Ne zamandır bu konuyla ilgili bir şeyler yazmak istiyordum. Kısmet bugüneymiş.
Çekim Kanunu, ya da ingilizce ismiyle “Law of Attraction” geçtiğimiz senelerde “The Secret” isimli çok satan kitaba (marketlerde bile satılıyor) ve aynı isimli popüler bir filme konu oldu.
The Secret - Sır
Ben “çekim kanunu” kavramıyla, ilk olarak Charles F Haanel‘in dilimize de çevrilen kitabı “Master Key System“i okuduğum zaman karşılaşmıştım. Bu The Secret çıkmadan bir kaç sene öncesine tekabül ediyor. Haanel’den önce de bu kavramın var olduğunu savunanlar olduğu gibi, kavram esas popülaritesini, Napoleon Hill tarafından yazılarak 60.000.000 adet satan “Think and Grow Rich” kitabına borçlu.
Peki nedir çekim yasası? Savunucularına göre, insanların bilinçaltındaki düşünceleri, kişi farkında olmadan hayatını yönlendiriyor. Eğer kişi, bilinçaltındaki bu düşüncelere hükmetmeyi başarabilirse, bilinçli olarak hayatıyla ilgili istediği şeyleri bilinçaltına da kabul ettirebilirse evreni istediği gibi etkileyip, istediklerine kavuşabilir. Zira düşünceler, enerjidir ve enerji maddenin yapıtaşıdır. Düşüncelerimiz doğru kanalize olurlarsa, yani enerji yeterince güçlü bir şekilde doğru yere kanalize olursa, evren de bu etkiye tepki gösterecek ve düşünceden kaynağını alan enerji, kişinin istediği doğrultuda maddeye dönüşecek.
Özetle düşünceleriniz, “istediğiniz şeyler”e dönüşecekler.
Bunu gerçekleştirmenin 4 ana kuralı var.
- Ne istediğinizi tam olarak bilmek.
- Evrenden bunu istemek.
- İstediğiniz şeyin zaten sizin olduğuna inanmak, öyle hissetmek ve öyle davranmak.
- İstediğiniz şeye kavuşacağınıza inanmak ve sahip olduğunu diğer şeyleri nasıl çok fazla önemsemiyorsak, buna benzer bir şekilde “serbest bırakmak”
The Secret’ta bu kuralın, yerçekimi kanunu gibi bir doğa kanunu olduğu ve doğru uygulandığında her zaman çalışacağı garanti ediliyor.
Buraya dikkati çekmek istiyorum. “Her zaman” çalışacağı iddia ediliyor. Herhangi bir istisna yok. Zira bu bir doğa kanunu.
Kitapta örnekler veriliyor. Hatırladığım kadarıyla, içinde yaşamak istediği evi düşleyen bir adamın, o eve sahip olması, ya da trafik olacak diye endişelenen adamın trafiğe yakalanması gibi anekdot temelli örnekler. İlk bakışta bile bu örneklerin ne kadar saçma oldukları görülebiliyor diye düşünüyorum. Örneğin trafikten korkan adam: eğer bu adam, tek başına trafiğe yakalanmayacağını hayal etmiş olsaydı, muhtemelen yüzlerce aracın içinde olduğu trafik sıkışıklığı gerçekleşmeyecek miydi? Tüm bu insanlar trafikten korktukları için mi trafiğe takıldılar?
Bu ve bu tür olayların arkasında “bilim” olduğu iddia ediliyor. Örneğin filmde deniyor ki
Michael Beckwith: It has been proven now, scientifically, that an affirmative thought is hundreds of times more powerful than a negative thought.
Yani :
Bilimsel olarak ispatlanmıştır ki, olumlu bir düşünce, olumsuz bir düşünceden yüzlerce kat daha güçlüdür.
Muhtemelen siz de problemi gördünüz : Hangi bilimadamları tarafından? Hangi araştırma? Hangi yöntemlerle? Nasıl 100 kat güçlü? Bu gücün ölçü birimi nedir? Bunlara dair herhangi bir referans-kanıt yok. Bilimsel olarak kanıtlanmıştır. O kadar.
Çekim Kanunu, kanun mudur?
Çekim kanunu, bir çok yerde yerçekimi kanunu gibi bir doğa kanunu olarak gösteriliyor. Ancak işin aslı pek de böyle değil. Yerçekimi kanunu, herkesin kendisi deneyip görebileceği bir kanundur. Elinizdeki elmayı yere bırakırsanız, elma Newton’un bulduğu yerçekimi kanununa tam uyum göstererek yere düşecektir. Her seferinde de meydana gelecek olan budur. Bu sebeple bir kanundur. “Çekim Kanunu” ise pek de bu şekilde işlememektedir (tabi eğer gerçekten işliyorsa bile).
Burada yanlış anlaşılmak istemem, hayata karşı pozitif bir tavır takınmak, olumlu düşünmek ve başarıya inanmak, kesinlikle büyük bir avantajdır ve desteklediğim şeylerdir. Ancak pozitif bir tavır, gerçek dünyayı değiştirebilecek türden beyin dalgaları üretmez. En azından bu yönde herhangi bir bilimsel kanıt yok.
İkna yöntemi
Kitapta ve filmde gördüğümüz bir ikna yöntemi, Equivocation olarak adlandırılan yöntem. Bu yöntemde, kişi vermek istediği mesajı karşısındakine anlatırken, yalan söylemeden ama gerçeğin sadece belli kısımlarını söyleyerek ya da aslında doğru bir bilgiyle beraber vermek istediği mesajı ekleyerek sanki mesaj da doğruymuş izlenimi yaratır ve karşısındakini ikna eder.
Örneğin filmde, Çekim Kanunu savunucuları pozitif düşünmenin ve kendine güven duymanın insanların size daha pozitif yaklaşmasını sağlayacağını söylerler. Bu kesinlikle doğrudur. Ancak yaptıkları şey, Çekim yasası’nın bir gömlek altını örnek olarak göstererek, akabinde sanki ikisi aynı türden şeylermiş gibi bir izlenim yaratarak “bunu alan bunu da aldı” durumu yaratmaktan başka bir şey değildir. Halbuki birisinde “olumlu düşünür, pozitif olursanız insanlar da size pozitif yaklaşırlar” derken diğeri “pozitif düşünürseniz beyin dalgalarınız evrenin yapıtaşlarını etkiler, istediğiniz şeylerin size ulaşması için gerekli şartlar sağlanır”. Pek de birbirine benzeyen iddialar değil gördüğümüz üzere.
Kuantum fiziği?
Bu yasanın savunucuları bir çok yerde diyor ki “kuantum fiziğine göre, zihin olmadan evren de olmaz”. Halbuki bizim bildiğimiz manada “zihin”in evrene girişinden önce evren pekala 13 milyar yıl kadar var olabilmişti. Temel sorun, Çekim Yasası savunucularının, kauntum fiziğini Schrödinger‘in sorduğu soruları temel alarak kabul etmiş olması gibi görünüyor. Buradaki sorun, cevapları dikkate almamaları. Birazcık açarsam , Schrödinger “acaba düşünceler etrafımızdaki şeyleri etkiliyor mu” diye sormuş, çekim kanunu savunucuları bu soruyu evirip çevirip “düşünceler etrafımızdaki şeyleri etkiliyor”a dönüştürmüşler. Halbuki gerçek böyle değil.
Vah başımıza gelenler…
Çekim yasasına göre, insanın başına gelen kötü şeyler, bilinçaltındaki negatif düşüncelerden kaynaklanıyor. Yani başınıza gelen hastalık, kaza vs gibi şeyler, sizin bilinçaltınızdaki kötü ve olumsuz düşüncelerden kaynaklanıyor. Ancak açıklamayı başaramadıkları bir şey, örneğin Nazi soykırımı gibi yüzbinlerce insanın başına çok kötü şeylerin geldiği olaylar. Bu insanların tamamı bilinçaltlarında olumsuz düşüncelere mi sahiptiler? Kendi hayatımdan bir örnek, kendi büyükannem ben bildim bileli hastalık hastası, evhamlı ve aşırı endişeli bir insandır. Kendisi 80 yaşının üstünde ve yaşlılık ağrıları haricinde önemli bir sağlık sorunu yok, her ailede olabilecek sorunlar dışında büyük bir üzüntü kaynağı yok, hala kendi (ve dedemin) yemeğini kendisi hazırlar, çamaşır bulaşık gibi şeylerle kendisi uğraşır. Hayatımda tanıdığım en evhamlı kişi olan büyükannemin başına bu kanuna göre türlü belalar, doğal afetler gelmiş olması gerekirken durumu gayet iyi 🙂
Ne zararı olabilir canım?
Peki gerçekten olumlu düşünmenin bir zararı olabilir mi? Hadi diyelim ki işe yarayan bir şey değil, ama olumlu düşünmek zararlı olamaz ya?
Bu soruyu bir çok yerde gördüm. Elbette izole olarak ele aldığımız durumda olumlu düşünmenin faydası var. Ancak bu kontekste ele aldığımızda yan etkileri açısından önemli zararları var. Burada alıntı yapmama izin veriniz. WK Clifford’un Ethics of Belief (İnancın Etiği)
The danger to society is not merely that it should believe wrong things, though that is great enough; but that it should become credulous, and lose the habit of testing things and inquiring into them, for then it must sink back into savagery
yani:
(bu düşüncelerin) topluma zararı sadece yanlış şeylere inanılmasında değil, ki o bile tek başına yeterli bir zarar; ancak bu tür inanışların toplumu her şeye inanır hale getirmesi; karşılaşılan bilgileri ve şeyleri deneye tabi tutma ve inceleme alışkanlığının kaybedilmesine sebep olması toplumun ilkelliğe dönüşüne sebep olabilir.
Peki faydalanabileceğimiz bir yanı yok mu?
Elbette var. Vizyon sahibi olmak diye bir deyim vardır. Vizyon sahibi olmak, aslında çok az kişinin becerebildiği bir şeydir. Vizyon, temelde bir hayaldir, ancak kurulan hayal, gerçek dünyada gerçekleştirilmek istenen hedef, ulaşılmak istenen sonuç temelli bir hayaldir. Hangi sonuca ulaşmak istediğini herhangi bir karanlık nokta bırakmayacak şekilde hayal edebilen birisi, diğer bir deyişle hayatta ne istediğini bilen ve bu amaçla çalışan birisi, hedefine doğru yol alır. Ancak gerçekte olan şey kişi, hedefe ulaşırken bazen ortama adapte olarak, bazen ortamı kendine adapte ederek, aktif bir rol oynar. Halbuki çekim yasasına göre kişinin sadece hayali kurması ve buna inanması yeterli. Vizyon sahibi olmaya bir örnek vermek gerekirse, çağımızın en zengin insanlarından birisi olan Bill Gates’i örnek verebilirim. Bill Gates’in şirketini ilk kurduğu yıllardaki vizyonu “her eve bir bilgisayar” idi. Bill Gates, bu hedef doğrultusunda, ucuzlaşan ve güçlenen donanımı kullanıp insanların hayatlarını kolaylaştırabilecek yazılımlar üretmesi gerektiğini, bilgisayarların satın alınabilir fiyatlarda, ve insanların işine yarar cihazlar olarak pazara sürülmesi halinde çok başarılı olacağını öngörür. Bu örnek, klasik bir “vizyon sahibi olma” örneğidir bana kalırsa. Bill Gates’in biyografisi incelendiğinde en başta koyduğu vizyonunu bu hedefi gerçekleştirene kadar neredeyse hiç değiştirmediğini görebiliyoruz. Eğer bu kapsamda ele alırsak, varmak istediğimiz noktayı tam ve hiç bir karanlık nokta olmaksızın hayal etmenin, hayatta belli bir amacı olmadan ölmeyi beklemekten daha iyi bir alternatif olduğu açıktır.
Konuya dönersek,
Çekim kanunu, dinlere çok benzer bir şekilde, şüpheciliğe yer vermeyen bir iddia. Şüphe etmeye başlarsanız, isteğiniz gerçekleşmez. Hatta olumsuz düşünceler size problem olarak geri döner. Şüphe etmeseniz sizin için daha iyidir yani. Zaten halihazırda çok fazla olan dogmalar gibi, tam teslimiyet ve inanış gerektirmektedir. Bence zaten yeterince temelsiz inanç mevcut, ne kadar çekici gelse bile yeni bir tanesine insanlığın ihtiyacı olduğunu sanmıyorum.
Daha fazla bilgi için :
Newsweek dergisindeki eleştirel bir yazı
Skeptik sözlüğündeki makale