Doğadaki en başarılı taklitçi : Lirkuşu

Sir David Attenborough’un sunduğu ve BBC’de yayınlanan Life Of Birds belgeselinde gösterilen bir kuşa dair kısa bir videoyu paylaşmak istiyorum. Lirkuşu ya da İngilizce adıyla Lyrebird isimli kuşun başarılı taklidini izleyeceğiz. Kuş dişileri etkilemek için diğer kuşların ötüşünü taklit ediyor. Bu konuda o kadar başarılı ki, duyduğu bir çok şeyi ustalıkla taklit ediyor. Video 1 dakika, Youtube’da

Proxy kullanıp izlemek isteyenler için tam adres : http://www.youtube.com/watch?v=KOFy8QkNWWs&feature=related

Yuva

Bu akşam NTV’de bir süredir merakla beklediğim bir belgesel yayınlanacak. Yuva Yann-Arthus-Bertrand tarafından çekilen ve insanoğlunun çevreye verdiği zarara dikkatleri çeken 3 seneden fazla bir sürede yapımı tamamlanan bir belgesel.

Kainatın mucizesi “yaşam” yaklaşık 4 milyar yıl önce ortaya çıktı.
Biz insanlar ise yalnızca iki yüz bin yıl önce. Yine de yaşam için temel olan dengeyi alt üst ettik. Bu sıradışı hikayeyi iyi dinle. Bu senin hikayen ve sonunu yazmak senin elinde…

Belgeselin kendi sayfasına şuradan, NTVMSNBC’deki sayfasınaysa şuradan ulaşmak mümkün. Anladığım kadarıyla belgesel can sıkıcı, ancak can sıkıcılığı anlatım tarzı ya da konusu değil gerçekleri yüzümüze çarpmasından kaynaklanıyor.

Bugünkü yaşantımızın sonuçlarını sayılarla anlatılıyor:

Dünyada askeri giderlere yapılan harcamalar gelişmekte olan ülkelere yapılan yardımlardan 12 kat daha fazla.

Her gün 5000 insan kirli içme suyu nedeniyle ölüyor

1 milyar insanın ise temiz içme suyuna ulaşımı yok

1 milyara yakın insan aç geziyor

Dünya çapında yapılan tahıl ticaretinin yüzde 50 sinden çoğu hayvan yemi ya da biyolojik yakıt için yapılıyor.

Ekilebilir toprakların yüzde 40 ı uzun vadeli hasar gördü.

Her yıl 13 milyon hektar orman yokoluyor

Her dört memeliden biri her sekiz kuştan biri her üç amfiden biri yokolma tehlikesi altında. Balık avlanma alanlarının dörtte üçü ya tükendi ya da sayılarında tehlikeli bir düşüş gözlendi. Son 15 yılın ortalama sıcaklıkları bu zamana kadar kaydedilen en yüksek sıcaklıklar oldu.

Kıta buzulu 40 yıl öncesine oranla yüzde 40 inceldi.

2050 yılında 200 milyonu aşan sayıda iklim mültecisi ortaya çıkabilir

Gerçekler acıdır derler. İnsanlar boş sebeplerle (açgözlülük, horşgörüsüzlük, cehalet, dinler) savaşmayı bıraksalar, savaşmaya ayrılan kaynaklarla şimdiki toplam nüfusu ve gelecek kuşakları gayet rahat besleyebiliriz. Umuyorum bu belgesel bu konuda farkındalık yaratıp insanları daha dikkatli olmaya itecektir.

Birlik olma vakti. Önemli olan kaybedilenler değil. Geriye kalanlar.

Değişmek için gereken güce sahibiz öyleyse ne bekliyoruz?

Bir sonraki sahneyi yazmak bizim elimizde hep birlikte…..

“YUVA” belgeseli bu akşam saat 20.00’de NTV’de….

İnsanoğlunun evriminde yeni bulgular

Dün Radikal gazetesinde yayınlanan bir habere göre, Almanya’da bulunan bir fosil İnsanların hangi tür maymunlardan evrildiğini anlamamızda çok önemli bir rol oynuyor. Fosille ilgili bilgiler, Mayıs ayı sonuna doğru İngiliz BBC televizyonunda Sir David Attenborough’un sunacağı bir belgeselde kamuoyuyla paylaşılacak. Radikal’deki haberden alıntı :

İnsan evriminin kayıp bağlantısı olduğu sanılan fosil iskeletler 19 Mayıs’ta bir belgeselde gösterilecek

LONDRA – BBC televizyonu, ABD’li bilim insanları tarafından keşfedilen ve insan evriminin kayıp bağlantısı olabileceği tahmin edilen ‘fosilleşmiş iskeletleri’, şimdilik sır gibi saklanan bir belgeselle izleyicilerine sunmaya hazırlanıyor. Belgeselin en can alıcı noktasıysa, ilk kez fosilleşmiş iskeletleri bulunan ‘Adapid’ adındaki nesli tükenmiş hayvanın tam iskeletinin gösterilecek olması.
Belgeseli, İngiltere’nin en önde gelen doğa bilimleri belgesellerinin spikeri olan, sinema yönetmeni ve oyuncusu Sir David Attenborough sunacak. İngiliz The Daily Mail gazetesi, 90 dakikalık belgeselin ‘çok gizli’ tutulduğunu belirtirken, bu bilgiyi Amerikalı kaynaklardan edindiğini ve araştırma sonuçlarının, bir grup bilim insanı ve yayıncı tarafından ABD’nin New York kentinde 19 Mayıs’ta açıklanacağını yazdı. Almanya, Frankfurt yakınlarında fosilleriyle ünlü ‘Messel Shale Pit’ bölgesindeki terk edilmiş taşocağında bulunan fosilleşmiş kemiklerin, 37-47 milyon yıl öncesine ait olduğu sanılıyor.

İnsan hangi primat türü?

Bilim insanları, genç ve dişi olan hayvanın, Madagaskar Ormanları’nda yaşayan ve kendine özgü kuyruğu bulunan memeli Maki’ye (Madagaskar maymunu) benzediğini açıkladı. Belgeselde araştırmacılar fosilin ayrıca maymunlar ve insanı içeren memeliler takımı primatlarla akraba olduğunu da anlatacak. Akademik çevrelere göre keşfin bir diğer önemi de, insanların, primatların hangi türüne ait oldukları yönünde yeni ve şiddetli tartışmalar başlatacak nitelikte olmasından kaynaklanıyor. (dha)

Haber İngiliz Telegraph gazetesinde de yer bulmuş.

Olası insan evrimi şeması

Olası insan evrimi şeması

Bulunan yeni fosilin Lemur’a benzediği ama bazı kritik açılardan bir maymun türü olduğu belirtiliyor.  Fosile verilen isimse yaratılışçıları kızdıracak cinsten : Darwinus masillae.

Fosili inceleyen Amerikan Paleontoloji Birliği başkanı Prof Philip Gingerich “fosil eksiksiz ve yaşadığı zaman dilimi doğru olarak tespit edilmiş” şeklinde bir yorumda bulunmuş.

Sanırım biz normal insanlara düşen şey, 19 Mayıs’ı bekleyip belgeselin yayınlanmasından sonraki tepkileri izlemek. Bu arada bu yeni fosile “kayıp halka” denmesi de açıkçası çok hoşuma gitmedi. Radikal’in yorumlarında görüldüğü gibi, yaratılışçıların “çok gördük biz bu kayıp halkalardan hepsi fos çıktı” serzenişleri davet eder nitelikte. Belki amaçlanan bu yaygaradan bir farkındalık yaratmak, ancak “kayıp halka” gibi artık kötü üne sahip bir tanımlamanın terkedilmesi gerektiğini düşünüyorum. Öte yandan, gerçekten kayıp halkaysa, o zaman başka bir isim vermek de gereksiz diye düşünen bilim insanlarına saygı duymak gerekir. Umuyorum bu fosil, küçük memeliler ve maymunlar arasındaki geçişi açıklayıp evrim teorisindeki bir başka boşluğu doldurur. Bununla beraber adım gibi eminim ki, kapatılan bu boşluk yaratılışçılar için yeni iki boşluk anlamına gelecek.

Bilmem dikkatlerini çekti mi, bilim insanları insanoğlunun maymunlarla ortak atadan gelip gelmediğini değil, hangi türden geldiğini anlamaya çalışıyorlar. Yaratılışçıların kabul edemediği nokta çoktan geçilmiş ve tartışma konusu bile değil. “Maymun evet, ama hangi maymun” noktasındalar an itibariyle. Umuyorum ki bu soru da gelecek hafta (19 mayısta) açıklığa kavuşmaya biraz daha yaklaşacak.

Alex Jones ve komplo teorileri

Alex Jones, Amerikalı bir radyo sunucusu, prodüktor, aktör, yazar, blogcu, yönetmen ve bizim için en önemli özelliği, uslanmaz bir komplo teorisyeni. 

Yakın geçmişte “Obama Deception” isimli yeni bir film yaptığını öğrendim . Muhtemelen bir çok insan da filmi izleyecek. O yüzden de Alex Jones kimdir nedir bir bakınmanın filmi (ve Alex Jones’la ilgili bir çok başka şeyi) perspektife koyabilmek açısından faydalı olacağını düşünüyorum.

Alex Jones, 1974’te Dallas’ta doğdu. 1996’dan beri TV ve Radyo programları yapıyor. Hayatının bazı önemli noktaları şu şekilde :

1997’de ilk belgeseli “America Destroyed by Design”ı yayınladı.

1998’de Davidian tarikatı (Kendini son peygamber ilan eden,kendisine tecavüz ve pedofili gibi suçlamalar yöneltilen David Koresh‘in lideri olduğu, 1993’te FBI ve ATF baskını sonucunda kaldıkları kampı yakıp 54 yetişkin ve 21 çocuğun ölümüyle sonuçlanan toplu intiharı gerçekleştiren fanatik Hrıstiyan tarikat) kilisesinin tekrar kurulması için kampanya başlattı. 

1999’da Austin En İyi Radyo Sunucusu 1.liğini Shannon Burke ile paylaştı. Aynı sene, programının reklam alamaması ve Jones’un işlediği konuları daha geniş bir spektrumdan seçmeyi reddetmesi sebebiyle programına son verildi. Jones’a göre bu tamamen politik bir karardı.

2000’de Temsilciler Meclisi’ne adaylığını koyup, anketlerde kazanmasının düşük ihtimal olduğunu görünce yarıştan çekildi. 

Yine 2000’de Bohemian Grove isimli, Amerikan başkanlarının bir çoğunun üye olduğu klubün yıllık toplantısına sızıp gizli kamerayla çekimler yaptı. Bu çekimleri daha sonra bir belgeselde kullandı. 

2006’da Ottawa’daki Bilderberg toplantısına giderken polis tarafından alıkonuldu ve toplantıya katılması engellendi. 

Eylül 2007’de NewYork’ta gösteri yaparken tutuklandı.

Walking Life ve A Scanner Darkly isimli filmlerde aktörlük yaptı.

Infowars.com isimli websitesinin sahibi. 

The Obama Deception, son belgeseli.

Öncelikle belirtmem gerekir ki, Obama Deception’ı izlemedim, ancak Alex Jones’un daha önce savunduğu fikirleri bildiğimden, bu filmden beklentim de az. Ancak vakit bulduğum zaman – yapacak başka ve daha iyi bir şey de yoksa – filmi izleyeceğim. O yüzden yazacaklarım filmle ilgili değil, Alex Jones’un kendisiyle ilgili. Ad hominem yapma riskine girerek Alex Jones’un kendisini tanıtmayı planlıyorum. Eğer ki filmi izledikten sonra filmin kendisinin doğruluk payı olduğunu düşündüğüm yerleri olursa, onları da ayrıca yazarım. Ne de olsa “yiğidi öldür, hakkını yeme” demişler 🙂

Alex Jones’un en sevdiği konulardan birisi, 11 Eylül saldırılarının Amerika’lılar tarafından siyasi amaçlarına hizmet amacıyla gerçekleştirildiği konusu. Özünde bu iddia doğru olabilir, ancak Alex Jones’un 2002 tarihli “911 : Road to Tyranny” filminde, önemli yanlışlıklar bulunmuş durumda

Bir diğer nokta, Alex Jones’un “aşılar otizme sebep olurlar” temalı deli saçması ve defalarca yalanlanmış hareketin savunucularından birisi olmasıdır. Alex Jones ve onun gibi sorumsuzca yanlış bilgileri yayan kişiler sebebiyle bazı aileler çocuklarını aşılattırmaktan çekiniyor ve bu da çocuk aşılama oranlarında düşüşe ve beraberinde hastalanan çocuk sayısında artışa ve çocuk ölümlerinde artışa sebep oluyor.

Video’da görülebileceği gibi, Alex Jones bol bol “bilimsel araştırmalarla kanıtlanmış” sebeplerle aşılardaki civa oranının otizme sebep olduğunu söylüyor. Halbuki, durumun bu olduğuna dair bilimsel hiç bir kanıt yok. Alex Jones’un kaynak belirtmek gibi bir alışkanlığı da yok. Belirttiği kaynaklar bulunabilip incelenirse, kaynakların çarpıtıldığı ve/veya yanlış yorumlandığı görülmekte. 

Alex Jones’un inandığı şeylerin bir listesi için buraya tıklayabilirsiniz. Uyarmam gerekir ki, liste uzun ama gayet eğlenceli.  

Listeden bir kaç alıntı:

  • Kuzey Kore’nin et arzının çoğu idam edilen mahkumlardan gelmektedir. (Baharat Kuzey Kore’nin en çok ithal ettiği şeydir muhtemelen)
  • Hükümet (Amerikan hükümeti) hava olaylarını (meteorolojik olayları) kontrol edebilmektedir. (Bu sebeple her sene kasırgalarla ve büyük orman yangınlarıyla uğraşmaktadır)
  • Cep telefonlarının yüzlerce büyük araştırma sonucunda  beyin tümörüne sebep olduğu kanıtlanmıştır. (Dikkat ederseniz herhangi bir spesifik kaynak yok. )
  • Eğer nüfusun 80%’inin öldürülmesi gerektğini kabul etmezseniz, akademik dünyada başarılı olamazsınız. (pis Darwinistler :))
  • Amerika hükümeti Italya’da içi çocuk dolu okul otobüslerini patlattı. (Aslında hedef Iraktaki askeri noktalardı)
  • Amerikan dolarında ne satın aldığınız takip eden küçük devreler var. (Striptiz bara giderseniz haberleri olur diyor)
  • Sivil silahlanmanın kontrol altına alınmasını isteyen herkes Nazi’dir. (O zaman Naziler iyidir mi dememiz lazım?)

Şüphem yok ki, Alex Jones’un filmi çok fazla sorgulamadan izlendiğinde ikna edicidir. Ancak ikna ediciliği, kanıt olarak sunduğu şeylerin sorgulanmaya ne kadar dayanıklı olduğuyla doğru orantılıdır. Başka konularda dezenformasyon ve çarpıtma yapan bu adamın söylediği herhangi bir şeyin 100% doğru ve dürüstçe olmasını beklemek, bence gerçekçi bir tutum değil. 

Evet, şimdi izlemediyseniz filmi izleyin, ama aklınızın bir tarafında her zaman bir “acaba?” bulunsun.

Çekim Kanunu ve The Secret – Sır

Ne zamandır bu konuyla ilgili bir şeyler yazmak istiyordum. Kısmet bugüneymiş.

Çekim Kanunu, ya da ingilizce ismiyle “Law of Attraction” geçtiğimiz senelerde “The Secret” isimli çok satan kitaba (marketlerde bile satılıyor) ve aynı isimli popüler bir filme konu oldu. 

 

 

The Secret - Sır

The Secret - Sır

 

 

 

Ben “çekim kanunu” kavramıyla, ilk olarak Charles F Haanel‘in dilimize de çevrilen kitabı “Master Key System“i okuduğum zaman karşılaşmıştım. Bu The Secret çıkmadan bir kaç sene öncesine tekabül ediyor. Haanel’den önce de bu kavramın var olduğunu savunanlar olduğu gibi, kavram esas popülaritesini, Napoleon Hill tarafından yazılarak 60.000.000 adet satan “Think and Grow Rich” kitabına borçlu. 

Peki nedir çekim yasası? Savunucularına göre, insanların bilinçaltındaki düşünceleri, kişi farkında olmadan hayatını yönlendiriyor. Eğer kişi, bilinçaltındaki bu düşüncelere hükmetmeyi başarabilirse, bilinçli olarak hayatıyla ilgili istediği şeyleri bilinçaltına da kabul ettirebilirse evreni istediği gibi etkileyip, istediklerine kavuşabilir. Zira düşünceler, enerjidir ve enerji maddenin yapıtaşıdır. Düşüncelerimiz doğru kanalize olurlarsa, yani enerji yeterince güçlü bir şekilde doğru yere kanalize olursa, evren de bu etkiye tepki gösterecek ve düşünceden kaynağını alan enerji, kişinin istediği doğrultuda maddeye dönüşecek. 
Özetle düşünceleriniz, “istediğiniz şeyler”e dönüşecekler. 

Bunu gerçekleştirmenin 4 ana kuralı var. 

  • Ne istediğinizi tam olarak bilmek. 
  • Evrenden bunu istemek.
  • İstediğiniz şeyin zaten sizin olduğuna inanmak, öyle hissetmek ve öyle davranmak.
  • İstediğiniz şeye kavuşacağınıza inanmak ve sahip olduğunu diğer şeyleri nasıl çok fazla önemsemiyorsak, buna benzer bir şekilde “serbest bırakmak” 

The Secret’ta bu kuralın, yerçekimi kanunu gibi bir doğa kanunu olduğu ve doğru uygulandığında her zaman çalışacağı garanti ediliyor. 

Buraya dikkati çekmek istiyorum. “Her zaman” çalışacağı iddia ediliyor. Herhangi bir istisna yok. Zira bu bir doğa kanunu. 

Kitapta örnekler veriliyor. Hatırladığım kadarıyla, içinde yaşamak istediği evi düşleyen bir adamın, o eve sahip olması, ya da trafik olacak diye endişelenen adamın trafiğe yakalanması gibi anekdot temelli örnekler. İlk bakışta bile bu örneklerin ne kadar saçma oldukları görülebiliyor diye düşünüyorum. Örneğin trafikten korkan adam: eğer bu adam, tek başına trafiğe yakalanmayacağını hayal etmiş olsaydı, muhtemelen yüzlerce aracın içinde olduğu trafik sıkışıklığı gerçekleşmeyecek miydi? Tüm bu insanlar trafikten korktukları için mi trafiğe takıldılar? 

Bu ve bu tür olayların arkasında “bilim” olduğu iddia ediliyor. Örneğin filmde deniyor ki 

Michael Beckwith: It has been proven now, scientifically, that an affirmative thought is hundreds of times more powerful than a negative thought. 

Yani : 

Bilimsel olarak ispatlanmıştır ki, olumlu bir düşünce, olumsuz bir düşünceden yüzlerce kat daha güçlüdür.

Muhtemelen siz de problemi gördünüz : Hangi bilimadamları tarafından? Hangi araştırma? Hangi yöntemlerle? Nasıl 100 kat güçlü? Bu gücün ölçü birimi nedir? Bunlara dair herhangi bir referans-kanıt yok. Bilimsel olarak kanıtlanmıştır. O kadar. 

Çekim Kanunu, kanun mudur?

Çekim kanunu, bir çok yerde yerçekimi kanunu gibi bir doğa kanunu olarak gösteriliyor. Ancak işin aslı pek de böyle değil. Yerçekimi kanunu, herkesin kendisi deneyip görebileceği bir kanundur. Elinizdeki elmayı yere bırakırsanız, elma Newton’un bulduğu yerçekimi kanununa tam uyum göstererek yere düşecektir. Her seferinde de meydana gelecek olan budur. Bu sebeple bir kanundur. “Çekim Kanunu” ise pek de bu şekilde işlememektedir (tabi eğer gerçekten işliyorsa bile). 

Burada yanlış anlaşılmak istemem, hayata karşı pozitif bir tavır takınmak, olumlu düşünmek ve başarıya inanmak, kesinlikle büyük bir avantajdır ve desteklediğim şeylerdir. Ancak pozitif bir tavır, gerçek dünyayı değiştirebilecek türden beyin dalgaları üretmez. En azından bu yönde herhangi bir bilimsel kanıt yok. 

İkna yöntemi

Kitapta ve filmde gördüğümüz bir ikna yöntemi, Equivocation olarak adlandırılan yöntem. Bu yöntemde, kişi vermek istediği mesajı karşısındakine anlatırken, yalan söylemeden ama gerçeğin sadece belli kısımlarını söyleyerek ya da aslında doğru bir bilgiyle beraber vermek istediği mesajı ekleyerek sanki mesaj da doğruymuş izlenimi yaratır ve karşısındakini ikna eder. 

Örneğin filmde, Çekim Kanunu savunucuları pozitif düşünmenin ve kendine güven duymanın insanların size daha pozitif yaklaşmasını sağlayacağını söylerler. Bu kesinlikle doğrudur. Ancak yaptıkları şey, Çekim yasası’nın bir gömlek altını örnek olarak göstererek, akabinde sanki ikisi aynı türden şeylermiş gibi bir izlenim yaratarak “bunu alan bunu da aldı” durumu yaratmaktan başka bir şey değildir. Halbuki birisinde “olumlu düşünür, pozitif olursanız insanlar da size pozitif yaklaşırlar” derken diğeri “pozitif düşünürseniz beyin dalgalarınız evrenin yapıtaşlarını etkiler, istediğiniz şeylerin size ulaşması için gerekli şartlar sağlanır”. Pek de birbirine benzeyen iddialar değil gördüğümüz üzere. 

Kuantum fiziği?

Bu yasanın savunucuları bir çok yerde diyor ki “kuantum fiziğine göre, zihin olmadan evren de olmaz”. Halbuki bizim bildiğimiz manada “zihin”in evrene girişinden önce evren pekala 13 milyar yıl kadar var olabilmişti. Temel sorun, Çekim Yasası savunucularının, kauntum fiziğini Schrödinger‘in sorduğu soruları temel alarak kabul etmiş olması gibi görünüyor. Buradaki sorun, cevapları dikkate almamaları. Birazcık açarsam , Schrödinger “acaba düşünceler etrafımızdaki şeyleri etkiliyor mu” diye sormuş, çekim kanunu savunucuları bu soruyu evirip çevirip “düşünceler etrafımızdaki şeyleri etkiliyor”a dönüştürmüşler. Halbuki gerçek böyle değil. 

Vah başımıza gelenler…

Çekim yasasına göre, insanın başına gelen kötü şeyler, bilinçaltındaki negatif düşüncelerden kaynaklanıyor. Yani başınıza gelen hastalık, kaza vs gibi şeyler, sizin bilinçaltınızdaki kötü ve olumsuz düşüncelerden kaynaklanıyor. Ancak açıklamayı başaramadıkları bir şey, örneğin Nazi soykırımı gibi yüzbinlerce insanın başına çok kötü şeylerin geldiği olaylar. Bu insanların tamamı bilinçaltlarında olumsuz düşüncelere mi sahiptiler? Kendi hayatımdan bir örnek, kendi büyükannem ben bildim bileli hastalık hastası, evhamlı ve aşırı endişeli bir insandır. Kendisi 80 yaşının üstünde ve yaşlılık ağrıları haricinde önemli bir sağlık sorunu yok, her ailede olabilecek sorunlar dışında büyük bir üzüntü kaynağı yok, hala kendi (ve dedemin) yemeğini kendisi hazırlar, çamaşır bulaşık gibi şeylerle kendisi uğraşır. Hayatımda tanıdığım en evhamlı kişi olan büyükannemin başına bu kanuna göre türlü belalar, doğal afetler gelmiş olması gerekirken durumu gayet iyi 🙂

Ne zararı olabilir canım?

Peki gerçekten olumlu düşünmenin bir zararı olabilir mi? Hadi diyelim ki işe yarayan bir şey değil, ama olumlu düşünmek zararlı olamaz ya? 

Bu soruyu bir çok yerde gördüm. Elbette izole olarak ele aldığımız durumda olumlu düşünmenin faydası var. Ancak bu kontekste ele aldığımızda yan etkileri açısından önemli zararları var. Burada alıntı yapmama izin veriniz. WK Clifford’un Ethics of Belief (İnancın Etiği)

The danger to society is not merely that it should believe wrong things, though that is great enough; but that it should become credulous, and lose the habit of testing things and inquiring into them, for then it must sink back into savagery

yani:

(bu düşüncelerin) topluma zararı sadece yanlış şeylere inanılmasında değil, ki o bile tek başına yeterli bir zarar; ancak bu tür inanışların toplumu her şeye inanır hale getirmesi; karşılaşılan bilgileri ve şeyleri deneye tabi tutma ve inceleme alışkanlığının kaybedilmesine sebep olması toplumun ilkelliğe dönüşüne sebep olabilir. 

Peki faydalanabileceğimiz bir yanı yok mu?

Elbette var. Vizyon sahibi olmak diye bir deyim vardır. Vizyon sahibi olmak, aslında çok az kişinin becerebildiği bir şeydir. Vizyon, temelde bir hayaldir, ancak kurulan hayal, gerçek dünyada gerçekleştirilmek istenen hedef, ulaşılmak istenen sonuç temelli bir hayaldir. Hangi sonuca ulaşmak istediğini herhangi bir karanlık nokta bırakmayacak şekilde hayal edebilen birisi, diğer bir deyişle hayatta ne istediğini bilen ve bu amaçla çalışan birisi, hedefine doğru yol alır. Ancak gerçekte olan şey kişi, hedefe ulaşırken bazen ortama adapte olarak, bazen ortamı kendine adapte ederek, aktif bir rol oynar. Halbuki çekim yasasına göre kişinin sadece hayali kurması ve buna inanması yeterli. Vizyon sahibi olmaya bir örnek vermek gerekirse, çağımızın en zengin insanlarından birisi olan Bill Gates’i örnek verebilirim. Bill Gates’in şirketini ilk kurduğu yıllardaki vizyonu “her eve bir bilgisayar” idi. Bill Gates, bu hedef doğrultusunda, ucuzlaşan ve güçlenen donanımı kullanıp insanların hayatlarını kolaylaştırabilecek yazılımlar üretmesi gerektiğini, bilgisayarların satın alınabilir fiyatlarda, ve insanların işine yarar cihazlar olarak pazara sürülmesi halinde çok başarılı olacağını öngörür. Bu örnek, klasik bir “vizyon sahibi olma” örneğidir bana kalırsa. Bill Gates’in biyografisi incelendiğinde en başta koyduğu vizyonunu bu hedefi gerçekleştirene kadar neredeyse hiç değiştirmediğini görebiliyoruz. Eğer bu kapsamda ele alırsak, varmak istediğimiz noktayı tam ve hiç bir karanlık nokta olmaksızın hayal etmenin, hayatta belli bir amacı olmadan ölmeyi beklemekten daha iyi bir alternatif olduğu açıktır.

Konuya dönersek,

Çekim kanunu, dinlere çok benzer bir şekilde, şüpheciliğe yer vermeyen bir iddia. Şüphe etmeye başlarsanız, isteğiniz gerçekleşmez. Hatta olumsuz düşünceler size problem olarak geri döner. Şüphe etmeseniz sizin için daha iyidir yani. Zaten halihazırda çok fazla olan dogmalar gibi, tam teslimiyet ve inanış gerektirmektedir. Bence zaten yeterince temelsiz inanç mevcut, ne kadar çekici gelse bile yeni bir tanesine insanlığın ihtiyacı olduğunu sanmıyorum. 

Daha fazla bilgi için : 

Newsweek dergisindeki eleştirel bir yazı

Skeptik sözlüğündeki makale