Evrim Teorisinin Çöküşü

Haftada bir iki kere Facebook’a girip mesajlara ve arkadaş isteklerine bakıyorum (beni ekleyenlere ve mesaj yazanlara tekrar teşekkürler! :))

Geçtiğimiz günlerde taglendiğim bir videonun altına yorum yazmıştım. Tekrar girdiğimde gördüm ki “Ateizme cevap” isimli kullanıcı, açıkçası saçmalıktan başka bir şekilde nitelendiremeyeceğim bir cevap yazmış. Videonun linki şurada, altında ilgili cevabı da görebilirsiniz.

Bugünkü postumuzun konusu bu “Evrim Teorisinin çöküşü” videosunun çürütülmesi olacak. Din yalanına inananların, 15 dakikaya kaç yalan sıkıştırabileceklerini göreceğiz hep beraber.

Video’dan yer yer alıntı yapıyorum saniyelerle – belki ilk önce videoyu baştan sona izlemeniz daha mantıklı. Linki tekrar veriyorum. Verdim :).

Gezegenimizde canlılar kusursuz uyum içerisinde yaşar (0:25)

Aksine, gezegenimizde sürekli olarak bir mücadele ve değişim vardır. Bilinen türlerin 99%unun türü tükenmiştir. Bugün dünya üzerinde yaşayan iyimser tahminle 3 milyon tür vardır. yani yaklaşık 300 milyon türün nesli o veya bu sebeple tükenmiştir. Herhangi bir gezegende canlılar kusursuz bir uyum içerisinde yaşıyor olsa idi değişim ve “neslin tükenmesi” gibi kavramlardan söz edemezdik. İnsanoğlu, 70 yıllık yaşamı boyunca çok yavaş hareket eden bir değişime bakarak “ne kadar kusursuz bir düzen” diyebilir. Ancak yanılır. Yavaş da olsa değişime sebep olacak bir uyumsuzluk söz konusudur.

Canlılar tasarlanmış olmalıdır, o halde bir tasarımcı olmalıdır. (1:01)

O, gökleri ve yeri var eden Allah’tır. (1:17)

Teleolojik argümanın ilkel hali. Bu konudan daha önce bahsetmiştim.

(Evrim) Canlıların tesadüflere dayalı bir süreç sonucunda yaratıldığını öne sürer (1:37)

Tam olarak değil. Evrim teorisi, canlıların “yaratılması” konusundan ziyade, nasıl çeşitlendiklerini ele alır. Bu çeşitlenmenin mekanizması da, doğa kanunları, sürekli oluşan rastgele mutasyonlar ve doğal seçilimdir. Tesadüfi olan tek şey, rastgele oluşan mutasyonlardır. Bu mutasyonlar konusuna daha sonra tekrar değineceğiz, ama burada söylememiz gerekir ki rastgele mutasyonlar, bugün laboratuvar ortamında gözlemlenmiş ve var olduğu kesin bir şekilde bilinen bir doğa olayıdır. Cümlenin kuruluşu “zar atılmış, canlılık olmuş” izlenimi uyandırmak amacıyla bu şekildedir.

Amatör biyolog Darwin (1:40)

Darwin, günümüzün üniversite diplomasına denk gelecek bir eğitim almıştır. Kaldı ki, Darwin’in eğitiminin bugün Evrim Teorisinin geldiği yer açısından hiçbir önemi yoktur.

Türlerin Kökenine Dair yayınlandıktan sonra çok popüler oldu ama bilimsel değeri için değil, ideolojik anlamıydı. (1:55)

Çarpıtmalı bir iddia. Türlerin kökeni bilim adamları arasında, mevcut bilgilere uyduğu ve makul olduğu için popüler olurken, teorinin kendi masallarına ters düştüğünü anlayan din adamları ideolojik gerekçelerle teoriyi reddetmeye çalışmıştır. Darwin henüz hayattayken gerçekleşen bilim adamı-din adamı münazaraları da buna ispattır. Daha detaylı bilgi Wikipedia’da mevcut.

Materyalist felsefe Darwin’i hararetle destekledi.

Karl Marx Das Kapital’i Darwin’e ithaf etmiş – yolladığı mektuba şöyle bir not düşmüştü : Charles Darwin’e, ateşli bir hayranından. (2:17)

Bu iddianın değişik bir versiyonu Karl Marx’ın Das Kapital’i Darwin’e ithaf etmek istemesi ama Darwin’in kibar bir mektupla reddetmesi olarak da görülür.

Darwin, Ateizm’le ilgili isimsiz bir kitabın kendisine ithaf edilmesini istemediğini anlatan bir mektup yazmıştı, ama bunu Karl Marx’a değil Karl Marx’ın kızıyla evli olan Edward Aveling’e yazmıştı. Edward Aveling öldüğü zaman çalışmaları, Marx’ın kızı Elanor’a kalmıştı ve Marx’ın belgeleriyle karışmıştı. Bu sebeple uzun süre bu mektubun Avering yerine Marx’a yazıldığı düşünülmüştü. Karl Marx’ın Darwin’e kitap ithaf etmek istemesi, aksi kanıtlanmasına rağmen tekrar edilen bir yalandan başka bir şey değil. Burada verilmek istenen mesaj : Komünizm kötü, Marx Darwin’e hayranmış, komünizmin yaptığı kötülüklerin esas sebebi Darwin’dir. Aynı yalanı Hitler’e de uygulamışlardı Evrim inkarcıları.

Darwin teorisini destekleyen hiçbir somut bulgu ortaya koyamıyordu 3:00

Hatta teorisini geçersiz kılan pek çok gerçeğin farkındaydı, bunları kitabına eklediği “Teorinin zorlukları” adlı bölümde kabul etmek zorunda kalmıştı : 3:04

Açık bir çarpıtma daha. 10 saniye düşünen bir insan Darwin’in teorisini ortaya koyarken “Teorinin zorlukları” isimli bir bölüme, teorisini kesin olarak çürüten bilgiler koymayacağını düşünebilir. Eğer teorisini çürüten kesin kanıtlar varsa, niye kasıp tamamlasın ve yayınlasın teoriyi? Niye 100 küsür yıldır tüm üniversitelerde biyolojiden palaentolojiye Darwin’in çalışması temel kaynak olarak alınsın? “Türlerin Kökenine Dair” internetten bedava olarak okunabiliyor. Kitabın 6. bölümünün ismi gerçekten de Teorinin Zorlukları’dır, ancak burada Darwin teorisine gelecek olan eleştirileri ele alıyor ve konuyla ilgili fikirlerini belirtiyor. Bölümün orijinal ismi CHAPTER VI. DIFFICULTIES OF THE THEORY. Okumaya üşenenler için özet: Darwin teorisini yanlışlayacak olan konuları teker teker ele alıyor, eleştiriler yersizse niye olduğunu açıklıyor, eğer eleştiriler yerindeyse, bu konunun eldeki imkanlar dahilinde cevaplanamadığını ve bilimsel gelişmeyle açıklığa kavuşacağını anlatıyor.

Darwin, gelişen bilimin bu zorlukları çözeceğine inanıyordu ama aksine gelişen bilim Darwin’in iddialarını bir bir çürütecekti. 3:29

Aksine, doğal seçilimle evrim mekanizması birbirinden bağımsız bilim dallarınca defalarca kanıtlandı. DNA’dan tutun her sene değişen grip mikrobuna, plastik yiyen bakterilerden tutun Lenski deneylerine kadar evrimin var olduğu ve Darwin’in teorisinde açıklandığı gibi olduğu bugün Dünya’nın Güneş etrafında dönmesi kadar kesin bir bilgidir.

Darwin “ilk canlı”dan bahsetmemişti çünkü bunun teorisi için büyük bir sorun olduğunun farkında değildi (4:03)

Daha önce ele aldığımız gibi, Darwin’in teorisi canlıların ilk nasıl ortaya çıktıklarından ziyade, canlılardaki çeşitliliği ve kompleksliği açıklayan bir teoridir. Hayatın ilk ortaya çıkması konusu Abiyogenez‘in konusudur. Darwin Türlerin Kökenine Dair’de abiyogenezden bahsetmemesine rağmen 1871 yılında yazdığı bir mektupta, daha sonra çeşitli deneylerle de kanıtlanacak olan “ilkel sıcak çorba” teorisinden bahsetmiştir.

Türlerin kökeninin yayınlanmasından 5 yıl sonra Louis Pasteur şöyle demişti : Cansız maddelerin hayat oluşturabileceği iddiası artık kesin olarak tarihe gömülmüştür. 4:40

Daha 5 dakika olmadı ama yalandan geçemiyoruz. Louis Pasteur’un 1859 yılında (Türlerin Kökenine Dair’in ilk yayınlanışıyla aynı sene, 5 sene sonra yalanı Darwin’in sanki Pastör’ün çürüttüğü şeye dayandığı izlenimini uyandırmak için eklenmiş) kanıtladığı şey cansız maddelerden canlı maddelerin oluşamayacağı değil, “Spontaneous generation” ya da Türkçe çevirisiyle “dirimdışı türeme”nin yanlış olduğudur. Pastör’ün söylediği şey videodaki anlamından uzak olarak şudur:

Never will the doctrine of spontaneous generation recover from the mortal blow struck by this simple experiment.

Yani

Dirimdışı türeme bu basit deneyle kesin olarak çürütülmüştür.

Pasteur, cansız moleküllerden canlılığın ortaya çıkamayacağını söylememekte, dirimdışı türemenin geçersiz olduğunu ortaya koymaktadır. Nitekim daha geçen hafta laboratuvar ortamında ilkel moleküllerin evrimleşerek daha kompleks yapılara kavuştuğu ispatlandı. Miller-Urey deneyi 50 sene önce laboratuvar ortamında basit moleküllerden amino asit oluşturmayı başarmıştı. Abiyogenez henüz 100% kesinlikle ortaya bir model koyabilmiş değil, ancak geçen her gün, böyle bir modele yaklaştığımızı gösteriyor. Kesin olarak bildiğimiz bir şey varsa o da yaratılışçıların yalan konusunda hem hevesli hem de beceriksiz oldukları.

Miller-Urey deneyinin gerçekleri yansıtmadığı ilerleyen yıllarda anlaşıldı. (6:00)

Hmm, ben pek öyle duymadım. Miller deneyinin ortaya koyduğu şey hala geçerliliğini koruyor : Karmaşık aminoasitler, ilkel dünya’da var olduğu bilinen maddelerin içerisinde oluşabiliyorlar. Miller’ın 50 sene önce yaptığı deneyleri tekrar ele alan bilim adamları, Miller’ın aslında sanılandan daha başarılı bir deney gerçekleştirdiğini ortaya koydular. Dünya’nın önde gelen bilim adamları Miller deneyini ciddiye alırken bu videoyu yapanların “yanlış olduğu anlaşıldı” demeleri trajikomik olmuş.  Miller deneyi zamanında farklı bilinen şey Dünya’daki atmosferin içeriği idi. Günümüzdeki görüş Miller’ınkinden farklı.

20. yy boyunca yürütülen tüm Evrimci çabalar hep başarısızlıkla sonuçlandı: 6:24

WTF?

Jeffrey Bada diyor ki: bugün 20. yüzyılı geride bırakırken hala 20. yüzyıla girdiğimizde sahip olduğumuz en büyük çözülememiş problemle karşı karşıyayız: “hayat yer yüzünde nasıl başladı?” 6:46

Kaynak olarak gösterilen 1998 tarihli Earth dergisi makalesini buldum. Jeffrey Bada’nın böyle söylediğine dair hiçbir şey geçmiyor. Bada, iki Alman bilim adamının yaptıkları deneydeki bir probleme işaret ediyor. Bu aktarılan cümlenin orijinali, çeşitli yaratılışçı sitelerde (tahmin edin hangisi) görülebiliyor. Bada San Diego üniversitesinde Deniz Kimyası profesörü.

Evrim’in gerçek dışı olduğu bugün bütün bilim dalları tarafından ortaya konmuştur (7:25)

Tekrar : WTF?

Tek bir hücreden canlılığı ortaya çıkarak bir mekanizma da yoktur. (7:42)

Aksine, yaşayan organizmaların geçirdiğini bildiğimiz değişime bir de yüz milyonlarca yıl ve doğal seçilimi eklerseniz elinizde bu çeşitliliği açıklayacak çok makul bir mekanizma olur.

Doğal seleksiyon sadece hasta sakat bireyleri eleyerek türün devamını sağlar. Doğal seleksiyon evrimleştirici bir mekanizma değildir. (8:35)

Kısmen doğru. Doğal seleksiyon hasta ve sakat bireylerin elenmesini de içerir. Ancak doğal seleksiyondaki çevre baskısı çok şiddetliyse, sadece sakat ve hasta bireyleri değil, gayet sağlıklı bireyleri de adaptasyona zorlar. Bu adaptasyona ayak uyduramayan türlerin ise nesli tükenir. Varlığından haberdar olduğumuz türlerin 99%u gibi. Doğal seleksiyonla ve nasıl ispatlanmış olduğuyla ilgili güzel bir makale.

Evrimciler, doğal seleksiyon yanına Mutasyon eklediler. (8:57)

Türlerin kökeninde Darwin mutasyondan sık sık bahseder. (anahtar kelime: variation).

Mutasyonlar, DNA’daki bilgiyi tahrip edip canlıya sadece zarar verirler. Şimdiye kadar gözlenmiş tek bir yararlı mutasyon örneği yoktur. (9:35)

Bir başka yalan. Daha geçtiğimiz hafta 4 tane örneğin incelendiği bir blog yazısına link vermiştim.

Mutasyonlarla bir canlının kanat ya da göz edinmesi imkansızdır (9:51)

Meyve sinekleri üzerinde yapılan sayısız deney mutasyonların sakatlayıcı ya da öldürücü etkileri olduğunu ortaya koymuştur. (10:23)

Aksine, gözün ya da kanatın oluşabildiği canlılardan ve fosil kayıtlarından anlaşılmaktadır. Gözün evrilirken geçirdiği adımları bugün değişik hayvanlarda görebilmekteyiz. Konuyla ilgili güzel bir kaç video:

http://www.youtube.com/watch?v=aGFR-kFi0c8

http://www.youtube.com/watch?v=45ZTLdO2pxQ

http://www.youtube.com/watch?v=wDrhsXAQWGU

Kanat da aynı göz gibidir, fosillerde ve canlılarda uçmaya yarayan kanatların adım adım oluşmasını görebilmekteyiz.

Mutasyonlar bir canlının kusursuz DNA şifresiniz bozar ve onu sakat bırakırlar (10:38)

Mutasyonlar böyle bir olasılığa sebep olabilirler. Canlının işleyişine hiçbir etki etmeyen mutasyonlar da olabilir. Bazı mutasyonlar da çevreye uyumu artırdığı için faydalıdır. Mutasyonların hiç birisi sakatlama harici bir sonuca sebep olmaz demek için insanın kafasının epey güzel olması gerekir. Veya mutasyonun ne olduğunu bilmiyor olması gerekir.

İndirgenemez komplekslik, evrim teorisini kesinlikle yıkmıştır. (11:14)

İndirgenemez karmaşıklık, saçmalıktan başka bir şey değildir.

Mekanik bir saat, bilinçli bir saatçinin varlığını gösterir. Benzer kompleks yapı canlılarda da vardır, o halde kendini yoktan var eden bir tasarımcı vardır. (11:34)

Daha önce bahsettik – Tasarımcı argümanı

Eğer Darwin haklı olsaydı, çok sayıda ara-tür olması gerekirdi. (12:48)

Eğer sürüngenler kuşlara evrimleşseydi sayısız ara tür olması gerekirdi ve bu canlıların eksik organları olması gerekirdi. (13:07)

Öncelikle belirtmek gerekir ki yaratılışçıların istediği türden ara geçiş formları (bir örneği altta) gerçekten yok.

Ancak sürüsüyle ara geçiş formu fosili mevcut.

Darwin, ara türlerin olmadığını bildiğinden Türlerin kökenine şunu yazmıştı: Eğer gerçekten türler diğer türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara geçiş formuna rastlamıyoruz? Niye bunları bulamıyoruz? 13:42

Evet, bu sözler Türlerin Kökeninden alınmadır, ancak Darwin burada kendi kendine bu soruyu sormuyor, sadece yapacağı açıklamadan önce cevap vereceği eleştiriyi formüle ediyor. Videoyu hazırlayanların inanmamızı istedikleri gibi “Darwin bile fosillerde ara geçişlerin olmadığını biliyordu” durumu gerçek değil. Türlerin Kökeninin 6. bölümünde konuyu uzunca ele alıyor Darwin.

Derek Ager diyor ki : Fosil kayıtlarını incelediğimizde, türler ya da sınıflar seviyesinde olsun, sürekli olarak aynı gerçekle karşılaşırız: kademeli evrimle gelişen değil, aniden yer yüzünde oluşan grupla görürüz.

Kaynak: Nature of the Fossil Record.

Orjinali: Derek V. Ager (Paleontologist at University College, Swansea):

The point emerges that if we examine the fossil record in detail, whether at the level of orders or of species, we find – over and over again – NOT GRADUAL EVOLUTION, but the SUDDEN EXPLOSION of one group at the expense of another.

Böyle bir kitap yok,

Bu paragraf, yaratılışçı siteler haricinde hiçbir yerde yok. Gerçekte varlığından epey şüpheliyim. Ancak eğer alıntı gerçekse bile bir “quote mining” olduğu açık, zira buradaki muhtemel anlam, (Derek Ager’in fosil kayıtlarındaki boşlukların sebebinin büyük yıkımlar (deprem, sel, yanardağ patlaması vs) olduğunu söylemesinden yola çıkarak) kaya katmanları arasında bulunan canlıların adım adım bir evrimden ziyade, katmanlar arasına sıkışmış yeni türler olduğu yönündedir. Bu da zaten Darwin’in Türlerin Kökeni’nde getirdiği açıklamadır. Fosillerin doğası sebebiyle çok az canlının adım adım evrimi gözlenebilmektedir, aynı aileden canlıların fosilleri arasında milyonlarca yıllık aralıklar bulunmaktadır. Bu cümle “tüm canlılar bir seferde hep beraber yaratılmışlardır” anlamına gelmemektedir.

Evet, 15 dakikalık video bize 1750 kelimelik bir yazı yazdırdı. Cumartesi günü hem de. Yaratılışçı-dinciler gece gündüz demeden cumartesi pazar demeden yalan üretmeye devam ediyorsa (15 dakikalık videoda 27 yalan – gayet formdalar) sanırım benim ve benim gibilerin de tatil yapması mevcudiyetimizin ve istikbalimizin önünde duracak bir engel haline gelecektir.

PS: WTF yazdığım yerlerdeki yalanlar o kadar kapsamlı ve saçma ki, cevaplamaya çalışmak çok daha saçma olacağından detaya girmedim – ancak tepkimi de yazmadan edemedim.

PS2: bugün 400.000 ziyareti görür müyüm acaba?

PS3: Ateizme Cevap galiba bir blog. Onu da canımın sıkıldığı bir gün ele alırım. 😉 I eat bigots for breakfast – İngiliz atasözü.

Ps4: İmla hataları olabilir, farkederseniz yorum yazın, düzeltirim. tenk yu.

Maide 38

Maide 38: Yaptıklarına bir karşılık ve Allah’tan caydırıcı bir müeyyide olmak üzere hırsız erkek ile hırsız kadının ellerini kesin. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

(UYARI: video hırsızlık yaptıkları için bıçakla elleri kesilen suçluları gösteriyor)

Ülkelere göre yolsuzluk algısı sıralaması

Yolsuzluklara karşı farkındalığı artırmayı amaçlayan uluslararası sivil toplum örgütü Transparency Iternational 1995 yılından beri ülkeleri, yine aynı ülkelerde yaşayan insanların yolsuzluk algısına göre sıraladığı bir liste yayınlıyor. Örgüt, çeşitli anketler ve araştırmalarla insanların yaşadıkları toplumdaki rüşvet, yolsuzluk gibi şeyleri nasıl gördüklerini inceleyip, veri topladığı ülkeleri puanlıyor. Tam liste şuradan görülebilir.

Geçen senenin puanlamasında ilginç bir tablo karşımıza çıktı. Buna göre, yolsuzluğun en az olduğu ülkelerin bir çoğu, aynı zamanda en çok dinsizin/inançsızın yaşadığı ülkeler. İlk 20 ülkede hiç Müslüman ülke yok. Katar (BAE) 22. sırada. Türkiye 62. sırada. En alt sıradaki 9 ülke Müslüman ülkeler.

İlk 10 ülkeyi ele alalım.

Yeni Zelanda: Nüfusun 34.7%’si dine inanmadığını bildirmiş. Büyük çoğunluk 55.6%’yla Hrıstiyan. Bu oran 1990’larda 70%lerden 55%’e gerilemiş.

Danimarka: 2005 tarihli bir araştırmaya göre dünyanın en çok Ateist-Agnostik nüfusunu barındıran 3. ülkesi (tahmini 40%-80% arası)

Singapur: 14% dinsiz, %42Budist. Toplam 28% Müslüman ve Hrıstiyan var.

İsveç: Nüfusun 23%ü Tanrı’nın varlığına, %53 “bir yaşam gücü”ne inanıyor. 23% Ateist var. Dünya’nın en az dindara sahip ülkesi.

İsviçre: Nüfusun sadece 42%si Tanrı’nın varlığına inanıyor. 39% “bir yaşam gücü”ne inanırken 9% Ateist var.

Finlandiya: 36% dinsiz, 3% Ateist, çoğunluk Hrıstiyan.

Hollanda: 42% dinsiz, 43% Hrıstiyan.

Avustralya: Dünyanın en az dindar ülkelerinden birisi. Din, kendini dindar olarak tanımlayanların hayatında bile merkezi değil. 18%’i inançsız.

Kanada:77% Hrıstiyan, 16.5% dinsiz.

İzlanda: 2005 tarihli araştırmaya göre sadece 38%i Tanrı’ya inanıyor. 48%’i “bir tür hayat enerjisi, yaşam gücü”ne inanırken 11%i Tanrı’ya ya da başka bir metafizik güce inanmıyor.

Denebilir ki “belli bir ekonomik güce ulaşılınca yolsuzluk otomatikman azalır”. Belki, ama zengin olmalarına rağmen 60. sıralarda olan Kuveyt ve Suudi Arabistan gibi ülkeler bunu yalanlıyor gibi görünüyor. Kaldı ki bu ilk 10 ülke dünyanın en zengin ülkeleri de değil. Listenin sonlarında yer alan İran’a bakalım. İran, kişi başı milli gelir dünya sıralamasında 71. sırada. Türkiye 66. Kişi başı milli gelir açısından çok büyük bir fark yok. Ama yolsuzluk listesinde İran ve Türkiye arasında 100 kadar ülke var. Demek ki ekonomik açıdan iyi olmak yolsuzluğu otomatikman bitiren bir şey değil. Dünya’nın kişi başı gelire göre en zengin ülkesi Katar (IMF verileri). Yolsuzluk listesinde 22. sırada.

Öte yandan, bunun tersi geçerli. Fakirliğin, yolsuzluğa etkisi büyük. Dünya’nın en inançsız ülkelerinden Vietnam’ın yolsuzluk listesinde 120. sırada olması da bunun kanıtı. Buradan benim gayrı ihtiyari çıkardığım sonuç, dinlerin, yolsuzluğu önlemede önemli bir araç olmadığı ve dinsizliğin ahlaki çöküntüye yol açmadığı. Zenginliğin ve inancın bir arada bulunduğu yerlerde yolsuzluk düşmezken inancın bulunmadığı yerlerde otomatikman yolsuzluk artmıyor.

10 yaşında gerdek dehşeti

Gazeteport’tan bir haber:

Yemen’de henüz 10 yaşındayken evlendirilen küçük kız çocuğu, gerdek gecesi dehşetini şöyle anlatı: “Yere bir çarşaf serdi, beni üzerine yatırdı. Ondan sonra kanama oldu. O günden beri o adamı ölümün kendisi olarak görüyorum.”
Ayşe evlendirildiğinde 10 yaşındaydı. İki yıl sonra bugün hala boşanabilmeyi umuyor.
Yemen’de başlık parası karşılığında yetişkin bir adamla evlendirilen 10 yaşındaki kız çocuğunun yaşadığı “gerdek gecesi” dehşetini anlattı. Kızın dramı, Birleşmiş Milletler’in ajansı IRIN’e konu oldu.
IRIN’in haberine göre, bir gün okuldan alınıp babasının evinden başka bir köydeki hiç tanımadığı bir adamın evine gelin gönderilen 10 yaşındaki Ayşe, yemek pişirmek, temizlik yapmak ve yaşlı kocasıyla seks yapmaktan ibaret olan evliliğinin ilk gecesinde yaşadığı dehşeti şu sözlerle anlattı: “Yere bir çarşaf serdi, beni üzerine yatırdı. O şeyden sonra kanama oldu. Canım o kadar yandı ki ağlayıp bağırmaya başladım. O günden beri o adamı ölümün kendisi olarak görüyorum.”
BAŞLIK PARASINI GERİ İSTEDİLER
IRIN ajansına göre, bir hafta süren dayak ve ağlamalardan sonra damat tarafı Ayşe’nin babasını çağırarak, kızlarını geri alıp 200 bin Yemen riyali (1000 dolar) başlık parasını geri vermesini istedi.
Ama babası parayı geri ödeyemezdi. Ayşe sonrasını şöyle anlatıyor: “Babam bana bir fincan çay getirdi ve içine ilaçlar koydu. Bana verdi. Haplar başımı döndürdü. Babam kocamla yatmamı söyledi ya da beni öldüreceğini, ben reddettim.”
Ayık kalabilmek için kafasında cam şişe kıran Ayşe, “Babam beni çok kötü dövdü. Ağzımdan ve burnumdan kan geliyordu” diye anlatıyor yaşadığı trajediyi.
Birkaç ay kocasının evinde düzenli olarak dayak yiyerek ve uyuşturularak kalan Ayşe sonunda kaçmayı başardı. Bundan iki yıl sonra bugün 12 yaşında olan Ayşe hala boşanamıyor.
EVLENDİRİLDİ BOŞANAMIYOR
IRIN ajansı bugün 12 yaşında olan Yemenli kız çocuğunun, Yemen yasalarından dolayı halen kocasından boşanamadığını yazdı. Yemen yasalarına göre kız çocuklarının 15 yaşından önce evlendirilmesi yasak. Ancak anne babasının rızasıyla evlendirilen çocuklar için herhangi bir kısıtlama yok. Bu çocukların boşanması davası açabilmesi için ise yine 15 yaşını doldurması gerekiyor.
Ayşe’nin avukatı Şada Muhammed Nasır ise yapılan şeyin “evlilik” değil, “tecavüz” olduğunu söyledi.

Yemen, bilindiği gibi Müslüman bir ülke. Domuz eti ve alkol yasak. Faiz yasak. Çünkü bunları yasaklayan açık ve net ayetler var ve Yemen, resmen şeriatla yönetilen bir ülke. Halbuki çocuklarla evlilik söz konusu olduğunda bu türden net yasaklar bulamıyoruz. Allah, bu kız çocuğunun bu şekilde imtihan edilmesini uygun görmüş olsa gerek.

Henüz okumadıysanız: İslam ve Pedofili ve Tanrı ve kötülük

Abiyogenez şifresini kırmaya az kaldı

Abiyogenez, hayatın kökenini açıklamaya çalışan alt bilim dalıdır. Daha doğru bir tanımla, yaşamın, canlı olmayandan nasıl oluşmuş olabileceğini bulmaya çalışan alt bilim dalıdır.

Bilindiği gibi, Dünya’daki hayatın kökenine dair bugün henüz net ve kesin bilgilere sahip değiliz. Fosil kanıtlarının yetersizliği, dünyanın 4.5 milyar yılda geçirdiği değişim gibi engeller, tam olarak yaşamın nasıl başladığını öğrenmemizin muhtemelen sonsuza dek önünde duracak engeller.

Bugüne kadar çeşitli abiyogenez teorileri ortaya atılmıştı. Miller deneyi (çorba teorisi), deniz altındaki sıcak su kaynakları teorisi ve en önemlilerinden RNA’nın önce oluştuğunu söyleyen RNA dünya teorisi bunların başlıcaları.

Yeni bir araştırma, laboratuvar ortamında, tamamen cansız moleküllerin evrim geçirerek değişmeye uğradıklarını gösterdi. Bu evrim geçirerek daha karmaşık yapılara kavuşan enzimler gerçek anlamda “canlı” değiller. Kendi kendine çoğalan bu yapıların özelliği, kazandıkları ve ortama uyum sağlamakta işlerine yarayan özellikleri sonraki nesillere aktarabilmeleri. Bu keşif, ileride sürecin tam olarak nasıl işlediğinin anlaşılabileceğine dair umutları artırıyor.

Elbette canlıları bir Tanrı’nın yaratıp dünyaya koyduğunu düşünen insanların söyleyeceği ilk şey “dünyada hayatın nasıl başladığını 100% kesinlikle söyleyemezsiniz, çünkü zaman makinesiyle gitmeniz ve olay olurken orada olup gözlemlemeniz gerekir – bu da imkansız!” olacak.

Bu tür deneylerin ya da teorilerin amacı 100% kesinlikle ne olduğunu göstermekten ziyade, bu olayın mümkün olabildiğini göstermektir. Şöyle bir örnek vereyim.

Bir gökdelenin tepesinde bir adam olduğunu varsayalım. Bu adam oraya nasıl çıktı diye soralım kendimize. Olası cevaplar.

1-Adam binaya girdi, asansöre bindi, en tepeye çıkıp merdivenle çatıya çıktı.

2-Adamı bir helikopter oraya bıraktı.

3-Adam bir uçaktan atladı ve paraşütle süzülüp çatıya indi.

4-Adam en tepeye Süpermen gibi uçarak çıktı.

Adam en tepeye çıkarken orada olmadığımız için 100% kesinlikle nasıl çıktığını bilemeyiz. Ancak ilk 3 şıkkın olabilirliğini gösterebiliriz. 4. Şıkkı ise ne kadar denersek deneyelim gösteremeyiz. Abiyogenez  teorileri ilk 3 şıktaki gibi açıklamalardır. Teorileri test eden deneyleri yapanlar da tıpkı asansörle çatıya çıkıp “bakın ben de çıktım, o adam da öyle çıkmış olabilir” diyen birisinin yaptığını yapmaktadırlar. “Bunu biz laboratuvarda yapabiliyoruz, doğada da bu şekilde olmuş olabilir” demektedirler.

Mantıklı ve makul bir insan, olabilirliği somut örneklerle gösterilmiş senaryoları bir yana bırakarak 4. şıkkı seçmez. Ne yazık ki, “Tanrı yaptı” hipotezi, dünyadaki yaşamın kaynağı söz konusu olduğunda 4. şıkkımızdır. Ve yine ne yazıktır ki, insanlığın çok büyük bir bölümü, yaklaşık olarak buna inanmaktadır.

Yararlı değişinimler (mutasyonlar)

Bilim Güncesi’ndeki dostlarım beni Evrim inkarcılarının sık sık tekrarladıkları  “ama organizmaya faydalı mutasyon olmaz, mutasyonlar hep zararınadır organizmanın, sakatlığıa sebep olur” yalanını ele alan güzel bir makaleden haberdar ettiler.

Değişinimler (mutasyonlar), canlılardaki çeşitliliğin ana kaynağıdır. Bir gendeki değişinim, canlının bulunduğu ortamda yaşama ve çoğalma şansını artırıyorsa sonraki nesillerde daha çok canlıya geçerek o genin topluluktaki sayısını artırır. Bulunduğu canlının çoğalma şansını azaltan değişinimler ise daha az canlıya geçtikleri için ayıklanırlar. Yararlı değişinimlerin birikmesi, zararlı olanların ayıklanması sayesinde, bulundukları ortama daha iyi ayak uydurmuş canlılar gelişir.

Değişinim denince akla önce zararlı etkiler gelse de birçok yararlı değişinim vardır ve oluşmaktadır. Bu yazıda önce bilim adamlarınca incelenmiş yararlı değişinim örneklerinden dördünü aktarıyor, ardından değişinimlerin moleküler temeli hakkında bilgi veriyorum.

Yazının devamı için Bilim Güncesi‘ne buyrun.

Bloom kutusu

Önceki akşam Amerikan CBS televizyonunda yayınlanan bir program çok ilginç bir konudan bahsediyordu. Bloom Energy isimli şirketin geliştirdiği bir tür pil, elektrik üretme yöntemlerimizde devrim yaratacak deniyor. Elinize sığacak kadar ufak küpler, bir evin elektrik ihtiyacını karşılayacak enerjiyi, herhangi bir salınım olmadan üretiyor.

Bloom kutuları

Videoda pillere dair detayları tasarımcı K. R. Sridhar anlatıyor. Google, Fedex, Ebay gibi büyük şirketler bir kaç aydır bu pillerden oluşan büyük sistemleri test ederek kullanıyorlar. Henüz detaylı açıklama yapılmış değil, bilinenler bu bir kaç dakikalık videoyla sınırlı –  ancak şirketin sitesinde yarın (24 Şubat Çarşamba) günü bir açıklama yapılacağı yazıyor.

Belki gerçekten de bu sefer doğayı kirletmeden enerji üretebilmenin bir yolu bulunmuştur. Esas gürültü koptuğu zaman muhtemelen hepimizin haberi olacaktır.

Umarım bu da bir başka Erke dönergeci olmaz.

Haberi şuradan izleyebilirsiniz.

Düşmanını biraz daha tanı

Evet, dün başladığımız yazıya devam ediyoruz.

allah ın müthiş bir sırrıdır insanların ateist olmaları.
bu müthiş yaratılışı, kainattaki kusursuzluğu, yaratılış harikalarını, allah ın açık varlığını kavrayamıyor olmaları allah ın çok olağanüstü bir mucizesidir.
iman etmemeleri de onların kaderindedir. onlar bunu bilmez, söylesek muhtemelen alay ederler. ama bu açıktır. allah ın bir ayetidir onların varlığı.
müslümanların imanlarının güçlenmesine, neden iman ettiklerini tekrar tekrar düşünüp kendi içlerinde teyit etmelerine, allah a kendilerine iman nasip ettiği için şükretmelerine vesile olurlar.
şükür vesilesidir onların varlığı.

Çok dokunaklı. Ama buradaki problem kaderimizde olan bir şeyin özgür iradeyle seçilememesi sanırım. Kainattaki kusursuzluk derken neyle kıyaslıyor arkadaş çok merak ediyorum. Yaratılış harikaları derken insanı mı kastediyor? Bunlar teleolojik argüman sadece. Eh, madem varlığımız Allah’ın emri, o halde dertlenmeye gerek yok, Allah’ın ilginç planındaki piyonlarız sadece. Kendi seçimimiz olmayan bir rolü oynuyor ve kitaba göre bu bize zorlanmış rol yüzünden ceza alacağız. Komutanın askerine “git düşmanı öldür” dedikten sonra “vay cinayet işledin, vurun bunu” demesi gibi bir senaryo geliyor aklıma.

aslında yaratıcının varlığına inanmamakla birlikte kuranın mucizeleri karşısında o ayetler uzaylılar tarafından söylendi diyecek kadar kafaları karışmış olmasındandır.

Hangi mucize? Harun Yahya’nın esnetmeyle çarpıtmayla uydurduğu mucizeler mi? Birazcık kurcalanınca ufalanıveren mucizeler mi? Formüle uydurabilmek için Kuran’dan ayet atılmalı diyen 19 mucizesi mi? Yoksa numerolojik ve her kitapta bulunabilen türde mucizeler mi? Spesifik olun yahu biraz?

kendi iradesi dışında, kendinden üstün bir varlığın*, kendisini yaratmış olduğu gerçeğini kendine yakıştıramama/yedirememe durumu bu sebeplerden birisi olabilir.

daha sade bir ifadeyle; (bkz: kibir)

Yine yanlış. Ateistlerin derdi, evreni yaratıp giden deist tanrı modeliyle değil. İlkel ahlak öğretilerine ve bugün kabul edilemez sosyal kurallara sahip kitapların yazarı olarak gösterilen teist tanrı modeliyle. Kıskançlık, onaylanma ve tanınma gibi insanı özellikler gösteren, türlü paradokslara sahip tanrı modeliyle. Bir de hala anlayamadığım şey bu “kibir” mevzusu.

Ateistlerin dünya görüşüne insanlar inanılmaz büyüklükteki bir evrende yaşayan minik canlılar. Bir kumsaldaki kum tanesinin üzerinde yaşayan mikro organizmalar kadar yerimiz yok aslında evrende. Evrenin ömründe kıvılcım kadar bir zamanda var olup sonra tamamen yok oluyoruz. 400 milyar bilinen galaksinin bir tanesindeki yüz binlerce yıldızın etrafında dönen belki milyonlarca gezegende yaşayan milyarlarca canlı türünün sadece bir tanesi ve an itibariyle 6 milyar nüfusa ulaşmış bir türün bireyleriyiz. Dünya üzerinde kapladığımız yer ne kadar ki Evren’de kapladığımız yerden bahsedelim? Ama buna rağmen, Evren’in bir peygamberin yüzü suyu hürmetine yaratıldığına inanan, öldükten sonra sonsuza kadar mutluluk ve refah içerisinde yaşayıp tüm bu kainatı yaratan varlığın teker teker bizimle özel olarak ilgilendiğine inanan insanlar bizi kibirle suçluyorlar ya, hakikaten akıl almaz bir durum.

allah kuran da açıkça beyan etmiştir insanları ne için yarattığını:ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım…bu ayet ile de anlaşılıyor ki yaratılma sebebi kulun kendi iradesiyle olacak bi durum değildir…bir sebep üzere yararttım demektedir yaradan…ve bu nokta da adil olma veya olmama feslefesi gündem oluşturamaz…ki bu ne kadar adil diye sorgulayan insan ateist olamaz çünkü bir gücü bir yaratıcıyı kabul etmiş ve kabul ettiği yaratıcının adaletini sorgulamaktadır.*…kullara seçim hakkı dünya da verilmiştir…dünya bir sınavdır ve bu sınavda herkez eşit durumdadır irade babında…adalet sağlanmıştır…yani yaratılmadan önce kimseye hiç bir kula yaratılmak istermisin diye sorulmamıştır yaratılma sebebi belirtilmiştir ve bu uygulama herkez için aynı olduğundan adil değil demek adil değildir…*

(üstteki alıntıdaki yazım hataları sahibine aittir)

Demek ki İslam’ın tarif ettiği tanrının ibadet edilmeye ihtiyacı veya kendisine ibadet edilmesi isteği var. Koca evreni yoktan yaratabilecek güçte ve karmaşıklıkta bir varlığın istediği şeye bak – bana ibadet etsinler. Burada eleştiren kişi, “adalet” meselesinde ateistlerin neyi eleştirdiğini anlayamadığı için söyledikleri hep boşa gidiyor. Ateistlerin adaletle ilgili eleştirdikleri nokta aşağı yukarı şu şekildedir: “Evreni yaratan varlığın – şayet varsa – dinlerde anlatılan varlıkla aynı olma ihtimali, bizzat dinlerde yapılan tanrı tarifinin sonsuz güce ve bilgiye sahip bir varlıktan çok, yazıldığı döneme ait görüş düşünce, adalet anlayışı ve ahlaka sahip bir insanın profiline benzemesi sebebiyle çok düşüktür”. Tanrı şayet varsa, insanlar yaratılmadan önce kaderlerini bildiğinden, bazı insanları, sonsuz cehennem azabı çekeceklerini bile bile yaratmaktadır. Bu da, hiç adil değildir. İlgili yazılar için Tanrı ve Kötülük ve Özgür İrade okunabilir.

cogu ateist sunu idda eder, niye savaslar var , niye yoksukluk var, niye aci var, niye insanlar oluyor, allah varsa bunlar niye oluyor ?

iste insanlik adina ateistlesirler.

sanki dunyada acisiz,olumsuz bir cag yasanmis yada yasanacak gibi konusuyorlar,yaniliyorlar.

Saman adam argümanı. Dünyada acısız ölümsüz bir çağ yaşanıp yaşanmamasının bu sorunla hiç bir ilgisi yok. Zira dünyada hiç bir acı yaşanmasa bu tanrının varlığına doğrudan kanıt olmayacak. Buradaki eleştiri “Tanrı varsa niye kötülüğe izin veriyor” şeklindedir. Yine Tanrı ve Kötülük yazısında detaylar mevcut.

ibadetlerin zor gelmesi, vucudu kasması.

Eh, 60-70 yaşında dedeler ibadet edebiliyorsa, herkes edebilir. Kimse “ay belim ağrıyor” dediği için cehennem azabını riske almaz gibi geliyor bana.

sadece tembellikten bir insan ateist olur ; “ulan allah yok peygamber yok günah yok sevap yok.karışan yok görüşen yok ,hayat ne güzel.” (*)diye düşünürler muhtemelen. bunların ateist olmalarında yarım felsefenin de etkisi vardır muhtemelen. netekim hegel bir konuşmasında bakın ne diyor ;

“yarım felsefe insanı tanrı’dan uzaklaştırır (nitekim bilgiyi takribi bir hakikatten ibaret kılan bu yarım felsefedir); hakiki (tam) felsefe ise insanı tanrı’ya götürür”

“her şeyden evvel ilme güven, akla iman, yani güven ve inançtan başka bir şey istemiyorum. gerçeğe cesaret, mutlak ruhun (geis) gücüne iman, felsefe öğreniminin ilk şartıdır. i̇nsan kendisine saygı göstermeli ve en yüce varlığın değerini takdir etmelidir”

Bu şekilde “oh karışan görüşen yok” diyen arkadaşların imanlarının kendilerini kötü şeyler yapmaktan alıkoyan bir fren mekanizması olduğunu ister istemez düşünüyorum. Kendilerine sormak istediğim soru “seni hırsızlıktan, tecavüzden, katliamdan, acıya sebep olmaktan, mutsuzluğa sebep olmaktan alıkoyan yegane şey din mi?”. Eğer cevap “evet” ise, hemen profesyonel yardım (hayır, cami hocası değil, psikiyatrist, nörolog vs) almalarını öneriyorum. Başkalarına ve kendilerine herhangi bir zarar vermeden.
Hegel’den alıntı yaparak argumentum ad verecundiam yapmış, ama alıntı yaptığı Hegel, her ne kadar zeki bir insan olsa da 16.yy’daki hakim düşüncenin (Hrıstiyan dogması) esiri olarak İsa’nın öldükten 3 gün sonra tekrar dirildiğine de inanmıştır. O yüzden kendisinin “yeterince düşünen kişi Tanrı’ya varır” çıkarımı şaşırtıcı değildir. Kaldı ki, eğer Hegel bugün yaşasaydı ve “ilme güven, akla iman”da ısrar etseydi ve bugün bildiklerimizi bilse idi, o da ateist olabilir, ya da en azından dinlerin bolca atmasyondan ibaret olduğunda bizimle hem fikir olabilirdi.
turan dursun okumakla başlanan sonra evrim teorisine merak sararak komunist olmakla tamamlanan sürectir
Turan Dursun kartı çok oynanır dindar cemaatte. Turan Dursun’un dinle ilgili yalanlar yaydığı, çarpıtmalar yaptığı söylenir hep. Ama bugüne kadar Turan Dursun’un güvenilirliğine ve bilgisine gölge düşürecek tek bir çürütmeye rastlamadım. Evrim teorisi bilimsel bir gerçeği açıklayan teoridir. Merak saldığınız takdirde, dünyadaki canlılığın işleyişiyle ilgili bilgiler edinirsiniz. Faydalıdır tavsiye ederiz. Komünizm kısmını anlayamadım, ama sanırım Sovyet dönemi komünizminde organize dinlerin yasak olmasına atıfta bulunuyor. Sovyetlerin dinle ilgili tutumlarına gelene kadar eleştirilecek çok şeyi var. Ateistlerin bir çoğu sol görüşlüdür, ama komunizm ateistlerin ortak ve belirleyici bir özelliğidir denemez.
Bugünlük de bu kadar yeter. Yarın vakit olursa biraz daha yazarım.

Düşmanını tanı

Belki biliyorsunuzdur, Ekşi Sözlük benzeri bir site var, ihlsözlük isminde. “ihl” bildiğim kadarıyla İmam Hatip Lisesi’nin kısaltması. Özetle “İmam Hatip Lisesi Sözlük” şeklinde bir isme sahip bir site. Bu sitede “Ateist olma sebepleri” isimli başlığa bakınıyorum bir kaç gündür. Görebildiğim kadarıyla, bu sitede yazan çoğunluğu inananlardan oluşan kişilerin neredeyse hiç birisi bir insanın niye ateist olabileceğini anlayamamışlar. Arkadaşlara yardımcı olabilmek adına, bazı “sebep”leri ele alıp niye hatalı olduklarından bahsedeceğim. An itibariyle 200 küsür madde var o yüzden tamamını ele almak hem çok vaktimi alır, hem de sıkıcı olur.

Başlamadan önce buradaki “düşman” benim ihlsözlük’tekilere düşman olduğum anlamına gelmiyor, doğrudan onlara yaptığım bir hitaptır “düşmanını tanı” cümlesi. Zira dinlerinin emrettiği üzere, düşmanları ben ve benim gibi düşünenler. Tersi geçerli pek değil.

ya beyine oksijen gitmiyordur, birkac tahtasi eksiktir kafada,

ama en önemlisi hic dayak yememistir ateist egilimli arkadaslar..

Dayakla müslüman olmuş sanırım arkadaş.

kişinin, arkadaşları arasında kabul görememe kaygısı.

Hmm, nasıl arkadaşlar olduğuna bağlı tabi ama, bu işi epey kurcalamış birisi olarak bence kaygılanılması gereken şey ateist olduğunu açıkladıktan sonra arkadaşların tepkileridir. Genellikle bu iş tersine işler. Ateist olduğunu açıklamak, genellikle arkadaş bildiğiniz insanların sizden uzaklaşmasına sebep olmaktadır günümüzde.

(bkz: vicdan)

ağır geliyordur vicdan. yanıyordur içi. o da soğutuyordur. kur’an dan ayetleri makaslayıp, içine su serpiyordur. yazık…

Tanrılara inanmanın ya da inanmamanın vicdana nasıl bir etkisi var bilemiyorum. Vicdan, dine inancı terkettikten sonra en azından bende ortadan kaybolan bir şey olmadı. “Oh be Allah yok, o zaman gidip şu dilenci çocuğa bir tekme atayım” ya da “Haiti’de deprem olmuş, amaan bana ne zaten tanrı da yok” gibi bir şey dediğimi hatırlamadığım gibi, aksine “Allah’a havale etmek” gibi faydasız bir şeyin bilincinde olduğum için daha çok aksiyon almama sebep oldu dine ve tanrıya olan inancı terketmek. Eğer dünyada bir değişiklik olmasını istiyorsam, bunu dua ederek, vah vah diyerek değil harekete geçerek gerçekleştirmem gerektiğini biliyorum. Kaldı ki, vicdanımın beni yapmaya zorladığı şeylerin sonucunda cennet gibi bir ödül de yok. İyilik yap denize at derler ya, öyle bir şey benim için. Peki, herhangi bir ittirici kuvvet ve ödül olmadan yaptığım şeyler tanrıdan gelmiyorsa inanmaktan gelmiyorsa nereden geliyor?

Bir de Kuran’dan ayet makaslama hadisesi var. Blogda çeşitli zamanlarda bu “cımbızlama” meselesinden bahsettik. Bu cımbızlama kartı, dinciler için bir nevi joker kartıdır. Kuran’da bariz bir şekilde kabul edilemez bir ayet oldu mu “ama sen onu cımbızlamışsın” der kaçarlar. Doğrusunu göster dendiğinde ise esnetmeler, 2.cil 3.cül kaynaklarla esas anlamı yumuşatmalar başlar. Bunun böyle olduğunu defalarca gördükten sonra bu “cımbızlama” bahanesi artık gülünç geliyor.

(bkz: cahillik)
(bkz: kendini kandırma)
(bkz: şeytan)

Cahillik nasıl bir sebep olabiliyor tam anlamıyorum. Günümüzde eğitim sistemi ve sosyal düzen, insanların minimum bir din eğitimi almalarını ve dinin en kabul edilebilir en güzel taraflarını öğrenmeyi şart koşuyor. Bir kere okullarda zorunlu dini eğitim var. O zorunlu eğitimler de herkesin bildiği üzere çocukların uykusunu kaçıracak İslam’la ilgili gerçeklerin cımbızlanarak ayıklandığı bir müfredattan oluşuyor. Ateistlerin ise bir çoğu resmi eğitim sonucu aldıkları bilgilerle yetinmeyip İslam’ın ana kaynaklarını karıştıran, Buhari’den Taberi’den haberdar olan insanlar. Ateizm kim ne derse desin önemli bir mesai istiyor. Dinle ilgili problemleri öğrendikten sonra, evrenin işleyişiyle ilgili önceden dinin doldurduğu delikleri kapatmak için de çalışmak gerekiyor. Sadece İslam değil, 3 büyük dinin anlattığı türden bir tanrıya dair Hrıstiyanların ve Yahudilerin de geliştirdiği ve İslam’ın da kullandığı argümanları öğrenmek, bunların zayıf noktalarını keşfetmek de gerekiyor. Lise bitene kadar size dayatılan fikirleri teker teker ele almak ve doğruyu bulmak uzun bir iş. Eğer bilgiyle alakalı bir “sebep” gösterilecekse bu cehalet değil, “gereğinden fazla bilme” olabilir ancak.

ebeveynlerin ateist olması sebebiyle çocuğun yetiştiriliş ( belki de yetiştirilmeyiş ) tarzının ateist anlayış olması ( yetiştirilme )

ve/veya yaşanılan yerin inançla bağlantısını koparmış yaşam biçimine sahip olması ( çevre )

ve/veya almış olunan laik, seküler eğitim ( eğitim-öğrenim )

ve/veya bilinçli/bilinçsiz allah’tan başka bir ilaha sahip olunması ( iman )

ve/veya nefsin istediği her şeyi yapmak, hiç bir kural bütünü ile kısıtlanmamak istenmesi ( arzu-istek )

ve/veya görülen sosyal etkilerin, din adına yapılan çarpık uygulamaların isyan ettirmesi ( olumsuz örnek )

ve/veya kur’an’dan habersiz olunması ( cehalet )

ve/veya yaşanılan kötü olayların manevi dünyada üstesinden gelinememesi ( maneviyat )

Ebeveynler ateist ise çocuğun ateist olma ihtimali yüksektir. Ancak ebeveynler dogmatik değilse çocuğa kendi araştırmasını yapmasını ve kendi kararını vermesini söylerler. Dogmatik dinleri karşısına almış insanların muhtemelen en son yapmak isteyecekleri şey dinlere benzer bir tutum içerisine girmektir.

Laik eğitim elbette önemli bir unsur. Ancak doğru bilginin neredeyse her zaman doğaüstü elementlerden arındırılmış olmasının ışığında, doğru bilgiyi edinebilmek için başka türlü bir eğitim düşünemiyorum. Belli bir noktaya gelip “bundan sonrası Allah’ın işidir, karışmak olmaz” diye araştırma hevesini baltalayıcı bir tutum inançlı ama cahil bir nesil yetiştirir. Hatta bu şekilde bir eğitim gördükleri için cahil kalmış halklar günümüzde de mevcuttur.

Allah’tan başka ilah’a sahip olan kişi ateist değil, başka bir dine inanan birisidir. Hindu’dur mesela. Ya da animisttir ne bileyim. Ateist değildir.

Arzu-istek, ya da popüler söylemle “nefis” de pek geçerli bir sebep değil. “Ben içki içmek istiyorum o halde Allah’a inanmayı bırakayım” diyen hiç bir ateistle karşılaşmadım. Ancak günaha girdiğini bile bile bolca alkol tüketen tonla müslüman var. Tanrı inancı ve dünyada dinen yasak olan şeyleri yapmak arasında doğrudan bir bağlantı yok. Tanrı inancı evrenin yaratılışı, insanın ortaya çıkışı ve dinleri getirdiğini iddia eden peygamberlerle ilgili bir olay. Evreni yaratan-tasarlayan şeyin akıllı bir varlık olduğunu düşünmeyen, peygamberlerin doğrudan o tür bir varlıkla konuştuğuna inanmayan insanlar ateist olur. Bunların emirleri ve yasakları çok sonraki aşamalardır. Ateistin işi kaynakla, kaynaktan çıkan suyla değil.

Dine inananların olumsuz örnekleri elbette bir sebep olabilir ancak, dünya üzerinde muhtemelen “bu müslümanlar çok kötü” diyerek dinden ayrılan insana kıyasla “bu müslümanların yaptığının dinde yeri yok, Allah’ım onları doğru yola döndür” diyen müslüman vardır. Yine kaynak-su meselesi. Ateist’in derdi kaynakladır, kaynaktan çıkan suyla değil. Olumsuz örnekler su gibidir, kaynaktan aktıktan sonra kirlenebilir, ama kaynak temiz değilse orada problem vardır.

Kuran’dan haberdar olunmaması kısmından daha önce bahsetmiştik.

Yaşanılan kötü olayların üstesinden gelinememesi insanı ateizme değil, bunalıma sürükler. Hatta, benim görüşümce ateistlerin kötü olaylarla baş etme olasılığı daha yüksektir. Bir ateistin başına gelen kötü olayların arkasında bir plan, bir “hayır” ya da bir tür “ilahi adalet” yoktur. Sadece bize ne olup bittiğiyle ilgilenmeyen bir evren vardır. İnsanlar 400 milyar galaksiden oluşan bilinen evrendeki Samanyolu galaksisinde bulunan yüzbinlerce yıldızdan birisi olan Güneş’in 9 gezegeninden birisinin 5%lik kısmından ufak bir kısmında yaşayan milyarlarca organizmadan birisidir. Hayat adil, ya da şefkatli veya hain ve gaddar değildir. Hayat ve Evren’le ilgili söylenebilecek en yerinde şey bence “umursamaz” olduğudur. Başımıza güzel şeyler de gelse, kötü şeyler de gelse Evren’in umurunda olmaz. Eşya’nın tabiatı budur. Başımıza gelen kötü şeyler de bu Evren’in bir parçası. Bunu bilip, kabul edip hayata devam etmeye çalışmak, benim nacizane görüşümce yaşanan kötülüğün bize bir ders olması, işlediğimiz günah için bir ceza olması, başka insanlar için ibret olması ya da bir “büyük plan”ın bir parçası olmasına kıyasla daha kabul edilebilir bir tutumdur.

1 – isyankar ayaklarına yatarak kız tavlayıp rahatça zina yapmaktır… bu en büyün nedendir…

2 – dikkat çekmektir… aile içi şiddetle yada ezik şekilde büyüyenler insanların en kutsalına karşı gelerek hayattan intikam aldığını düşünür…

3 – muhtemelen ateistim dediği için bir şekilde para kazanıyordur…

4 – delidir…

Şu ana kadar okuduklarımdan en komiği buydu. Demek ki arkadaş bir şekilde dinin yalan olduğunu öğrense ilk yapacağı şey kız peşinde koşmak. Eh cennetinde hurileri olacağını uman bir düşünceden farklı bir şey beklemek gerçekçi olmazdı zaten.

2. Maddede aslında doğru bir noktaya parmak basmış. Anne babaya kızıp, onların kutsalına karşı gelmek bir sebep olabilir. Ancak tersi de mümkün. Ateist bir ailede yetişen ve ilgisiz kalan çocuğun sırf anne babasından intikam alabilmek adına tarikata girmesi de mümkün. Hatta bu blogda da epeyce andığımız bir şahsiyetin tarikatı genellikle bu türden gençleri hedef alıp onlara şefkat göstererek mürit topluyor 🙂

Ateist olduğu için para kazanan kimseyi tanımıyorum ama inançlı geçinmek bugünlerde Audi Q7 cip’e binmeye giden en emin yol sanki.

Deli derken? Size tepside servis edilen bilgilerden şüphe edip aslını araştırmak için vakit ve enerji harcamak delilikse, evet zırdeliyim.

Bu sözlük başlığındaki “sebeb”leri ara ara ele alacağım. Bugünlük bu kadar.

Şu ana kadar