Küreğe kürek diyememek

Böyle bir söz vardır İngilizce’de. Hani bizde “göte göt demek” diye de geçer. Ne olduğu bariz bir şeyin ne olduğunu sesli olarak da dile getirmeyi anlatır.

Ne yazık ki ülkemiz küreğe kürek demeyi engelliyor. Bir okuyucu bana e-mail göndermiş. Ekşi Sözlükte yazarken şimdi ismi lazım değil birisine “şarlatan” dediği için yazarlığı bir nevi askıya alınmış (tam mekanikleri nasıl işler bilemiyorum, bir tür uzaklaştırma galiba). İşin ilginç tarafı şarlatan olarak anılan kişinin yaptığı iş reiki ustalığı, ya da çakra chi gibi varlıklarına dair tek bir kanıt olmayan şeyleri anlatarak-satarak para kazanmak. Hakikaten şarlatan yani bildiğiniz.

Kendime sordum, yahu bu kişinin yaptıkları şarlatanlık değilse nedir, diye. Şimdi ben bu kişiye isim vererek şarlatan dersem bir gerçeği dile getirmiş olmuyor da hakaret mi etmiş oluyorum? Peki diyelim ki bu kişi bana dava açtı. Burada benim onun şarlatan olduğunu kanıtlamam mı, yoksa onun şarlatan olmadığını kanıtlaması mı beklenir? Bana sorarsanız çakra, chi, reiki gibi şeyleri satarak para kazanan birisinin bunları ispatlaması ve şarlatan olmadığını ispatlaması gereklidir. Şarlatana şarlatan diyen benim değil. Ola ki iddialarını ispatladı, o zaman ben hakaret etmiş olur ve cezasına katlanırım. Aklım ve mantığım bunu söylüyor.

Ancak gel gelelim işin gerçeği anladığım kadarıyla pek öyle değil. Konuyla ilgili danıştığım avukatım (evet arada bir bilgisine ve hizmetlerine başvurduğum bir avukatım var :)) bana şu haberi ve örnek kararı gösterdi.

Gözlemevi müdürüne ‘şarlatan’ cezası  
 

Sirius UFO Uzay Bilimleri Araştırma Merkezi Başkanı Haktan Akdoğan hakkında, 2 yıl önce ‘‘Bu insanlar birer şarlatan. Savcılar neden bu tür olaylara el koymuyor?’’ diyen Prof. Dr. Orhan Gölbaşı, 1 milyar lira tazminat ödemeye máhkum oldu.

Antalya’daki TÜBİTAK Ulusal Gözlemevi Müdür Yardımcısı Prof. Dr. Orhan Gölbaşı, 2 yıl önce UFO’larla ilgli açıklamsından dolayı tazminat ödemeye mahkum oldu. Prof. Gölbaşı, uzaylıların kamuoyunda tartışıldığı günlerde yaptığı açıklamada uzayda birtakım yaratıklar olduğunu kabul etmiş, ancak Sirius UFO Uzay Bilimleri Araştırma Merkezi’nin adında ‘‘bilim’’ kelimesi olmasının ‘‘bilime hakaret’’ olduğunu söylemişti. Prof. Gölbaşı, ‘‘Bu insanlar birer şarlatan. Savcılar neden bu tür olaylara el koymuyor?’’ sözleriyle yargıyı göreve çağırmıştı.

Bu sözlerin ardından Sirius UFO Uzay Bilimleri Araştırma Merkezi Derneği ile Dernek Başkanı Haktan Akdoğan, Prof. Dr. Orhan Gölbaşı aleyhine Beyoğlu 1’inci Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava açarak bilim adamının iddialarını kanıtlamasını istemişti.

Adliye arşivinde 2002/287 Dosya numarasıyla yer alan ve 1.5 yıl süren dava nihayet sonuçlandı. Prof. Gölbaşı, Sirius Derneği ile ilgili iddialardan suçsuz bulunurken ‘‘Dernek Başkanı Akdoğan’a hakaret ettiği gerekçesiyle’’ 1 milyar lira tazminat ödemeye mahkum oldu.

Prof. Dr. Orhan Gölbaşı, kararın henüz kendisine ulaşmadığını belirterek temyize gideceğini söyledi. Sirius Derneği ile Başkanı Akdoğan’ın 2 milyar 500’er milyon lira tazminat istediklerini belirten bilim adamı, ‘‘Yargının hakaret gerekçesiyle sadece 1 milyar lira tazminat cezası vermesi, benim haklılığımı gösterir. Derneğin talep ettiği tazminatın reddedilmesi sözlerimin doğruluğunun yargı onayıdır’’ dedi.

Hepimiz Haktan Akdoğan’ın elinde UFO’ların uzaylılar olduğunu kanıtlayan bilgi olmadığını çok iyi biliyoruz. Zira olsa idi ne müzeyle uğraşır ne de 5000 liralık tazminat davaları açardı. Gider bu kanıta milyonlarca dolar para ödeyecek kişiler/kurumlarla çalışırdı.

Bir de Akdoğan’ın sitelerinde gerçekmiş gibi anlattığı şeylerin sahteliği kanıtlanmış şeyler olduğu gerçeğini eklersek (bir başka örnek de burada var) profesörün tespitinin yerinde olduğunu söylemekten başka bir şey gelmiyor elden. Ancak gel gelelim mahkeme böyle düşünmemiş, Haktan Akdoğan’ın uzaylıları kanıtlamasını değil, Profesörün Haktan Akdoğan’ın şarlatanlığını kanıtlamasını istemiş.

Açıkçası istenen tazminatın 5’te birinin ödenmesi kararı tam neye karşılık geliyor bilemiyorum. Belki mahkeme Haktan Akdoğan’ın ve derneğin saçma şeylerle uğraştığını kabul etmiş ama “şarlatan” kelimesini bir parça aşırı görmüştür kimbilir. Ama herhangi bir tazminat ödenmesi bile benim görüşümce çok saçma. Benim bu olaydan çıkardığım sonuç şudur ki Türkiye’de küreğe kürek, göte göt diyemiyoruz.

Uzaylılar gerçekmiş!

Bugün tokat gibi ard arda geliyor doğru bildiğim yanlışlar. Yıllardır varlığına dair gösterilen kanıtları yetersiz görürdüm ama şu alttaki resmi gördüm ya, artık hiç şüphem kalmadı, uzaylılar gerçek!

Bu resim 1942’de Patricia teyzem tarafından çekildi. Ona güvenebilirsiniz çünkü o bir avukat. Bill Gates’ten aldığı parayla dünyayı gezerken bu manzaraya şahit olmuş ve resmini çekmiş! Resimdeki şey bir X-Wing. Star Wars’daki uzay gemileri yani! George Lucas ve Haktan Akdoğan haklıymış, ben hatalıymışım.

Bugün benim için gerçekten tarihi bir gün!

Sinemacılar yalan söylese olur mu?

Muhtemelen herkes 10 yıl önce sinemalarda gösterilen Blair Cadısı – The Blair Witch Project filmini hatırlayacaktır. İzlememiş olanlar için kısa bir özet geçmem gerekirse, film 3 tane sinema öğrencisinin Blair Cadısı ismiyle bilinen ve çocukları etkisine aldığı bir evsize öldürten bir cadının 100 küsür sene önce yaşadığına inanılan bir ormanda geçirdikleri bir kaç günü videoya almaları, sonra öğrencilerin kaybolması ama bir zaman sonra kamp eşyalarının ve çektikleri videoların bulunmasına dayanıyor.

Polisler kamera kayıtlarını incelediklerinde bildiğimiz hayalet öykülerine benzeyen bir şeyler görülüyor. Videolarda cadının kendisi hiç görünmese de belgesel kıvamındaki film sinema severleri 1.5 saat boyunca korkudan koltuğa çiviliyordu. Açıkçası benim izlediğim en korkutucu filmlerden birisiydi.

Film çıktığı senelerde, filmin resmi hikayesi olan “3 genç ormana gider, kaybolurlar ama çektikleri görüntüler bulunur, görüntülerde de hayalet falan var” teması tahmin edilebileceği gibi gerçekmiş gibi algılandı bazı insanlar tarafından. Hatta öyle ki meşhur şehir efsanesi sitesi Snopes bile bunun gerçek olmadığını hatta filmde “öldü kayboldu” denilen aktörlerin filmin premier gösteriminden önce röportajlar verdiklerini yazmıştı.

Benim bahsetmek istediğim iki film de bu türden bir “gerçek olaylara dayanmaktadır” iddiası taşıyan filmler.

Birincisi aynı Blair Witch gibi bir el kamerasıyla çekilmiş ve gerçek bir ev videosu havasındaki “Paranormal Activity” isimli film.

Paranormal Activity

Film 2006 yılında 7 günde, çoğunlukla bir el kamerasıyla toplamda 5 aktörle, yönetmen Oren Peli’nin evinde çekilmiş. Filmin fragmanı gerçekten de ürkütücü :

Filmin sitesinde 3 tane fragman var. İlginç bir detay da filmin orijinal bitişinin filmi izleyen ve çok korkunç bulan Steven Spielberg’ün önerisiyle değiştirilmiş olması.

Filmin “yalancılığı” konusuna gelince.

Filmin yapımcıları aslında tam yalan söylüyorlar sayılmaz. Zira filmin resmi sitesine gidip bakma zahmetini göze alan herkes filmin nasıl çekildiğini detayıyla anlatan uzunca bir makale buluyorlar. Ancak filmin afişinde, ya da filmin kendisinde herhangi bir “credits” yani normalde gördüğümüz “yazan:falanca, yöneten: filanca, esas oğlan: Berke, esas kız: Nilüfer” türündeki jeneriğin var olmaması. Anlatılana göre (filmi izleyenlerin forumlara yazdıklarının yalancısıyım) filmin başında “filmde anlatılanlar gerçek olaylardır” gibisinden bir yazı beliriyormuş. Film bittikten sonra da muhtemelen bunun inandırıcılığını artırmak için yönetmenin ya da oyuncuların ya da başka kimsenin (hatta filmi dağıtan Paramount şirketinin bile) ismi geçmiyor. Bu da insanların filmde gösterilen görüntülerin gerçek olduğunu veya gerçek görüntülere bakılarak tekrar çekildiğini vs düşündürüyor.

Tam olarak yalancılık olmasa bile gerçekleri bir miktar gizleyip yanlış kanıların oluşmasına yol açabilecek bir şey .

Bahsetmek istediğim ikinci film ise The Fourth Kind.

The Fourth Kind

The Fourth Kind ise, Fifth Element’ten beri sevdiğimiz, Resident Evil’da daha da çok sevdiğimiz Milla Jovovich’in oynadığı bir başka korku filmi. Bu seferki temamız ise hayaletler ya da iblisler değil, insan kaçıran uzaylılar.

The Fourth Kind, ya da Türkçe’siyle Dördüncü Tür, Üçüncü Türden Yakınlaşmalar – Close Encounters of the Third Kind filmindeki sınıflandırmayı kullanıyor ve çıtayı biraz yükseltiyor. Bu “yakınlaşmalar”ı anımasayacak olursak

1. Türden yakınlaşmalar : Uzaktan UFO görmek. Gökyüzünde hızla sağa sola giden ışıklar saçan bir cisim görüyorsunuz. Uzaylı sanıyorsunuz.

2. Türden yakınlaşmalar: Daha yakından UFO görmek. Boş bir arazide arabanızla giderken uzay gemisi hemen üstünüzden sessizce geçiyor. Uzay gemisinden başka bir şey görme ihtimaliniz az. Hayal görmüyorsanız ya da gördüğünüz gizli bir askeri uçak, meteoroloji balonu vs gibi şeyler değilse elbette. Fiziksel etkiler söz konusu. Yanmış toprak ya da bitki örtüsü, radyasyon, TV ve radyo sinyallerinde bozulma vs.

3. Türden yakınlaşmalar: Daha da yakından gözlemle sadece uzay gemisini değil, içindeki uzaylıları da görüyorsunuz. Arabanızın üstünden geçen geminin pencerelerinde masa tenisi oynayan küçük yeşil adamlar var.

4. Türden yakınlaşmalar: Uzaylıları sadece görmüyorsunuz, bir de onlarla temas kuruyorsunuz. Genellikle bu kaçırma şeklinde vuku buluyor.

Filmin fragmanı epey güzel. Fragmanda Ekim 2000’de gerçekleşen olayların orijinal görüntülerle desteklenmiş dramatizasyonunu izleyeceğimiz söyleniyor.

Paranormal Activity’dekine benzer bir şekilde gerçek olaylara dayandığı iddia edilse de, fragmanın sonunda bu sefer credits/jenerik kısmı var. Filmin yönetmeni Olatunde Osunsanmi hem yazar hem de senarist olarak görünüyor. Ama mesela IMDB’deki film özetinde gerçek olaylara dayandığı iddiası tekrarlandığı gibi, devletin olayı örtbas ettiği bile söylenmiş.

Kısa hikaye, film yüksek ihtimal gerçek olaylara dayanmıyor. Zira filmin geçtiği söylenen Alaska’daki Nome şehrinde filmdeki esas karakter olan Dr. Abigail Tyler’a dair herhangi bir kayıt yok. Elbette isim sahte olabilir. Ancak Alaska’daki Nome şehri filmde gösterilen lokasyon olmadığı gibi (film Bulgaristan’da çekilmiş) gerçek Nome’daki şehir sakinlerine göre uzaylı kaçırmalarına dair hiç bir dedikodu bile yokmuş. 1960’lardan beri 20 küsür insanın kaybolduğu doğru, ancak olayı araştıran FBI olayların alkolü fazla kaçırıp nehire düşen veya karda donan insanların, uzaylılara kıyasla daha makul bir açıklama olduğunu düşünüyor.

Filmin fragmanındaki “Sümerce konuşan” uzaylı da neredeyse imkansız, zira Sümerce’nin nasıl konuşulduğuna dair bir bilgimiz yok. Elimizde tonla Sümer yazıtı var, ama dilin nasıl telafuz edildiği büyük ölçüde bir muamma.

Bir de esas soru fragmanda gördüğümüz görüntüler, gerçek insanların görüntüleri ise niye bu görüntüler SETI’ye, NASA’ya ya da Dünya dışı akıllı canlılarla ilgili bilimsel çalışmalar yürüten başka kurumlara ulaştırılmadı ve doğrulukları onaylanmadı da, bir film yönetmenine ulaştırıldı? Yüzyılın hatta bin yılın keşfi olabilecek bir şey, nasıl olur da bir sinema filminde, daha geçen sene zombi kovalayan bir aktrisle insanlara sunulabilir?

Cevap basit. Çünkü hepsi hayal ürünü de ondan. Bunlar işe yaradığı defalarca kanıtlanan “viral marketing” taktikleri.

Tıpkı yakında gösterime girecek olan 2012 isimli film gibi.

Ama “2012 kıyameti”, başka bir yazının konusu 🙂

Sinemacılar bize çoğunlukla eğlence satıyorlar. Çoğu zaman izlediğimiz şeylerin gerçek olmadığını ve bizim zevkimize hitap edebilmesi için özellikle üretildiğini biliyoruz. Ancak tıpkı doğa üstü güçlere sahip olduğunu söyleyen ilüzyonistler gibi gerçek olaylara dayanmadığı halde öyle olduğunu söyleyen sinemacılar bir parça yalancılık yapıyorlar gibi geliyor bana.

 

UFO Otopsi Videosu

Sene 1995, gazetede bir haber “…UFO otopsisinin bir basın toplantısıyla halka gösterileceği..” Gördüklerime inanamadım. Sonunda gerçekten UFO’ların uzaylıların işi olduğunu ispatlayan bir şey vardı. Bir uzaylının neye benzediğini görmekle kalmayacak iç organlarının çıkartılmasını da görebilecektik (evet o yaşlarda Stephen King okurdum epeyce). O yıllarda Internet’in varlığından haberdar olmadığım için tek bilgi kaynağım TV, gazeteler ve seneler önce alındığı için güncelliğini yitirmiş ansiklopediler, ve olmazsa olmaz dedikodulardı.

UFO otopsisini yıllar sonra bir belgeselde görebildim. Masaya yatırılmış bir uzaylıya otopsi yapıldığını siyah beyaz bir filme çekmişlerdi. Film 2 bölüm halinde Youtube’da bulunabiliyor. Belki hiç izlememiş olabilirsiniz diye buraya iki bölümü asıyorum.

*K-tunnel gibi siteler aracılığıyla girenler için ilk bölümün ismi “Santilli Roswell footage part 1”

Video elbette yayınlandığı tarihte inanılmaz ratingler getirmiş ve bilim adamları ve UFOloji heveslileri arasında epey yankıya sebep olmuştu. Günümüzde ise videonun İngiliz film yapımcısı Ray Santilli’nin kurguladığı bir aldatmaca olduğu biliniyor.

Ancak ne yazık ki filmi gerçekmiş gibi yayınlayan bir çok UFO sitesi var. Bir tanesi de meşhur UFOcumuz Haktan Akdoğan’ın Sirius UFO sitesi. Bu adamın derdi nedir bilmiyorum ama bu sahte filmi sitesinde gerçekmiş gibi göstermesi ya ultra saflıktan ya da İstanbul’daki başta olmak üzere UFO müzelerine müşteri çekebilmek amacıyla bilinçli olarak yalan söylemeyi meşru saymasından başka neyle açıklanabilir bilmiyorum.

Akdoğanın UFO müzesindeki bir otopsi canlandırması

Akdoğan'ın UFO müzesindeki bir otopsi canlandırması


bir varmıış, bir yokmuş..

"bir varmıış, bir yokmuş.."

Elbette Santilli filmine “sahte” diyerek bırakmayacağım. Elbette Santilli’nin kendisinin bile filmi kendilerinin çektiklerini kabul etmesinin üzerine ne gibi bir ispat gerekir bilmiyorum, ama yine de filmin neden sahte olarak kabul edildiğine dair detaylardan belki birilerinin işine yarar diye bahsedeceğim.

Santilli’nin filmi TV kanallarına satarken anlattığı hikayenin tamamına Sirius UFO sitesinden ulaşmak mümkün. Ben kısa bir özet geçeyim yine de :

Santilli, uzaylı otopsisi filmini, 1990ların başında Elvis Presley’in Amerikan ordusundaki kariyeriyle ilgili bir film yapmak için araştırma yaparken karşılaştığı emekli kameraman Jack Barnett’ten aldığını, onun da orduda 1940’larda çalışırken bizzat bu videoyu çektiğini ama bir şekilde bu filmin bir parçasının kendisinde kaldığını iddia etmektedir. Film 1995’te çeşitli tv kanallarında yayınlanır. Filmle ilgili şüpheler ortaya çıkar, hatta doğrudan alıntı yapayım :

Tüm bunlara rağmen, şüpheci kesim (benim gibi her güzel hikayeye inanmayan insanlar) film hakkındaki tartışmalarına devam etmiştir. Böyle şaşırtıcı ve radikal bir belgenin gerçeklere dayandığının kanıtlanması için belirli kriterlere uyması gerektiğini belirten şüpheciler, belgenin kaynağının bilinmesi ve tanımlanması gerektiğini söylemişlerdir. Fakat Santilli, ABD Hükümeti’nin Ordu sırlarını açıkladığı için ona karşı misilleme yapabileceğini söyleyerek Jack Barnett hakkında daha fazla bilgi vermeyi reddetmiştir. Şüpheciler ayrıca, belgenin doğruluğunun kanıtlanması için yaşının ve fiziki özelliklerinin de tespit edilmesi gerektiğini belirtmişlerdir.

Filmin yaşının tespit edilmesi için Kodak’a başvurulur, ve Santilli filmin tamamı yerine sadece filmin üstünde resim karesi olmayan bir kaç santimlik bir giriş kısmını yaş tespiti için verir. Orijinal UFO otopsisinin çekildiği film olup olmadığı belli olmayan bu film şeridine yaş tespiti yapılır ve Kodak filmin 1927, veya 1947 veya 1967’de üretildiğini beyan eder. Ancak bantın üretim tarihinin filmin çekildiği tarihi yansıtmadığı ve Kodak’ın bu filmin gerçekten 1947’de çekilip çekilmediğini belirten herhangi bir yorumu olmadığı özellikle belirtilir. Yazışmalara şuradan ulaşmak mümkün.

Aslında film ilk izleyişte gerçek gibi duruyor. Ortam, duvardaki saat, çekim kalitesi, medikal aletler hepsi filmin çekildiği iddia edilen zamana uygun. Fakat tecrübeli gözlerden kaçmayan problemler var. İlk önce uzaylıyı ele alalım. Filmi izleyen Hollywood özel efekt sanatçılarının hepsi filmdeki uzaylının bilinen kukla ve özel efekt teknikleriyle yapılabileceğini hatta söz konusu uzaylının bu türden bir kukla olduğunu söylemişler. Bir özel efekt sanatçısına ait şuradaki sitede uzaylı kuklanın problemleriyle ilgili detaylar mevcut. Ben en önemlilerini sayayım.

Uzaylının masada yatış pozisyonu yatan bir vücudu değil, ayakta duran bir vücudu andırıyor. Bu da kuklanın kalıbı çıkarılırken muhtemelen ayakta duran bir insan manken kullanıldığını düşündürüyor. Dikkatli bakıldığında bacaklarındaki kasların ayakta duran birisi gibi kasıldığı görülebilir. Ancak ölülerin kaslarında kasılma olmaz. Bir diğer nokta filmdeki kayıp dakikaların tam Hollywood stilinde stratejik anlara denk gelmesi. Neşterle kesilmeye başladıktan sonra video doğrudan kesilmiş ve derisi sağa sola sıyrılmış gövdeyi çekiyor. Bu da kuklanın içinin normalde boş olması, önce kesilmesi ve sonra içine (hayvan organlarından oluşan) iç organların yerleştirilmesi ve rötuşların yapılması sebebiyle. Neşter kesilirken oluşan kanamaları da yapmanın iki yolu var, 1-Neşterin kameraya bakmayan yüzüne ince bir boru yerleştirip neşterle silikondan yapılan deriyi keserken kuklaya hafifçe kan pompalamak veya 2-Tiyatro ve film malzemeleri satan şirketlerden temin edilebilen ve normalde renksizken birbirine temas edince koyu kırmızı bir sıvı haline gelen A-B sıvılarından kullanmak. Vücuda iki sıvıdan birini, neştere diğerini sürdüğünüzde neşter vücuda değdiği anda kırmızı karışım ortaya çıkıyor.

Otopsiyi gerçekleştiren doktorların hareketleri de şüpheli. Örneğin otopsi yapılırken zamanın film teknolojisinden çok daha net görüntüler sağlayabilecek olan fotoğraf çekilmemesi, doktorların ameliyat maskesi giymemesi ve organlara muamele tarzları gerçek otopsi uzmanlarının şüphelenmelerine sebep oluyor. Doktorları geçtim, biraz CSI New York izleyen birisi bile otopsinin pek de gerçekçi görünmediğini anlayabilir.

Kameramanın hareketleri de uzman askeri kameramanların tekniklerine ve eğitimine uzak olarak değerlendiriliyor.

Ray Santilli

Ray Santilli

Santilli, tüm bu film orataya çıkmadan önce ve çıktıktan sonraki demeçlerinde çelişkili ifadeler veriyor. Önceleri 15 tane 10 dakikalık makara olan film sonradan 22 tane 3 dakikalık makaraya dönüşüyor. Londra’daki Royal Society’nin dijital sistemleri sayesinde filmin kalitesinin düzeltildiğini söylüyor, ama Royal Society’nin bundan haberi yok. Üzerinde film karelerinin olduğu makara’nın Kodak’a verilip gerçekliğinin teyit edilip edilmeyeceği sorulduğunda filmin kendilerine gönderildiği ve ulaşır ulaşmaz Kodak’la paylaşılacağını söylüyor, aradan seneler geçiyor.

Başka bir TV programında Kodak’a üstünde resim kareleri olan filmin İngiliz ve Fransız yayıncılar tarafından gönderildiğini söylüyor ama ne Kodak’ın bundan haberi var ne de bu isimsiz yayıncıların kim olduğu bulunabiliyor.

Kodak 1995’ten beri filmin tarihini netleştirebilmek için filmi incelemek için ettikleri açık teklife cevap bekliyor.

Santilli’nin filmi satın aldığını iddia ettiği “özel koleksiyoncu”nun Avusturya’da yaşayan Alman Volker Spielberg olduğu ortaya çıkıyor. Kendisi Santilli’nin söylediği gibi zengin bir koleksiyoncu değil, bir film dağıtımcısı. Bu ortaya çıktıktan sonra Santilli epey yaygara çıkartıp mahremiyetinin ihlal edildiğinden bahsediyor.

Tüm bu şaibelerin üstüne tuz biber ekip bu filmi meşhur aldatmacalar arasına koyan olay Nisan 2006’da Ray Santilli’nin filmin çok büyük bir kısmını Londra’da boş bir apartman dairesinde iki tane kukla ve kasaptan alınarak reçele yatırılmış koyun ve tavuk iç organları kullanarak çektiklerini itiraf etmesi oldu. Kuklalar profesyonel bir özel efekt sanatçısına yaptırılmıştı ve doktorlardan birisini bu özel efektçi oynamıştı. Filmde kimliğini bir yazı okuyarak belgeleyen kameraman’ın da bir motelde filme alınan Los Angeles’lı bir evsiz olduğu da bu itirafla ortaya çıktı. Santilli, söz konusu filmi kurgulayıp çektiklerini itiraf etse de aslında 1992’de izlediği aslını temel aldığını ve orijinal filmin ısı ve nem yüzünden bozulduğu ve kendi filmlerinde orijinal filmden bir kaç kare kullandıklarını iddia etti. Elbette orijinal filmin karelerinin hangileri olduğunu tam olarak gösteremedi.

Daha uzun bir şekilde ele alınan hikayeyle ilgili detayları alttaki linklerde bulabilirsiniz.

http://www.csicop.org/specialarticles/show/klass_files_volume_37/

http://www.v-j-enterprises.com/kjeff396.html

Uzaylılardan açıklama

Uzaylılar, bugüne kadar yürüttükleri “yalnız ve geçmişinde ruh hastalıkları olan bireyleri kaçırıp insan ırkını tanımaya çalışma” politikasından vazgeçtiklerini açıklamışlar.

Uzaylıların sözcüsü şöyle dedi: “Aslında düşündüğünüzde gecenin ikisinde içki içtikten sonra traktörüyle gezmeye çıkan bir çiftçiden edinebileceğimiz bilgi sınırlı olacaktır.

Uzaylıların sözcüsü Ankbxt ABD eski başkanı Clintonla birlikte.

Uzaylıların sözcüsü An'k'bxt ABD eski başkanı Clinton'la birlikte.

Bu kırsal bölgelerde yaşayan insanların gezegeninizin önemli güç odaklarına yeterince yakın olmadıklarını farkettiğimizde hayal kırıklığına uğradık ve işin aslı kaçırdığımız bu insanlar, bizde insan ırkıyla ilgili kafa karışıklığı haricinde bir şeye yaramadılar. Keşke Wikipedia’dan daha çok faydalansaydık.”

“Eğer baştan başlayabilseydik, tarlalara ekin çemberleri çizmek yerine insanlara kendimizi adam gibi gösterir, ya da niyetimizi yazılı olarak belirtirdik” diyen sözcü, Uzaylı ırklar adına özür dilediklerini belirtti.

Meksika’da bulunan bebek uzaylı

Evet başlık biraz garip oldu farkındayım, ancak önceki gün televizyonu açtığım nadir anlardan birinde sunucu haberi aynen bu sözlerle aktardı.

Özetle, Meksika’da bir süre önce (2 sene kadar) minyatür boylarda bir uzaylı bulunuyor. Daha doğrusu uzaylı olduğu düşünülen bir yaratık bulunuyor. Uzaylıyı bulan çiftçi bu el kadar yaratığı kapanla yakalıp öldürmek için suda boğuyor. Bu sırada etrafta bu yaratığa benzeyen ama daha irice olan bir başka uzaylı görülüyor ama o koşarak kaçıyor.Bir süre sonra küçük uzaylıyı yakalayan Meksikalı çiftçi arabasında yanarak ölüyor.

Bild gazetesinde detaylıca ele alınan ve bir çok başka yerde de görülen haberin ana kaynağı ise Meksikalı Ufolog Jaime Maussan. Maussan’a göre, uzaylıdan alınan doku örnekleri Meksika ve Kanada’daki laboratuvarlara gönderildi ama bu laboratuvarlar (sıkı durun) bu canlının DNA’sını tanıyamadılar. Uzaylının DNA’sı dünyadaki diğer canlılara hiç benzemediği için “tanımlanamayan” bir tür olarak açıklanıyormuş.

Öncelikle haber Bilg gazetesinde bir kaç gün önce çıkmış olsa da, olay aslında 2008 Aralık’tan beri UFO ve komplo teorisyenlerinin takıldığı forumlarda tartışılıyordu. Jaime Maussan da daha önce sahte olduğu sonradan ortaya çıkarılan UFO vakalarına inanarak bunları medyada duyurmasıyla ünlü bir gazeteci. Skeptisizm, sıfıra yakın.

Mayıs ayından beri uzaylının çeşitli laboratuvarlarda incelendiği söylenmesine rağmen, bu araştırmaların resmi sonuçlarına dair hiç bir bilgi yok. Bilim adamları için bu türden olağanüstü şeyler üzerinde çalışmalar yapma fırsatı, hayatta bir kere gelecek bir fırsattır. Bir bilim adamının tarihe ismini “Uzaylıların varlığını ispat eden kanıtlar üzerinde çalışan araştırmacı” olarak yazdırması sayısal lotoyu tutturmak gibi bir şeydir. Peki madem bu yaratık dünya dışı ve gerçek, niye bu olayla ilgili bilim adamlarından açıklama gelmiyor da, daha önce bir çok sahtekara inanmış olan bir gazeteciden geliyor?

Şuradaki videoda beyaz önlüklü kişiler yaratık üstünde araştırmalar yaparken görülüyor, fakat hangi Üniversite ya da hastane, hangi araştırma görevlileri, bu bilgiler mevcut değil. Bir de canlının çıplak olması konusu var. Çok büyük uzaklıkları aşan araçlar yapabilen bir ırkın, giysiyi icat etmesini bekleriz. Hadi giysiyi icat edemediler, en azından basit bir fare kapanına yakalanmamalarını bekleriz. Sen kalk binlerce yüzbinlerce ışık yılı uzaklıktan gel, Dünya’ya astronomlara, amatör astronomlara ve askeri gözlemcilere görünmeden in, sonra git bir çiftlikte fare kapanına takıl. Küçük uzaylı dostumuz epey şanssız olsa gerek.

Bir diğer garip nokta, bu kadar küçük bir canlıyı çiftçilerin niye boğarak öldürdükleri. Gayet açıkça görülüyor ki yaratık fare kapanına takılmış ve kurtulamıyor. Niye bir kafese ya da kutuya koymayı akıl etmek yerine canlıyı boğuyorsunuz? Belki bize evrenin sırrını verecek? Belki “Dünyalı biz dostuz, tüm kaynaklarınızı yenileyip kirliliği yokedeceğiz size de temiz enerji kaynakları vereceğiz” gibi şeyler söyleyecek? Sen kalk bu minicik yaratığı suda boğ. Sonra uzaylılar filolarla gelip Dünya’yı kalbura çevirdiği zaman gelip bana ağlama.

Bir diğer ilginç nokta, canlı boğulduktan sonra niye tekrar fare kapanına yerleştirilmiş? “Bakın biz bunu böyleyken bulduk” mesajı mı verilmeye çalışılıyor? Yoksa ürettikleri makete poz mu verdirmişler?

Hadi bunlar benim spekülasyonum. Ciddiye alamadığım için dalga geçiyorum. Ama bu aylardır süren araştırmaların sonuçları nerede? Bu yaratığı inceleyen bilim adamları kimdir nedir? Eğer gerçekse yüz yılın buluşlarından birisi olacak bu olayı niye UFO sahtekarlıklarına inanmasıyla meşhur bir gazeteciden başka pek kimse (Türk televizyoncularını saymıyorum) ciddiye almıyor?

Sebebi muhtemelen başka bir sahtekarlıkla karşı karşıya olduğumuz için.

Apollo 16 Astronotları UFO gördü mü?

Apollo 16 uçuşu; 16-27 Nisan 1972. Astronotlar John W. Young, Thomas K. Mattingly, Charles M. Duke Jr.

Astronotlar gezi sırasında Apollo-16 modülü çevresinde uçan beyaz objeler gözlemlemişlerdir:

Houston: “Esrarengiz bir şeyden söz ettin…”

Orion: “Tamam Gordy, pitch hareketi yaptığımızda Ay iniş modülü çevresinde gördüğümüz birşeyden bahsetmek istedim. 9 ya da 12 metre kadar dışarıya doğru kayıyorduk ki, uçarak gezinen bir sürü obje belirdi. Sanki sevkedilmekte ya da fırlatılmaktaydılar. Ancak bundan emin değilim. ”

Houston: “Bunu kaydediyoruz Charlie. ”

Apollo-16 keşif gezisi sırasında başka esrarengiz şeyler de olmuştur. Astronot Mattingly, Ayın çevresinde dolanırken uzayda parlayan bir ışık görmüştür. Obje daha sonra gözden kaybolmuştur. Mattingly, yer kontrol kayıtlarında Ay üzerinde gördüğü bir ışık ve cam kubbeden de söz etmektedir:

Houston: “Oradaki sisli bölgeye bakıp yüzeyde ne gördüğünü söyleyebilir misin? ”

Apollo 16nun çektiği UFO fotoğrafı

Apollo 16'nun çektiği UFO fotoğrafı

Duke: “Kubbelerin karşısında arazi yapısı bir geçide dönüşüyor. Diğeri ise tepeye doğru gidiyor. Geçidin kuzeydoğu tarafı gözükmüyor, tanımlayamayacağım. Kuzeybatıda tüneller var.”

Houston: “Oranın hemen yanında manyetometre göstergesi sapıyor, şimdi 313 gama’yı gösteriyor. Bu şimdiye kadar Ay’da ölçümlediğimiz en güçlü sapma!,”

Young: “Bu büyük yapı tıpkı saplanmış bir mermi gibi onun manyetik alanını değiştiriyor. ”

Astronomlar son yıllarda Ay üzerinde 200’den fazla, beyaz, yuvarlak ve kubbe biçiminde yapılar gözlemlemiştir. Bunlar bilinmeyen esrarengiz sebeplerle birden ortadan kaybolmakta ve başka yerlerde yeniden ortaya çıkmaktadırlar.

Bu üstteki diyalogu, yerli UFO sitemiz Haktan Akdoğan’ın sitesi Sirius UFO’dan aldım. Ve olayın iç yüzünü öğrenmem 2 dakikamı almadı.

2004 yılında, NASA bir açıklama yaparak resimde sol tarafta görünen nesnenin, Apollo 16’nın gövdesinden bir parça olduğunu gösterdi. Buna göre resimdeki nesne uçan daire değil, uzunca bir çubuğun ucuna yerleştirilmiş bir fener.

NASA’nın sitesinde daha detaylı açıklama ve resimler mevcut.

UFO vakalarının arttığı dönemler

Geçtiğimiz haftalarda İngiltere Savunma Bakanlığı UFO’lara dair tutulan kayıtları halka açtı. Kayıtlarda UFO vakası olarak tanımlanan olayların resmi makamlar tarafından tutulan kayıtları ve soruşturmalarla ilgili bilgiler yer alıyor. Bu bilgilerden yola çıkarak bir analiz yapan David Clarke, UFO vakalarındaki artışların o dönemin popüler kitap, TV programı ve filmlerle ilişkilendirilebileceğini bulmuş. Diğer bir deyişle, ne zaman popüler bir bilim kurgu filmi ya da TV programı çıkarsa, UFO vakaları artışa geçiyor.

Örnek olarak da 1995’teki 117 UFO vakasına karşın 1996’daki 609 vakayı gösteriyor. 1996, hemen bir çoğumuzun izlediği Independence Day filminin çıktığı yıl. Aynı zamanda X-Files isimli TV dizisinin popüler olduğu yıl da 1996.

Bu da görgü tanıklarının gördükleri şey konusunda telkine çok açık olduklarını gösteren bir başka kanıt olarak görülebilir. Ya da uzaylılar, kendileri hakkında ne gibi filmler yaptğımızı merak ettikleri için o filmlerin ve TV programlarının popüler olduğu yıllarda Dünya’yı daha sık ziyaret ediyorlar.

UFO vakalarının dünyevi sebeplerini hiç merak ettiniz mi? Bir tanesini ele alalım. İngiltere’de görülen şu UFO filosuyla ilgili yerli UFO heveslilerimizin piri Haktan Akdoğan’ın sitesinden alıntı:

İngiltere Cambridgeshire’da dün gece yerel halk tarafından çok sayıda U.F.O ihbarı yapıldı.

Huntingdon, Cambridgeshire, Meadows, Lincoln, Stukeley, Brampton bölgelerinden yapılan çok sayıda ihbara ve görgü tanıklarının ifadesine göre turuncu renkte sayısı 20 ile 50 arasında değişen ışıklı cisimler sıra halinde gökyüzünde ilerleyerek kayboldu.

Kraliyet Hava Kuvvetleri yetkilileri bir hafta boyunca farklı bölgelerde sıkça gözlemlenen cisimlerin kendilerine ait olmadığını söyledi. Savunma bakanlığı ise araştırdıklarını ve ihbarların yapıldığı bölgelerden sadece Merseyside’da görülen ışıklar için Kraliyet Özel Birlikleri ile ilgisi olabileceği yönünde görüş belirtti.

İlgiltere Savunma Bakanlığı 2008 Ağustos ayı itibariyle gizli tutulan U.F.O dosyalarını halka açmıştı.

Evet bu ışıklar bir UFO filosundan başka bir şey olamaz değil mi?

Elbette olabilir. Hatta muhtemelen öyleler de. O gün ve saatte Donanma birlikleri Liverpool limanı açıklarında yapılan bir eğitim çalışması vardı. Bu çalışma sırasında, uçakları radarla takip eden misillere karşı geliştirilen ve amacı radara birden fazla hedef sunarak radarı şaşırtmak olan fişekler ateşlenmişti. The Telegraph’daki haberde “sivil radarların aktiviteyi kaydetmemesinin sebebi askeri ve sivil radarların farklı frekanslarda çalışmasıdır” denmiş. Hatta aynı yerde 2006’da da benzer bir olay yaşanmış. Ve 2008’de tekrar. Ordu’nun eğitim ya da test aktivitelerini gizlemek istemesi kadar doğal bir şey olamaz. Bu olayların Liverpool limanı çevresindeki Donanma aktivitesine bağlamak, hiç bir başka kanıtı olmayan UFO’lara bağlamaktan daha mantıklıdır diye düşünüyorum.

Roswell

8 Temmuz 1947’de Amerika’da New Mexico eyaletinin Roswell kasabasında, UFO’lojinin “Büyük Patlama”sı olarak nitelendirilebilecek bir olay meydana geldi.

Ordu ertesi gün bir açıklama yaparak “diske benzer bir şeklin kalıntılarının bulunduğunu” belirtti. Aynı gün ikinci bir açıklama yaparak bulunan şeyin bir hava balonu olduğunu söyleyerek ilk açıklamayı tekzip etti. Olay bir hafta sonra unutuldu ve çok fazla yankı getirmedi. Ta ki 30 sene sonra Binbaşı Jesse Marcel hükümetin orada bir UFO kazasını örtbas ettiğini söyleyene ve olay UFO heveslileri arasında bir yangın gibi yayılana kadar.

1980’de yayınlanan “The Roswell Incident” (Roswell Olayı) isimli kitapta yazarlar 90 kadar görgü tanığıyla konuştuklarını söyleyerek meydana gelen olayı şu şekilde özetlenebilecek şekilde aktardılar:

Temmuz 1947’de Roswell’de bir tarlaya düşen cisim bu dünyada yapılmış şeylere hiç benzemeyen, üstünde hiyeroglifler olan, içinde insansı uzaylılar olan bir uçan daire idi. Olayı ihbar eden kişiler kalıntıları toplayan ordu subayları tarafından gördüklerini kimseye anlatmamaları yönünde baskı görmüşlerdi.

Roswell’de ne bulunmuştu? Ordu niye olayı gizlemişti? İnsanlara orada gördükleri şeyi unutmaları için baskı yapılmış mıydı? Bu bir UFO örtbası mıydı?

1994 ve 1995’te Amerikan hava kuvvetleri olayla ilgili bir soruşturma yaptı ve Roswell’de ele geçirilen şeyin bir UFO olmadığı sonucuna vardı. Raporlara göre, 1947’de düşen şey Project Mogul isimli gizli bir istihbarat projesinin bir parçası olan yüksek irtifalı bir balondu. Bu balon ses dalgalarını izleyerek Sovyet Rusya’nın nükleer denemeleri hakkında bilgi toplayacaktı. Ancak bu yöntemden daha kolay olan sismik izlemelerin geliştirilmesiyle balon yöntemi terkedilmişti. Project Mogul’da kullanılan balonların bazı kısımları gizli olarak (taşeron firma ne ürettiğinden haberdar değil) oyuncak firmalarına yaptırılmış ve bulunan enkazdaki işaretler (hiyeroglif olduğu iddia edilen işaretler) bu oyuncak firmalarının balonları inşa ederken kullandığı yapıştırıcı bantın üzerindeki desenler olarak tanımlanmıştı.

Gizliliğin sebebi uzaylılar değil, Sovyetler birliği idi. 1947 Soğuk Savaş yıllarının paranoyasının en çok yaşandığı zamana denk gelen bir yıldı ve arşivlerde uzaylılara dair hiç bir kayda rastlanmadığı gibi, bu tür bir olayın sebebiyet vereceği türden aktivite artışı da gözlemlenmiyordu. Eğer bu bir örtbas ise, tarihte eşi benzeri yoktu. Bu türden bir “sır koruma” metodu var olsa idi, bu metod Amerika’nın nükleer sırlarını korumak için de kullanılırdı. Ancak tarih bize bu sırların ne kadar kötü korunduğunu zaten göstermiş durumda. Nükleer silahlardan kat kat daha önemli bir bilginin bugüne kadar sızmamış olması Musa’nın Kızıldeniz’i yarması kadar büyük bir mucize olarak kabul edebileceğimiz bir şey.

Project Mogul’da insansı olarak tanımlanabilecek bir şey yoktu. Ancak ordu aynı zamanlarda High Dive ve Excelsior isimli projelerle pilotlar ve astronotların dünyaya güvenli dönüşlerini insana benzeyen mankenler kullanarak araştırıyordu. Bu mankenler bugün araba kaza testlerinde kullanılanlara benzeyen ve askeri üniformalar giyen ahşap maketlerdi. Ancak 1950’lerde bu mankenler herkesin bildiği şeyler değildi. O yüzden de düşen balonların bazılarında bulunan bu mankenler görgü tanıklarının ifadelerinde yer alan “kel, tek parça tulum giyen, bir parmağı eksik olan uzaylı” temasının kaynağı olarak açıklandılar. Bu balonlar 30.000 metreye çıkarılıp bırakılıyordu ve 1954-59 arasında 47 balon içerisinde 67 manken enkazı New Mexico’daki çeşitli yerlerden toplanmıştı. Mankenler bazen yıllar sonra bulunuyor, bazen bulunamıyorlar, bazen de parçaları eksik olarak bulunuyorlardı.

Balonlara yerleştirilen mankenler

Balonlara yerleştirilen mankenler

Roswell olayındaki insansı mankenlerin 30 yıllık zaman zarfında hikayeye eklenmiş olması hiç de olasılık dışı değil.

Roswell’deki hava üssünde uzaylılar olduğu iddiasını tek bir kaynağa kadar takip etmek mümkün : Glenn Dennis. Bu kaynağın verdiği isimler, olaylar ve detaylar Roswell hava üssünde bulunmalarına karşın toplamda 12 yıl gibi bir zaman aralığının Temmuz 1947’ye sıkıştırılması gibi bir problem olduğu için ifadesi pek güvenilir bulunmuyor. Yani Dennis uzaylıların Roswell Hava üssünde olduğunu iddia ederken ifadesini kanıtlamak için 12 yıllık bir zaman diliminde Roswell H.Ü.’yle alakalı kişileri ve olayları sanki Temmuz 1947’ymiş gibi anlatıyor. Anlattıklarının doğruluğundan şüphe duymamıza sebep olacak başka problemler de mevcut. Örneğin Naomi Self isminde uzaylı otopsisine katıldığını iddia ettiği hemşire hiç bir kayıtta bulunamıyor.

Roswell’deki olaylarla ilgili bir diğer kilit tanık da Binbaşı Jesse Marcel. Meşhur UFOlojist Stanton Friedman 1978’de (olayların geçtiği tarihten 30 yıl sonra) röportaj yaptığı Marcel’in anlattıkları Roswell olayının tetikleyicis olarak düşünülebilir. Ancak bu kaynağın anlattıkları da kredibilite açısından pek sağlam değil.

Jesse Marcel

Marcel röportajı verdiği zaman emekli bir binbaşı idi ve orduda görev yaptığı sürece başarılı bir asker olarak biliniyordu. Ancak röportajda verdiği bilgilerle Hava Kuvvetlerinin bilgileri arasında tutarsızlıklar vardı. Örneğin Marcel 1928’den beri bir pilot olduğunu ve 3000 saat üzerinde uçuş deneyimi olduğunu iddia ederken Hava Kuvvetleri bunu doğrulamıyor, hatta pilotluğu hiç bir yerde bahsi geçen bir konu değil. Marcel 5 tane madalya aldığını iddia ederken kayıtlarda 2 madalya bulunuyor. Marcel 5 tane düşman uçağı vurduğunu (2. dünya savaşında) iddia ederken Hava Kuvvetleri bırakın 5’i bir tane bile düşman uçağı düşürdüğünü hatta uçtuğunu bile onaylamıyor. Kendi askeri kariyeri hakkında söyledikleri şaibeli olan birisinin UFO’lar hakkında söylediklerini ciddiye almak bilmem ne kadar doğru olur.

Roswell’de Temmuz 1947’de olanların uzaylılarla ilgili olduğuna dair hiç bir somut kanıt yokken (görgü tanıklarının ifadelerini somut kanıttan niye saymadığımdan daha önce sözetmiştim) olayın gayet dünyevi açıklamaları ve bunların somut kanıtları var. Mevcut açıklamalardan şüphe etmemize sebep olacak yeni kanıtlar gelmedikçe de Roswell olayının arkasında uzaylılar olduğunu düşünmemiz için hiç bir sebep yok.

Konuyla ilgili Sketpical Inquirer dergisinin 1995 Temmuz sayısında güzel bir makale mevcut.

UFO Kaçırılma Vakaları

Eylül 1961’de Betty ve Barney Hill isimli 40 lı yaşlardaki çift, tatil dönüşü arabayla ilerlerken New Hampshire’da gece vakti değişik ışıklar saçan bir gök cismi görürler. Cisim arabaya yaklaşınca Barney arabayı durdurup cisme dürbünle yakından bakmak ister. Cisim çok büyüktür ve dürbünle gördüğü kadarıyla 10-12 insanımsı figür camlardan bakmaktadır. Cismin alt kısmından yere doğru “kollar” inmeye başlayınca Barney kaçırılacaklarını düşünerek arabaya atlar ve kaçmaya başlarlar. Bu sırada arabadan ilginç sesler de gelmektedir.

Şafak vakti eve varırlar ancak değişik şeyler hissettiklerini farkederler. Örneğin Betty bavullarını boşaltmaktansa kapının yanında tutmakta ısrarcıdır. Barney, sürekli aynada cinsel organını inceleme isteği duymaktadır, ama anormal bir şey görememektedir. İkisi de uzun banyolar yapmaya başlarlar. İkisi de arabadan gelen seslerden eve varışlarına kadarki olayları tam hatırlayamadıklarını farkederler. “Kayıp” bir zaman sözkonusudur. 21 Eylül’de çift olayı Amerikan ordusuna ihbar eder. Ertesi gün 30 dakika süren bir telefon görüşmesi sonrasında hazırlanan rapor, UFO’ları inceleyen ordu komitesi olan “Project Blue Book“a gönderilir. Olaydan bir kaç gün sonra Betty, kütüphaneden UFO’larla ilgili bir kaç kitap alır.

Betty, 2 hafta sonra tekrar eden kabuslar görmeye başlar. Hatırlayamadıkları zaman dilimi hipnozcu doktorların yardımıyla açığa çıkar. Buna göre Betty ve Barney Hill, insansı uzaylıların bulunduğu uzay gemisine götürülmüş ve üstlerinde deneyler yapılmıştı. Uzaylılar ufak tefektir ve aksanları kötü olsa da İngilizce konuşmaktadırlar. Uzaylılardan bir tanesi Betty’den deri, tırnak, saç örnekleri alır; karnına uzun bir iğne batırır ve Betty acı duyunca elini Betty’nin kafasına koyar ve acı kaybolur.

Betty “lider” olarak tanıtılan uzaylıyla konuşurken içeri bir başka uzaylı girer ve değişik bir dilde lidere bir şeyler anlatır, sonra ikisi birden odadan ayrılır. Geri geldiklerinde lider Betty’nin dişlerini inceleyip sökmeye çalışır, ama beceremez. Niye Barney’in dişlerinin kolayca çıktığını sorunca Betty onların protez olduğunu ve insanların yaşlandıkça dişlerini kaybettiklerini söyler. Lider “yaşlanma” kavramını anlayamamıştır. Betty “yıl” kavramını anlatmaya çalıştıysa da onu da anlamamıştır.

Betty bu karşılaşmayı ispatlayabilmesi için bir “hatıra” ister. Lider de kadını bir başka odaya götürerek geniş bir kitapı almasına izin verir. Betty sonra nereden geldiklerini sorar. Lider de bir yıldız haritası çıkarır. Haritada değişik yıldızlar ve rotalar işaretlidir. Uzaylı Betty’e dünyanın yerini haritada bulup bulamayacağını sorar, o da bulamayacağını söylediğinde Betty’e konuya yabancı olduğu için nereden geldiğini anlatamayacağını söyler.

Bu sırada Barney odaya getirilir ve gemiden dışarı yönlendirilirler. Ancak uzaylılar aralarında tartışmaya başlarlar ve lider Betty’e verdiği kitabı geri ister. Diğer uzaylıların bu karşılaşmayı hatırlamasını bile istemediğini söylerler ama Betty “ne olursa olsun bir gün bu olayı hatırlayacağım” şeklinde cevap verir. Betty ve Barney Hill arabalarına geri bırakılır ve gemi uzaklaştıktan sonra tekrar yola koyulur ve eve giderler.  (Wikipedia’dan özet tercüme).

Betty ve Barney Hill

Uzaylıların dünyayı ziyaret ettikleri ve bazı insanları kaçırıp üstlerinde deneyler yaptıkları çok yaygın bir inanış. Amerikalıların yarısı bu somut kanıtı olmayan olağanüstü iddiaya inanıyor. Ancak bu kaçırılma olaylarının detayları biraz incelendiğinde gerçek olmama olasılıkları, gerçek olma olasılıklarının önüne geçiyor. Öncelikle daha önce de belirttiğim gibi, evrende başka bir yerde aynı bizimki gibi bir bilinçli türün evrimleşmiş olma ihtimali var. Öte yandan evrim her zaman zeki canlılar oluşturacak diye bir kaide de yok – o yüzden evrendeki tek zeki canlı örneği biz de olabiliriz. Bu konuda bir şey söylemek için yeterli kanıtımız yok. Ancak unutulmaması gereken şeylerin en başında yıldızlararası yolculuğun hiç de
kolay olmadığı geliyor.

Bizim Güneşten uzaklığımız 500 ışık saniyesi. Güneşe en yakın yıldız 4 ışık yılı uzaktaki Alpha Centauri. Bu kulağa yakın gibi gelse de aslında 42,5 trilyon kilometre uzakta. Saatte bir milyon km hızla gidiyor olsak bile oraya varmamız 4850 yıl sürer. An itibariyle en hızlı uzay aracı olan Helios, saatte 253000 km hızla gidebiliyor ve onun Alpha Centauri’ye varması 19000 yıl alır. İnsanlığın bilinen tarihinin topu topu 10.000 sene kadar olduğunu düşünürsek bu sürenin ne kadar uzun olduğunu anlayabiliriz. (Rakamlar yaklaşıktır)

Diğer gezegenlerdeki zeki yaşam ihtimaline rağmen, o gezegenlerden yayınlanacak bir radyo sinyalinin üstünde yaşam olan başka bir gezegene rastlaması olasılığı çok düşük. Tam olarak nereye gideceğinizi bilmeden uzayda zeki yaşam aramak boş bir uğraş olurdu. Bununla birlikte sinyali sonunda aldığımızda ve yerini belirlediğimizde bile o sinyalin kaynağından yüzlerce hatta binlerce yıl önce çıktığını düşünürsek o kaynağın artık o noktada olmama olasılığını da düşünmemiz gerekir.

Diğer bir deyişle, evrende zeki canlıların var olması ihtimali varken o canlılara ulaşmak (ya da onların bize ulaşması) ve o canlıların yerini tespit etmek (ya da onların bizi bulması) çok da kolay işler değil. Zeki canlıların yerini tespit etsek bile onlara ulaşabilmemiz için binlerce yıl sürecek yolculukları yapabiliyor olmamız gereklidir. Bu da yolculuğu gerçekleştirecek kişileri (ve/veya torunlarını) binlerce yıl canlı tutabilmeyi, binlerce yıllık uzay yolculuğuna dayanabilecek gemiler inşa edebilmeyi gerektirir. Bu problemler aşılması imkansız olmasa da yıldızlararası yolculuğun gerçekleşme ihtimalini epey düşürdükleri açık.

Olasılıklar çok düşük olsa da, uzay seyahati imkansız değil. Belki de gerçekten gerekli teknolojiye sahip, bu yolculukları yapabilecek kaynaklara sahip medeniyetler var. Peki böyle bir medeniyetten gelen uzaylılar dünyaya insanları kaçırıp üstlerinde ilkel deneyler mi yapmaya geliyorlar? En basitinden daha doğru dürüst uzaya çıkamamış olan insanoğlu, DNA’yı kullanarak klonlar üretebiliyor. Uzaylılar zeki canlılar niye sürekli insanları (ya da hayvanları) kaçırıyorlar? Bir tanesini kaçırıp ondan DNA örneği alıp sonra o DNA örneğinden ne istiyorlarsa öğrenmeyi akıl edemiyorlar mı? Ya da Hill’lerin hikayesini ele alalım. Sizce bu uzaklıkları aşmayı becermiş bir medeniyet, Betty’nin aktardığı şekilde bir muayeneye ihtiyaç duyar mı? Ya da hala kitap kullanır mı?

Peki bu hikayelerdeki bir çok ortak noktayı nasıl açıklarız? Çok basit, o da insanların başına gelen doğal olayların algılanışının kültür vasıtasıyla aktarılan bilgilerin süzgecinden geçmesi ve kişinin başından geçen olayı farklı yorumlaması. Bugün hemen hemen hepimiz uzaylıların en popüler tasvirine aşinayız. Bu bilgi bize medyadan, filmlerden, kitaplardan ve başka insanlardan geliyor. Tariflere uyan doğal bir olay yaşadığımızda ne yaşadığımızı bilmiyorsak, ama tarifini bildiğimiz bir şeye uyuyorsa o zaman yaşadığımız olayı en iyi bildiğimiz tarife uydurmak bizim için gayet doğal bir tepki. Örneğin “uyku felci” olarak bilinen şeyi doğu medeniyetleri karabasanlara atfederken, batıda bu olay 1940’lara kadar cinlere ve şeytanlara; 1940’lı yıllar gelip bilim kurgu yayınları popülarite kazanınca da uzaylılara atfedilmeye başlandı. Halbuki insanlar uyku felcinin ne olduğunu bilseler, ne karabasanlar ne de uzaylılara gerek kalmadan yaşadıklarını açıklayabiliyor olacaklardı.

Betty ve Barney Hill olayındaki hipnoz seansından bahsetmiştik. Bu seans sırasında Barney’in yaptığı uzaylı tarifi, 12 gün önce yayınlanan bir bilim kurgu dizisi olan “The Outer Limits”teki uzaylı tarifine tıpatıp uyuyordu. Buna benzer bir şekilde, uzaylı kaçırmalarına dair en temel temalar da 1930’larda yayınlanan “Buck Rogers” isimli çizgi roman serisinde bulunabiliyor.

Bu tema çoğunlukla

  • kaçırılma, (burada önce muayene, sonra uzaylıların kaçırdıkları kişiyle sohbet etmeleri gemiyi gezdirmeleri gibi şeyler de görülür)
  • olayı hatırlamama – hafıza kaybı – kayıp zaman dilimleri,
  • hipnoz seansı sonrasında kaçırılma ve deneyleri hatırlama,

şeklinde oluşur. Bazı kaçırılma vakalarında kurbanlar kendilerine bir mikroçip ya da benzeri bir cisim yerleştirildiğini söylerler ve buna kanıt olarak yara izlerini gösterirler. Hepsi de uzaylıları aşağı yukarı aynı fiziksel özelliklere sahip olarak tarif ederler.

Uzaylılar tarafından kaçırıldıklarını iddia edenlerin tek kanıtları, kendi sözleridir. Ünlü UFO araştırmacısı (ve çürütücüsü) Philip Klass “insanoğlu hatıra biriktirmeyi çok seven bir türdür.  Niye bu insanların hiç birisi karşılaşmalarını kanıtlayabilecek bir hatıra almayı akıl edemiyor?” diye sormuştur. Görgü tanıklığının güvenilmezliğine daha önce değinmiştim.

Betty ve Barney Hill vakasında bir diğer ilginç olay yıldız haritasıdır. Betty Hill, uzaylıların kendisine gösterdiği yıldız haritasını sonradan çizmiştir ve bu haritanın Zeta Reticuli yıldız sistemi perspektifinden Dünya ve çevresindeki gezegenler olduğu iddia edilmiştir. Hemen altta Carl Sagan’ın konuyu ele aldığı 10 dakikalık videoyu izleyebilirsiniz. Video İngilizce ve youtube’da. İzlemek istemeyenler için özetleyeyim; Betty Hill’in çizdiği haritadaki yıldız noktaları arasında belli bir şekilde çizgiler çekilirse o zaman yıldız haritası gerçekten de Zeta Reticuli yıldız sistemi perspektifinden çizilmiş gibi görünebilmektedir. Ancak çizgiler olmadan baktığımızda herhangi bir benzerlik görülmemektedir.Video’da 5. dakikadan sonraki kısımda resimlerle izleyebilirsiniz.


(Ktunnel vs gibi siteler vasıtasıyla izlemek için videonun tam ismi : “Cosmos – 12: Encyclopedia Galactica 1/6” )

Bu insanların yaşadığı şey nedir peki? Bu olayları en iyi “ortak kültürel yanılgı” terimiyle açıklayabiliyoruz. Bu olay “near death experience” ya da NDE (ölüme yaklaşan kişilerin deneyimleri) olarak bilinen “tünelin ucundaki ışık, büyük bir huzur hissi, kendi vücuduna yukarıdan bakma” hislerini yaşayan insanlarınkine benzerdir. Bu ortak deneyimler bu deneyimlerin fantazi olmadığını ispatlamaz. Büyük ihtimalle benzer hayat deneyimleri ve ölüm beklentilerine sahip insanların benzer beyinsel durumlara (yüksek stres altında beynin salgıladığı kimyasallar ya da elektrik tepkiler) sahip olduklarında gördükleri şeylerdir. Elimizdeki iki alternatif NDE yaşayan insanların deli ya da gerçekten öteki dünyaya gidip geri geldikleri değildir. Üçüncü bir alternatifimiz vardır ve olayla ilgili gayet doğal açıklamalar mevcuttur.

Uzaylılar tarafından kaçırılanların durumları da buna çok benzerdir. Her iki grubun da yaşadıkları deneyime dair tek kanıtları, kendi ifadeleri ve olayla ilgili hatırladıklarıdır. Uzaylılar tarafından kaçırıldıklarını idda edip de uzaylılarla ilgili bir kitap okumamış olan, bir film izlememiş olan birisini bulmak çok zordur. Bir de “hipnoz seansı” sırasında kişinin yaşadıklarını telkin yoluyla anlatması için cesaretlendirerek yönlendiren UFO heveslisi terapistleri hesaba katarsak (evet böyle kişiler var) o zaman bu ifadelerin niye şüpheyle yaklaşılması gerektiğini anlayabiliriz.

Eğer yazının başında biraz bahsettiğimiz büyük mesafeleri katedebilecek kadar zeki canlılar dünyayı ziyaret ediyorsa, bu ziyaretleri tarih boyunca yaptıklarını düşünmek çok da saçma olmayacaktır. Ancak eski insanların yanılgıları uzaylıları değil cinleri – şeytanları içeriyordu. Uzaylılar, 20. yüz yılda ortaya çıkan bir kavram. Bugün biz nasıl bir şeytanın bir hayvan kılığında gelip bir kadını hamile bıraktığı iddiasına gülebiliyorsak uzaylıların birilerini cinsel ilişki ve deneyler için kaçırdığı iddiasına da 15.yy’da yaşayan kişilerin gülmesi çok büyük olasılıktır. Zira bu olaylar karşılıklı olarak iki grubun da önyargılarına ve beklentilerine ters düşüyor. Sanat eserlerinde görüldüğü iddia edilen uçan daireler de uçan daire ya da uzaylı değil, tamamı dini motiflerdir.

Uzaylılar tarafından kaçırılma vakalarında hüsnü kuruntunun yerini de yadsımamak gereklidir. Bu hayattan daha yüksek bir boyuta geçmek, üstün bir varlık tarafından bir görev için seçilmek, bu vücudu ve hayatı daha iyi bir boyut için terketmek isteği hem uzaylı kaçırmalarını hem de dini deneyimleri etkileyebilecek doğal isteklerdir.

Bu insanların yaşadıkları şeylerde tarif ettikleri ortak noktaların beyinde fiziksel karşılıkları da olabilir. Makinedeki Hayalet isimli yazıda kendisinden bahsettiğim Michael Persinger NDE yaşayan kişilerin yaşadıklarını beynin belli yerlerini uyararak tekrar edebileceğimizi göstermiştir. Buna benzer bir şekilde pilot eğitimlerinde yüksek G gücüne maruz kalan kişiler de bayıldıklarında hemen hemen aynı deneyimi geçirmişlerdir. Yani belli beyinsel durumlar, belli hayalleri oluşturabilmektedir. Uzaylılar, konuşulan dil, görülen semboller gibi şeyler de spesifik bir beyin durumuyla ilgili olabilir. Bu beyin durumu da uyku felci, hafif epilepsi krizleri gibi şeylerle ilgili olabilir. Uyku felci uyku hali ve uyanıklık arasındaki durum olan ve Hypnagogia (uykuya dalma) veya hypnopompic (uykudan uyanma) olarak bilinen vücut durumunda oluşur ve bu iki hal bazı insanların halisünasyon görmelerine sebep olmaktadır. Kaçırıldığını iddia eden kişilerin “hareket edememe, korku duyma, sesinin çıkmaması, yanında birisinin varlığını hissetmesi, göğsüne birisinin bastırması” gibi şeyleri tarif etmesi uyku felcine birebir uyan semptomlardır. Aynı şekilde bizde karabasan diye bilinen olay da uyku felciyle ve bazen oluşan halisünasyonlarla açıklanabilir.

Elbette bir de psikolojik hastalıklar konusu var. Nöro taşıyıcıların hareketlerini düzenleyen ilaçlarla tedavi edilen şizofreni ya da manik depresyon hastaları sık sık Tanrı, Şeytan, uzaylılar, cinler, devlet görevlileri (gizli ajanlar vs) ile ilgili olaylar yaşadıklarını sanırlar.

UFOların indiği iddia edilen İngilterede bir çiftlik

UFO'ların indiği iddia edilen İngiltere'de bir çiftlik

Uzaylıların insanları kaçırdığına dair hikayeler makul ve akla yatkın gelmese de somut kanıt sunulduğu takdirde en katı şüpheci bile olayla ilgilenecektir. Ne yazık ki, bu olaylarla ilgili sunulan somut kanıtlar yetersizdir. Örneğin uzaylıların indiği iddia edilen yerlerde görülen izler incelendiğinde bunların mantar olduğu ya da başka doğal açıklamalar olduğu görülmüştür.

Ya da kaçırıldığını iddia eden kişilerin vücutlarında bulunan izler vardır. Bu izler de gayet doğal olaylarla açıklanabilmektedir. Bazı durumlarda bu kişiler vücutlarına mikroçip – verici gibi şeyler yerleştirildiğini iddia etmektedir ancak iş bu iddiayı ciddi bir şekilde incelemeye geldiğinde kimse vücuduna yerleştirilen mikroçipleri ya da vericileri standart bilimsel deneylere tabi tutmaya yanaşmamaktadır. Özetle, kaçırılma vakalarındaki kanıtlar arasında fiziksel kanıtlar en zayıfı olarak karşımıza çıkmaktadır.