Mesele tabi ki çocuk değil, Mesele İslam

Tabi ki mesele İslam.

İslam olmadan bu kadar insanın 6 yaşında bir çocuğun tecavüzüne sessiz kalamaz. İyi insanların kötü şeyler yapması için din gereklidir.

İslam, Kuran’da pedofiliye hem izin verir hem de şartlarını düzenler. Kuran’da izin verip düzenlediğini de sünnet ile teyit eder.

Kuran, pedofiliye nasıl izin verir?

Kuran’da boşanma ile ayetler boşanma ile ilgili kuralları düzenler.

Bakara 228 – Kadınların boşanırken 3 aylık (3 regl döngüsü) bekleme süresini (iddet) belirler.

Ancak Ahzab 49’da “eğer onlara dokunmadı iseniz beklemeye gerek yoktur” der. Yani 3 aylık iddet süresinin gerekli olması için seks yapılması gerekli.

Peki “hem seks oldu, hem de adet görmeyen kadınlar var, bu durumda ne yapacağız?”

O zaman da Talak 4 imdada yetişiyor. “Kadınlarınızdan artık adetten kesilmiş olanlarla henüz adet görmemiş bulunanların iddet (bekleme süre)leri, -eğer şüpheye düşecek olursanız (bilin ki- |üç aydır. Hamile kadınların bekleme-süresi ise, yüklerini bırakmaları (ile biter). Kim Allah’tan korkup-sakınırsa (Allah) ona işinde bir kolaylık gösterir.”

Talak 4’teki “henüz adet görmemiş” ifadesini “hiç adet görmemiş” olarak çevirip, bunu da “tıbbi sebeplerle adet görmeyen kadınlar” olarak algılayan, böylece “yaşı çok küçük olduğu için henüz adet görmemiş” problemini yok saymaya çalışan meal’ler ve tefsirler bulunmaktadır.

Muhammed’in Ayşe ile 6 yaşında evlendiği, 9 yaşında ilişkiye girdiğine dair hadisler sahih olarak görülmektedir.

Talak 4’ün Kütübi Sitte’deki açıklaması da “henüz adet görmemiş” şeklindedir.

Bazı İslami apolojistler, “evet henüz adet görmemişe nikah yapılır ama İslam, bir müminin zarar göreceği bir şeye izin vermez bu sebeple nikah ayrıdır, ilişki ayrıdır, nikah olabilir ancak ilişki için ruhen ve fiziken hazır olunduğu yaşa kadar beklenmelidir” şeklinde bir açıklama getiriyor.

Daha önce de sordum, yine soruyorum zira tatmin edici bir açıklama asla gelmedi.

İslam’da, alkol almak haram. Tereddüt yok.

Put yapıp tapmak haram. Tereddüt yok.

Kan içmek haram. Tereddüt yok.

Domuz eti yemek haram. Tereddüt yok.

İslami usulle kesilmemiş hayvan yemek de haram. Tereddüt yok.

Zina haram. Tereddüt yok.

Homoseksüel ilişki haram. Tereddüt yok.

Gel gelelim mevzu pedofiliye geldiğinde eeee ööö islam kimseye zarar gelmesine izin vermez de bilmem ne… sürüyle kıvırtma.

Arkadaşım sizin tanrınız net bir şekilde “18 yaşından önce evlenmek yasaktır” yazmayı akıl edememiş mi? Bugün alkol almayan, domuz yemeyen, zina yapmayan, homoseksüel ilişkiye girmeyen hacılar hocalar ne hikmetse pedofiliye sarmış durumda.

Ben tanrı olsam, insanların barış içinde güzel yaşamlar sürerek yaşamasını sağlayacak bir kural kitabı göndermeye niyet etsem en başa kocaman harflerle “asla çocuklarla evlenmeyin, çocuklarla cinsel ilişkiye girmeyin” yazarım. Yani domuzu alkolü falan yazan allah çocuk tecavüzünü yasaklamayı akıl edemiyor, bu gariban cemaat nedense 1400 yıldır sürekli “pedofili olaylarını nasıl örteriz”le uğraşmak zorunda kalıyor.

Hani islam kolaylık diniydi? Dünya üzerinde pedofiliyi örtmek ve meşru göstermek kadar zor ikinci bir iş düşünemiyorum açıkçası.

Parayı idare edemeyen Allah

Ne ilginçtir ki, Hrıstiyan’ından Müslüman’ına kadar, hiç bir millette “bize bu kadar para yeter” diyen bir ruhban sınıfı olsun.

Amerika’da mega kiliselerden tutun, kenardaki köşedeki ufak kiliselere kadar istisnasız hepsi tanrı için para isterler. Aynısı bizde de vardır. Amerika’daki sistemde devlet dini işlere karışmaz, dini kurumlardan vergi de almaz. Yani bir kiliseye giden insanların verdiği bağışlar, o kilisenin bütçesinde önemli bir kalemdir. Elbette düğün, cenaze, vaftiz vs gibi törenler için de para alırlar.

Bizde ise durum bildiğiniz gibi farklı. Devlet her şeyden vergi alır, ve bu vergilerin (fazlasıyla büyük) bir kısmıyla da Diyanet’i işletir.

Ama her ne hikmetse, ne Amerika’da, ne Türkiye’de, ne de muhtemelen hiç bir yerde bu “Tanrı’nın evi” kurumlarına para yetmez.

Som altından çatısı olan saraylarda yaşayan Vatikan’daki papazlar bile ‘para lazım’ diyorlar hala? Bakınız “Peter’s Pence

“show me the money”

Bugün gördüğüm bir haber de tam olarak bundan bahsediyor.

Diyanet, 11 bakanlıktan fazla para aldığı halde “paramız bitti” diyerek hükümetten ek ödenek istemiş.

Biraz bayat bir haber olacak ancak, AKP iktidara geldiğinden beri Diyanet’in artan bütçesine bir göz atalım (Kaynak):

2003 – 771 MİLYON TL

2004 – 1 MİLYAR TL

2005 – 1 MİLYAR TL

2006- 1.3 MİLYAR TL

2007- 1.6 MİLYAR TL

2008 – 2 MİLYAR TL

2009 – 2.5 MİLYAR TL

2010 – 2.7 MİLYAR TL

2011 – 3.2 MİLYAR TL

2012 – 3.9 MİLYAR TL

2013 – 4.6 MİLYAR TL

Yani 10 senede neredeyse 6 kat arttı bütçe.

Yine bayat bir haber olacak, ancak Diyanet bütçesinin solladığı diğer bakanlıklara bakalım (Kaynak):

Diyanet İşleri Başkanlığı 4 milyar 604 milyon liralık bütçe büyüklüğüyle; İçişleri Bakanlığı (İdris Naim Şahin) 2 milyar 888 milyon, Sağlık Bakanlığı (Recep Akdağ) 2 milyar 490 milyon, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Teknoloji Bakanlığı (Nihat Ergün) 2 milyar 469 milyon, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı (Erdoğan Bayraktar) 1 milyar 880 milyon, Kültür ve Turizm Bakanlığı (Ertuğrul Günay) 1 milyar 851 milyon, Dışişleri Bakanlığı (Ahmet Davutoğlu) 1 milyar 614 milyon, Ekonomi Bakanlığı (Zafer Çağlayan) 1 milyar 381 milyon, Kalkınma Bakanlığı (Cevdet Yılmaz) 1 milyar 198 milyon, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı (Taner Yıldız) 600 milyon, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı (Hayati Yazıcı) 503 milyon ile Avrupa Birliği Bakanlığı’nı (Egemen Bağış) 213 milyon solladı.

Yani Türkiye’de din, sağlıktan da, bilim, sanayi ve teknolojiden de, çevre ve şehircilikten de, kültür ve turizmden de, dışişlerinden de, kalkınmadan da, enerji ve tabii kaynaklardan da daha mühim.

Şu yukarıdaki listede “ha neyse bari çok para vermemişler” dediğim tek isim Egemen Bağış ve Avrupa Birliği Bakanlığı.

Eğitim bütçesi her ne kadar yüksek olsa da, içeriğin ne kadar dandikleştirildiği, ne kadar din eksenine kaydırıldığına hepimiz şahidiz. Çocukları ilk okula başlayan anne babaların korku hikayelerini duyuyorum sık sık.

Özetle mutlu insanların yaşadığı ülkelerde iyi yapılan tüm şeyler, bizde dini hizmetlerin gerisinde kalıyor.

Sonra niye mutsuzuz?

Bundan işte. İşe yarayacak şeylere para harcayacağımıza, ruhban sınıfı olmayan, cami’ye gerek olmayan, herkesin istediği takdirde kolaylıkla öğrenebileceği ve temelinde kişisel olması gereken bir dini kuruma harcadığımızdan.

Tanrı, dualara cevap veremediği, türlü belayı masum insanlara musallat olmaktan alıkoyamadığı, kötülerin kötülük yapmasını engelleyemediği gibi, parayı da idareli kullanmaktan aciz.

En azından bu meseleye mizahla yaklaşabilen birileri var(dı):

 

 

Hadis İnkarcılığı

Bugünlerde pek popüler bir tatlı su müslümanı davranışı, hadislerde bulunan ama bugünün ahlak ve vicdan anlayışıyla  bağdaşmayan durumların “yalandır, uydurmadır” denilerek reddedilmesidir.

Hadis inkarcılığını, hadis tenkitçiliğinden ayırmak gerekir. Hadis tenkitçiliği, kaynak ve içerik bakımından tarihi vesikalarla örtüşmeyen hadislerin ayıklanmasıdır. Tenkitçilik, daha ilk hadisçilerle birlikte başlamış ve hala sürmekte olan bir filtreleme işlemidir. Ancak burada tenkitçilerin çok dikkat ettiği bir konu vardır, ve İslam’ın kendi kuralları içerisinde baktığınızda 100% mantıklı bir yaklaşımdır. O da kendi değer yargılarının, İslam’la “gelen” değer yargılarına ters düştüğünde, meseleye olabildiğince objektif bakma amacında olmalarıdır. Bunda başarılı olurlar, olamazlar ayrı mesele. Ancak burada hoşlarına gitmeyen hadisi yalan, hoşlarına gideni gerçek diye nitelendirmemeye özellikle dikkat ederler.

Buhari hakkında anlatılan meşhur rivayet vardır; netten aynen kopyalıyorum – anlatanların yalancısıyım:

Herhangi bir hadisi kitabına yazmadan önce gusledip iki rekat namaz kılarmış. Sonra istiharede bulunup manevi bir işaret ararmış. Sonra da hadisin doğru olduğuna karar verirmiş. Kitabını bu şekilde 16 yılda yazmış. 600.000 (ALTIYÜZBİN) hadisten seçerek kitabına 9082 hadis almış.

Tenkit yapılırken tenkidi yapan kişinin önceliklerinden birisi “ben Allah’ın yolladığı peygamberin yapmış olabileceği, söylemiş olabileceği bir şeyi yalanlıyor muyum, söylemiş olmayabileceği, yapmış olmayabileceği bir şeyi ona isnat ediyor muyum, ona yüklüyor muyum” düşüncesidir. Özetle tenkid eden kişi, kendisinin Peygamber ve Allah’tan “daha iyi ve doğru” bilmediğini göz önünde bulundurarak, şirk koşmaktan korkarak tenkidi yapmaya çalışır. En azından teoride böyle.

Hadis inkarcılığı ise, gerek kişisel değer yargıları, gerek bir hadisin gerçek tarihi yansıttığından 100% emin olunamaması gibi sebeplere dayandırarak hadislerin bir bölümünü ya da tümünü reddetmektir. Buradaki kilit nokta, yani tenkid’den ayrılan nokta, ilk olarak tarihi açıdan üzerinde durulan hadisin gerçekleşmiş, veya gerçekleşmemiş olmasına dair somut kanıtları es geçmeleridir, ikincisi de tenkidin aksine, meseleleri bugünün değer yargıları ve anlayışı ile (Zeitgeist’ı ile) değerlendirip “Benim peygamberim böyle söylemiş olmalıdır” veya “benim peygamberim böyle bir şey yapmış olamaz” şeklinde olaya yaklaşmalarıdır.

Halbuki bu yaklaşımın devamındaki motiv şudur “çünkü bu benim vicdan, ahlak ve anlayışıma uygun/ters”.

Konuyu biraz açmakta fayda var.

Öncelikle hadislerin ne kadar güvenilir olduğu meselesi var. Yazdıkları bugüne ulaşmamış olsa bile, sonraki çalışmalarda kendisine referans verilen en eski İslam tarihçisi, Urwah ibn Zübeyr‘dir. Ibn Zübeyr Halife Osman zamanında doğmuştur ve ölümü 713’tür. Yine en eski tarihçilerden İbn İshak’ın doğumu 704 yılıdır. Hicret’ten 80 küsür yıl sonra. Bugün en sahih (güvenilir, hakiki) olarak kabul edilen hadis kaynaklarından Buhari‘nin doğumu Hicret’ten 194 sene sonra, Muhammed’in ölümünden 140 sene sonra, 810 yılındadır.

Özetle hadislerin, ya da İslam tarihinin güvenilirliği, zaten en baştan tartışma konusudur. Muhammed’in ölümünden 140 sene sonra, binlerce km uzakta doğmuş bir kişinin, sözlü aktarılmış hadisleri toplayıp bir araya getirmesi ve bunların hakikaten Muhammed’in ağzından çıktığı gibi aktarılması, cidden büyük bir iddiadır.

Şahsen ben, müslüman olduğum dönemlerde bile, hadislerin tamamına karşı ekstra şüpheyle yaklaşıyordum. Daha 35 sene önce ölen Amerikalı şarkıcı Elvis’in en sevdiği yemeğin ne olduğuna dair tartışmaların olduğunu hatırlayalım. Elvis, 1935’te doğdu ve 1977’de öldü. Hayatı boyunca okuma yazma bilen, TV ve radyo kullanan insanlar arasında yaşadı. Onunla yaşayan insanların bir çoğu hala hayatta. Buna rağmen adamın en sevdiği yiyeceğin fıstık ezmeli muzlu sandviç mi olduğu, yoksa tavuk kanadı mı olduğu tartışmalı.

20.yy’da yaşamış çok meşhur ve hayatının bir çok anı kayda alınan bir adamın en sevdiği yemeğin bile tartışılabildiği bir dünyada, 600lü yıllarda yaşamış ve hayatı en erken 100 sene sonra kayda alınmaya başlamış bir adamın hayatına dair detayların sağlıklı olarak bilinmesi, cidden çok zor.

Ancak;

Kuran’da, doğrudan peygamberi referans gösteren ayetler mevcut. Kuran’da olmayan ama İslam için elzem olan konular sadece hadislerde var. Bir örneği namaz. Diğer bir örneği erkek çocukların penislerinin ucundaki derinin kesilmesi. Kuran’da doğrudan Muhammed’e referans veren ayetler:

Ahzab 21:

Andolsun ki Allah’ın Resulünde, sizin için uyulacak en güzel bir örnek var, o,
size en güzel bir numune ve Allah’tan mükafat umana ve ahiret gününde mükafat
umana ve Allah’ı çok çok anana da en güzel bir örnektir o.

Nur Suresi 52

Ve kim Allah’a ve Peygamberine itaat eder, Allah’tan
korkar ve ondan çekinirse o çeşit kişilerdir muratlarına erenlerin, kurtulup
nusret bulanların ta kendileri.

Öte yandan, Kuran’da “başka kitapların yasaklandığı” ayetler de var. Acaba bu ayetler, Kuran haricinde İslam’a dair kitapları mı kastediyor, yoksa İslam’a rakip kitapları mı kastediyor? Benim nacizane görüşüm, bu ayetleri “İslam’a rakip kitaplar” şekliyle okuduğumuzda hiç bir problem olmadığı hatta, o zamanki olaylarla (Müseyleme) daha uygundur.

Ancak burada esas problem, tarihin kayda alınırken 100% doğru alınamaması, hadislerin uydurma olanlarının araya karışması değildir.

Allah’ın, yazdırdığı söylenen kitabında, bu meseleyi net bir şekilde kurala bağlamamasıdır.

Allah’ın, her şeyi bilme vasfını göz önünde bulundurursak, 140 sene sonra Buhari’nin geleceğini, ne bileyim Tırmızi’nin İslam tarihini yazacağını, ve bugün bir çok müslümanın kabul etmek istemeyeceği Benu Kureyza’da cinsel organları etrafında tüylenme başlayan çocukların “yetişkin” sayılarak diğer erkeklerle birlikte kafaları kesilerek idam edildiğini, Muhammed’in karnı ağrıyan kişilere “deve sidiği için” dediğini, bu kişiler deve çobanını öldürüp develeri çalınca ve yakalanınca onları ellerini ayaklarını kesip, sonra gözlerini oyup çöle susuzluktan ve kan kaybından ölüme terkettiğini, 6 yaşında bir çocukla evlenip, 9 yaşında onunla cinsel ilişkiye girdiğini, ya da Halife Ali’nin (Muhammed değil) İslam’dan ayrılan ve putlara tapmaya dönen mürtedleri yakarak öldürdüğünü, Muhammed’in yine mürtedleri idam ettirdiğini, evli olduğu halde zina yapan kişilere recm cezasını uyguladığını , bugün tüm dünyanın tiksintiyle karşıladığı kız çocuklarına sünneti tavsiye ettiğini  (Ebu Davud), cehennemin büyük oranda kadınlarla dolu olduğunu anlatan hadisleri de kitabına koyacağını biliyordu.

Yani bu olayların yaşanmadığını, ya da Muhammed’in olayları çok farklı yönettiğini düşünsek bile, Allah, 200 sene sonra bir kitabın yazılarak, geri kalan 1000 küsür sene boyunca bu kitabın İslam kaynaklarından sayılacağını, bir çok kaidenin bu hadis kitaplarından gelen bilgiler ışığında değerlendirileceğini, kıyamete kadar koruyacağız dediği dini bozacağını biliyordu.

Burada tatlı su müslümanları için bir problem ortaya çıkıyor.

1-Allah peygamberi öldükten bir zaman sonra peygamberin söylediği (ya da ona isnat edilen) sözlerin kayda alınıp, Kuran’dan sonra ikinci kaynak olarak kullanılacağını, bu kitapların ışığında bir çok katliam yapılacağını, küçük kız çocukların evlendirileceğini, mürtedlerin idam edileceğini be daha bir çok başka kötü şeyin yanlış bir şekilde Allah adına yapılacağını bilmiyor muydu?

2-Biliyordu da umursamıyor muydu?

3-Biliyordu ve onaylıyor muydu?

 

Hadis inkarcılığının temel motivlerinden birisi olan “benim peygamberim böyle bir şey yapmış olamaz” bakış açısı, bu kişilerin işlerine gelen hadisleri kabul edip (örneğin Muhammed’in uyuyan kediyi uyandırmamak için elbisesini kesip de kalkması gibi inceliğini, nazikliğini gösteren hadisler) işlerine gelmeyen hadisleri (yukarıda örneklerini verdiğim hadisler) reddetmelerine sebep olmaktadır. Örneğin kızlara sünneti ilkellik olarak görürken, bizzat aynı kitaptan gelen erkek sünnetini gayet doğal ve kabul edilebilir bir şey olarak görürler.

Elbette buradaki problem, neye dayanarak bir olayın olduğunu veya olmadığını söyleyememeleridir.

“Böyle bir şey hiç olmuş olabilir mi?” kulağa mantıklı gelse de, aslında belki de tarihin en dayanaksız ve zayıf argümanıdır.

Size tarihte gerçekleşmiş ve “böyle bir şey nasıl olabilmiş” dedirtecek olaylardan bahsedeyim.

10. yy; bir Viking kabile reisinin cenazesi.

Ölen reis, 10 günlüğüne geçici bir mezara konur ve o 10 günde reis için yeni kıyafetler dikilir. Reisin haremindeki cariyelerinden birisi, onunla birlikte “öte dünya”ya yolculuğa çıkmak için gönüllü olur. Bu 10 günlük sürede kıza sarhoş edici içecekler verilir. 10 gün sonra reisin gemisi karaya çekilir ve tahta sal üzerine yerleştirilir. Gemi üzerine reis için bir yatak yapılır, ve silahları, meyveler, telli bir çalgı aleti, ve şaraplar etrafına yerleştirilir. Reise yeni kıyafetler giydirilir. İki at koşturularak terletilir ve sonrasında parçalara ayrılarak etleri gemiye atılır. Son olarak bir tavuk ve horoz kurban edilir.

Bu sırada, cariye kız çadırdan çadıra giderek erkeklere cinsel ilişkiye girer. Her erkek kıza “efendine söyle, bunu ona olan sevgimden dolayı yapıyorum” der. Sonra kız kapı çerçevesine benzeyen bir dikdörtgene konur ve erkekler çerçeveyi başlarının üstüne 3 kere kaldırırlar. Kız her kalkışta gördüklerini söyler. İlk kalkışta “anne ve babasını”, ikinci kalkışta “tüm akrabalarını” ve son kalkışta “efendisini” gördüğünü söyler. Sarhoş edici içecekler sayesinde kızın bir nevi “psişik” güçler edindiği sanılır.

Uzatmayayım, kız sonra gemiye çıkarılır ve yaşlı köy büyücüsü kadın tarafından reisin yattığı çadıra (geminin üstünde bir çadır daha var) sokulur ve bundan sonra erkekler kılıçlarıyla kalkanlarını birbirine vurmaya başlarlar ve gürültü yaparlar. 6 erkek çadıra girer ve kızla tekrar cinsel ilişkiye girerler. O da bittikten sonra kızın boynuna halat dolanır, ve cadı kızın göğsüne bıçak sokarak kızı öldürür.

Sonrasında reisin akrabaları gemiyi ateşe verirler.

Nasıl? Böyle vahşice bir olay olmuş olabilir mi? Ama olmuş işte. Muhammed’den 300 sene sonra hem de.

Bir diğeri de cadı avları sırasında.

Altta Almanya’da 1626-1631 yılları arasında Würzbüg cadı avları olarak bilinen dönemde yakılarak öldürülen kişilerin listesi. Tam liste Wiki’de mevcut. Altta ise seçmece yaptığım kısa bir liste var.

Eczacının karısı ve kızı

Belediyeci Stolzenberg’in karısı, kızı ve iki küçük oğlu.

12 yaşındaki öksüz çocuk

9 yaşındaki kız çocuğu.

9 yaşından küçük bir kız çocuğu.

Aynı kızın kız kardeşi, anneleri ve teyzeleri.

12 yaşında iki erkek çocuğu.

15 yaşında bir kız.

Rotenhahn ailesinin varisi, 9 yaşında erkek çocuğu.

10 yaşında bir çocuk.

12 yaşında bir çocuk.

Johannes Junius – Belediye başkanı (bu Bamberg isimli başka bir yerde)

1630’lu yıllarda, Almanya’da, 9-10 yaşındaki çocuklar büyü yaptıkları, cadı oldukları gerekçesiyle yakılarak idam ediliyorlar. Nasıl bir vahşet? Olmuş olabilir mi? Olmuş olmaması lazım, fakat olmuş işte. İnsanların işkenceyi, kurbanın işkence dursun diye kafasından bir suç uyduracağı seviyeye kadar çıkartarak suçsuz insanları yaktığı bir dünyada yaşıyoruz.

Karınızın, kocanızın ya da küçük çocuklarınızın “cadı” diye yakıldığını düşünün. Nasıl olmuş olabilir? Ama olmuş işte.

Bu iki olay gibi sürüyle absürt olay var tarihte. Akıl almaz vahşetlerin görüldüğü, akla hayale sığmayacak acaipliklerin yaşandığı sürüyle olay var. Hatta bir çoğu bizim yaşadığımız yıllarda yaşanmış olaylar. 600lü yıllarda Arabistan’da bunların yaşanmış olamayacağını hangi dayanakla söyleyebiliriz ki? Söyleyemeyiz. Çok daha kötüsü, hem Muhammed’den önce, hem de sonra defalarca yaşanmış.

Bu yüzden “benim peygamberim böyle bir şey yapmış olamaz” argümanı, hele ki Muhammed’in peygamber olduğuna inanmayanlar için hiç bir şey ifade etmediği gibi, tarihi gerçeklerle de örtüşmeme olasılığı olan, İslami açıdan da şirk tehlikesi bulunan bir argümandır. İnançlı kişinin, İslam’ı kendi anlayışını onaylayan bir din olarak görmesine yardımcı olduğu şüphe götürmez elbette, ama mesele din olunca, içinden karpuz seçer gibi seçmece yapmanız, eğer Allah varsa benimle birlikte cehennemde yanmanız olasılığını epey yükseltecek bir davranıştır.

Siz kim oluyorsunuz da Allah’ın onaylamış olabileceği, Peygamberin yapmış olabileceği bir şeyi, bir sözü beğenmiyor, onu kabul etmiyor ve daha iyisini yapabileceğinizi iddia ediyorsunuz?

 

Din size bunu yaptırabilir

Geçtiğimiz günlerde Hürriyet’te yayınlanan bir haberde Afganistan’da iki gencin taşlanarak öldürülmesine dair görüntüler yayınlandı.

Küçük yaşta zorla evlendirilen Sıdıka ismindeki kız çocuğunu, kocası para karşılığı erkeklere satıyor. Kız, sevgilisi Hayyam’a kaçıyor. Özetle kız ve çocuk yakalanıyorlar Taliban tarafından ve recm cezasına çarptırılıyorlar.

Öncelikle Recm cezasının İslam’daki yeri konusundaki tartışmalar bitmez. Genel kabul gören kaide, eğer taraflar evliyse recm cezasının sabit olduğudur.

“Kuran’da 100 değnek diyor” argümanı burada geçersizdir, zira hadislerdeki temel problem olan “Allah bu meselenin yanlış anlaşılacağını bilmiyor muydu? Niye Kuran’a net bir ceza koymadı? Allah ya recm cezasını onaylıyor, ya da Muhammed zamanında kaldırmış olsa bile, Buhari’nin gelip hadis külliyatında recm cezasını tekrar koyacağını bile bile Kuran’a durumu netleştiren bir ayet koymayı akıl edemiyor, ya da durumu umursamıyor” problemini öne sürmek zorunda kalıyoruz.

Özetle recm, İslam geleneğinde evlilerin zinası neticesinde uygulanan bir ceza olarak sayısız defa uygulanmış bir ceza.

Elbette İslam’dan daha da kötü kuralları direk Tevrat’ta görebiliyorsunuz. Örneğin evlendikten sonra bakire olmadığı anlaşılan kızın recm edilmesi emredilir (Yasanın tekrarı 22:21). Ya da anne babaya karşı gelen çocuğun recm edilmesi emredilir (Levililer 20:9).

Ama benim bugün işlemek istediğim konu bu değil. Dinin normal insanlara kötü şeyler yaptırabildiği zaten bilinen bir durum.

Benim konuşmak istediğim konu bu recm olayı sonrasında Türkiye’nin en çok ziyaret edilen sitelerinden birisi olan Ekşi Sözlük’teki yorumlardan bazıları.

Zaten rengi belli olan yorumcuların bazıları bu recm meselesini hafif, adil, hak gösterebilmek için insanın kanını dondurabilecek şeyler yazmışlar.

Bazı yazarların pazar günü yazdıklarını bugün itibariyle sildikleri de gözümden kaçmadı. Klasik davranış. Fazlası beklenemez.

Diğer yazılardan bir kaç örnek:

allah emretmışse yapılması gereken bır emirdir. cunku allah gereksız emırlerı vermez.umarım recm edenler allahın gercek emrının şartlarını yerıne getırmışlerdır yoksa hepsının halı haraptır.[sic]

Meali: Recm gerekli. Allah verdiyse emri her türlü meşrudur.

bu müslümanlıktır diyen mallar için geliyor: bu hristiyanlıktır. (bkz: jeanne d’arc) (bkz: rosa luxemburg)

Taliban’ın İncil okuduğunu sanmamakla birlikte, benim için farketmez. Jeanne D’arc’ı da yakan kafa aynı dinci kafa, Sıdıkayı taşlayan da aynı kafa. Birini diğerinden ayırmaya pek gerek yok.

ateistler tarafından oluşturulmuş olan pkk terör örgütünün, hamile kadını kurşuna dizmesinden veyahut otobüsün içindeki masum kızı yakmasından farksız bir olay. çiğ süt emmiş insanın coğrafyası fark etmiyor işte.

Ateistlerin “senin gibi düşünmeyeni idam et, öldür vs” yazan bir kitabı olmadığı için saçma bir karşı atak olmuş. İslam’ı koruyayım derken bambaşka bir vahşeti öne sürebilmek, nasıl bir ahlaktır bilemiyorum.

boyle sapikliklar uzerinden islam’a ve muslumanlara laf sokmaya calisanlara hatirlatmak gerekirse:
stalin uzerinden komunizmi
naziler uzerinden milliyetciligi
giyotin uzerinden ulusalciligi
atom bombasi uzerinden pozitivizmi
dersim uzerinden kemalizmi
cadilik uzerinden hristiyanligi

boklamak pek tabi mumkundur.

Elbette mümkündür. Ancak problem komunizmin, nazizmin ve sayılan diğer şeylerin insan icadı olması ve ancak bu düşünceler din seviyesinde “tek gerçek” olarak görüldüğü zaman acıların yaşanmasıdır. Yani sen milliyetçiliğin bokunu çıkarırsan Nazizm olabilir, Komunizmi bir din gibi yaşarsan, Stalin gibi manyaklar çıkabilir. Aynı şey Kemalizm ve Dersim için de geçerlidir. Bir isyan durumunda sorumluları idam etmek bir şey, komple bir halkı idam etmeye girişmek bambaşka bir şeydir. Gel gelelim Türk tarihi isyanları kanlı bastırmasıyla meşhurdur. Kuyucu Murat diye boşuna isim takmamışlar meşhur sadrazama.

Cadılık ve hrıstiyanlık eleştirisine ben de katılıyorum. Almanya’da 3 yaşındaki kız çocuğunu cadı diye yaktıran şey farklı bir din de olsa, yine dindir.

“inşallah recmi kurallarına uygun yapmışlardır.”

Bu entry de silinmiş. Diğer entrylerde yazarlar bu yoruma tepkilerini yazmışlar. Akıl alır gibi değil. Eh, o halde umarız SS subayları gaz odalarında Yahudi katliamlarını kurallarına uygun yapmışlardır. Ya da umarız Rwanda’daki iç savaşta Tutsiler Hutu’ları usulüne göre kesmişlerdir.

Aslında buradaki acı nokta, bu yazıyı yazan arkadaşın kendince “umarım az acı çekmişlerdir” demeye çalışıyor olması. Adam recmi, zorla evlendirildikten sonra kocasından kaçan kızı, idam cezasını, bu cezayı koyan kaideleri sorgulamıyor, onun yerine bu güya meşru idamın çok acı çektirilmeden yapılmasını istiyor. Din işte size bunu yaptırabilir.

şimdi bir tane x adında kız var diyelim. ben gittim bu kızla çıkıyorum. sonra kızla yattım. aradan bir süre geçti, hala beraberiz. sonra sen bu kızla tanıştın. sen de yattın. o zaman bu durumda ne oluyor ? ikimiz aynı karıyı sikmiş oluyoruz dimi ? ikimizden birisi bu durumu öğrenirse sonuçları ne olabilir ? ya kadını döveriz, yatakta basarsak ikisini de öldürebiliriz, veyahut başka şeyler olabilir. ha materyalistsen (yani ahlaksızsan) o zaman grup seks yaparsın üç kişi. tanımadığın adamla, sevgilim dediğin kızı paylaşırsın. üçümüz sikişiriz o vakit orada.

hadi diyelim kız, sevgilisi varken başka erkeğe bakmadı. sadakatli yani. bende kızla 6 ay çıktım, yattım falan. sonra ayrıldık. sonra sen tanıştın, sende bir 6 ay kadar takıldın, sende yattın ve ayrıldın. yani 6 ayda bir sevgili değiştiriyor kız ve hepsiyle yatıyor. gerçi bu iş, günümüzde ayda bire denk geliyorya neyse.

zamanla ne oluyor o amcığın içinde biliyor musun ? cinsel yolla bulaşan hastalıklar oluyor. aids, hepatit, frengi gibi. bunlar ölümcül hastalıklar koçum. frengi nedir bilir misin mesela ? bu zinalar sonucunda oluşan hastalıklardan dolayı, dünya tarihinde milyonlarca insan hayatını kaybetmiştir. kolpacı hümanistlere duyrulur. [sic]

Bu yazılanlara karşı ne denebilir bilemiyorum. Din işte, sizin kadınları böyle aşağılık görmenize sebep olabilir. Daha da kötüsü kadınların kendini böyle görmesine sebep olabilir. Bunu yazan kişi için kadın bir insan değil, erkeğe ait, erkeğin hükmünde hayvandan hallice bir varlık. Hayatına yön verebilecek kapasiteye sahip bir varlık, kiminle ne yapacağına karar verebilen bir varlık, düşünebilen bir varlık değil, cinsel ilişki sonrasında dağlanmış danalar gibi bir erkeğin damgasını yemiş bir seks objesi. Fazlası değil.

hala bunu islam’i savunmak olarak anlayan dangozlarla yuzleselim:

1. recm bir tevrat hukmudur. tevrattaki tm hukmunu bilmemekle birlikte peygamber zina ile ilgili kuran ayetleri inmeden once kendisine gelip zina yaptigini itiraf eden 2 yahudiye hahamlara danisarak bu tevrat hukmunu uygulatmistir.

Hani Tevrat bozulmuştu? Niye Muhammed “bozuk” bir kitabın hükmünü, hem de idam gibi, hem de recmle idam gibi bir hükümünü uygulatıyor? Hahamlara danışarak hem de? Koskoca İslam peygamberi Hahamlara mı danışıyor? Buradan ne sonuç çıkarabiliriz?
a)Tevrat bozulmamıştır
b)Tevrat bozulmuştur ama recm cezası İslam’a uygundur.
C)Tevrat bozulmuştur, ama Tevrattaki hükümler Tevrat’a inananları bağlar. E hani İslam tüm insanlara gelmişti?

islami değildir. suçu islama atanlar kurandaki recm ile ilgili ayetleri göstersinler bir zahmet. allah ya da peygamberi hiçbir şartta recmi emretmemiştir. sünnet ehli olduğunu iddia eden müslümanlar bizzat götlerinden uyduruyorlar bu recm olayını.

Meali: Benim peygamberim böyle şey yapmış olamaz, Buhari de Tırmızi de götünden uyduruyor.

Netice olarak, elimizde bir kampta olan biteni vicdanına aykırı olduğu için “yalandır, uydurmadır” diye reddeden bir grup var, “İslam’da recm vardır, ama XYZ şartlarla uygulanmalıdır, Taliban yanlış yapmıştır” diyen bir grup var, bir de “başlarım kitabına dinine, böyle ilkellik olur mu, taşlayarak idam nasıl bir caniliktir” diye soran ve isyan eden bir grup var.

Bilin bakalım ben hangi gruptayım.

 

 

Budist cehennemi Naraka

Budizm’de dünyada yaptığınız iyilik-kötülük dengesine göre gidip ceza çekeceğiniz yerin ismi Naraka. Altta Naraka’nın tasvirlerini gösteren bir kaç resim var. İbrahimi dinlerdeki Cehennem tasvirine benzerliği dikkat çekici. Ayrıca Cehennem’in Yahudi inancında bulunmaması, ama Hrıstiyanlık ve İslam’da bol detaylı anlatılıyor olması ilginç. Yahudilikte, maksimum 1 sene kalınan ve işkencenin bulunmadığı, ruhların dünyada yaptıkları iyilik kötülükler üzerine düşünüp kendilerini değerlendirdikleri bir tür araf bölgesinden bahsediliyor. İsmi de Gehenna.

Aynı Gehenna’dan İncil’de de bahsediliyor. İslam’daki Cehennnem kelimesi de doğrudan bu kökten türüyor.

Hadi diyelim ki Yahudiler aslen Kuran’la 100% örtüşen ve hak kitap olan Tevrat’ı değiştirdiler, bozdular; ama insanları dine bağlı yapmada en büyük silah olan “ölümden sonra cezalandırma” kartını nasıl sildiler, nasıl bu kullanışlı aracı dinlerinden çıkardılar, anlamak güç. Benim teorim, Hrıstiyanlık MS 80-90larda yazılırken cehennem fikrinin bizim bildiğimiz şekliyle eklendiği. Hrıstiyanlıkta cehennem fikri, cennetin tersi şeklinde anlatılıyor. İslam’da hadise cehennem tasvirinin öne çıkması ve sonrasında turunç göğüslü kızlar şeklinde cennetin özet geçilmiş bir tasvirine dönüyor. Nitekim Kuran’da cennet 127 ayette geçerken, cehennem 165 ayette geçiyor.

Her neyse, bugün bu Budist Naraka tasvirlerine denk gelince paylaşayım istedim. İslam’daki cehennemle benzerliği şaşırtıcı. Buna karşın Budizm’in temelde İslam’dan ayrıldığı noktalar (reenkarnasyon, karma sistemi, ruhban sınıfı, hatta ateistik Budizm kolları – Theravada gibi ) İslam’ın bozulmuş bir hali olması olasılığını epey düşürüyor.

 

 

Ya her şeyi geçtim de, Budistlerin sarımsak ve soğan yememeleri zaten olayı baştan koparıyor. Bu kadar cehennem tasviri yapmaya gerek yok, sarımsaksız mantıyı koy, zaten koşarak kaçarım ben 🙂

Altın Oran Strikes Back!

Altın Orancılar 2 sene sonra cevab vermişler 🙂 Uuu beybi.. güzel bir hareketlenme oldu bende

BU YORUMU ” ERDEM ÇETİNKAYA ” KUTSAL GİZEMLER İNTERNET SİTESİNDEN SANA YAZMIŞ ŞÜPHECİ MELEK !

İŞTE SANA ALTIN ORAN İLE İLGİLİ CEVABI;

Supheci Melek sitesinin admini sadece fragmanı izlemiş ve belgeslein tamamını izlemediği için aklına böyle sorular gelmesi normal. Keşke bize sorsaydı. AMa ateist olduğu ve islam lehine yapılan herşeyi yıkmaya çalışmak gibi bir eğilimi olması kendi bakış açısından mümkündür. Özetle cevap vermem gerekirse; bazı kısımlara katılmış bazılarına katılmamış; katılmadığı kısımlar;

11-Mekke’nin kutuplara uzaklığının oranı altın orandır . Enlem-boylam haritasında gündönümü çizgisine olan uzaklığı açısından da altın oran noktasındadır….yanlıştır demiş

Yaptığı hesaplamalarda Mekke il sınırları içinde bir noktaya düşmesine bunuda bilmesine rağmen, bunu hiç dile getirmeyip, mekke şehrinde değil demesi tam bir hile… Aslında bu konuda hesaplama yapmaya yetecek bilgisi mevcut değil; çünkü; detaya inildiğinde enlemler arasındaki mesafenin zannedildiği gibi eşit olmadığını görüyoruz. Halbuki yaptığı hesaplamada eşit baz alınmış. Ayrıca gelgitlerden ve yeryüzü şekillerinden kaynaklanan mesafe faklarını da hesaba katmak kolay bir iş değil. Ayrıca belgeselin tamamını izlerseniz kutup noktalarının hareketli olduğunu mekkede tavaf şeklnde dönerek bir alanı doldurduğunu görürsünüz. Bu durumda bir oktadan değil bir alandan bahsetmek doğru olur. Zaten ilahi hikmet gereği milimetrik bir noktanın kutsallığı değil de bir alanın coğrafyanın büyük bir şehrin kutsallığından bahsetmek daha mantıklı olur ki; zaten ihramsız girilmesi yasaklanmış mikat bölgesi sınırları taa medineye kadar uzanır. Özetle, Mekke dünyanın altın Oran noktasına sahip şehirdir. Mekkenin uzaydan bakılığından kuzey güney doğrultudaki altın noktası ise tam olarak Kabe nin çatısına düşer… Hesaplamalara sitemizden ve videolardan bakabilrisiniz. Bu sefer koordinatları da verdik.

Şimdi açık söylemem gerekiyor, kalkıp DVD’yi ısmarlayıp bu saçmalığa güzel bir yemek parasını ödeyip de bu esnetme mucizeciye para kazandırıp üstüne vaktimi harcamaya hiç niyetim yok. Onun yerine Altın Oran sitesinde “koordinat” kelimesini aratıp cevabında bahsettiği “sitemizden bakabilrisiniz [sic]” kartını kullanıyorum. Aratmasına aratıyorum ama, dünyanın altın oran koordinatlarıyla ilgili bir bilgi bulamıyorum. Sadece “Kabe’nin koordinatlardaki  enlem değeri  21; 25 dakikadır.” yazmış. Eh, bundan farklı bir şey zaten söylememiştim ki? Mesele dünyanın altın oran noktasını ölçmeye kalktığımızda nereden ölçersek ölçelim noktanın Kabeye en az 40 km uzaklıkta çöle düşüyor olmasıydı. Ama oradaki kıvırma takdire şayan :

Ayrıca belgeselin tamamını izlerseniz kutup noktalarının hareketli olduğunu mekkede tavaf şeklnde dönerek bir alanı doldurduğunu görürsünüz. Bu durumda bir oktadan değil bir alandan bahsetmek doğru olur. Zaten ilahi hikmet gereği milimetrik bir noktanın kutsallığı değil de bir alanın coğrafyanın büyük bir şehrin kutsallığından bahsetmek daha mantıklı olur ki; zaten ihramsız girilmesi yasaklanmış mikat bölgesi sınırları taa medineye kadar uzanır[sic]. 

Arkadaşım, sen eğer kutupların hareket etmesine girersen toptan patlarsın. Sadece son 150 senede 1100 km kaydı kutuplar? Her gün 80 kmlik çemberler çizerek kayıyorlar. Bak bakalım son 200 senede nereden nereye gelmiş kuzey kutbu?

2005 itibariyle kutbun koordinatı : 82.7°N 114.4°W Senin altın oran mekke masalın iyice patlıyor? 90 Kuzey enleminden hesaplandığı takdirde 21. enleme gelen altın oran 13. enleme kayıyor. Yani Kabenin aynı boylamından hesaplasak bile (ki bunun sebebi de 1884’te kabul edilen gündönümü çizgisi, 1883’te hesaplamak istesen kafadan bir yer atmak zorundasın) yaklaşık 900 km güneye kayıyor altın oran. Yani Kızıldenizin öbür tarafına, Afrika’ya. Bence sen 90 dereceden hesaplamaya devam et. Sakın girme kutupların yerinin değişmesinden.

12- Kara’ya düşen tek Altın Oran noktası Mekke’dir.

…. 70%i suyla kaplı bir gezegen için aslında beklenen bir sonuç. Peki, eğer sadece kutuplara olan uzaklığı temel alır, 1884 yılında kabul edilen gündönümü ve 0 boylamını hesaba katmazsak, 21° 3’42.24″N enlemine yakın yerleşim yerleri nereleri?
Vietnam – Hanoi – 21° 2′ N 105° 52′ E
Hindistan – Dugipar 21° 3’40″ N 80°13′ E
Arabistan – Ar Radi’i (Altın noktaya 3 km kadar uzaklıkta) 21° 3′ 35″ N 40° 30′ 10″ E
Turks and Caicos adaları – Cockburn Town 21° 27′ 38.79″ N, 71° 8′ 10.67″ W
ve sıkıldığım için aramayı bıraktığımı düşünürsek en az bir bu kadar daha yerleşim yeri bulunabilir. ( demiş )

Burada da şehirleri sayarken sadece enleme bakması ve boylam da dahi tutan altın oran noktasını görmezden gelmesi tam bir rezalet abidesi…

Rezalet abidesi olan şey, senin benim ne dediğimi tam okumadan sazan gibi atlaman. 1884 yılında kabul edilen tamamen keyfi olan gündönümü kabul etmezsek ve sadece enlemde dolaşırsak hangi yerleşim yerlerini buluyoruz diye sormuştum. Çizerek anlatmadığımdan sanırım yeterince iyi anlaşılamamış.

13-Kuran’daki Al-i İmran suresinde 47 harf vardır, Mekke 29. da yani altın oranda geçmektedir. altın orana uymaz yanlıştır; demiş

Buna başta yanlış demiş, çünkü şeddeleri saymayı bilecek Arapça bilgisine bile sahip değil Ateist arkadaş. İslamdan bu kadar bi haber olup islama bu kadar saldırmak… Zaten başka türlüsü olamazdı. SOnra birilerine soruop doğru şekilde hesapmayı yapmış. Ama çıkan sonucdan memnun değil. Çünkü küsüratı varmış. 47 / 1,618 = 29,0….

İslam bilmek = Arapça bilmek olduğunu ilk defa öğreniyorum. E o zaman Türkçe mealleri yakalım gitsin? Nasılsa Arapça öğrenmeden İslam’ı öğrenmek imkansız? Hey Allaam :). Var tabi memnuniyetsizliğim. Senin evreni her şeyi yaratan, inanılmaz kompleksitede makineler yaratan, ruh veren Allah’ın, ufak bir hesapta “hocam Pi’yi 3 alsak olur mu?” diye sorar mı? Hesabı sen yapsan yaklaşık değeri kabul ederim problem değil. Ama hesabı her şeyi bilen Allah yapıyor diyorsun? E biraz müsade et de Allah’ın standartları seninkilerden yüksek olsun değil mi? Senin kafandaki Allah yaklaşık hesaplarla tatmin olabilir belki ama, benim kafamdaki asla tatmin olmaz.

Acaba bilmiyor mu küçük sayılarda altın orana bir sayıyı böldüğünüzde küsüratsız sonuç vermesi imkansızdır. Hem gitsin baksın bakalım 29.02. harf diye bir şey varmı? Doğal olarak o kısım matematiksel doğru üzerinde satır boşluğuna tam noktanın konduğu yere düşecektir…

Bana ne? Sureleri uzun yapsaymış o zaman? İlla altın oranla imza atacağım diye kasıp sonra yaklaşık değerlerle geliyorsa bana, nasıl ciddiye alayım ki o tanrıyı ben? Güney Amerika tanrılarına yapılan piramitlerde çok daha küçük sapma paylarıyla astronomik referanslar var? Onların tanrıları seninkinden daha mı titiz? Bu mudur dediğin?

“benim anladığım kadarıyla, Bakka, örneğin Antalya’ya Kantalya demek gibi bir şey, ve Kuran’dan başka bir yerde benzer bir örneği yok” ( demiş.. ) Tebrikler gerçekten

Alimler Mekke ye bekke denmesinin özel bir nedeni olması gerektiğinde hem fikirler. Kuran başka bir ayette buradan bahseder ken bi batnı mekke diyerek kabenin tarfi edilmesini bu bölgeyi tanımlamak için bir kısaltma olarak düşünmüşler. Kuran yeni bir bölgeyi tanımlamak için Mekke’den farklı ama tanımlayıcı bir kelime türetmiş. Batn karın demektir ve insan karın deliğide altın rna noktasındadır. Bazen matematikçiler altın oran noktasına deyimi yerine karın noktası deyiminide kullanırlar. Bu da son derece ilgi çekici bir tanımlama Yani Mekkenin göbeğindeki ev.. Mekkenin altın noktasındaki ev…

Kaynak, sıfır. Referans, sıfır. Hangi matematikçiler, hangi alimler belli değil. Hadi onları geçtim (İslam mucizecilerindeki kaynak kıtlığı ve kaynak gösterilirken yanlış/yalan alıntılama gırla gittiğinden) Mekke’ye, Bekke, Cekke, Dekke vs gibi isimlerin takılması farketmiyor. Altın oran hala minimum 40 km öteye çölün ortasına düşüyor.

14-Leonardo pergeliyle ölçersek – Mekke arabistanın altın oranında, Kabe de mekkenin altın oranında
Öncelikle belirtmem gerekiyor ki, Leonardo pergeli adı verilen bu ilginç aygıtı daha önce görmemiştim… ( Demiş )… Daha neler göreceksin sen … BElgeselde ve sitede koordinatları ile ölçüm metdonu açıkladık. Tam çatısına düşmekte. İzaha gerek yok. Allahukeber demekten başka diyecek bir söz yok.

Sitede “tam çatısına düşüyor” dediği hesabı sitesinde bulamadım. Umuyorum devam bölümlerinde onu da yazar. Ben o kadar hesaplamama rağmen çatıyı bırak, 2km yakınına bile gelemedim.

15- Bunların Tesadüfen olması imkansızdır.
Aslında “olan” çok bir şey olmadığını gördüğümüz için bu iddia biraz anlamsız. Ancak hayatta, tesadüfler her zaman olmaktadır. ( demiş .. )

Tebrikler yeniden… 5000 şehirden neden mekkeden, bir milyon evden neden mekke şatısında ? Neden ayetler böyle ? Sorulara cevap olarak; hayatta her zaman tesadüfler olmaktadır…. Allahuekber diyorum… Bir adam üzerime 3 kez yıldırım düşsün desin. 1 dak sonra 3 kez yıldırım düşsün… Sonra da bu sadece bir tesadüftü desin… Bu kişiye ne denir ? Tabi ki; hayatta her zaman tesadüfler olabilir…

Yanlış ve yaklaşık hesaplarla inşa edilen bir çakma mucizeye allahuekber diyebilirsin tabi. Gel gelelim allahuekber tarih boyunca hiç bir şeyi daha “gerçek” yapmaya yetmemiş. Sen bana matematikuekber diyebildiğin ve gerçekten çatısına düştüğünü, bu noktanın değişmediğini vs. gösteremediğin sürece de ekberler havada uçuşadursun.

Teleolojik argümandan ve problemlerinden habersiz olduğu belli. Hadi onu geçtim, hayatta her gün sürüyle tesadüf olduğunu bile bilmiyor.

16-Mucizevi kutsal kitaplar, peygamberler ile ilgili büyük gizemler bilimsel kanıtlarıyla ispatlanmıştır.
Ancak bunların hiçbirisi önemli değil, çünkü Matematiğin bir parçası olan Phi sabiti, insan icadı. Pi sayısı gibi doğada olan bir şeyin (Güneş ya da Ay gibi) gözlemlenmesi sonucunda keşfedilen bir sabit değil. Buna kanıt olarak matematikte gelişmiş olan Çinlilerin Phi sabitini bulamamalarını gösterebiliriz. ( demiş …. )

Doğadaki yapraklardaki, üçgenlerdeki, kesirli yapılardaki altı oranı , doğru üzerinde matematiksel olarak ortaya çıkan ao noktasını insan icadı diyen bir zihniyetten ne aıklama beklenebilir ki… Ayrıca çinliler bu oranı keşfedemedikleri için, bu oran önemini yitirmiş admine göre… Demek ki; Çİnlilerin keşfetmediği şeyleri keşiften saymamalıyız ))

Beni güldüren ve eğlendiren bu yazısı için tşk ediyorum. Ancak ne üzücüdür ki, bazıları hem belgeselimizi hemde bu adamın yazılarını araştırmadan, önce bizimkini seyredip bizimkine,sorada onun kini okuyup onunkine inanmışlar.. Lütfen birileri de gerçeği araştırsın… Sorsun… Ön yargılı olmasınlar…

Lafı kıçından anlamanın bir başka örneği. Yeterince arandığı takdirde, belli bir sayının bir çok yerde görülmesi kaçınılmazdır. Mesela 13 sayısı. Bir çok tarihi olay 13 rakamına tekabül edebilir. İlk örnek İstanbul’un Türkler tarafından alınması. 1+4+5+3 = 13. Oy oy , 13, mucizevi bir rakam. Ya da şeytanın rakamı denilen 666. Yunancada Muhammed’in karşılığı Maometis. Gematria‘ya göre Maometis’in karşılığı 666. Hatta Papa Innocent III de bu hesaba dayanarak Muhammed’in İncil’de bahsedilen şeytanın ta kendisi olduğunu iddia etmiş. 

 

 

Buyur burdan yak ne diyeyim? Sadece 1.618 değil, istediğin rakamı seç, yeterince ara, sürüyle yerde ona referans bulursun. Jim Carrey’in filmi var 23 diye, nereye baksa 23 görüyor. Onun gibi bir durum seninkisi de. Sonra “birileri gerçeği araştırsın”. Oh beybi, ne güzel beylik laflar. Sanki sen gerçeği gösterdin de ben kabul etmedim. Çöle düşüyor altın oran noktası diyoruz, kıvır baba kıvır. Gülen eğlenen taraf bir tek sen değilsin emin ol.

Diğerleri;

1-Altın oranın sanatta, Mimaride görülmesi.
Bu kısmı bu haliyle doğrudur. ( demiş )

2-Kalp atışlarında altın oran.
İnsanların kalp atış düzenleri farklıdır, gün içinde bile aralıkları değişiklik gösterir ve düzensiz bir yapı sergilerler. Ancak genel bir ortalama alındığında ortaya görüldüğü gibi bir grafik çıkacaktır. Kalp atışlarının herkesin malumu olan ve kendimizinde kolayca duyabielcğeimiz bir ritmi ve ritimlerin basınç düzyeleri iel zaman aralıkları arasında oranlar olduğu açıktır. Bu oranlar altın oran ile uyum gösterirler. Site admini rastgele bir resim alıp, uymuyor bu demiş… Özel bir şey bulduğunu zannederek.

Uyan bir resim sen bul görelim?

3- Dna lar ile ilişkili verilen oran da yine ortalama bir orandır.

Ortalama, yaklaşık… yarım işlerin Tanrısı Allah.

4 – Kainatın şeklinin 12 yüzlü beşkenara benzediği yönünde araştırmalara ilişkin makaleler mevcut. Ancak ispatlanması çok zor bir konu. Bilimadamları bu konuda önemli bir çıkarım yaptıkları için fragmanda bahsedilmesi uygun görüldü. Tezin tam olarak ispatlanması kolay kolay mümkün gözükmüyor tabiki haliyle çürütülmeside.

İspat yükümlülüğünü duymamış sanıyorum arkadaş. İspatlanması çok zor bir başka konu ne biliyor musun? Russell’ın çaydanlığı. Ama çürütmek de zor.

5- Yaprakların dizilimine Filotaksi ya da Phyllotaxis deniyor. Bu dizilimin değişik şekilleri var, değişen dizilim, karşı dizilim ve spiral dizilim gibi. Spiral dizilimdeki yaprakların sayısı, Fibonacci sayılarındaki dizilime benziyor. Çiçeklerde de görülebilen bir şey, çiçeklerin yaprakları (renkli yaprakları) genellikle 3-5-8-21.. gibi Fibonacci dizisinde bulunan numaralar. Altın oran’la yakından ilgili olan Fibonacci dizisinin bitkilerin yapraklarındaki dizilimde bulunması niye peki? İlahi bir düzen mi?

Hayır.

Bunun sebebi, bu dizilimin, bitkilerin yeni çıkan yapraklarının alttaki yaprakların güneşini kapatmaması açısından en verimli dizilim olması. Aynı şekilde örneğin ay çiçeklerinde de benzer bir dizilim var, ay çiçeğinin çekirdekleri spiral ve Fibonacci dizisine göre dizilmiş gibi görünüyorlar, bunun sebebi de belli bir yere en çok sayıdaki çekirdeğin yerleşebilmesi için en verimli dizilimin yine Fibonacci dizilimi olması.

Demiş; admin. Yorumu size bırakıyorum. Doğada var mı yok mu?

Doğada var. Ama doğada homoseksüel hayvanlar da var. Beyefendiye sorsanız %110 eminim ki “ibnelik doğal değildir ahlaksızlıktır!!!” diyecek. Doğada var mı yok mu?

6- Kar tanelerinde

Bunu çok uzatmayacağım, böyle bir şey yok. ( demiş )

Kar kristallerinin tamamı simetrik bir yapılanma içerir. Altıngen yapıdadırlar. Bir kar kristalini oluşturan üçgen alanlar incelendiğinde altın oranı görmek mümkündür.

Üçgen alanları inceleyip gösterseydin o zaman? İspat yükümlülüğü sende.

7 – galaksilerde Altın Oran;
Pek çok galaksi sarmal yapıdadır ve oluşan sarmal yapı altın oran spirali ile benzerlik gösterir. Admin istiyor ki, tüm yıldızlar bir ipe dizilsin ve dışarıda çıkmasınlar.. DOğa belli esneme payı içerisinde çeşitliliği sağlayacak bir oran aralığında yaratılmıştır. İnsan yüzleri gibi hepsi farklıdır ama hepsinin ortalama ifadesi altın oranı bize yansıtır. O bunu anlayamamış. Galaksilerde birbirinden farklıdır… Ama altın oran spiralini ifade ederler. Nasıl üçgen, yıldız veya küre gibi şekillerle ifade edilebiliyorsa cisimler, altın oran spirali yada şekilleride belli bir kalıbı ifade edebilecek şekilde düşünülebilir.

Yine yaklaşık hesapların, yarım işlerin tanrısı Allah’ı görüyoruz.

8- Mısır Piramitlerinde görülen Altın Oran

Admin piramitin yanlış açıdan ölçülerini değerlendiren yazıları esas almış. Anladığım kadarıyla admin, karşı tezleri toplayıp , destekleyecek türden olanları mutlaka yanlıştır diyerek araştırma yapıyor…

Cevaba gel. Ben bunu çürütecek olsam, altın orana göre tasarlanıp inşa edilmiş piramit X piramittir, şu şu şu uzunluklara sahip şu şu boyutları altın oranı vermektedir gibisinden net bir cevap verirdim. Altın orancı ancak çamur atmakla meşgul. Niye ciddiye alıp cevap yazdığıma kendim şaşırıyorum.

9- Kepler’e göre Altın Oran bir hazinedir

Burası doğru. ( demiş ) ( Bir bilimadamının veya yüzlerce bilimadamının altın oranın içinde sırlar barından şaşırtıcı ve önemli bir sayı olduğunu söylemesi anlaşılan adminin umurunda değil )

Newton’a göre de Nicolas Flamel Felsefe taşını bularak ölümsüz olmuştu? Hadi bakalım. Bence Newton Kepler’den daha büyük bir bilim adamı. Ancak bu durum, ne Newton’un bulduğu bilimsel değeri yüksek şeyleri reddetmemize ne de onun söylediği her şeyi kabul etmemize sebep. Her iddiayı, her sözü, kendi özellikleri açısından değerlendirmemiz gerekiyor. Kepler’in “altın oran hazinedir” demiş olması, onu ilahi bir imza olarak kabul etmemiz için yeterli bir kanıt değil.

10 – İnsan yüzünde Altın Oran ;

….Ancak öne sürdüğü ve Phi sabitine göre hazırlamış olduğu maskenin mutlak yüz güzelliğini gösterdiğine dair iddiaları, kabul gören iddialar değil. Bu linkte, maskeye uygun tasarlanmış bir kadın yüzünün daha feminen görünümlü bir kadın yüzüyle karşılaştırılması var. Kaldı ki, çekicilik sözkonusu olduğu zaman,… ( demiş )

Binlerce estetik cerrah yalan söylüyorsa benim bir suçum yok… Kendi yüzünde altın oran olmadığından böyle söylüyorsa bilmeli ki; Altın ran bir mükemmellik sembolü ve yine insan yüzleri ortalamasında ve en güzel insanlarda bulunuyor. Yüzdeki oranlara bakmalı, ten yapısına veya renklerine değil. Bu matematiksel bir orantı formülü…

Binlerce estetik cerrah’la kimi kastettiği meçhul. En güzelle kimi kasettiği yine meçhul. Azra Akın mı en güzel? Angelina Jolie mi? Kime göre güzel, neye göre güzel? Belli değil. Muğlak ifadeler.

 

( Bu arada unutmayalım; Şüpheci Melek kimdir ? Melekler içinde tek şüphe eden şeytandı… Onunda başına gelecek olan bellidir )[sic]

Şeytan melek miydi, cin miydi? Sonra “İslam’ı bilmeden saldıran…”.

Özetle altın oran cephesinde yeni bir şey yok. Atmalar, tutmalar, ucuz sataşmalar sürüyle, adam gibi somut kanıt hala sıfıra yakın.

Gayrı-Müslimler Cennet’e gidebilir mi?

Tatlı su müslümanlığının en büyük problemlerinden birisi, hayatı boyunca iyilik yapmış, insanlara şefkatle davranmış ve sayısız insanın faydasına işler yapmış – ancak Müslüman olmayan kişilerin ahiretteki durumudur.

İslam’ı yeterince iyi bilmeyen tatlı su müslümanları, aslında her ahlaklı insanın düşüneceği gibi “yanlış dine de inansa, günah-sevap hesabı sonunda hakkı neyse o teslim edilir” şeklinde olaya yaklaşmaktadır.

Gel gelelim, Muhammed’in ağzından çıkan ve Kuran’a giren alttaki ayet, bu konuya kesin noktayı koyuyor:

Beyyine Suresi, 6. ayet : Elmalılı meali :

Kâfirler, gerek kitap ehlinden olsun gerek puta tapanlardan olsun muhakkak, cehennem ateşindedirler. Orada ebedî olarak kalacaklardır. Onlar, insanların en şerlileridir.

Şu da aynı ayetin Muhammed Esed meali :

Gerçek şu ki, [bütün kanıtlara rağmen] hakikati 8 inkara şartlanmış olanlar, -ister geçmiş vahyin mensuplarından, isterse Allah’tan başkasına da ilahlık yakıştıranlardan [olsunlar]- kendilerini cehennem ateşinde kalıcı bulacaklar: onlar, bütün yaratıkların en şerlileridir.

Şu da Diyanet meali :

Şüphesiz, inkâr eden kitap ehli ile Allah’a ortak koşanlar, içinde ebedî kalmak üzere cehennem ateşindedirler. İşte onlar yaratıkların en kötüsüdürler.

Buradaki temel sorun – “kitap ehli” ile “kafir”in farklı şeyler olduğunu düşünmelerinden kaynaklanmaktadır. Halbuki Kuran’da “İslam’ın 6 şartına inanmayan herkesin kafir olduğu” gayet net bir şekilde belirtildiği gibi, Yahudi ve hrıstiyanların da kafir olduğu da çok net belirtilmiştir.

Maide 17 – Diyanet meali:

Andolsun, “Allah, Meryem oğlu Mesih’tir”, diyenler kesinlikle kâfir oldular.[146] De ki: “Şâyet Allah, Meryem oğlu Mesih’i, onun anasını ve yeryüzünde olanların hepsini yok etmek istese, Allah’a karşı kim ne yapabilir? Göklerin, yerin ve bunların arasında bulunan her şeyin hükümranlığı Allah’ındır. Dilediğini yaratır. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.”

Tevbe 30 – Diyanet meali:

Yahudiler, “Üzeyr, Allah’ın oğludur” dediler. Hıristiyanlar ise, “İsa Mesih, Allah’ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla söyledikleri (gerçeği yansıtmayan) sözleridir. Onların bu sözleri daha önce inkâr etmiş kimselerin söylediklerine benziyor. Allah, onları kahretsin. Nasıl da haktan çevriliyorlar!

Rönesans dönemi Cehennem tasviri.

Sanırım yeterince net. “Allah, onları kahretsin.” Allah’ın yegane hak kitabında lanet ettiği kimseleri cennetle ödüllendireceğini düşünmek epey zor.

Elbette, Ehl-i Kitap bile olmayan, Ateist, Hindu, Şintoist, ne bileyim Pasifik dinlerine inananların durumu daha da vahim. Kaynakları kurcalamaya üşendim, ama Sorularla İslamiyet sitesi “cehennemin tabakaları” meselesine değinerek, Ehl-i kitabın daha serin bir cehennemde yanarken, bendeniz ateistin kazan dairesinde yanacağını söylüyor.

Son noktayı koyalım: İbrahim 18 – Diyanet meali:

Rablerini inkâr edenlerin durumu şudur: Onların işleri (amelleri), fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu küle benzer. (Dünyada) kazandıkları hiçbir şeyin (ahirette) yararını görmezler. İşte bu, derin sapıklıktır.

Tatlı su müslümanlarına bu acı haberi verdiğim için üzgünüm, ama kendilerine faydalı olan şeyleri üretmiş, icat etmiş, keşfetmiş, ne bileyim tatile gittiklerinde onlara iyi davranmış, muhabbetlerine ortak etmiş gayrı müslimlerin cennete girme ihtimali sıfır.

Kutsal kitapları tanıyalım : Eski Ahit’ten secmeler

Eski Ahit – Yasa’nın tekrarı 25:11-12

  11 “Eğer iki adam kavgaya tutuşur da birinin karısı kocasını dövenin elinden kurtarmak için gelip elini uzatır, öbür adamın erkeklik organını tutarsa,

12 kadının elini keseceksiniz; ona acımayacaksınız.

Ayetten çıkarılacak ders: Kocanız dayak yiyorsa bile karışmayın, yoksa elinizin kesilme riski var.

Kaynak

Mezmurlar 137: 8-9

 

8 Ey sen, yıkılası Babil Kenti,

Ne mutlu bize yaptıklarını

Sana ödetecek olana!

9 Ne mutlu senin yavrularını tutup

Kayalarda parçalayacak insana!

Ayetten çıkarılacak ders : Eğer Yahudilere kötülük yaparsanız, küçük çocuklarınızı (diğer tercümelerde bebeklerinizi – Yeni Uluslararası Versiyon) alıp kafalarını taşlara vurarak öldüren kişiler kutlu ve Tanrı gözünde iyi iş yapan insanlardır.

 Kaynak

Levililer 21:16-24

 

  16 RAB Musa’ya şöyle dedi:

 

17 “Harun’a de ki: Soyundan gelecek kuşaklar boyunca kusurlu olan hiç kimse yiyecek sunusu sunmak üzere Tanrısı’na yaklaşmasın.

 

18 Kusurlu olan, sunağa yaklaşamaz: Kör, topal, yüzü arızalı, organlarından biri aşırı büyümüş,

 

19 kolu veya ayağı kırık,

 

20 kambur, cüce, gözü özürlü, uyuz, yarası kabuk bağlamış ya da hadım.

 

21 Kâhin Harun’un soyundan bu kusurlara sahip hiç kimse RAB için yakılan sunuyu sunmak üzere sunağa yaklaşmayacak. Çünkü kusurludur. Tanrısı’na yiyecek sunusu sunmak üzere sunağa yaklaşamaz.

 

22 Böyle bir adam Tanrısı’na sunulan kutsal ve en kutsal yiyecekleri yiyebilir.

 

23 Ancak perdeye ve sunağa yaklaşmayacaktır. Çünkü kusurludur. Tapınağımı kirletmesin. Onları kutsal kılan RAB benim.”

 

24 Musa Harun’la oğullarına ve bütün İsrail halkına bunları anlattı.

 Ayetten çıkarılacak ders: Tanrı arada bir üretim hataları yapıyor. Ama burada suç Tanrı’da değil sizde. Engelliyseniz, hastaysanız kirlisiniz ve kusurlusunuz. Tanrı’nın sunağına yaklaşmayın, kirletmeyin. Tanrı sizi sevmiyor.

Kaynak

1. Samuel 15

Samuel Saul’a şöyle dedi: “RAB seni kendi halkı İsrail’in Kralı olarak meshetmek için beni gönderdi. Şimdi RAB’bin sözlerine kulak ver.

2 Her Şeye Egemen RAB diyor ki, ‘İsrailliler’e yaptıkları kötülükten ötürü Amalekliler’i cezalandıracağım. Çünkü Mısır’dan çıkan İsrailliler’e karşı koydular.

3 Şimdi git, Amalekliler’e saldır. Onlara ait her şeyi tamamen yok et,[i] hiçbir şeyi esirgeme. Erkek, kadın, çoluk çocuk, öküz, koyun, deve, eşek hepsini öldür.

4 Bunun üzerine Saul askerlerini toplayıp Telaim Kenti’nde saydı. İki yüz bin yaya askerin yanısıra Yahudalılar’dan da on bin kişi vardı.

5 Saul Amalek Kenti’ne varıp vadide pusu kurdu.

6 Sonra Kenliler’e şu uyarıyı gönderdi: “Haydi gidin, Amalekliler’i bırakın; öyle ki, sizi de onlarla birlikte yok etmeyeyim. Çünkü siz Mısır’dan çıkan İsrail halkına iyilik ettiniz.” Bunun üzerine Kenliler Amalekliler’den ayrıldılar.

7 Saul Havila’dan Mısır’ın doğusundaki Şur’a dek Amalekliler’i yenilgiye uğrattı.

8 Amalek Kralı Agag’ı sağ olarak yakaladı. Halkının tümünü de kılıçtan geçirdi.

9 Ne var ki, Saul ile adamları Agag’ı ve en iyi koyunları, sığırları, besili buzağıları, kuzuları – iyi olan ne varsa hepsini – esirgediler. Bunları tümüyle yok etmek istemediler. Ancak değersiz ve zayıf ne varsa hepsini yok ettiler.

10 RAB Samuel’e şöyle seslendi:

11 “Saul’u kral yaptığıma pişmanım. Beni izlemekten vazgeçti. Buyruklarımı yerine getirmedi.” Samuel öfkelendi ve bütün geceyi RAB’be yakarmakla geçirdi.

Ayetten çıkarılacak ders: Bir halkı çocuk kadın masum suçlu demeden kılıçtan geçirmeniz Tanrı’yı memnun etmeye yetmez. Sığırları buzağıları ve kuzuları da kesmeniz gerekiyor ki Tanrı memnun olsun. 2. ders – Tanrı pişman olabiliyor. Her şeyi bilen bir varlığın sonradan pişman olacağı bir şey yapması da ilginç elbette.
Kaynak
 

 

 

 

 

 

 

 

Fatma’nın eli

Önceki akşam çoktandır görmediğim bir arkadaşımla buluştum. Sohbet esnasında gözüm kolyesine takıldı. Kolye ucu Türkiye’de “Fatma’nın eli” olarak bilinen şekildi. Hatırlayamayanlar için şekli şemali şu :

Fatma'nın eli

Sordum “bu kolye ne manaya geliyor?” diye. O da bunun Peygamberin kızı Hz Fatma’nın eli olduğunu, beş parmağın İslam’ın 5 şartını simgelediğini, kişiyi nazardan, kötülükten, inden cinden koruduğunu, sadakati ve sabrı temsil ettiğini anlattı.

Elbette arkadaşımın bu simgenin tek tanrılı dinlerin çıkışından önceye dayandığından ve eski Ortadoğu tanrıçalarından İştar’ın simgelerinden birisinden (avcu açık sağ el) geldiğinden haberi yoktu. Hatta simgenin bilinen isminin Hamsa olduğundan da.

Sağ ele dikkat

 

Hatta aynı “açık sağ el” işaretinin Budizm’de de benzer manaya geldiğini (aydınlanma, kötülüklerden arınma) de bilmiyordu.

Sağ ele dikkat.

Hatta daha da eskiye gidersek bu işaretin Finikelilerin tanrıçası Tanit’in eliyle benzerliğini görebiliriz. Tanit’in elinin manası yine aynı, nazardan korunma, iyi şans.

Tanit'in eli

 

Özetle bu sembol Muhammed’in kızı Fatma’ya atfedilse de arkasında binlerce yıllık bir gelenek var. Aynı coğrafyada nesiller boyu kullanılarak bugünkü halini almış.

Yahudilerin bu sembolü Müslüman komşularından alarak “Fatma’nın eli”ni Musa’nın kızdardeşi “Meryem’in eli”ne çevirmiş olmaları da başka bir ilginç detay.

Değişik dinlerin detaylarına sahip "Fatma'nın eli" kolye uçları