Akupunktur işe yarar mı?

Akupunktur yıllardır ülkemizde ve muhtemelen yüz yıllardır uzakdoğuda uygulanan bir tedavi şekli. Elbette bir şeyin sadece eski olması onu etkin yapmıyor.

Akupunktur’un işe yararlığına dair test yapmanın – daha doğrusu sağlıklı test yapmanın bir zorluğu var o da çift kör deneylerin imkansız olması. Normalde hap ya da şurup gibi ilaçlarla yapılan çift kör deneylerde, bir grup hastaya gerçek ilaç verilirken bir gruba şeker hapları verilir ve ne doktorlar ne de hastalar kimin hangi ilacı aldığını bilmezler, sadece ilaç aldıktan sonraki gelişmeler kaydedilir.

Böylece plasebo etkisinin önüne geçildiği gibi doktorların bias etkisi de önlenmiş olur ve eğer verilen ilaç gerçekten etkiliyse bu durum kolaylıkla farkedilir.

Akupunkturda gerçek tedavi iğnelerle yapıldığı için bunun gerçek olmayanını yapmak çok zor. Yapılabilecek yegane şey, akupunktur uzmanlarının iğneleri doğru yere batırmasını sağlarken, plasebo grubunda iğnelerin rastgele yerlere saplanması şeklinde olacaktır. Ancak bu konuya birazdan tekrar döneceğim.

Bir ilacın etkinliğine dair testleri bir araya getiren Cochrane Reviews, X bir konuyla ilgili tüm bilimsel araştırmaları bir araya getirerek bunları tekrar inceler ve o konudaki bilimsel araştırmaların toplamının söylediği şeyi (bu ilaç etkilidir, bu tedavi etkisizdir, bu konuda birbirini yalanlayan araştırmalar var yani daha çok araştırma gerekiyor) özetler.

Cochrane Reviews’da akupunukturla ilgili araştırmalara baktığımızda şu şekilde bir tablo’yla karşılaşıyoruz *:

Vasküler demans * : Randomize kontrollü deneylerde vasküler demans hastası kişilerin akupunkturdan fayda gördüğüne dair bir kanıt yoktur.

Şizofreni *: Sınırlı bulgulardan muğlak bir sonuç çıkıyor. Bulguların bir kısmı anti-psikotik ilaçlarla beraber uygulandığında akupunktur’un faydalı olduğunu gösterirken bu çalışmalar küçük çaplı olduklarından güvenilirlikleri az. Şizofreni tedavisinde akupunktur’un faydalı olduğunu söyleyebilmek için daha detaylı ve kapsamlı araştırmalara ihtiyaç var.

Yüz felci *: Var olan çalışmalardaki düşük kalite ve bulunan hatalar sebebiyle sağlıklı sonuçlara varmak imkansız. Konuyla ilgili daha yüksek kaliteli çalışmaların yapılması gerekiyor.

Sigara bağımlılığı: Çalışmalardan akupunkturun sigarayı bırakmada yardımcı olmadığı görülüyor.

Migren: Çalışmalarından toplamından anlaşıldığı kadarıyla akupunktur migren hastalarına iyi geliyor. Ancak iğnelerin yerleştirildiği noktaların önemli olmadığı görülüyor. (Akupunktur uzmanlarının “doğru” yerlere yerleştirdiği iğneler ve rastgele noktalara yerleştirilen iğnelerin aynı etkiyi yarattığı gözlemlenmiş).

Kokain bağımlılığı: İncelenen çalışmalarda kulak akupunkturunun kokain bağımlılığını tedavi edici bir özelliği görülememiştir.

Glokom (göz hipertansiyonu): Akupunturun etkinliği görülmedi.

Tansiyona bağlı baş ağrısı: Eldeki veriler akupunkturun bu tür baş ağrılarına karşı işe yaradığını söylemektedir.

Depresyon: Akupunkturun depresyon tedavisinde işe yaradığına dair yeterli kanıt yok.

Uykusuzluk/Insomnia: Bu hastalığınt tedavisinde akupunkturun etkin olduğunu söyleyebilmek için daha kapsamlı araştırmalara ihtiyaç vardır.

Epilepsi: Akupunkturun epilepsi hastalarının tedavisinde etkin ve güvenli bir yöntem olduğu henüz ispat edilebilmiş değildir.

11 çalışmadan 2 tanesi akupunkturun etkili olduğunu söylüyor. Eğer bu iki çalışmadan rastgele batırılan iğnelerin kontrol olarak kullanıldığı deneyi pozitif sonuç olarak kabul ederseniz.

Akupunktur noktaları

Peki niye bir çok insan akupunkturun etkili olduğunu düşünüyor?

Bunun sebebini sanırım biliyorum. Yıllar önce bir kere ben de akupunktura gitmiştim. Burada diğer doktor ziyaretlerinde karşılaşmadığım bir kaç noktanın bu deneyimin etkili bir plasebo olduğu kanaatine varmamda etkili olduğunu düşünüyorum.

1-Akupunkturcular genellikle hastanın şikayetiyle ilgili bilgi alırken her türlü detayı duymak isterler. Hastalar sıkıntılarını anlatırken hem birisinin dertlerini pür dikkat dinlemesinden hoşnut olurlar hem de sıkıntılarını anlatmak kişinin psikolojik olarak rahatlamasını sağlar.

2-Akupunktur esnasında odada güzel esanslar/tütsüler yanar, rahatlatıcı müzik çalar, uzman tatlı sohbetle hastasını oyalar.

3-İğneler yerleştirildikten sonra hasta bir süre loş ışıkta bekletilir, ben 40 dakika kadar iğnelerle yarı karanlık odada New-Age müzik dinlemiştim. Bu bile kendi başına rahatlatıcı bir deneyim.

4-İğneler çıkarıldıktan sonra vücut deriye batırılan yabancı cisimlerden kurtulduğu için gevşer. Bu kısmı bilimsel olarak ne kadar doğru emin değilim, ama akupunktura gittiğim yegane seferde en çok rahatladığım an iğnelerin çıkarıldığı andı. Hemen ertesinde de iğne batırılan yerler (sırtım ve belim) masaj yağıyla ovulmuştu.

Bu türden bir deneyim elbette ki sıkıntıları olan bir insanı rahatlatan bir deneyimdir ve aslında herhangi bir tedavi edici etkisi olmasa bile akupunkturun saydığım rahatlatıcı süreci kişinin rahatlamasına sebep olan şeyin tüm süreçten ziyade sadece iğneler olduğu düşüncesine varmasına sebep olur.

Özetle akupunkturun herhangi bir tedavi edici etkisi ispatlanmadığı gibi, süslü bir plasebo olduğunu düşündürecek bir çok özelliği vardır.

Cochrane raporuyla ilgili kısmı şu makaleden tercümedir.

Niye Müslümanlar dinlerini bilmezler?

Geçen gün bir arkadaşım bu soruyu sordu. Niye Müslümanlar (hatta dinden bağımsız olarak bir çok inanan) inandıklarını söyledikleri ve hayatlarını az veya çok kaidelerine göre yaşadıkları dini bilmezler?

Bunun sebebi eğitim sisteminin, dini öğretirken manavdan taze meyveleri seçip çürükleri bırakırmış gibi dinlerin kabul edilebilir ve güzel yanlarını seçerek, çürük meyvalarını es geçmesi.

Bugün Türkiye’de ve bir çok diğer ülkede Din dersi veriliyor, hem de 10-12 yaşlarından başlayarak (çoğu zaman daha da erken). Bu eğitim müfredatlarının benim bildiklerimin hiç birisi öğretilen dinin kutsal kitabının tamamını okumayı içermiyor. Türkiye’de okumuş olanlar bilirler, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi (ki ikisinin bir arada veriliyor olması da ayrı komedi gerçi) derslerinde İslam tarihi ve Kuran’dan sadece bölümler okutulur. Halbuki edebiyat derslerinde genellikle liselerde bir kaç kitabın baştan sona okunması ve özet çıkartılması dönem ödevi olarak verilir. Yani öğrenciler hayatlarını kaidelerine göre yaşadıkları dinin kutsal kitabını baştan sona okumak yerine 200 sene önce ölmüş roman yazarlarının kitaplarını baştan sona okuyup özetler çıkartıyorlar.

Bunun sebebi elbette belli, bir çok makul insan baştan sona Kutsal kitapları okuduğu zaman en hafif tabirle şüpheleri oluşuyor. Tabi ki organize dinlerin istemediği bir durum. Bu yüzden de Kuran, İncil, Tevrat’ı baştan sona okumak Din derslerinde söz konusu bile değil. Kuran’ı baştan sona okuyup akıllarına yatmayan yerleri öğrencilerin öğretmenlere sorduğunu bir hayal edin. 20 senede toplumdaki inanan nüfusu ciddi biçimde azalır gibi geliyor bana.

Eğer seçmece yapacaksak Scientology kitapları bile makul birer din ve ahlak dersi olarak okutulabilir.

Sıkıysa baştan sona ne olduğunu öğretsinler.

Ama yemez tabi. Din henüz o kadar dürüst değil.

Şili’li madenciler

Muhtemelen herkes bir aydır yerin altında mahsur kaldıktan sonra yüzeye çıkartılan Şili’li madencilerin haberini duymuşsunuzdur.

33 madenci Şili devlet otoritelerinin 2 aydan süren çalışması sonucunda nihayet geçen hafta kurtarıldı.

Ülkemizde her sene onlarca kişinin öldüğü maden kazalarında Şili gibi Türkiye’ye kıyasla az gelişmiş bir ülkede böyle bir başarı takdire değer.

Ancak işin komik tarafı, bu kurtarma operasyonu neticesinde tekrar yer yüzüne çıkan madencilerin hayatta olmalarının çeşitli dini gruplar tarafından “Tanrı’nın mucizesi” olarak gösterilmesi. Yani 2 ay boyunca madencilere uğraşmak için kazı yapan mühendisler ve işçilerin hiç bir önemi yok, ve kurtarılan madenciler Tanrı’nın bir mucizesi öyle mi? Tıpkı doktora gidip tedavi olduktan sonra “Allah’ım sana şükürler olsun..” diye sevinmek gibi bir şey bu.

Eğer böyleyse o zaman Tanrı’nın her sene ölen binlerce madenciyi kurtarmamayı seçtiğini çıkarmamız mı gerekiyor? Daha Mayıs ayında Zonguldak’ta 28 işçi maden kazasında ölmüştü. Bırakın kurtarılmayı ikisinin cesedine bile ulaşılamadı.

Sadece Çin’de her sene resmi rakamlara göre 5000’in üstünde ölüm gerçekleşiyor.

Bu kurtarma olayını Tanrı’nın mucizesi olarak göstermek isteyenler, geri kalan binlerce ölümü de Tanrı’nın insanlara yaptığı bir eziyet olarak göstermiş olacaklarını sanıyorum idrak edemiyorlar.

“Eskiden ben de ateisttim”

Bugün ilk kez tanıştığım birisiyle nasıl olduysa konu inançlara geldi. Ateist olduğumu söyledikten sonra karşımdaki insan yüzünde bilmiş bir ifadeyle “eskiden ben de senin gibiydim, sonra gerçeği gördüm” gibi bir cümle kurdu (tam sözleri bu değildi).

Elbette yanlış insana bu lafı ettiğini anlaması pek uzun sürmedi.

“Eskiden ben de ateisttim” argümanı, çoğunlukla dinle ilgilenmeye başlamadan önceki zamanlarda konuyla ilgili hiç kafa yormamış, sonra da dinle ilgilenince meseleyi eleştirel düşünce neticesinde karar verilmesi gereken bir şey değil, sadece kabul edip daha derinlemesine öğrenilmesi gereken bir şey olarak görmüş insanların argümanıdır.

Bu insanlar “gerçeği görme” anlarından önce dinlere yöneltilen eleştirilerden habersizdir. Nitekim bugün eskiden ateist olduğunu söyleyen insana teleolojik argüman, kozmolojik argüman, Kuran’daki adaletsizlikler, ahlaken kabul edilemez şeyler ve sünnetteki akıl almaz olaylardan bahsettiğim zaman yüzündeki ifade görülmeye değerdi.

Eskiden ateist olduğunu iddia eden birisinin bu iddiası onu teizm/ateizm meselesini derinlemesine incelemiş ve ateizmin tüm eleştiri ve sorularına makul ve akılcı bir cevap vermiş birisi yapmaz. Bu yüzden ola ki bu türden bir iddiayı dile getiren birisiyle karşılaştınız, ona inananların kendilerine hiç sormadıkları soruları sormaktan çekinmeyin.

Evreni kimin yarattığını nereden bildiklerini sorun. Evrendeki kompleks yapıların niye “yaratılmış” olduğunu, bu “yaratıcı”nın Allah olduğunu nereden bildiklerini sorun. Tanrı’nın kötülüğe izin vermesiyle ilgili sorular sorun. Kutsal kitaplardaki türlü acaip olayı sorun. Peygamberlerin yaptığı söylenen türlü garip olayı sorun. Eğer gerçekten karşınızdaki kişi, bu soruları daha önce sormuş ve makul cevaplar almış/bulmuş ise sorularınızı cevaplayabilir. Ancak kendi güya aydınlanması öncesinde (ve aslında sonrasında) dine ve inanca dair bilgisi yüzeysel düzeydeyse ve tek bildiği dinlerin binlerce yıldır tekrarlanan aynı savunmaları ve iddialarıysa o kendinden emin duruşu paramparça etmeniz 10 dakikadan kısa sürer.

Ünlü Ateistler – John Lennon

John Lennon oğluyla birlikteyken

John Lennon , yaşasaydı bugün 70 yaşında olacaktı.

Lennon, ateistti. 1970’te yayınlanan ilk Beatles sonrası albümü John Lennon/Plastic Ono Band’de bulunan “God” (Tanrı) isimli şarkısında bunu gayet net bir şekilde dile getiriyordu. Nacizane sözlerini tercüme etmek istersek :

Tanrı bir kavram
acımızı ölçebildiğimiz
tekrar söyleyeyim
Tanrı bir kavram
acımızı ölçebileceğimiz

Sihire inanmıyorum,
I-çing’e inanmıyorum
İncil’e inanmıyorum
Tarot’a inanmıyorum
Hitler’e inanmıyorum
İsa’ya inanmıyorum
Kennedy’e inanmıyorum
Buddha’ya inanmıyorum
Mantra’ya inanmıyorum
Gita’ya inanmıyorum
Yoga’ya inanmıyorum
Krallara inanmıyorum
Elvis’e inanmıyorum
Zimmerman’a inanmıyorum
Beatles’a inanmıyorum
Sadece kendime inanıyorum,
Yoko ve bana
Ve bu gerçek.

Düş bitti, ama ne diyebilirim ki?
Düş bitti.
Dün, bir hayalperesttim.
Ama bugün yeniden doğdum.
Dün deniz aygırıydım (I am the Walrus şarkısına atıf)
ama bugün John’um.
Yani sevgili dostlarım,
devam etmek zorundasınız
Düş bitti.

Elbette dünyaca meşhur şarkısı “Imagine”deki dizeleri de hatırlamadan geçmemek gerek:

Imagine there’s no countries
It isn’t hard to do
Nothing to kill or die for
And no religion too
Imagine all the people
Living life in peace

Hayal et, ülkelerin olmadığını
Çok zor değil
Uğruna ölecek ya da öldürecek bir şey olmadığını,
Dinin de olmadığını
Hayal et tüm insanların
Hayatlarını barış içinde yaşadıklarını

İyi ki doğdun John Lennon!

Ateistler ve agnostikler din konusunda inananlardan daha bilgili

Aslında sadece din konusunda değil, geçtiğimiz hafta sonuçları açıklanan bir çalışmaya göre Amerika’da kendilerini ateist ve agnostik olarak tanımlayan bireyler, hem din hem de genel kültür konularında inananlardan daha bilgili çıkmışlar.

Çalışmayı özetleyecek olursak, 3400 kişiden oluşan topluluğa 32 soru soruluyor. Bu sorulardan önce kişinin hangi inanca sahip olduğu soruluyor. Buna göre 32 sorudan ortalama 20.9 doğru cevap veren ateist/agnostikler, çalışmada temsil edilen tüm diğer gruplardan daha çok soruya doğru cevap vermişler.

Ateistleri yakın takipte Yahudiler ve Mormonlar bulunuyor.

Bu durumun sebebiyle ilgili araştırmacılar şöyle bir cevap veriyorlar:

“Bir dine inanan ortamda büyüdükten sonra bilinçli olarak dinden vazgeçen insanların büyük bir bölümü bunu bir gayret ve konuyla ilgili öğrenme/çalışma neticesinde yapıyor. Bu insanlar dine karşı ilgisiz değiller, konuya önem veriyorlar”.

Çalışmada Müslüman, Hindu ve Budistler de bulunmasına rağmen istatistiki olarak çok küçük sayılarda oldukları için sonuçlara dahil edilmemişler.

Çalışma insanların kendi dinlerini pek bilmediklerini, diğer dinleri ise neredeyse hiç bilmediklerini ortaya koyuyor.

Bir başka yorum bir pederden geliyor: “Bir çok hrıstiyanın içinde bulunduğu durumu ele alırsak, kendi dinlerinin gerçek ve doğru olduğunu kabul ediyorlar ve onu incelemeyi/sınamayı bırakıyorlar. Sonuç olarak, kendi dinleri zaten doğru olarak kabul edildiği için, diğer dinleri araştırma ihtiyacı da duymuyorlar. Bence bu inançlı bir kişi için sağlıklı bir davranış değil”

Çalışmayı yapan kuruluşun sitesinde çalışmanın tam detaylarını okuyabiliyorsunuz (İngilizce). Ayrıca sitede 15 soruluk bir mini test mevcut. Övünmek gibi olmasın 15 sorunun 13ünü doğru cevapladım :). Yanlış yaptığım sorular Amerika’da sınıflarda dua okunması ve Şabat’ın başlangıç günü ile ilgili sorulardı.

Bilim için güzel bir gelişme

Hepimiz gazetelerde yer alan sulandırılmış ve yer yer çarpıtılmış “İsviçreli bilimadamarı” haberlerini görmüşüzdür.

Bir yerdeki bilim adamları laboratuvar farelerinde deneyler yaparak –örneğin amino asit takviyesi yaparak– farelerin ömürlerini bir parça uzatırlar, ertesi gün gazetedeki haberin başlığı “İnsanlar 140 sene yaşayacak!” şeklinde çıkar. Bizim gazetelerimizdeki en yaygın örneği gazetelerin en arka sayfasındaki dünya-magazin haberlerinin en üstünde bir paragraflık “ceviz stresi azaltıyor” gibi ilgi çekici ama kuvvetle muhtemel uydurma, her zaman da referanssız-kaynaksız haberler şeklinde görülür.

İngiliz devlet haber ajansı BBC, bu türden sansasyonel ve gerçeği yansıtmayan haberleri önlemek adına yeni bir politikayı kabul etti. O da bilimsel çalışmalara dair haberlerde mutlaka yayınlanmış bilimsel çalışmayı referans vermek ve çalışmadan çıkan sonuçları abartma/çarpıtma yapmadan duyurmak.

Bu politikanın diğer büyük haber kanallarınca da kabul edilmesi bekleniyor.

Eğer İngilizce biliyorsanız ve görece daha güvenilir bilim haberleri okumak istiyorsanız BBC’nin bilim haberleri veren sitesi: bbc.co.uk/science

Eski Ahit’ten garip hikayeler – Adem, Havva, meyveler ve konuşan yılan

Bu da yine Eski Ahit’ten dikkatli okunduğunda çok garip olan bir hikaye. Bir çoğunuzun muhtemelen bildiği bir hikaye olsa da, tekrar bir gözden geçirmekte fayda var.

Yaratılış 2

15 RAB Tanrı Aden bahçesine bakması, onu işlemesi için Adem’i oraya koydu.

  16 Ve ona, “Bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin” diye buyurdu,

  17 “Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün.”

Yani Tanrı diyor ki – “bu ağacın meyvesinden yersen, iyi ve kötüyü bileceksin ama bunu yediğin gün öleceksin, ona göre”.

Devam edelim:

Yaratılış 3

RAB Tanrı’nın yarattığı yabanıl hayvanların en kurnazı yılandı. Yılan kadına, “Tanrı gerçekten, ‘Bahçedeki ağaçların hiçbirinin meyvesini yemeyin’ dedi mi?” diye sordu.
  2 Kadın, “Bahçedeki ağaçların meyvelerinden yiyebiliriz” diye yanıtladı,

  3 “Ama Tanrı, ‘Bahçenin ortasındaki ağacın meyvesini yemeyin, ona dokunmayın; yoksa ölürsünüz’ dedi.”

  4 Yılan, “Kesinlikle ölmezsiniz” dedi,

  5 “Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız.”

 Yılan Havva’ya doğruyu söylüyor, meyveyi yerseniz iyiyi kötüyü bileceksiniz. Ayrıca ölmeyeceklerini de söylüyor. Bakalım bundan sonra ne oluyor?

 6 Kadın ağacın güzel, meyvesinin yemek için uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü. Meyveyi koparıp yedi. Yanındaki kocasına verdi. Kocası da yedi.

  7 İkisinin de gözleri açıldı. Çıplak olduklarını anladılar. Bu yüzden incir yaprakları dikip kendilerine önlük yaptılar.

Evet yılanın söylediklerinin birincisi doğru çıktı. Meyveyi yedikten sonra iyi ve kötüyü ayırabilmeye başladılar.

8 Derken, günün serinliğinde bahçede yürüyen RAB Tanrı’nın sesini duydular. O’ndan kaçıp ağaçların arasına gizlendiler.

  9 RAB Tanrı Adem’e, “Nerdesin?” diye seslendi.

 İnanılması güç ama Tanrı Adem’in nerede olduğunu bilmiyor ve ona sesleniyor “neredesin?”.

Sonraki ayetlerde Adem nasıl meyveyi yediğini anlatıyor ve Tanrı da Adem-Havva’yı Aden bahçesinden (Cennet) kovuyor. Peki yılanın söylediği ikinci şey neydi? “Meyveyi yeseniz de ölmezsiniz”. Bakalım Adem ne kadar yaşamış, Yaratılış 5:5′ten

 5 Adem toplam dokuz yüz otuz yıl yaşadıktan sonra öldü.

Yani Tanrı bu meyve-ölüm meselesinde 2 kere yalan söylemiş oluyor. Şeytan-yılan ise doğru söylemiş oluyor. Tanrı’nın her şeyi bilen varlık olması sebebiyle zaten olayların bu şekilde gelişeceğini biliyor olması konusuna değinmiyorum bile.

Bu masal da aslında temelde bir “ne kadar saçma görünürse görünsün Tanrı’nın (ya da Tanrı’nın sözünü aktardığını iddia eden uyanık insanların) sözünden çıkmayın, ona itaat edin yoksa sonunuz iyi değil” temasına sahip. Ancak sanıyorum bronz çağında yaşayan yazarlar kimsenin “ya bir dakika bu pek mantıklı gelmiyor?!” şeklinde bir muhalefetle gelip çok uzun yaşamayacağını düşündüklerinden bu hikayeyi bu haliyle Eski Ahit’te bırakmışlar.

Adem hikayesi Kuran’da farklı anlatılıyor. Bir çok detay da hadislerden ve Taberi tarihinden geliyor. Bunlara göre Adem ve Havva yasak meyveyi yemişler ama tövbe edip affedilmişlerdir. Ayrıca Adem yaratıldıktan sona İblis’in isyanı Eski Ahit’te bulunan bir hikaye değildir – ancak günümüzde bir çok Hrıstiyan ve Musevi’nin Kanon İncil’in bir parçası olarak kabul etmedikleri Book of Enoch ya da Enoch’un Kitabı’ında bulunmaktadır. Ama o, elbette başka bir postun konusu.

Eski Ahit’ten garip hikayeler – İlyas ve ayılar

Eski Ahit bir çok garip ve açıkçası akılalmaz hikayeyle dolu. Bazılarını kısa kısa paylaşıyorum.

2. Krallar, 2:23-25

Elişa’yı Alaya Alan Çocuklar

  23 Elişa oradan ayrılıp Beyt-El’e giderken kentin küçük çocukları yola döküldüler. “Defol, defol, kel kafalı!” diyerek onunla alay ettiler.

  24 Elişa arkasına dönüp çocuklara baktı ve RAB’bin adıyla onları lanetledi. Bunun üzerine ormandan çıkan iki dişi ayı çocuklardan kırk ikisini parçaladı.

  25 Elişa oradan Karmel Dağı’na gitti, sonra Samiriye’ye döndü.

 Elişa Kuran’da İlyas adıyla Saffat suresi 123. ayetten itibaren anılan kişiyle aynı kişi. Yani hem Eski Ahit hem de Kuran’da bir peygamber olarak geçen, teoride yüksek ahlaklı olması gereken bir insan.

İlyas Peygamber Sareptalı dul kadının çocuğunu canlandırdıktan sonra.

 

Şimdi bakalım Eski Ahit ne diyor?

40 kadar çocuk, bir peygambere kel dediler ve alay ettiler diye Allah-YHVH-Tanrı iki ayıyı çocukların üstüne gönderip onları parçalatıyor. Peygamber olması gereken kişinin çocuklara lanet etmesine mi yoksa Allah’ın kalkıp bu çocukları ayıya parçalatmasına mı şaşırayım inanın bilemiyorum.

Sanırım bronz çağında kimse “Allah’la ve Peygamberleriyle dalga geçmeye kalkmayın” temasını anlatabilecek daha makul bir masal düşünemedi.

VE günümüzde bile bu olayın gerçekten yaşandığına ve İlyas/Yahveh ikilisinin haklı ve doğru olduğuna inanan insanlar yaşıyor. Sanırım en çok şaşkınlık verici olan da bu.