sebeple 22 Ağustos’taki “internet filtreleme” meselesine karşı net bir tavır koyup, yaygara yapmak gerekiyor. Ekşi Sözlükte bugün ihbarweb sitesine (ki benim blogumun da ara ara şikayet edildiği bir yer) tib.gov.tr’nin (ihbarweb’in sahibi devlet kurumu) şikayet edilmesi çağrısı yapan kişilerin yazıları var.

Ayrıca 22 Mayıs’ta bir yürüyüş organize edilmiş. İmkanı olanların bu yürüyüşe katılmalarını tavsiye ediyorum.

Bazen email geliyor

Subject: gerizekalı

mahmut mulla <mulla.mahmut@gmail.com>

Sent: Per 13.01.2011 21:49
To:supheci@melek.org

selüloz hücreceperinde bulunan bi maddedir. ve hiç bir
hayvan bunu kendisi sindiremez . bağırsaklarındaki mikroorganizmalar sindirir.
ve bir simbiyoz yaşam örneği görülür. (mutualizm).

sen apandis hakkında ”dedenler var ya hani su maymun lar” . onların yediği
bitkilerdeki selülozu sindirmek için demişsin. öküz biraz bilgili ol ya hiç mi
bi bok bilmiyon .selüloz sindiren enzim hayvanlarda yoktur tamam mı hayvanlarda
yasayan mikroorganizmalarda bulunur . bunu o maymun kafana sok .sen diyosun dedem
maymundu diye ondan diyorum yani .

Bu arkadaş neye istinaden böyle bir mail attı bilemiyorum ama, apandis’in ne işe yaradığı net olarak bilinmese de koala gibi hayvanlarda benzer organlardan yola çıkarak selülozu sindirmeye yarayan bakterilerin yaşadıkları bir ortam olduğu düşünesi yaygındır.

Önemli olan şey, her şeyi bilen her şeye gücü yeten bir yaratıcının, alınması halinde hiç bir etkisi olmayan ancak iltihaplanması ve cerrahi müdahaleyle alınmaması durumunda insanı öldürebilecek bir saatli bombayı niye vücudumuza koyduğudur.

İlgili bilgi için: http://en.wikipedia.org/wiki/Vermiform_appendix#Vestigiality

Meşhur İslam hoşgörüsü ve ifade özgürlüğü

Sanıyorum bu alttaki video olayı çok güzel özetliyor.

İsveç’teki bir üniversitede Müslümanları kızdıran karikatürleri çizen Lars Vilks ifade özgürlüğü üzerine bir konuşma yaparken olan olaylar. İngilizce altyazıları var.

Bir filme dahi tolerans gösterememek. Hem de İsveç gibi bir ülkedeki üniversite öğrencileri. Eğer videoda gördüğün şey yanlışsa, yanlışı göster ve videoyu göstereni rezil et. Bu yapılan şey Lars Vilks’in argümanını destekliyor sadece.

Müslümanların bir kısmı bu türden “zor” argümanlara karşı şiddet kartını sürekli oynadıklarından herkesin düşüncesi “Müslümanların bu iddialara verebilecek başka bir cevapları yok” noktasına gelmiş durumda. Ha, çoğu durumda bu düşünce doğru, Müslümanların gerçekten de bir çok iddiaya verebilecek iyi cevapları olmadığını kendi blogumda da defalarca gördüm. Yine de Müslümanların bir kısmının bu tür şiddet tehditleri yapması, büyük bir çoğunluğun da buna destek vererek meşruiyetini artırması Müslümanları bir nevi persona non grata konumuna sokuyor. Yani ektiklerini biçiyorlar.

İlgili video – youtube’da, 10 dakika.

Şili’li madenciler

Muhtemelen herkes bir aydır yerin altında mahsur kaldıktan sonra yüzeye çıkartılan Şili’li madencilerin haberini duymuşsunuzdur.

33 madenci Şili devlet otoritelerinin 2 aydan süren çalışması sonucunda nihayet geçen hafta kurtarıldı.

Ülkemizde her sene onlarca kişinin öldüğü maden kazalarında Şili gibi Türkiye’ye kıyasla az gelişmiş bir ülkede böyle bir başarı takdire değer.

Ancak işin komik tarafı, bu kurtarma operasyonu neticesinde tekrar yer yüzüne çıkan madencilerin hayatta olmalarının çeşitli dini gruplar tarafından “Tanrı’nın mucizesi” olarak gösterilmesi. Yani 2 ay boyunca madencilere uğraşmak için kazı yapan mühendisler ve işçilerin hiç bir önemi yok, ve kurtarılan madenciler Tanrı’nın bir mucizesi öyle mi? Tıpkı doktora gidip tedavi olduktan sonra “Allah’ım sana şükürler olsun..” diye sevinmek gibi bir şey bu.

Eğer böyleyse o zaman Tanrı’nın her sene ölen binlerce madenciyi kurtarmamayı seçtiğini çıkarmamız mı gerekiyor? Daha Mayıs ayında Zonguldak’ta 28 işçi maden kazasında ölmüştü. Bırakın kurtarılmayı ikisinin cesedine bile ulaşılamadı.

Sadece Çin’de her sene resmi rakamlara göre 5000’in üstünde ölüm gerçekleşiyor.

Bu kurtarma olayını Tanrı’nın mucizesi olarak göstermek isteyenler, geri kalan binlerce ölümü de Tanrı’nın insanlara yaptığı bir eziyet olarak göstermiş olacaklarını sanıyorum idrak edemiyorlar.

Din adına sivillere şiddet meşru mu?

Uluslararası kamuoyu araştırma şirketi PEW Müslüman ülkelerde intihar bombacılarına olan bakışı incelediği bir çalışmaya dair detayları yayınladı.

Sorulan sorunun tercümesi aşağı yukarı şu şekilde:

Bazı insanlar, İslam’ı düşmanlara karşı korumak için sivil hedeflere yönelik intihar saldırılarının ve diğer şiddet içeren yöntemlerin meşru olduğunu düşünüyorlar. Bazı insanlar ise sebebi ne olursa olsun hiç bir şiddet eyleminin meşru olamayacağını söylüyorlar. Sizce İslam’ı korumak için şiddet eylemleri çoğunlukla meşru veya bazen meşru olabilir mi yoksa hiç bir zaman meşru olamaz mı?

3 seçenekli soruya (çoğunlukla meşru, bazen meşru, asla meşru olamaz) verilen cevapların ülkelere göre dökümü şu şekilde (2009 sonuçları):

Türkiye’de soruya çoğunlukla meşru ya da bazen meşrudur cevabını verenlerin oranı %4. Nüfusa vurursak 2.800.000 kişi sivillere yönelik intihar eylemleri veya benzeri şiddet eylemlerini bazen bile olsa meşru buluyor. Yani aynı ülkeyi paylaştığımız 2.800.000 insan, din adına sivillerin öldürülmesini meşru bulabiliyor.

Açık saçık giyinmek depreme sebep olur mu?

İran’lı din alimi Hojatoleslam Kazem Sedighi’ne göre evet. İran’lı din alimine göre genç kızların baş örtülerinden saçlarının bir kısmını göstermesi, dar kıyafetler giymesi erkeklerin tahrik olmasına, zinanın artmasına ve depremlerin olmasına sebep oluyor.

İranlıların moloz yığınları altında kalmak istemiyorlarsa tövbe ederek dine sığınması gerektiğini düşünen Sedighi geçen sene şaibeli seçim sonuçlarını protesto eden ve “politik bir deprem”e sebep olan gençlerin Tahran’da bir Allah’ın gazabı bir depreme sebep olabileceğini söyledi.

BBC’nin aktardığı duyan bir blogger, 26 Nisan tarihinde bir deney yapmak için kolları sıvadı. Kadın okuyucularının 26 Nisan’da dekolte, mini etek tarzı “ahlaksız” kıyafetler giyerek depreme sebep olup olmayacaklarını denemelerini önerdi. Deneyin ismi de “boobquake” (meme depremi).

Deneyin bir Facebook sayfası var, arzu edenler katılabilirler deneye.

Kitle imha silahları

Belki de jeologlar bunca sene yer küreyi boşuna kurcalıyorlar depremleri anlayabilmek için. Belki de gerçekten olay ahlaklı giyim kuşamda bitiyordur? Böyle demeçler veren din alimlerinin yaşadığı bir dünyada her şey mümkün olsa gerek?

Çok eğlenceli bir dünyada yaşıyoruz.

Homofobi

Bir süredir – özellikle Ekşi Sözlükte homofobiyle ilgili başlıklar ve yazılar görüyorum. Homoseksüelliğin anormal, ahlaksızca, iğrenç vs olduğunu söyleyen ve açıkça homoseksüellere karşı düşmanlık gösteren kişilerin yazdıkları şeyler haftada bir kaç kez tartışmalara sebep oluyor.

İşin ironik tarafı, homofobinin sebebinin genellikle bastırılmaya çalışılan homoseksüel dürtüler olması. Yani homoseksüellere karşı düşmanlık besleyen kişilerin bir çoğunun aslında homoseksüel eğilimleri var ancak toplumsal baskılar sebebiyle bunları açığa vuramıyor ve açığa vuranlara karşı bir düşmanlık besliyorlar.

“Hadi canım öyle saçma şey olur mu” diye karşı çıkmadan önce, şu araştırmayı bilginize sunmak istiyorum. 1996 tarihli araştırmada üniversiteye giden ve rastgele seçilen erkeklerin önce bir anketle (1980 tarihli Index of Homophobia) homoseksüelliğe dair hislerini/yargılarını ölçüyorlar. Bu erkekleri homofobik ve homofobik olmayan olarak iki gruba ayırıyorlar.

Daha sonra bu erkeklere heteroseksüel ve homoseksüel pornografik filmler izletiyorlar, penislerine ve vücutlarına bağladıkları sensörler yardımıyla filmlerden ne kadar etkilendiklerini (daha doğru bir tanımla cinsel anlamda tahrik olduklarını) ölçüyorlar. Erkeklerin tümü heteroseksüel ve lezbiyenlerin oynadığı pornografik filmlerden tahrik olurken sadece homofobik erkekler homoseksüel erkeklerin oynadığı filmlerden tahrik oluyorlar.

Araştırmanın sonucu: homofobik erkeklerin sakladıkları veya farkında olmadıkları homoseksüel dürtüleri bulunuyor.

Bu araştırma sonuçlarıyla paralel, gerçek dünya örnekleri saymak da mümkün. Örneğin Amerika’da homoseksüel karşıtı söylemleriyle bilinen politikacı ve din adamlarının homoseksüel ilişkileri olduğu ortaya çıkıyor. Şurada bir “Top 10” listesi görülebilir.

Erkek bir fahişeyle yakalanan homofobik Evanjelist papaz Ted Haggard, Richard Dawkins'e vaaz verirken.

Evanjelik papaz Ted Haggard erkek bir fahişeyle yakalanmıştı

Özetle homofobik olan, ve bu homofobiyi açık düşmanlık ve ayrımcılığa dönüştüren kişilerin aslında homoseksüelliklerini saklayan veya bunun farkında olmayan kişiler olduğunu söylediğimiz zaman gayet sağlam dayanaklarımız mevcut.

Bir diğer ilginç nokta da homoseksüellerin çok büyük bir bölümünün günlük hayatta heteroseksüellerden ayırt edilememesi. Yani doktorunuz, kapıcınız, bindiğiniz otobüsün şoförü ve güzel sevgilileriyle meşhur film yıldızı aslında homoseksüel olabilir – ve bunu asla bilemeyebilirsiniz. Bir homoseksüel, homoseksüel olduğunu gizlemek isterse bunu çok güzel başarabilir.

Homoseksüellik bir ahlak problemi değildir. Zira bizim bildiğimiz manada bir ahlaka sahip olmayan canlılarda da homoseksüel davranışlar görülmektedir. Wikipedia’ya göre 1500’den fazla türde homoseksüel davranışlar gözlemlenmiştir. Bu da homoseksüelliğin ahlaki bir problemden ziyade doğada başka türlerde de görülen bir nevi genetik varyasyon olduğunu gösterir. Tıpkı esmer, solak, zenci ya da uzun boylu olmak gibi. Esmer, solak, zenci ve uzun boyluları bu fiziksel özelliklerine göre değerlendirmek ayrımcılık ve insan haklarına aykırı bir durum ise, homoseksüellere bu türden ayrımcılık yapmak da aynı şekilde bir insan hakları ihlalidir.

Ailelerinin nefretine ve cehaletine alet olan zavallı çocuklar

Homoseksüellere karşı düşmanlığı besleyen şeylerin en önemlisi de, şüphesiz ki dinlerdir. İbrahimi dinler, homoseksüelliği (yanlış bir şekilde) ahlaki bir problem olarak ele almışlar ve Lut kavmi hikayesi gibi masallarla lanetlemişlerdir. E “Allah homolardan nefret eder” diye düşünen ve kafasını daha fazla çalıştırmaya gerek görmeyen kişiler de doğal olarak homoseksüelliği bir ahlak problemi olarak görüp önyargılı bakmaya eğilimli olurlar.

Yani homofobinin kökeninde gizlenen/farkında olunmayan homoseksüel dürtüler ve dogmatik cahillik yatmaktadır. Ekşi Sözlükteki (ve başka yerlerdki – örneğin TBMM) homofobik kişilerin yazdıklarında ve söylediklerinde de bu düşüncemi değiştirecek herhangi bir şey görememekteyim.