Aerobik ve anaerobik spor

Geçen haftaki son yazımda tartışmalara sebep olacağını bildiğim bazı şeyler yazmıştım.

Bu tartışmaya yol açan konuların bazılarını ayrı blog yazılarında ele alıp niye bu şekilde düşündüğümü açmaya karar verdim. Bu konuların ilki yüksek enerji isteyen kısa süreli hareketler diğer bir deyişle ağırlık kaldırma, sprint yapma gibi anaerobik egzersizler ve hafif tempoda koşu gibi düşük yoğunluklu bol tekrarlı aerobik egzersizlerin kıyaslanması ve insanlar için hangisinin daha mantıklı ve fizyolojimize uygun olduğu.

Öncelikle, aerobik egzersizde vücutta neler olduğuna kısaca bir bakmakta yarar var. Bunun için geçen sene yayınlanmış bir makaleyi örnek göstereceğim. Araştırmacılar “ultra endurance” ya da “ultra dayanıklılık” adı verilen türdeki maratonlara katılan ve toplamda 4500 km koşan iki atleti MR cihazları ve idrar- kan testi gibi araçlarla takip ediyorlar.

Yarışın sonunda atletlerin vücutları toplamda 5% civarı ağırlık kaybediyor. Bunun yarısı yağdan gidiyor. Diğer yarısı kas. Bacaklar her gün uzun sürelerle çalışmalarına rağmen ortalama 7% oranında kas kaybediyorlar.

2007’de yayınlanan bir araştırmaya göre, insanoğlu uzun koşular yapabilmek için evrimleşmiş. Hatta buna kanıt olarak hala ilkel yaşam süren bazı kabileleri örnek gösteriyorlar. Bu araştırmada ileri sürülen teoriye göre avcılar, henüz alet yapamadıkları ve uzaktan avlanamadıkları dönemlerde bir hayvanı uzaktan hafif koşuyla takip ederek, kılsız vücutları ve terleme mekanizmasının vücudu etkin bir şekilde soğutması sayesinde hayvanı yorarak artık kaçamayacak hale getirerek yakalıyorlardı.

Ancak burada bazı temel sorulara yanıt verilmemiş.

Birincisi uzun süreli koşunun vücut için ekonomik olmaması. Öncelikle ilk insanların karbonhidratlara bugün olduğu kadar rahat ulaşamadıklarını hatırlayalım. Vücut glükoz ve glükojeni tükettiği zaman otomatik olarak vücut yağına dönerek enerjiyi oradan almaya başlayacak. Maratoncuların glükojeni tüketip vücuttaki yağ’dan yemeye başladıkları zamana verilen bir jargon isim bile var – “duvara toslamak“. Hatta bisikletçi ve koşucular glükojeni tüketmemek için “enerji jeli” adı verilen saf karbonhidratlı jeller tüketirler.

Ancak vücut yağı ilk insanlar için hareket için enerji sağlaması haricinde de kıymetli bir şey. Bazı durumlarda günlerce sürecek yemek yememe periyodlarını atlatabilmek için ilkel insanların minimum hareketle maksimum besin hesabı yapmaları gerekiyor. Bir grup insanın bir hayvanı kovalarken harcadıkları enerji (ve kaybettikleri yağ) o avdan gelecek olan besini karşılıyor mu?

İkinci soru, her gün kilometrelerce koştuğu varsayılan avcıların, kaybettikleri yağ kadar bir de kas kaybetmelerinin nasıl bir avantaj olduğu. Burada uzun süreli dinlenme periyodları olmayan, avladıkları etleri uzun süreli saklayamayan, taze et yiyebilmek için hemen hemen her gün çıkıp avlanmak zorunda olan insanları düşünmemiz gerekiyor. 10-20 km belki daha fazla koşmuş bir avcıyı, ertesi gün aynı şeyi yapması için tekrar yolluyoruz. Bu bireylerin yağ ve kas ağırlığı olarak zayıf olduklarını tahmin etmek zor değil.

Üçüncü soru, ki bu aslında en önemlisi, alet yapamayan insanların ısrarlı takip sonucunda hayvanı yorarak avladıklarına dair ne gibi bir kanıtımız var? Örneğin alet yapamayan insansıların avlanmaktan ziyade leş yediklerine dair teoriler mevcut [2]. İnsanların hayvanları yorarak avladıklarına dair teoriler, günümüzde avcılık ve toplayıcılık yapan ilkel halkların, yüz binlerce yıl önce avcılık-toplayıcılık yapan halkla aynı şekilde yaşadıkları varsayımına dayanıyor. Bu varsayım ne kadar doğru?

Dördüncü soru ise “uzun süreli koşabilmek, yürüyerek yapamadıkları neyi yapmalarına olanak sağlıyor?” sorusu. Uzun süreli koşabilmek, “ısrarlı takip” türündeki avlanma haricinde ne işe yarıyor? Doğal yırtıcı düşmanlarımızın neredeyse tamamı bizden hızlı koşuyor. Kovalanan av olmamız halinde koşarak kaçma ihtimalimiz epey düşük. Onun yerine hızla saklanmak veya avcının gidemeyeceği bir yere gitmek çok daha ekonomik ve mantıklı bir kurtulma yöntemi.

Ne yazık ki “uzun koşu”cu teorilerin zorlanacağı bir başka problem, bugün bile bu şekilde avlanan halkların saatler süren koşularla hayvanı yakalamadıkları. Altta BBC’de yayınlanmış 7 dakikalık bir video var. Burada sürecin “izleri takip et, kovala, izleri takip et, kovala” şeklinde olduğunu görebiliyoruz. Hiç durmaksızın süren bir koşu değil. Hatta daha çok “hızlı yürü, hızlı koş” şeklinde gerçekleşiyor. “Sürekli hafifçe koş” şeklinde değil. Bir de Bushman yerlisinin vücut yapısına dikkatinizi çekmek istiyorum. Teorideki gibi uzun koşulara dayanabiliyor olsa bile vücut yapısı bizim “fit” dediğimiz türde değil.

Bu tür bir avlanma geçmişte gerçekleşmiş olabilir elbette. Ancak burada ilkel insanlar ve günümüzde ilkel bir şekilde yaşayan insanlar arasında. önemli bir ayrım var. Bugün hayvanı uzun mesafeler takip ederek yoran ve bu şekilde avlayan halkların diyetlerine baktığımızda kalorilerinin çoğunu karbonhidratlardan aldıklarını görüyoruz. Örneğin Meksika’da yaşayan Tarahumara insanları çok uzun mesafeleri koşmalarıyla ünlüler. Ancak bu insanların bu koşulardan önce karbonhidrat açısından yüksek ve alkol açısından zayıf “mısır birası”nı bol bol içtikleri biliniyor. Yani koşu sırasında kaybedecekleri enerji için bol bol karbonhidrat yiyerek vücudun kas ve yağ yakmasını engelliyorlar. İlkel insanlarda bu türden bir “tampon” yüksek ihtimalle söz konusu değil. Bu yüzden de insanoğlunun bu türden dayanıklılık ve çok enerji tüketen bir hareketi etkin bir şekilde yapmak üzere evrimleşmiş olması çok düşük olasılık.

İnsanoğlunun diğer hayvanlar gibi uzaktaki leşlerin kokusunu alamadığını, ancak görebildiği leşleri yiyebileceğini düşünürsek, uzaklardaki leşlere “koşmak” gibi bir endişesi olamaz. Ancak insanoğlunun ani tehlike karşısında hızla bir yere tırmanmak, ya da uzağa kaçmak ya da saklanmak gibi bir endişesi takdir edersiniz ki gayet yerinde bir endişedir.

Kaslarımızda bu türden ani hareketleri yapmaya yarayan kısa süreli enerji depoları var. Kısa süreliden kastım yaklaşık 1 dakikadan az (ATP, CP ve kas glükojeni). Bu hareketi yaparak kastaki hazır hızlı enerjiyi tüketen birey bir kaç dakika dinlendiği takdirde enerji depoları 100% olmasa da epey yüksek oranlarda geri doluyor. Yani kaslarımızda ani ve yüksek güçlü hareketlere izin veren, çabuk biten, ama çabuk da şarj olan piller var. Bu enerji adrenalinle birleşince Seyit Onbaşının 250+ kiloluk top mermisini kaldırması gibi hareketleri yapmamız olanak tanıyor. Kısa süreli de olsa bu tür yüksek güçlü hareketleri yapabiliyor olmamızın evrimsel açıdan sürüyle avantajı mevcut. Ölüm kalım durumlarında örneğin. Ancak esas avantaj kasların zorlandığı takdirde kendini tamir ederken bir dahaki sefere daha hazırlıklı olacak şekilde tamir olmaları. Bu kaide de vücut geliştirmenin dayandığı kaide.

Bir çoğumuz insanların suda yüzmek üzere evrimleşmediğimizde hem fikirdir. Solungaçlarımız yok, perdeli el ya da ayaklarımız yok. Ancak bir çoğumuz da biliyoruz ki uzun süreli yüzme yarışları yapılıyor. Hatta bir çoğumuz denizde ya da havuzda diğer kara memelilerine kıyasla epey iyi de yüzüyoruz. Prof Yener Üşümezsoy zaman zaman adalara kadar yüzüp geri geliyordu. Peki bu yüzmenin bizim için “doğal” olduğu ya da bizim yüzmeye “adapte” olduğumuz manasına mı geliyor? Yoksa insanoğlunun aklını kullanarak yüzme becerisini geliştirdiğini ve “gerektiğinde veya istendiğinde” yüzebilecek şekilde evrimleştiğimizi mi gösteriyor?

Aynı şekilde, uzun süren kardiyo egzersizleri, insanoğlu ancak tükenen glikojen depolarını doldurabilecek karbonhidratlı besinlere kolayca ulaşabildiği zaman yapılmasında sakınca olmayan bir aktivite haline geldi. Bunu bazı insanların yapabiliyor olmaları, doğal olarak insanların bunu düzenli bir şekilde yapmak üzere evrimleştiği manasına gelmiyor. “Yapabiliyor” olmamız, bunun bizim için “iyi ve doğal” olduğu manasına gelmiyor.

Bu yüzden de sprint koşucuları ve maraton koşucuları arasında vücutlarının kompozisyonları arasında bariz farklar var. Bu yüzden sprint ve benzeri anaerobik egzersizler kaslarımızı geliştirip büyüme hormonlarını artırırken uzun süreli koşu, spinning ve aerobik gibi egzersizler vücudumuzdaki yağı da eritirken bir o kadar da kası eritiyor.

Elbette koşucuların sık sık karşılaştıkları eklem ve kemik yaralanmalarına değinmiyorum bile. Vücutta ayağın yere vurduğu anda oluşan enerjiyi karşılayabilecek kas ve iskelet gücü olmadığında sizi eczanelerde glukosamin kompleksleri aratmaya götürecek ağrılar bekler. O yüzden doktorlar özellikle kilolu hastalarına “koşma, hafif tempo yürü” önerisini verirler. Tekrar tekrar ve uzun süren vücut ağırlığının ayak bileğine, kalça kemiğine ama özellikle dize yüklenmesi diğer yönlerden sağlıklı bireylerde bile sancılara sebep olabilmektedir. Bunu bizzat yaşayan birisi olarak da teyit edebilirim. Ancak aynı ağrılar kısa süreli yüksek tempolu koşularda, uzun süreli kardiyo egzersizlerine kıyasla çok az, ya da hiç olmamakta.

Aerobik sporun yeri elbette var. Örneğin bir yorumcunun önerdiği gibi trekking, ya da gezi amaçlı doğa yürüyüşleri zaman zaman anaerobik hareketler (tırmanma, kendini bir yere çekme, çanta taşıma vs) içerdiğinden ve temiz hava, psikolojik rahatlama gibi ekstra faydaları olduğundan özellikle doğada yapılırsa çok faydalı. Buna ek olarak kardiyo vasküler sisteminizin çalıştırılmasını ve kalp-damar sağlığınızın ve kolesterol seviyelerinizin iyiye gideceğini eklerseniz arada sırada vücudu bu yönde zorlamanın faydası tartışılmaz. Ancak kanıtların ışığında, ben standart kardiyo egzersizini anaerobik egzersizlerle kıyasladığımda, geceyle gündüz kadar bariz bir fark görüyorum.

İnsanoğlu, uzun süreli sabit tempolu koşu yapmak üzere evrimleşmemiş. İnsan vücudunun en iyi tepki verdiği şey, kısa süreli, yüksek enerji gerektiren anaerobik egzersizler. Az tekrarlı ağırlık kaldırmak, ya da sprint modeli hızlı koşular yapmak gibi.

 

Kilo vermenin doğru yolu – spor yapmak

Gelen istek üzerine geciktirmeden sporla ilgili öğrendiklerimi aktarayım.

Öncelikle şunu bilmeniz gerekiyor. Patates kızartmasından, dondurmadan, baklavadan koşarak kurtulamazsınız. Bu yiyecekleri yakabilmek için çok ciddi fiziki efor sarfetmeniz lazım. Maraton koşmak gibi. Ancak maraton koşusu gibi uzun süren dayanıklılık sporları esasen insanların yapısına uygun sporlar değil.

“Kilolu” ya da “şişman” tanımı aslında “zayıf” tanımından daha doğru bir tanımlayıcı. Şişman dediğimiz zaman algıladığımız vücut tipi şu :

Ancak “zayıf” dediğimiz zaman aklımıza gelen vücut tipi şişmandaki gibi tek değil.

Şu adamlar da zayıf:

Ama şu adam da zayıf:

Demek ki sadece “zayıf” ya da tartıda “X kilo” olmak bir şey ifade etmiyor. Burada ulaşılmak istenen vücut tipini daha iyi tanımlamak gerekiyor.

Zayıflamak, spor yapmak ve “fit” olmak demek, blogdaki ilgili yazılarda kullandığım anlamıyla

“vücut yağı erkeklerde  10-12%, kadınlarda 16-20% civarında olan, belli ağırlık egzersizlerinde belli kiloları kaldırabilen, kasları yeterince gelişmiş vücutlar” olacak.

Bu tanımı açmak gerekirse – hangi agırlık egzersizlerinde hangi kilolar kısmı açıklama istiyor. Burada aslında görünüş devreye giriyor. Nasıl göründüğünüz muhtemelen en önemli şey. Ancak genel manasıyla “fit” görünen insanların yapabildiklerini gözlemlediğim bazı şeyler var.

Kendi vücut ağırlıklarını kaldırabilmek. Örneğin barfiks yapabilmek. Ya da kendi vücut agırlıklarını yerden deadlift adı verilen hareketle kaldırabilmek. Ya da yine kendi vücut agırlıklarını squat yapabilmek, veya bench press yapabilmek. Bu noktaya ulaşan ve vücut yağını söylediğim oranlara kadar düşürebilmiş erkekler, Brad Pitt’in Fight Club’daki haline epey yakın görünüyorlar. Kadınlar peki nasıl görünüyor?

Öncelikle kızlar, merak etmeyin. Kazara şöyle görünmeniz imkansız :

Bu kadın bu hale gelebilmek için testesteron iğneleri oluyor, günde 8000 kalori civarı yiyor ve yıllarını ağırlık kaldırmaya veriyor. Ancak ağırlık çalışır ve vücut yağ oranınızı düşürürseniz görüneceğiniz şekil şu oluyor :

Jung Da Yeon - 2 çocuk annesi, eskiden şişman olan Koreli fitness gurusu

OK. Şimdi işin fizyolojik boyutunu anlatayım. Aslında çok basit bir sisteme dayanıyor.

Tüm vücudunuz bildiğiniz üzere kaslarla örülü. Vücudunuzdaki yağ tabakası da çoğunlukla derinin hemen altında. İleri obezitede organların etrafında da yağ depolanmaları görünüyor. Ancak şişman insanların çoğunda tüm yağ tabakası derinin altında. Yani kasların üstüne. Yani vücudunuzda yağ çoksa, kaslarınızı saklıyor. Örneğin 150 kiloluk obez bir adamın kasların 60 kiloluk fit bir kadından çok daha güçlü ve büyük. Ancak yağ tabakası bu kasların görünmesini engelliyor.

Şişmanlama yani yağ birikmesi kadınlarda ve erkeklerde farklı oluşuyor. Erkeklerde önce göbekte yağ birikirken kadınlarda önce popoda yağ birikiyor. Şimdi size şok edici bir şey söyleyeceğim:

Bölgesel incelme diye bir şey yok. Böyle bir şey imkansız. Doğaya ters. 

Vücut ilk önce nereye yağ biriktirdiyse, zayıflarken en son orayı kullanıyor. O yüzden erkekler kilo verirken en son göbekleri eriyor, ve aynı şekilde kadınlar kilo verirken en son popodan veriyorlar. Göbeğinizin ya da poponuzun küçülmesini, kasların görünmesini istiyorsanız önce kollarınız ve bacaklarınızdaki yağların belli bir seviyenin altına düşmesi, yani tüm vücut yağ oranınızın belli bir seviyeye gelmesi lazım.

Vücudun nasıl yağ biriktirdiğini dünkü yazıda basit bir şekilde anlatmıştım. Vücudunuza yanlış yiyecekleri (basit karbonhidrat açısından zengin, besin değeri düşük ve yüksek kalorili) verirseniz, vücudunuz kalorilerin büyük bir kısmını yağ olarak depolar. Sonra yeterli besini alamadığınız için tekrar acıkır ve bir kısırdöngü başlar. Bunun çözümü de, önce doğru yiyecekler haricinde bir şey yememek, ve vücudun yağ depolarını kullanabilmesi için günlük harcadığınız kalori miktarından 500-600 kalori eksik bir beslenme düzeni hesaplayıp ona uymak.

Peki “fit” görünümün formülü ne?

Ağırlık kaldırarak kasları stimüle etmek. Kaslarımızı oluşturan hücreler normal şartlarda belli bir sayıdadır. Kas miktarını artıran şey büyüme hormonudur. Ağırlık çalışması yapıldığı zaman vücudun verdiği tepki kas hücrelerini oluşturmak değil, var olan hücrelerin boyutunu büyütmektir. Yeni kas oluşturmak için kullanılan steroidler mevcut, ama bu konumuz dışında. Emin olun halihazırda var olan kaslarınızı çalıştırdığınızda ve beslediğinizde ulaşacakları boyut, insanların 99%una yeter de artar bile.

Peki ağırlık kaldırmak derken neyi kastediyorum. 2 kglık parlak renkli agırlıkları alıp 50 kere indirip kaldırmak değil. Bu “aerobik” egzersize giriyor ve kardiyovasküler sistem haricinde pek bir şeye etkisi yok, kardiyo için de daha iyi egzersizler var. Hayır, kastettiğim şey daha ağır bir ağırlık alıp maksimum 10-12 tekrar yapmak. Yani öyle bir ağırlık seçeceksiniz ki, 13. tekrarı yapamayacaksınız. Burada amaç kasları zorlamak. Zorlanan kaslarda minik yırtıklar meydana geliyor ve kaslarımızın büyümesini de bu yırtıklar sağlıyor.

Kaslarda meydana gelen bu yırtıklar, yediğiniz protein kullanılarak tamir ediliyor. Ancak burada vücut güzel bir savunma mekanizması kullanıyor. O da “beni öldürmeyen şey güçlendirir” kaidesine uygun bir şekilde kası, bir dahaki sefere aynı strese dayanabilmesi için daha dayanıklı bir şekilde tamir ediyor. Yani bugün 10 kiloyu 12 kere kaldırdım diyelim. Yemek yedim, uyudum, 2 gün geçti, tekrar gittiğimde kaslarım bu sefer 10 kiloyu 13 kere kaldırabilecek, veya 11 kiloyu 12 kere kaldırabilecek şekilde birazcık gelişmiş oluyor.

Elbette burada rakamları abarttım. Keşke her çalışmada 1 kiloluk ağırlık artırımına izin verecek bir gelişme olsaydı. Ama mantık bu şekilde. Vücut kasları, bir dahaki sefer aynı strese daha kolay dayanabilecek şekilde tamir ediyor. Ben sürekli daha ağır ağırlıkları kaldırırsam, kaslarım da zamanla daha büyük bir hale geliyorlar.

Yani burada 2 elzem nokta var. 1- yeterince ağır ağırlıklarla çalışmaya başlamak ve kasları zorlamak, ve 2 – kendini tamir eden kasları zorlayabilmek için ağırlıkları zaman içerisinde artırmak.

Ağırlık çalıştıkça ve doğru diyetle yağlardan kurtuldukça, ortaya derinizin altındaki yağ tarafından gizlenen kaslarınız çıkmaya başlıyor. Elbette tek faydası plajda korkmadan tişörtü çıkarabilmek değil. Vücudunuz ağırlıkları sadece kas gücüyle kaldırmıyor. Kemikler de yaşayan doku olduğu için o da dirençle karşılaştıkça gelişiyor, kaslar gibi daha dayanıklı bir hale geliyor. Bu da yaşlandığımızda kemik erimesi vs gibi problemlerin yaşanma riskini azaltıyor.

Şimdi gelelim spor salonlarına.

Spor salonları genellikle 40% alanını koşu bantlarına, kardiyo makinelerine, 40% alanını raylı, yaylı, makaralı ve sabit hareketlerin yapıldığı ağırlık makinelerine ve 20% serbest ağırlıklara ayırır.

Öncelikle bilmeniz gereken şey, spor salonunun 80%inini kullanmayacaksınız. 20%sini bolca kullanacaksınız.

Kardiyo’yu detaylıca anlatmadan önce makaralı-yaylı vs aletlerden bahsedeyim. Hangi aletlerden bahsettiğimi anlamayanlar için bir kaç örnek :

 

 

 

Bu makinelerin ortaya çıkma sebebini yazmadan olmaz.

1970’lerde, ağırlık çalışması sadece serbest ağırlıklarla ve eğitmen gözetiminde yapılırdı. Serbest ağırlık çalışmalarında hareketi doğru yapmak çok önemli olduğu için eğitmenlerin işini bilmesi ve müşterileriyle teker teker ilgilenerek her türlü hatayı anında düzeltmesi ve böylece sakatlanmaları, yaralanmaları önlemeleri gerekirdi.  Ancak bu iş modeli, spor salonlarının arzu edilen düzeyde kar etmelerini engelliyordu. Eğitmen başına düşen müşteri sayısı azdı.

Ancak 1970’lerin başında serbest ağırlıklarla yapılan hareketleri taklit eden, ancak hareketi aslında kısıtlayan ve belli bir “git-gel” içerisine hapseden makineler ortaya çıktı. Bu makinelerin güvenlik önlemleri de vardı. Örneğin yattığınız yerde yukarıya doğru kaldırdığınız ağırlık fazla gelirse üstünüze düşebilir. Ancak bu cihazlarda üstünüze bir şey düşme tehlikesi yok. İşin en güzel tarafıysa, hareketleri yapmanın tek bir yolu olması, ve müşterilere hareketleri öğretmek zorunda olmamanız. Aletlerin üstünde 2-3 resimlik bir “böyle yapacaksınız” açıklaması ve asgari ücretle çalışan bir lise öğrencisi eğitmenlerin ve serbest ağırlıkların yerini almaya başladı. Elbette yeni cihazlar üreten ve satan endüstri ve reklam bütçeleri de insanlara “eğer bu spor salonunda buluna tüm bu aletleri sırayla yaparsanız, tüm kasları çalıştırmış olursunuz” mesajını pompaladılar.

Biraz komplo teorisi gibi görünecek ama ne yazık ki gerçek bir durum daha var. Bu cihazları kullanan ve sonuç alamayan müşteriler, kısa bir süre sonra spor salonlarından ayrılmaya başlıyorlardı. Ancak spor salonları aylık değil yıllık üyelik satıyorlardı. Yani 1 yıllık para ödeyen üye, 3 ay gelip sonuç alamayınca sıkılıp bırakıyordu.

İşin daha da kötüsü, bu durum 40 yıldır hala bu şekilde devam ediyor. Benim gittiğim spor salonunda call center kadar bir sirkülasyon var. Ve bu durum spor salonlarının işine geliyor. 100 kişilik yatırım yaparak 300-400 kişilik kayıt (belki de daha fazla, tam ekonomik verilere sahip değilim) alabiliyorlar.

Neden bu cihazlardan sonuç alamıyoruz? Çünkü bu cihazlardaki hareketler doğada karşılığı olan hareketler değil. Yani belli bir hareket alanı olan makaralı bir cihazla yerden bir şey kaldırma hareketini taklit ettiğinizde kullandığınız kaslarla, yerden serbest bir ağırlık kaldırma esnasında kullandığınız kaslar ve bu kasların kullanım şekilleri arasında epey fark var. Yerden ağırlık kaldırdığınızda bacaklarınız, sırtınız, kollarınız, karnınızdaki kaslar çalışırken poponuzu koltuğa oturtup ayakları dayayıp kollarınızla makaralı ağırlık çektiğinizde sadece kollarınıza stres biniyor. Vücut dengede durmak için, kolları desteklemek için neredeyse hiç efor sarfetmiyor. Bu cihazlar kasları izole ederek çalıştırıyor. Ancak siz makineden kalkınca beraber çalışmamış kaslar gerçek hayattaki ağır kaldırma hareketlerinde bocalıyor.

Uzun lafın kısası – makinelerden uzak durun. Serbest ağırlıkları kullanın.

Serbest ağırlıktan kastım şu iki alet :

Barbell

Dumbell - ya da dambıl

Kettlebell - ya da Türkçe'deki adıyla Girya

Bu aletlerle ne yapacağınızı daha sonra yazacağım.

Peki ya kardiyo?

Kardiyo, kardiyo vasküler sistemi çalıştıran aerobik egzersizlere verilen kısa isim. Aerobik egzersizden kasıt, görece uzun süreli (30 dakika, 60 dakika, 90 dakika) çok tekrarlı egzersizler. Buna koşma, kürek çekme, bisiklet, merdiven tırmanma, step vs gibi şeyler dahil. Elbette çok hafif ağırlıklarla çok tekrarlı hareketler de buna dahil.

Burada maksat kalbin atış hızını uzun sürelerle belli bir seviyenin üstüne çıkarıp orada tutmak. Örneğin otururken kalbiniz dakikada 60-70 atıyorsa, kardiyoda amaç kalbinizi 130-140 seviyesine çıkarıp orada tutmak ve bir nevi kalbi zorlayarak kalbin normalde daha iyi çalışmasını sağlamaktır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken şey, kardiyonun genellikle bir “yağ yakıcı” olarak kullanılmasıdır.

Spor salonunda kardiyo yapmak pek akıl karı değil. Bunun çeşitli sebepleri var.

1-Spor salonunda 1 saat hafif tempoyla duvara ya da TV’ye bakarak koşmak dünyanın en sıkıcı işi. Eğer spor yaparken eğlenemiyorsanız, o zaman sporu bırakma olasılığınız artıyor. Koşmayı bir araçtan ziyade amaç olarak alacaksanız, spor salonunda bant üstünde değil, açık havada, asfaltta ya da ormanda, kırda koşmanız bu çileyi daha çekilir hale getirecektir.

2-Koşu bantları doğal koşmanın alternatifi değildir. Normal koşuda siz kendinizi sabit zeminden ileriye doğru itekliyorsunuz. Koşu bandında ise zemin sizi geriye götürmeye çalışıyor. Arada bir fark var ve özellikle kilolu insanlarda koşu bantlarında hafif tempolu koşu bile bacaklara ve bele gereksiz ve riskli bir ağırlık bindiriyor.

3- İnsanoğlu göç eden hayvanlar gibi uzun süreli ve sabit tempolu koşu yapmak için evrimleşmiş bir tür değildir. Sadece koşu değil, benzer aerobik egzersiz yapmak üzere evrimleşmedik. Aksine kısa süreli, ama yüksek güçlü hareketler yapmak üzere evrimleştik. Benzer bir hareket türünü kuzenlerimiz şempanzelerde görebilirsiniz. Bu hayvanlar atik, güçlü ve hızlıdırlar, ama doğal ortamlarında yaptıkları hareketler kısa süreli ve hızlıdır. Örneğin 2 saat boyunca ağaçtan ağaca atlayan bir şempanze göremezsiniz. Ama başka bir ağaçtaki meyveyi ya da böceği diğer şempanzelerden önce yiyebilmek için kısa sürede hızla ağaçlara tırmanabilirler.

Bunu çita’lara da benzetebiliriz. Dünyanın en hızlı kara memelisidir, ama maksimum hızını 10 saniye kadar koruyabilir. İnsanlar da benzer bir vücut yapısına sahipler. Hızlı, kısa süreli, ama yüksek efor-güç gerektiren hareketleri daha iyi yapıyoruz, ve vücudumuz bu hareketlere daha iyi tepki veriyor.

Bu söylediğimi 100 metre sprint koşucuları ve maraton koşucularına bakarak görebilirsiniz. Sprint koşucuları maraton koşucularına kıyasla çok daha sağlıklı ve fit görünüyorlar.

Maraton koşucusu

Maraton koşucusu

100 metre koşucuları

Bayan 100 M Koşucusu

 

Hangi resimdekilerin daha fit göründüğünü sanırım söylemeye gerek yok.

Bu sebeple, benim nacizane görüşüm ve bilimsel araştırmaların teyit ettiği şey şu: Koşacaksanız çok hızlı koşun, ve kısa süreli koşun. Böylesi sizin için daha hayırlı.

Bu tür koşuya HIIT ya da High intensity interval training adı veriliyor. Türkçesi yüksek yoğunluklu aralıklı çalışma. Türkçesi abuk oldu evet. HIIT’ın olayı şu.

Koşu bandındasınız – 30 saniye boyunca hızlı tempoda koşuyorsunuz (saatte 16-17 km/S), sonraki 60 saniye yürüme hızına düşüyorsunuz (4-5 km/s). Bunu bir kaç kez tekrar ediyorsunuz. Mesela 10 dakika.

Fakat şunu unutmayın. Yapacağınız bu koşuda yakacağınız kalori miktarı kötü diyeti asla karşılamayacak. Koşuyu sadece kalp-damar sağlığınızı ve bir miktar da kolesterolünüzü düşünerek yapın. Sağlıklı kilo vermek için koşmak iyi bir fikir değil.

Birileri mutlaka çıkıp diyecek ki “ama ben 6 ayda haftada 4 kere 1er saat jogging yaptım, şu kadar kilo verdim”. Evet bu mümkün. Ancak bu verilen kilo sağlıklı bir kilo verme mi? Yüksek ihtimalle değil. Niye? Çünkü 1 saat koşmak eninde sonunda bir kalori eksiği yaratacak. Ama 100 ama 200 ama 300 kalori. Eğer diyet de yeterince iyiyse, kalori eksiği sizin kilo vermenize yardımcı olacaktır. Ancak burada kaybedilen kilo sadece yağ değil, önemli bir kısmı da kas kaybı. Yani siz 6 ayda haftada 4 gün 1er saat koşarak maraton koşucusuna benzemiş olabilirsiniz. Ama benim derdim maraton koşucusuna benzemek değil, 100m koşucusuna benzemek.

Kas kaybetmemek için ne yapmam lazım?

Çok basit. Ağır şeyler kaldırın, ağır şeyler çekin ve ağır şeyler ittirin.

Yazının başlarında yazdım. Ağır kaldırın, zamanla daha da ağır kaldırın. Mümkün mertebe birden fazla kas grubunu aynı anda çalıştıran (compound diye geçiyor) hareketler yapın.

Başlangıç için önerilen 2 program var.

1.si Starting Strength.

2.si Stronglifts.

İkisinin de aslında mantığı ve tavsiyeleri benzer. Ben ikisini harmanlayarak kısaca yazıyorum.

Yapacağınız 3 ana hareket var.

1- Deadlift

Deadlift, yerde duran barbelli çömelerek almak ve bel hizasına kadar kaldırmak olarak özetlenebilir. Şöyle bir hareket (eleman baya gıcık, idare edin)

2-Squat

Bu da omzunuza ağırlığı alarak yere çömelip kalkma hareketi. Videosu şu şekilde:

3-Bench press

Bu da bench adı verilen tabureye yatarak ağırlığı göğsünüzden yukarı doğru ittirme hareketi. Videosu :

Bu hareketleri ya bir ağırlık egzersizi kitabı alarak, ya youtube videolarındaki açıklamaları izleyerek ya da en iyisi bu işi bilen bir hoca denetiminde, önce sadece bar demiriyle öğrenin. Zira yanlış form sakatlığa davetiyedir. Youtube’da ya da google’da “proper deadlift/squat/bench form” diye aratırsanız sürüyle açıklayıcı bilgiye ulaşırsınız.

Bu üç hareketin özelliği, vücuttaki bir çok kası bir anda çalıştırmaları ve eklemlerinizle birlikte kaslarınız kuvvetlendirmeleridir. Ne yazık ki bu hareketleri doğru yapmayı öğretmek zor olduğundan bir çok spor salonundaki eğitmen bunları hiç programlara yazmamakta ve bahsini bile açmamaktadır. Ancak bu 3 hareket en temel ağırlık egzersizleridir. Arabadaki gaz-fren-direksiyon ya da sinemadaki kamera-ışık-yönetmen gibidir. Spor salonundaki eğitmeninizi bu hareketleri size yaptırması için gerekirse zorlayın.

Ağırlık çalışması için inceleyebileceğiniz blogların en başında Stronglifts geliyor :

http://stronglifts.com/

Bu blog sahibi hiç bir şey satmıyor, tüm bilgi ücretsiz ulaşılabilir durumda ve artık klasikleşmiş ağırlık çalışma metodlarını harmanlayan denenmiş ve sonuçları sabit bir çalışma yöntemini anlatıyor. İngilizce biliyorsanız şiddetle öneririm.

Eğer PDF ebook okurum diyorsanız önereceğim kitap : Mark Rippetoe – Starting Strength. Torrentte bulunabiliyor.

Şurası aynı yazarın sitesi : http://startingstrength.com/

 

Şu da Starting Strength rutinini özetleyen bir Wiki : http://startingstrength.wikia.com/wiki/Mark_Rippetoe

Ayrıca youtube’da bizzat Mark Rippetoe’un hareketleri nasıl doğru yapacağınızı anlattığı sürüyle videosu mevcut. “Mark rippetoe deadlift” gibi bir aramayla onlarca videoya ulaşabilirsiniz. Her türlü detayı anlatıyor. Hatta Wiki sayfasının da videolar bölümü var : http://startingstrength.wikia.com/wiki/Video

 

Özetle;

Kilo verirken kaslarınız kaybetmek istemiyor, yağlarınızdan kurtulmak istiyorsunuz. Bölgesel incelme diye bir şey yok. Vücut yağı komple azalmadıkça göbek ve popo erimeyecek. Yağdan kurtulmanın tek yolu diyetinizi kontrol altına almak. Kilo verirken kaslarınızı kaybetmemenin tek yolu kasları çalıştırarak vücudun kaslardan yemesini engellemek ve ekstra protein yiyerek kasları olabildiğince büyütmek. “Kazara” fazla kaslı olmak diye bir şey söz konusu değil. Kası yapmak zor, kaybetmek kolay. Kasları çalıştırmanın en iyi yolu serbest ağırlıklarla çalışmak. Kaslar güçlendikçe daha çok ağırlık kaldırmak.

Elbette bu konu bu kadar üstünkörü anlatılacak bir mesele değil. Paylaşmam gereken başka detaylar da var. Örneğin spor yaptıktan sonra bir miktar karbonhidrat yemenizin gerekli olması gibi. Ama başlangıç için, kendi araştırmanızı yapmak için ve doğru soruları sorabilmek için umuyorum faydalı olur.

Hadi görüşürüz, şimdi spora gitmem lazım.