Fizik ve Kozmoloji’de, Antropik ilkeye göre Evren’de gözlemlediğimiz olaylar, insanların gözlemlemesine, dolayısıyla insanların var olmasına izin verecek şekilde gerçekleşir. Diğer bir deyişle Evren, “biz”i var edecek şekilde işlemektedir. Eğer Evren’deki yasalar bu şekilde değil de, farklı olmuş olsalardı, o zaman insanlar var olmayacaklardı. Evren’deki yasaların başka türlü değil de, bu şekilde olmaları tesadüfi değildir, insaları var edecek şekilde “ince ayarlı”dır.
Antropik ilke, insan merkezli bir ilkedir. “Evren, bizi var edecek şekilde tasarlanmıştır” demenin bir başka yoludur. Antropik ilkeyi açıklarken iki önemli hipotez ortaya atılır :
- Multiverse, ya da çoklu evren (sonsuz sayıda ve var olabilecek tüm olasılıklar için ayrı ayrı var olan evrenler -örneğin bir evrende dünyada yaşam yokken diğer bir evrende dünyadaki akıllı canlılar kuşlar ya da insanların kanatlı olduğu bir evren gibi. Aklınıza gelebilecek her olasılık ve farklılık için yeni bir evren olduğunu düşünün)
- Evrene ince ayar çekerek insanlığın var olmasını sağlayan tasarımcı.
Çokluevren açıklamasında biz sonsuz sayıdaki evrenlerin bir tanesinde yaşıyoruz ve içinde bulunduğumuz evren (biz burada olduğumuza göre) hayata izin verecek doğa kanunlarına sahip. Bu hipotezde herhangi bir “insan odaklı antropik ilke”den bahsetmek biraz güç, zira elinizde 100 milyar tane anahtar olduğunu düşünün, sadece bir tanesi önünüzdeki kapıyı açarsa, orada o anahtarın o kapı için yapılmış olduğunu iddia etmemiz pek doğru olmaz.
Antropik ilkenin din felsefesi açısından bizim ilgilendiğimiz yanı, “ince ayar çeken yaratıcı” hipotezidir.
Akıllı tasarımcı ya da Tanrı, ya Evren’deki doğa olaylarına bizzat müdahale ederek olayların bizim bildiğimiz şekliyle oluşmalarına sebep olmuş, ya da doğa kanunlarını öyle bir şekilde tasarlamıştır ki, olaylar yine bizim bildiğimiz şekilde meydana gelmişlerdir. Buradaki fark önemlidir. İlk senaryoda doğa olayları başka türlü olabilecekken müdahale sonucu oldukları şekilde olmuşlardır. İkinci senaryoda ise doğa olayları, doğa kanunları sebebiyle başka türlü olamayacakları için bizim bildiğimiz şekliyle olmuşlardır. İlk senaryo Teist tanrının yapacağı bir iş gibi görünürken (bir kere müdahale eden tanrı, daha sonra da müdahale edebilir), ikinci senaryodaki tanrı modeli daha çok deist tanrıyı andırmaktadır (evreni ve kanunları yaratıp sonra kendi haline bırakan ve müdahale etmeyen tanrı, muhtemelen daha sonra da müdahale etmeyecektir). Ancak konuyu saptırmayalım, bu farkı bu yazıda görmezden geliyoruz.
Antropik ilkenin problemleri bu ilkenin pek de geçerli olamayacağını bence yeterince ortaya koymaktadır.
Evrenin şu andaki hali insanların var olmasını sağlamıştır. Ancak insanların var olmasına yol açmayacak bir evren modeli, başka türden (akıllı) canlıların var olmasına yol açmayacaktır diyemeyiz. “Eğer evrenin tek bir atomu farklı olsaydı insan var olmayacaktı” gibi bir iddia, o atom farklı olduğu takdirde insandan farklı bir akıllı canlının var olmayacağını söyleyemez.
Evren’in insanların ortaya çıkmasını sağlamak üzere “ince ayarlı” olduğunu söylemek de ince buzda yürüyen bir iddiadır. Öncelikle “insan”ın Evren’deki yerini perspektife koyalım. Bir insanın boşlukta kapladığı yer (hacim) 0,08 metreküp (80 kiloluk bir adam alırsak). Dünyanın hacmi 1,083,207,317,374 metreküp. Yani dünya 13,540,091,467,175 (13.5 trilyon) insan hacminde. Güneşin hacmi, Dünya’nınkinin 1,300,000 katı. Güneşimiz G tipi bir yıldız ve en büyük yıldız tipi olan O tipi yıldızlar Güneş’in 90 katı büyüklüğüne ulaşabiliyorlar. Sadece Samanyolu galaksisinde, bu O tipi yıldızlardan 20.000 kadar olduğu düşünülüyor. Samanyolu galaksisinde 100 ila 400 milyar arası yıldız var ve Galaksimizin iki uzak ucu arasındaki mesafe 100.000 ışık yılı, kısa ucu arasındaki mesafe de 1000 ışık yılı.
Şimdi biraz başımız dönecek. Geceleyin, gökyüzüne baktığınızı ve bozuk para kadar bir alan belirleyip o ufacık noktadan, çok güçlü bir teleskopla baktığınızı hayal edin. Sadece bozuk para kadar bir alan içerisinden baktığımızda bile bugünkü gelişmiş teleskopların gözlemleyebildiği galaksi sayısı yüzbinlerle ifade ediliyor. Gözlemlenebilir Evren’deki toplam galaksi sayısının 100 milyar olduğu düşünülüyor. İnsanın evrendeki yeri, kozmolojik boyutta düşündüğümüz takdirde, vücudunuzdaki mikroplardan bile daha küçük.
Şimdi insanların yaşayabildiğini bildiğimiz alanları bir düşünelim. Dünya’ya geri döndük. Dünya’nın sadece yüzeyinde hayat var. Yüzeyinin 71%i suyla kaplı. Kaldı 29%. Bu oranın 1/3’ü soğuk ve sıcak çöllerle kaplı. Kaldı 20%si. 10% kadarı verimli ve-veya tarım ve hayvancılık yapılabilir toprak. Kalan 10%u da verimsiz topraklar, ormanlar, dağlık alanlar vs. Yani bu kaba hesapla İnsanoğlunun Dünya üzerinde yaşamı devam ettirebileceği alan 10% civarında. Eğer demografik dağılımları incelerseniz, nüfusun büyük çoğunluğunun da deniz ya da su kaynaklarının yakınlarında yaşadığını görebilirsiniz. Yani aslında insanların türlerini devam ettirebilecekleri alan çok sınırlı. Belli bir yüksekliği geçtikten sonra ise insanların hayatta kalması imkansız. Yani atmosfer içerisinde bile, gerekli teçhizat olmadan insanların yaşamaları ya çok zor ya da imkansız. Şimdi Dünya’nın evrendeki yerini tekrar hatırlayalım. Evren’le kıyaslandığında hayatın ortaya çıktığı ve de insanların yaşabildikleri alanlar, herhangi bir “ince ayar” olmaktan çıkıp, tesadüfi bir hale geliyor.
Çok ileri gittiğimi düşünenler için başka bir kıyaslama yapayım. Her hafta çekilen Sayısal Loto’da 6 tutturma ihtimali 14 milyonda 1. Kimse sorsanız bunun bir “şans işi, tesadüfi olay” olduğunu söyleyecektir. Sadece Samanyolu galaksisinde en az 100 milyar yıldız var. 100 milyar yıldızın günümüz teknolojisiyle tespit edebildiğimiz gezegen sayısı 6 milyar kadar. Eğer 6 milyar gezegenin bir tanesinde hayat olması “ince ayar” ise, 14 milyon ihtimalde 1 tane kolonu tutturmak nasıl tesadüf olabilir? Eğer sayısalı tutturmak tesadüfi bir olay ise, 6 milyar (o da görebildiğimiz kadarıyla) gezegende hayata izin verecek koşulların oluşması nasıl “ince ayar” olabilir?
Bir başka açıdan bakalım. Evrenin yaşı 14 milyar yıl kadar. Dünya’nın yaşı ise 5 milyar yıl kadar. Hayat 3 milyar yıl kadar önce mikroskopik seviyede başladı ve 600-700 milyon yıl öncesine kadar doğru dürüst çok hücreli canlılar yoktu. 65 milyon yıl önce dinozorların (aslında belli bir boyutun üstündeki tüm canlıların) ölmesine sebep olan göktaşı çarpması olana kadar en büyük memeli fareden bile küçüktü. İnsana benzeyen memelilerin ortaya çıkması ise 7 milyon yıllık bir olay. Gerçekten “insan” olarak tanımlayabileceğimiz türün geçmişi ise yaklaşık 200.000 sene. “İnsan ortaya çıksın diye ince ayar çekilmiş” bir Evren’de, insanın ortaya çıkması için niye 14 milyar yıl geçmesi gerekiyor?
Size belki daha önce duymuş olduğunuz bir anolojiyi aktarmak istiyorum.
Bir su birikintisinin bir sabah uyanıp şöyle dediğini hayal edin:
“Bu içinde olduğum dünya çok ilginç bir dünya. Bu içinde bulunduğum çukur tam benim boyutlarıma göre. Benim şeklime tam olarak uyuyor, sanki ben gelip içine yerleşeyim diye yapılmış!” Bu fikir o kadar güçlü bir fikir ki, her gün Güneş doğmasına ve su buharlaşıp birikintiyi küçültmesine rağmen, birikinti kendi kendine “her şey yolunda, bu çukur ben içinde olayım diye yaratılmış, bu çukurun var olma sebebi benim, dünyanın var olma sebebi benim varlığım” demeye devam ediyor. Bu yüzden sonunda tamamen buharlaştığı zaman çok şaşırıyor. Bence insanlar olarak biz de aynı hataya düşmemeye dikkat etmeliyiz.
Douglas Adams
Umarım benzetmenin dehasını görebildiniz. “Evren insanlar yaşayabilsinler diye bu şekildeler” demek, aynı su birikintisinin yaptığı hataya düşmek oluyor. Evren, bize göre şekillenmiş değil. İnsanlar, Evren’e uyum sağlayacak şekilde şekillenmişler. “Dünya’nın insanların ortaya çıkabilmesi ve gelişebilmesi için gerekli ortamı tesadüfen sağlaması ihtimali astronomik bir şekilde düşük” derken insanın ve dünyanın evrendeki yerine dair perspektifimizi kaybetmişiz demektir. Yeterince büyük bir evren ve yeterince uzun zamanımız varsa, doğa kanunlarına uyduğu sürece astronomik bir biçimde düşük ihtimallerin bile gerçekleştiğini görmek bizi şaşırtmamalı.
PostScript: Kaynakları ayrı ayrı linklemeye vaktim yok ama 99% oranında Wikipedia’daki makalelerden yararlandım.