suphecimelek.com

Artık bloga www.suphecimelek.com adresinden de ulaşabilirsiniz. Akılda kalması ve bulması kolay olması açısından “.com” uzantılı bir alan adı aldım. Yine suphecimelek.wordpress.com’a yönleniyor, o kısımda bir değişiklik yok. İlgililere arz ederim 🙂

FW:Mucizelere inanıyor musunuz?

BU OLAY 12 HAZIRAN 2008’DE KARTAL DEVLET HASTANESİNDE MEYDANA GELDİ. Medyada bu olayı göremediniz çünkü olayı açıklayamıyorlar ve BU YÜZDEN BUNU BİLMENİZİ İSTEMİYORLAR. Ama bu olay gerçek ve benimle birlikte bir çok insan bu olaya şahit oldu!!

**************************************

Kartal E-5 Cevizlibağ çıkışında bir araba kırmızı ışıkta geçtikten sonra 4 yol’dan geçen bir otobüsle çarpıştı ve arabanın şoförü çarpışmada öldü. Araba ise savrularak karşıya geçmeyi bekleyen bir başka adama çarptı ve adam hayatta olsa da karnı yarıldı. Hemen Kartal Devlet hastanesine götürülen adam hemen ameliyata alındı ve hastanenin baş hekimi de dahil olmak üzere en iyi doktorlar adamı kurtarmak için seferber oldular. 

Sonra bir anda acil servisin kapısında bir adam belirdi. Adam bir tutam sakalı olan, temiz yüzlü, sakin davranışlı ve garip bir aksanla konuşuyordu. Adam ameliyat masasına gelip ellerini hastanın karnının üstünde gezdirdi ve “Allah rızası için sen iyileşeceksin” dedi. Yüzündeki ifade sakin ve huzurluydu.

Doktorlar hemen adamı dışarı çıkartmak için hemşireleri çağırdı ve tam başhekim adamı dışarıya doğru ittirirken masadaki hasta doğruldu ve şaşkınlıkla etrafına bakınmaya başladı. Karnına baktı ve yaralar iyileşmişti!! Kanama durmuştu! Başhekim ellerini adamın karnında gezdirip yarayı aradı ama adamın gömleği kazadan önce olduğu gibi yırtık ve kanlı olsa da karnı pürüzsüzdü ve hiç iz yoktu!!

Kimse konuşamıyordu. Doktorlar donmuş bir halde hastayı izliyordu. Herkes mucizeyi gösteren adama baktığındaysa adam çoktan kaybolmuştu. 

*******************************

Eğer mucizelere inanıyorsanız, bu e-postayı en az 10 kişiye daha gönderin, böylece herkes BİLİMİN 100LERCE YIL ÖNCE GERÇEKLEŞEN MUCİZELERİ AÇIKLAYAMADIĞI GİBİ bugün de gerçekleşen mucizeleri açıklayamadığını öğrensin.

**********************************

Gönderdikten sonra, kendinize 10 kere tokat atın. Çünkü bu olay yaşanmadı. Sizi kandırmak için uyduruldu. Eğer bu hikayeye inandıysanız saf ve kolayca kandırılabilirsiniz demektir. E-postalarla gelen ya da eski bir kitapta yazan hemen her şeye inanabilirsiniz. 

——–

Şuradan esinlendim 🙂

Tanrı’ya inanmak için 50 neden – 5. Bölüm

Tanrı’ya inanmak için 50 neden dizisinin son bölümü. Bir önceki bölüm için : 4. Bölüm

41- Incil’de İsa’ya inanmayan şüpheciler vardı, onlar da İsa öldükten sonra ona inanmaya başladılar. Tıpkı dün şüphe edip bugün dine dönenlerin yaptığı gibi.

Bu bir “argumentum ad populum” yani “genel kanının doğru olduğu” mantıksal hatası örneği. Dünya’nın yuvarlak olduğu ispatlanmadan önce tüm insanlık dünyayı düz sanıyordu. Ancak bu dünyayı düz yapmadı. Bu hikayeler, yanlış düşünen insanlara ait anektod temelli kanıtlar ve bir değeri yok. Kaldı ki bugün bir çok dine giren ve dinden çıkan insan var. Ayrıca dine inanmak, Tanrı’nın varlığını kanıtlamaz. Sadece sizin inandığınızı kanıtlar.

42-Einstein dedi ki :

“Bilim ve Din arasında meşru bir çatışma olamaz. Dini olmayan bilim sakat, bilim olmadan din kördür”

Albert Einstein ayrıca dedi ki : “Benim için İbrani dini, diğer dinler gibi, en çocukça batıl inançların bir reenkarnasyonundan başka bir şey değil.” Bu tipik bir “argumentum ad verecundiam” yani otoriter birinin görüşünün kanıt olarak sunulması. Ayrıca Einstein için “din” spesifik bir anlam ifade etmektedir : “Elbette bu benim dini görüşlerimle ilgili, sürekli tekrarlanan bir yalandan ibaret. Ben kişisel (teist) bir Tanrı’ya inanmıyorum ve bunu yalanlamadığım gibi özellikle de belirttim. Eğer benim için “din” diye bir şey sözkonusuysa, bu bilimin bize gösterebildiği kadarıyla dünyanın yapısına olan bir hayranlıktan başka bir şey değildir. Yani Einstein “din” derken bildiğimiz manada dini kastetmiyor, evrenin işleyişine olan hayranlıktan bahsediyordu.

43- Domates atıcısı

Hyde Park’ta birisi Tanrı’ya inanç aleyhinde konuşup dünya’nın kendi kendini oluşturduğunu anlatıyordu. Konuşurken çürük bir domates havadan gelip yüzünde patladı. Adam kızgın bir şekilde “kim attı onu?!” diye sorunca kalabalıktan birisi cevapladı: “Hiç kimse, kendi kendini attı”

Bu hikaye aslında “ilk hareket” argümanının değişik bir versiyonu ve ateistlerin evrenin kendi kendine oluştuğuna inanmalarıyla güya dalga geçiyor. Bu argüman, ilk hareket sorununu çözmüyor, sadece ilk hareketi doğaüstü bir varlığa yüklüyor. Herkes, henüz nasıl var olduğu açıklananamış bir şeyin varlığını kabul etmek zorunda. Ateistler, bu açıklamaları akıl yürüterek ve bilimsel metodlarla yapma arzusundayken, teistler “Tanrı yaptı” diyerek işin içinden sıyrılmaktadır. Bu teizmin daha iyi olduğunu gösteren bir şey değildir.

Ayrıca eğer anektod’da anlatılan hikayeden ders çıkarmamız gerekiyorsa ateistin iddialarına cevap vermek yerine domatesi atarak ateiste saldıran ve özür dilemek yerine yalan söyleyen  inançlı kişinin ahlakını sorgulamamız gerekir.

Son bir nokta, topluluk önünde konuşan bir ateistin intihar saldırısı yapan bir sebze tarafından saldırıya uğraması, Tanrı’nın kanıtı olabilecek bir şey değil.

44- Occam’ın doğaüstü usturası.

Yokluğun, yokluktan bir şey yarattığına inanmaktansa, Tanrı’nın yokluktan bir şey yarattığına inanmak daha kolay.

Bu da Occam’ın usturası prensibini kullanan bir “ilk hareket-sebep” argümanı. Occam’ın usturası prensibi, bir olayı açıklarken olabilecek en basit haliyle açıklamaya eğilimli olmaktır. Gereksiz yere açıklamayı karmaşıklaştırmamayı öğütler.

Bu argüman görünmeyen, herşeye gücü yeten doğaüstü bir varlığın açıklanmasının bilimsel gerçeklerle ortaya konan açıklamalardan daha kolay olduğunu varsaymaktadır. Ayrıca bu argüman “Tanrı nereden geldi” sorusunu da çağırıyor. Bir diğer nokta, “Big Bang” teorisinin maddenin yoktan var olduğunu iddia ettiği gibi bir yanılgı da mevcut sözkonusu argümanda. Çok basitçe, bilimsel düşünce ve termodinamiğin ilk yasasına göre, madde ve enerji ezelden beri o veya bu formda mevcuttu, sadece zaman içinde form değiştiriyorlar. Yani bilimsel düşüncede “yaratılmış” olmak gerekmiyor.

45- Hawking’in nasıl-neden demeci

Stephen Hawking demiştir ki : “Bilim evrenin nasıl oluştuğu sorusunun cevabını verebilir, ancak neden oluştuğu sorusuna cevap veremez”

Dinler de bunun cevabını vermiyor ki? İncil (ve diğer kitaplar) sadece “ne”yin (insan, hayvan vs) yaratıldığını, “ne zaman” (Adem ve Havva zamanı) yaratıldığını ve “nasıl” yaratıldığını (Ol! diyerek) anlatır. “Niye” sorusunun cevabını vermezler. Ayrıca bu sorunun muhattabı gözlenebilir olayları açıklayan bilimin değil, filozofidir.

46- Tanrı olunca her şey mümkündür.

Tanrı’yla insanı karıştırmamalıyız. İşin içine Tanrı girince tüm mucizeler mümkün hale gelir. Eğer Tanrı gerçekten Tanrı’ysa o fizik kanunları da dahil her şeyin yaratıcısıdır. Madde ve ruhu yaratandır.

“Döngüsel nedensellik” ve “din ümit verir” argümanı. Bu argümanlar, her şeye gücü yeten bir Tanrı tanımından ortaya çıkarlar, öyle bir tanrının varlığını ispatlamazlar.

47- Evrimleşmiş ve evrimleşen

Eğer Evrim’in ürünleriysek hala evrimleşiyoruz demektir. Peki nasıl oluyor da etrafımızdaki her şey bizim yaşam koşullarımız için tam uygunluk gösteriyor?

Antropik prensip. İnsanlar hala evrimleşiyor, diğer tüm canlı şeyler gibi. “Tam uygunluk” iddiasına gelince, üzerinde yaşadığımız gezegenin büyük bir kısmı insanların yaşaması için uygun değil, (denizler, sıcak çöller, donmuş çöller) evrenin de çok büyük bir kısmı insanın yaşamasına uygun değil. Nasıl “tam uygun”luktan bahsedebiliyoruz ki?

48- Kayıp halka

Kayıp halkanın var olmama olasılığı olamaz mı?

Burada bahsedilen kayıp halka, İnsanların evrimindeki ara geçiş formu boşlukları.

Bu argüman, bir “sahte ikilem” örneği. Evrim’in yanlışlanması Tanrı’nın varlığına kanıt olmadığı gibi, herhangi bir “ara geçiş formu”nun eksik olması, Evrim’in yanlışlanmasına sebep olmaz. Ayrıca hem evrim, hem de akıllı tasarım hatalı olabilir, 3. bir seçenek de mümkün olabilir. An itibariyle, bilimsel kanıtlar, Evrim’in gerçek olduğunu söylüyor.

49 – Gözlerinizi açın

Tanrı zaten kendini bir çok kere kanıtladı, etrafınıza bakmanız yeterli. Ateistlerin gözlük takması gerek. Eğer insan gözlerini kapattıysa Tanrı ne yapabilir?

“Döngüsel nedenselleştirme” ve “kanıtlarda seçmece yapma” örnekleri. Eğer Tanrı’nın her şeye gücü yetiyorsa, o zaman yapabileceklerinin sınırı yoktur. Eğer gözlerimiz kapalıysa, her şeye gücü yeten bir varlık elbette onları açabilir.

Ayrıca bu tür bir argüman, görme engellileri de kapsıyor. Eğer kişinin “etrafındaki kanıtları” görecek gözleri yoksa, Tanrı’ya dair kanıtları göremez. O zaman körler otomatikman ateist mi oluyorlar?

50- Yalancı ya da peygamber?

İsa ya olduğunu söylediği kişi, ya da tarihin tanıdığı en büyük sahtekar.

Sahte ikilem örneği. İsa ayrıca akıl hastası, hiç bir zaman var olmamış birisi, yaptığı ve söylediği anlatılan şeyleri aslında yapmamış, ya da yanlış anlaşılmış ve yanlış aktarılmış,  ya da diğer insanların yalanlarına kanmış birisi de olabilir.

Böylelikle “Tanrıya inanmak için 50 neden dizisinin sonuna geldik.

İlginç başka bir şey okumak isterseniz : Mucize Taş Aragonit

İfade özgürlüğü ve akılcı düşünce için kötü bir gün

Dün (26 Mart), Birleşmiş Milletler İnsan Hakları komisyonu, Pakistan’ın önderliğinde ve Çin, Rusya ve 50’den fazla Müslüman ülkenin destek verdiği (Türkiye dahil) “Dinlere Hakaret” önergesini kabul etti. Bu önergeye göre, Dinlerinden dolayı insanlara ayrımcılık yapmanın yanında, dinlere hakaretin de insan haklarına aykırı olduğu Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilmiş oldu. 

Bu önergeye göre :

Birleşmiş Milletler’e üye ülkeler “dinlere hakaretten doğan nefret, ayrımcılık, korkutma ve zorlama” ya karşı yeterli cezalar öngören yasaları yürürlüğe koyması için teşvik edilmelidir. Herkesin ifade özgürlüğü hakkı saklıdır, ancak bu hak, dinler ve inançlara saygıyı da içine kapsayacak şekilde mevcut kanunlar ve diğer insanlara saygı çerçevesinde kullanılmalıdır.

Ancak bunun yol açacağı şey, ifade özgürlüğünün kısıtlanmasından başka bir şey değil, zira “hakaret” sözcüğü, dincilerin anlayışında “dinleri eleştiren herhangi ve her şey” olarak tanımlı. Ben dinlerdeki adalet anlayışının çarpık olduğunu söylediğim zaman bu inananların gözünde doğrudan bir hakaret. Halbuki aynı uygulama, atıyorum X ülkesinin kanunlarında olsa, kendileri de adalet anlayışının çarpıklığını onaylayacaklar. Buradan hareketle, eğer yaşadığınız ülke bu doğrultuda yasalar yaparsa, dinleri ve dini inançları eleştirmek, illegal bir hale gelebilir.

21 yy’da Birleşmiş Milletler gibi güya en başarılı ve zeki bürokratların ülkelerini temsil ettiği bir toplulukta benim görmeyi beklediğim bir önerge “Herhangi bir kanıta dayanmayan inanç sistemlerinin insanlara dayatılmasının insan haklarına aykırı olması” şeklinde olurdu, ama ne kadar acı ki, bu akla yatmayan ve herhangi bir kanıta dayanmayan inanç sistemlerinin bırakın dayatılmaması, sorunlarını ortaya koyup eleştirmenin önüne geçilmesini sağlayacak önergeler kabul ediliyor.

Kaldı ki, İnsan Hakları düşünceleri ve inançları değil, bireylerin haklarını korumak amacıyla oluşturulmuş bir kavramdı. Bu önergenin kabulu, insan hakları kavramının anlamını değiştiriyor. Bundan sonraki adım, önergeye destek veren ülkelerin hızla (ve bu önergeye dayandırarak) dini eleştirmeyi suç kapsamına alması ve bunu insan hakları savunucuları, bilim adamları, ve genel olarak dini ve dini uygulamaları eleştiren herkesin ifade özgürlüğünü kısıtlamak uğruna kullanmaya başlaması olacak.

Daha çok bilgiye şuradan ulaşmak mümkün :

Bu linkte onaylayan ve karşı çıkan ülkelerin listesi mevcut :

http://www.mediawatchwatch.org.uk/2008/01/02/defamation-of-religion-becomes-un-resolution/

Üstteki linkteki listeye bakıp kabul eden ülkeleri incelediğim zaman, tek bir tane gelişmiş ülke göremedim. Rusya, Çin ve Türkiye’yi saymazsak tamamı 3. dünya ülkesi. Onaylamayan ülkelerin çoğunluğu da gelişmiş ülkeler.

Haberle ilgili diğer sitelerin linkleri şu şekilde :

http://www.reuters.com/article/worldNews/idUSL3041411220070330

http://vladtepesblog.com/?p=6637

http://sayanythingblog.com/entry/un_human_rights_council_condemns_defamation_of_religion/

http://www.irishtimes.com/newspaper/world/2009/0327/1224243551692.html

http://www.iheu.org/node/1303

Tanrı’ya inanmak için 50 neden – 4. Bölüm

Tanrıya inanmak için 50 neden’in 4. bölümüyle devam ediyorum.

Önceki bölüm için : 3. Bölüm

31- İncil’deki tanıklıklar

İncil’de anlatılanların çoğu İsa’nın ölümünden sadece 40 yıl sonra yazılan ve görgü tanıklarından aktarılan bilgiler. Yeni Ahit (İncil)’teki hikayeler yalan olsaydı, yazıldıkları zaman İsa’yı tanıyanlar tarafından yalanlanır ve yokedilirdi.

Yeni Ahit’teki yazılar en erken MS 65 yılına, Tarsuslu Paul’a dayandırılan yazılardır ve Paul İsa’yı görmemiştir. Ayrıca “tanıklar” tarafından yazdırılmış olsa bile , bu içindeki bilgilerin doğru olduğu manasına gelmez. Kaldı ki aynı argümanı diğer dini kitaplar için de yapmak mümkün. Ayrıca İncil’deki değişik pasajlardaki çelişkilerden yola çıkarsak, zaten İncil’in içeriğinin yazarları tarafından da tartışma konusu olduğu görülecektir.

32 – Arkeoloji

MÖ 2000lere dayanan ve İncildeki hikayeleri doğrulayan arkeolojik bulgular var.

Bu doğru olabilir, ancak aynı şekilde İncil’deki hikayeleri onaylamayan arkolojik bulgular da mevcut. (34 numaralı maddeye bakınız). Zaten Ateistler, İncil’in baştan aşağı yanlış olduğunu iddia etmiyor. Önemli olan, İncil’in Tanrı’nın varlığına kanıt oluşturup oluşturmaması ve incilde sözü geçen hikayelerdeki doğaüstü olaylara dair kanıtların olup olmaması. Bu kanıtlar mevcut değil. Dahası, İlyada ya da herhangi bir Örümcek Adam çizgiromanında bahsedilen yerlere dair arkeolojik daha çok kanıt var, ama bu durum Achilles ya da Örümcek Adam’ı gerçek yapmıyor.

33- İncil’deki kehanetler

İncil’deki yüzlerce kehanetin hiçbirisinin aksi kanıtlanamadı.

Bu tipik bir “ispat yükümlülüğünün karşı tarafa yüklenmesi” vakası. İddiayı, iddia sahibi kanıtlar. Ayrıca İncil’de kanıtlarla gerçekleştiği doğrulanabilen tek bir kehanet yok. Kaldı ki İsa’nın gerçekte yaşadığına dair kanıtların azlığı, bu kehanetlerin tamamen İncil’de olup bittiğine ve gerçekte olmadıklarına işaret ediyor.

34- İncil’deki Tarihi bilgiler

Edebi ve tarihi kayıtlar, İncil’in güvenilir bir tarihi vesika olduğunu ortaya koyuyor.

Bu tamamen yanlış. İncil’de anlatılan doğaüstü olaylar ve mucizelere kanıt olabilecek herhangi bir şey olmadığı gibi, İncil’de anlatılan olayların da tarihsel belgelerde bulunmaması da (örneğin İsrailoğullarının Musa hikayesindeki gibi Mısır’da köle olduklarına dair taraihi kanıt yok) İncil’in tarihsel bilgiler açısından güvenilir olmadığını gösteriyor.

35- Hrıstiyanlık ve Bilim uyum içerisindedir.

Bilim’in doğumundan bugüne kadar Hrıstiyanlık ve Bilim’in çeliştiği ya da çatıştığına dair hiç bir kanıt yoktur. Bir çok büyük bilim adamı Hrıstiyandı : Francis Bacon, Isaac Newton, Robert Boyle hem keşifleri hem de inançlarıyla hala hatırlanan bilim adamlarından sadece bir kaçı.

Tarih boyunca, bilimsel gerçekler ve inançlar çatışmıştır. Önce Dünyanın düz değil yuvarlak olması, sonra Dünyanın Evrenin merkezi olmaması ve Güneş etrafında dönüyor olması, hastalıkların şeytanlar yerine mikroplar nedeniyle oluşması, yıldızları meleklerin oynatmaları değil dünyanın dönmesi gibi çatışmalar sonucunda geri adım atmak zorunda kalan hep (kutsal kitabını tekrar yorumlamak zorunda kalan) dinler olmuştur. Kaldı ki , dinlerin yaratılış hikayesi ve bilimin ortaya koyduğu hayatın başlangıcı açıklamaları arasında çok büyük bir çatışma vardır.

36- Nasıl ve Neden

Bilim bir şeyin nasıl olduğunu açıklayabilir. Neden öyle olduğunu açıklayamaz.

Bu argüman aslında anlamsız. “Neden” sorusu, bir hikayeyi çağırıyor. Ancak bilimde “neden” sorusunun cevabını, matematik verir. Evrenin kuralları matematik üstüne kuruludur. Efsanelerin değil. Ayrıca bir “neden” olmak zorunda da değil. Bir neden olmasına duyulan ihtiyaç ya da istek, o nedenin gerçekten var olmasını gerektirmez.

37 – Bilim değişir

Bilim bulgularını sürekli değiştirir. Geçmiş teoriler bugünkü bulgularla çelişebilir. İleride yapılacak keşifler, hayatın başlangıcına dair anlayışımızı değiştirebilir.

Yeni kanıtlar ışığında var olan bilgileri tekrar gözden geçirme isteği, gerçeği arayan tüm süreçlerde var olan bir şeydir. Bilim bu özelliği sebebiyle güçlüdür. Ateistlerin büyük bölümünün Tanrı’ya dair sunulan kanıtları yetersiz gördükleri için inanmadıkları düşünülürse, ileride bilim Tanrı’nın varlığını gösteren herhangi bir kanıt bulabilirse, onu ele alıp fikirlerini değiştirebilirler. Ancak tarih boyunca olan şey, Bilim’in ileri, dinlerin geri adım atmasıdır.

38 – Abiyogenez.

Evrim, hayatın nasıl başlamış olabileceğini açıklayabilir, ancak hayatı neyin niye başlattığını açıklayamaz. Evrim kanıtlansa bile, bu Tanrı’nın var olmadığını kanıtlamaz.

Evrim teorisi, hayatın kaynağını açıklamaz, etrafımızda gördüğümüz hayatın karmaşıklığının ve çeşitliliğinin nasıl daha basit organizmalardan gelmiş olduğunu açıklar. Hayatın nasıl başladığını açıklamaya çalışan bilim dalı abiogenez’dir. An itibariyle kanıtlarla desteklenen ve genel kabul gören bir hayatın başlangıcı teorisi olmasa da, bilim adamları abiyogenez’in mümkün olduğunu kanıtladılar. Yine de, kabul görecek bir abiyogenez teorisinin Tanrı’nın varlığını yalanlamayacağı doğru, ancak burada yine “ispat yükümlülüğünü karşı tarafa atmak” var. Tanrı’nın varlığını kanıtlama görevi, inananlarda. Tanrı’yı yalanlama görevi inançsızlarda değil.

39- Kötü bir yalan?

İsa’nın boş mezarını bulanlar iki kadındı. Kadınlar 1yy’da filistinde çok aşağı bir toplumsal tabakaya aitti, ve hikayeyi daha inandırıcı yapmak adına hikaye mezarı bulanların erkekler olduğunu söyleyebilirdi. Ancak olduğu gibi bıraktı. Bu da İncil’in doğru olduğuna kanıtlardan birisi

Genel olarak İncil’de anlatılan İsa’nın hayatıyla  ilgili çok sayıda çelişkili ifade varken, bu ayrıntı hikayenin doğruluğuna kanıt olabilecek bir şey değil. Diriliş hikayesinde İsa’nın erkek takipçilerine göründüğü de anlatılır. Bu ayrıntının kanıtladığı bir şey yok.

40- Ölüm anı deneyimleri.

Neredeyse ölmek üzere olan kişilerin deneyimlerini ele alalım. Bu olayların kimyasallar ya da ilaçlar sebebiyle olduğunu düşünmek saflık olur. Kör bir insanın bu olayları yaşamasını nasıl açıklayabiliriz, ya da bir çok insanın aynı şeyleri görmesini, ya da tıbben öldükten sonra diriltilen insanların ölü oldukları süre boyunca etraflarında meydana gelen şeyleri hatırlamalarını nasıl açıklayabiliriz? Ya da 3 gün boyunca ölü olan bir adamın tabutundan çıkıp o 3 gün boyunca meydana gelen olaylardan haberdar olması? En gerçek görünen rüya ve gerçek arasındaki farkı söyleyebiliyoruz ve bu insanların hiç birisi rüya gördüğünü söylemiyorlar.

Araştırmalar, ölüme yaklaşan insanların deneyimlerinin çoğunlukla fizyolojik olduğunu ortaya koyuyor. Bu anlatılan örneklerin niye hiç bir zaman kanıtları olmaz? Eğer bir adamın 3 gün boyunca ölü olduğu sonra dirildiği gerçek olsaydı, tüm dünya basınında yer alırdı ve deyim yerindeyse sağır sultan bile duymuş olurdu. Bu tür hikayelerin bilimsel kanıtı yok. Ayrıca anlatılan türdeki deneyimler, ölüme yaklaşmayan insanlarda da görülüyor (örneğin aniden hızlanan jet pilotlarında ya da yüksek oranda karbon dioksit soluyan insanlarda). Yani bu tür deneyimler,  ölümden sonra yaşama kanıt olmadığı gibi, Tanrı’ya da kanıt teşkil etmiyorlar. Kaldı ki bu tür deneyimler yaşamayan milyonlarca insan var. Eğer bu deneyimleri yaşayan insanların sözleri Tanrı’ya kanıtsa, bu deneyimleri yaşamayan daha çok sayıdaki insanın (var olmayan) deneyimleri, Tanrı’nın yokluğuna kanıt olmaz mı?

Devamı için :

5. Bölüm

Mucize Taş Aragonit Kandırmacası

“Mucize Taş Aragonit”, Sevgi Ersoy isimli bir iç mimar/reiki Grandmaster/parapsikolog tarafından yazılmış bir kitap. Önce birazcık yazarı tanıyalım, sitesinden alıntı :

Otuz yıldır, parapsikoloji, dinler, metafizik, metapsişik ve ezoterik öğretiler konularında araştırma ve inceleme yapıyor, deneysel çalışmalar yürütüyor. Birçok ulusal ve uluslararası tıp kongresine “Yardımcı Tıp Tekniği Olarak Reiki” konusunda konuşmacı olarak katılan Ersoy’un fahri doktorluk unvanı bulunuyor. Reiki grand master ve magnified healing eğitmeni olan Ersoy ayrıca, tekniği dünyada sadece kendisine ait olan mucize taş aragonit şifası!dersleri veriyor ve şifa uygulamaları yapıyor. 2000 yılında eşi ve on yedi arkadaşıyla birlikte spiritüel bir merkez olan Merkez Bilgi Alanı Vakfı’nı kuran yazarın, Mutfak Penceremdeki Hindistan adlı yayımlanmış bir kitabı bulunuyor.

Öncelikle şu paragrafla ilgili görebildiğim sorunlar şu şekilde :

“Bir çok uluslararası ve ulusal tıp kongresindeki konuşmalar”ına dair kayıtları aradığımda, Ersoy’un katıldığı tek kongrenin Marmara Ünv Preoperatif Hemşirelik Kongresi olduğu çıkıyor. Yine de gerçekleştirilen her kongrenin kayıtlarının internet ortamında olmaması ihtimalini göz önünde bulundurmakta yarar var.

İkinci nokta, fahri doktora olayı. Ersoy’un fahri doktora ünvanına dair tek kaynak, kendi yazdığı kitapları. Ne Türkçe ne de İngilizce herhangi bir sitede nerden nasıl bir fahri doktora sahibi olduğu konusunda en ufak bir kayda rastlayamadım. Zaten fahri doktora, bilimsel bir değeri olan bir şey değil, master yapmak, bir dolu ders geçmek, tez yazmak, tezi kabul ettirmek vs gibi uzun yıllar süren bir öğrenme ve çalışma sürecini atlayarak “gönüllerin doktoru” ünvanına sahip olmak gibi bir şeydir. Bir çok siyasetçinin de sahip olduğu bir şeydir.

Tekniği sadece kendisine ait olan Aragonit taşı meselesi esas konum, birazdan ayrıntılı ele alacağım.

Merkez Bilgi Alanı Vakfı. Bu vakıf, Spiritüel öğretiler, Reiki, meditasyon vs konularında seminerler, eğitimler ve atelyeler organize eden bir vakıf. Reiki ile ilgili ileride daha kapsamlı bir şeyler yazmayı planlıyorum. Vakfın kurucularından birisi Ersoy’un eşi Nurettin Ersoy. Aşağıda aylık bültenlerinden bir alıntı yapmak istiyorum :

Burada çok önemli ikinci bir atak noktamız var… O da, Zaman Enerjisi’nin, yaratılmış olmamızdan dolayı, bizim dışımızda bir olgu olmadığı anlayışıdır… Biz, Zaman Enerjisi’nin bizatihi kendisini temsil ediyoruz… Yani bu enerji bizim dışımızda olup da, bizim tetkik ettiğimiz, üzerinde durduğumuz, mevzu ettiğimiz, düşündüğümüz, incelemeye çalıştığımız bir enerji değildir… Bu çok önemli bir husustur… Zaman Enerjisi, bizatihi kendimizin olduğu bir enerji, biz oyuz… Ve Zaman Enerjisi, Yaratan, Tek ve Bir olan Yüksek Enerji olan Yaradan’ın yaratma eylemi esnasındaki enerjisi olduğuna göre; onun var ettiği bizler de, Yaradan’dan dolayı, Yaradan’a ait ve Yaradan’ın zaman enerjisini temsil eden varlıklarız…

Nurettin Ersoy, fizikteki temel birimlerden olan Zaman’ı, bir başka temel birim olan Enerjiye dönüştürmüş. Bunun sözdebilim olduğunu ayrıca göstermek gereksiz diye düşünüyorum. Zaman enerji değil, uzunluk, ağırlık gibi bir ölçü birimidir.

Gelelim postun esas konusu olan Aragonit taşı ve mucizesine.

Sitenin ana sayfasından alıntı :

Tarihin her döneminde kullanılmış olan fakat zaman içinde unutulan MUCİZE TAŞ ARAGONİT tekrar insanlığa kendini sunuyor…
Şu anda 1000 kişinin boynunda taşıdığı bu mucizeyi daha yakından tanımak ister misiniz?..

Aragonit, bir karbonat mineral taşıdır ve Slovakya, Amerika ve İspanya’da bulunur. Diğer bir çok taş gibi süs eşyası ve takı olarak kullanılır.

MUCİZE TAŞ ARAGONİT’İ sürekli boynunda taşıyanlar;

► O’nun koruması, şifası, bolluk ve bereketi ile sarılıyorlar…

Evet bu epey büyük bir iddia.

  • Aragonit taşı kişiyi nasıl korur,
  • ne gibi şeylerden korur,
  • nasıl şifa verir,
  • hangi hastalıklara iyi gelir,
  • bu iyileştirme etkisi nasıl ölçülmüştür,
  • bilimsel metodlarla sağlanması yapılmış mıdır,
  • test ve kontrol grupları sayesinde plasebo etkisi olmadığı ispatlanmış mıdır, bolluk ve bereket derken nasıl bir bolluk ve bereketten sözedilmektedir,
  • bu taşı taşıyan insanların hepsinde taşı kullanmadan önceki hayatlarına oranla bir iyileşme ve bereket görülmüş müdür,
  • bu etki tekrarlanabilir midir (ben de alsam benim de hayatım daha bereketli olur mu),
  • taş kaybedilirse bereket etkisi yok olmakta mıdır, gibi soruların cevabı görebildiğim kadarıyla yanıtsız. Ancak bu türden soruların cevabı olsaydı taşın etkisini kanıtlamakta çok güçlü deliller olacağını düşünürsek yazarın bu delilleri var olmalarına rağmen siteye koymaması stratejik bir hata olurdu.

Bağışıklık sistemleri güçleniyor ve daha az hasta oluyorlar…

Ağrılarda, kramplarda, cilt sorunlarında, her türlü psikolojik problemde, tüm tedavilerde ilacı destekleyici ve yan tesirlerini azaltıcı olarak mucize taş Aragonitten yardım alıyorlar…

Ayrıca bilinçaltlarını temizleyip rahat ve kaliteli bir uykuya kavuşuyor, hayatın sorunlarıyla daha kolay başa çıkabiliyorlar…

Sadece kendileri değil, çevreleri de bu ışıklı değişimin farkına varıyorlar

Yukarıda sorduğum soruların hemen hemen hepsinin bu iddialara da uygulanabilirliğine ek olarak şu soruları da çağıran iddialar :

  • Bağışıklık sistemlerinin güçlendiği nasıl test edildi, nasıl kanıtlandı,
  • ilaçların yan etkilerini azalttığı klinik deneylerle ispatlandı mı,
  • uyku bozukluklarında aragonit’in etkisi nasıl test edildi, kontrol ve test gruplarıyla deneyler yapıldı, etki tekrarlanabildi mi, ve benzeri sorular ilk aklıma gelenler.

Çok pimpirikli olduğumu düşünmeyin zira bu sorduğum soruların hepsi bugün eczanelerde bulunan binlerce ilaç piyasaya çıkmadan önce yapılması zorunlu testlere işaret eden sorular.

Site’deki “Aragonit mucizesi” linkine gittiğimizde, anektod temelli “kanıtlar” görüyoruz.

Aslında Aragonit mucizesi, bugün bolca bulunan “kristal iyileştirme”lerinden sadece birisi. Bu “iyileştirme” taşlarına kanıt olarak sunulan şeyleri birazcık açacak olursak:

Anektod’a dayalı kanıtlar : Burada gayet basitçe “Ahmet bey ürünümüzü kullandı ve şunları dedi” türünden, ürünün etkisini onaylayıcı yazılar ve konuşmalardan söz ediyoruz. Kişilerin şahitliklerine dayanan kanıtlar güvenilirlikten çok uzaktırlar, zira şahitliğimizi dayandırdığımız deneyimlerimiz; beklentilerimiz, inançlarımız, düşüncelerimiz ve anılarımızla şekillenirler ve gerçekten uzaklaşma olasılıkları çok yüksektir. Ayrıca bu şahitliklerin bilimsel kıymeti çok azdır, zira eğer bir etki, başka insanlar tarafından da gözlemlenebilen bir şey değilse (yani yer çekimi gibi – her attıgımız şey yere düşer) bu bilginin sağlamasının yapılmasını imkansız kılar. Sitede aktarılan örnekleri biraz aşağıda ele alıp potansiyel problemlerini göstereceğim.

Plasebo etkisi : Bu aslında açık, psikolojik olarak bir ilacın ya da başka bir şeyin iyileştirici etkisinin olduğuna inanma. İlaç testleri yapılırken kontrol grubuna verilen şeker hapları buna örnektir. Bu şekilde test edilen ilacın, psikolojik etkilerinin haricindeki etkisi ölçülmeye çalışılır. İyileştirme taşlarının etkisi bu tür bir etkidir.

Hüsnükuruntular : Bir şeyin istenen sonuca götürdüğüne olan inanç. Yani taşın etkisine inanmak. Olaya şüpheyle yaklaştığımızda bulamadığımız “kanıtlar” etkinin var olduğuna inandığımız zaman büyüleyici bir şekilde ortaya çıkıveriyor. Diğer bir deyişle, aynı olayı değerlendiren iki kişiden, olayda görülen “taş etkisi”ne inanan kişi, taşın işe yaradığını şüphelenen kişiye kıyasla çok daha kolay kabul ediyor.

Seçmece düşünce : Bu da çok ilginç ve bir üstteki maddeyle bağlantılı. Kişinin olayları inandıklarına uydurabilmek adına, sadece iddiasını destekleyen bilgileri seçip onları kanıt olarak göstermek diye açıklayabiliriz. Bir örnek vermek gerekirse, hasta olan bir kişi, doktorların önerdiği 10 tane ilacı kullanıp, üstüne bir de şifa taşına sahipse ve taşın kendisini iyileştireceği hüsnükuruntusuna sahipse, iyileştiğinde gittiği doktorları ve ilaçları değil, şifa taşını hatırlayacaktır ve onu nakledecektir.

Topluluk desteği : Bir iddianın, bir topluluk tarafından sürekli onaylanması sonucunda güçlü bir inanç haline gelmesi olayı. Burada iddianın ampirik bilgi ve deneysel kanıtlarla desteklenip desteklenmemesi değil, ne kadar çok kişinin inanıp inanmaması önemlidir. Eğer bir iddia bir çok gazetede çıkıyor, konferanslarda atelyelerde sınıflarda doğru ve gerçek bilgi olarak tekrar ediliyorsa, insanlar arkasındaki kanıtların yetersizliğini atlayıp iddiaya inanabiliyorlar. Bu sebeple bu “şifa” ları satanlar, sık sık toplantı, panel vs düzenlerler ve bu etkiden maksimum yararlanmaya çalışırlar.

Kristallerin ya da taşların, korunma ve iyileştirmeye herhangi bir etksinin olduğunu gösteren güvenilir bilimsel kanıt yoktur.

Ancak bir sonraki adımda, sözdebilimcilerin, bu etkileri bilimsel terimleri bozarak sanki bilimselmiş gibi açıkladıklarını ve kristal-taş şifacılığına kredibilite kazandırmaya çalıştıklarını görürüz. Kristal/taşçı sözdebilimcilere göre kristaller “iyi” enerjiye sahiptir ve “kötü” enerjileri kovarlar. Şifa bulduran frekanslarda rezonansa sebep olan titreşimler yayarlar ve “çakra”larınıza etki edip “ying yang”ınızı dengelerler.

Şifalı taşlar sadece duygusal iyileştirme sağlamaz, aynı zamanda kendinizi ifade etme becerinizi, yaratıcılığınızı, meditasyon kabiliyetinizi ve bağışıklık sisteminizi güçlendirir

Ne acı ki bu iddiaların hiçbirinin sağlam bilimsel kanıtları yok.

Kristallerin bu tür etkilerinin olduğuna dair herhangi bir kanıt olmadığı gibi, kristallerin bu tür etkilerinin olmadığı ve bu tür iddiaların kandırmaca olduğuna dair internette bir çok makale mevcut. İşin ilginci bu kandırmacaların çoğunun birbirinden copy-paste yapmış gibi aynı iddiaları ileri sürmesi.

Sevgi Ersoy ve aragonit taşı’nın kullanıcı yorumlarına geçiyoruz. Postu uzatmamak için daha kısa olan 3 yorumu ele alacağım.

Mine TÜRKMEN

İki gün önce dişetimde belirginleşerek iyice şişen bir aft hakkında bilgi almak için diş doktoruna gittim. Doktor bey, dişetlerimde çok sinsice ilerlemekte olan bir hastalığı tespit etti.

Öyle ki hastalık dişetlerinin altındaki kemiklerin çekilmesine bile sebebiyet vermeye başlamış. Bu hastalıkta dikkat etmem gerekenleri doktorla konuşup, tedavi başlangıcı için antibiyotik alıp oradan ayrıldım.

Aynı akşam, aragonit ile alt batın bölgeme şifa yapmak için bir çalışma yaptım. Aragonit şifayı gerçekleştirdikten sonra başıma doğru yukarı aşağı hareketler çizerek, baş bölgeme yöneldi. Ağzımın içinde yoğun bir enerji hissettim ve tüm diş etlerim büyük bir kalp gibi atmaya başladı. Aragoniti ağzımın önünde tutarak, şifa yapışını minnetle izledim.

Daha sonra aft olan yanağımın dışına aragoniti koyup bir süre bekledim. Ağzımın içinden ve özellikle afttan bir şeyler taşa doğru çekiliyor gibiydi. Doktor muaynesinde, bir haftalık antibiyotik tedavisinden sonra diş etlerimin durumuna göre, ya bir hafta daha ilaç tedavisi göreceğimi ya da iyileşme kaydedilirse koruyucu tedaviye geçebileceğimizi söylemişti.

Oysa aynı akşam gerçekleşen aragonit şifasından sonra, ertesi sabah aftın muazzam ölçüde küçüldüğüne, neredeyse yok olduğuna tanık oldum.

 

Muhtemelen siz de farkettiniz. Doktordan antibiyotik aldıktan sonra akşam aragonit taşıyla “şifa” yapıyor kullanıcı. Sabah kalktığında aft yokolmuş oluyor. Seçmece düşünme ve plasebo etkisi örneği gibi görünüyor. İlaç almasına rağmen iyileşme etkisini taşa bağlamış.

Diş hekimlerinin ilerlemiş aft yaraları için kullandığı ağır bir solusyon vardır orthochrome adında. Oral sprey-krem vs yerine antibiyotik veren doktorun orthochrome uygulamış olması da yüksek bir ihtimal.

Peki madem kullanıcının elinde aragonit taşı var, niye aftlar doktorluk olana kadar beklemiş ve doktor antibiyotik verdikten sonra aragonit kullanmaya karar veriyor? Belli değil. Aft yarası için doktora gidip, aynı gün aragonit alıp tamamen işe yarayacağına inanması ve uygulamak için gerekenleri öğrenmesi ihtimali bence düşük bir ihtimal. Bir diğer soru, acaba aft yarası olan insanların hepsi bu taşı kullanırsa aftları geçecek mi? İddia sahibi bunu denemeye razı mı ?

Bir diğer yorum :

Prof. Cana GÜRMEN

Yoğun bakımda, Solunum cihazına bağlı, tamamen bitkisel hayat konumunda, Sol ciğer amfizemden tamamen bitmiş, sağ ciğerin yarısı tümör, (kanser) geri kalan kısmı amfizemden bitmiş…

Eşinin ricası üzerine yoğun bakıma Aragonit şifası yapmak üzere girdim… Sağına geçerek, göğüs üzerinde şifaya başladım… Taş çok şiddetli dönmeye başladı, hemşireler merakla etrafımda beni izliyorlardı, birden hiç hareket etmeyen hasta sıçradı, herkes hayretler içindeydi, hiç istifimi bozmadan devam ettim… Birkaç dakika sonra monitörden ikaz sesi gelmeye başladı ve hastanın 11 olan tansiyonu 17 oldu, ancak 5–6 saniye içinde tekrar normale döndü…

Şifanın sonlarına doğru hasta yine sıçradı, tam yarım saat sonunda taş durarak şifayı bitirdi…

Diğer tarafına geçerek şifayı Sol ciğerde de yapmak istedim fakat taşı nereye tuttuysam kesinlikle kıpırdamadı…

O gece Renato’yu memleketi olan İtalya’ya, Milano’nun en iyi hastanesine naklettiler… 22 gün aynı durumda yoğun bakımda bitkisel hayatını sürdürdü… Burada, Solunum cihazını çıkarıp, hastanın nefes alıp alamayacağına bakarak ne yapılacağına karar vermek istediler… Ve 25 gün sonra Renato uyandı, tümör olan taraf yardımıyla nefes almaya başladı… Bir müddet sonra yaşaması için tek çarenin tümörü küçülterek o ciğerde boş alan açılmasına ve dolayısıyla nefes alabilmesi için bir fırsat yakalanabileceğini düşündüler… Ve kemoterapi başladı… 2 seans sonunda tümör küçülmeye başladı… Renato şu anda İtalya’da normal bir insan gibi yaşıyor… Oradakiler ve ailesi bunun gerçek bir mucize olduğunu söylüyorlar…

Öncelikle belirtelim, Cana Gürmen, müzik profesörüdür, tıp profesörü değil ve profesör olması, iyileştirme konusunda söylediği herhangi bir şeyin, sokaktaki adamın söyleyeceklerinden daha güvenilir olduğuna kanıt değildir.

Akciğer kanseri olan bir hastanın aragonit taşıyla iyileşmesi olayı, daha doğrusu aragonit taşının kansere iyi gelmesi çok, çok,çok büyük bir iddia. Bu iddia kanıtlanabilirse milyarlarca dolarlık bir pazar oluşacaktır, zira bugün kanser araştırmalarına, hastaların tedavilerine sigorta şirketleri tarafından harcanan paralar aragonit taşıyla iyileştirme yönteminin olası masraflarının kat kat üstündedir. Yani eğer gerçekten böyle bir şey varsa ve gerçekse, ne Sevgi Ersoy kitap yazıp seminer vermekle, ne de Cana Gürmen ders vermekle uğraşır, dünyanın en karlı işine girerek kanserli hastaları aragonitle iyileştirirler.

Hadi bunu bir yana bırakıyoruz, hastanın zaten hastanede yoğun bakımda yattığı ve İtalya’nın en iyi hastanesine nakledildiği anlatılıyor. Bugün çeşitli tedaviler sonucunda akciğer kanseri’nde iyileşme oranları düşük olsa da (toplamda 15% civarı) vardır. Hastanın iyileşmesine aragonitin katkısının olduğuna dair kullanıcı şahitliğinden başka bir şey görebildiğim kadarıyla yok. Aynı mucize pekala Tanrı’ya dua etmekle (ki ortalama bir İtalyan’sa zaten koyu katoliktir ve dua eksik olmamıştır) de gerçekleşmiş olabilir. Bunun ölçülebilir bir tarafı yok. Sonuç arzu edilen bir sonuç da olsa (hastanın iyileşmesi) sebebin aragonit taşı olduğu iddiası güvenilir değil. Yine seçmece düşünme.

Son örnek (bir kaç çok uzun örneği atladım) :

Recai KOÇAK

2007 nin yaz aylarıydı…

Telefonda bir arkadaşımın köpeğinin duvardan aşağı, beş metre yükseklikten sırt üstü yere düştüğünü öğrendim… Veteriner gelip bakmıştı…

Tüm gereken müdahaleler yapılmış (ağrı kesici iğneler, pansuman vs.) olmasına rağmen zavallı köpek yürüyemiyordu… Yerde öylece yatıp tuvaletini altına kaçırıyordu… Olaydan sonra üçüncü günde veteriner umudu kesmiş, köpeğin omurilik zedelenmesinden dolayı ayaklarının felç olduğuna kanaat getirmişti… Ben de o gece arkadaşımdan köpeğin resmini cep telefonuma göndermesini rica ettim… Sen merak etme o iyileşecek diyerek o gece yanımda bulunan taşlarımı (pembe kuvars, citrin, mastır kuvars, lapis lazuli) köpeğin resminin dört kenarına koyarak meditasyon yaptım… Telefonumda bana masum masum bakan köpeğe (adeta bana yardım et diye bakışı vardı) ellerimle enerji gönderdim… Onu, yürürken hayal ettim… Yaklaşık 30 dakika sonra derin nefes alıp verişlerimde, dudaklarımda elektriksel titreşimler olduğunu hissettim… İşte o an köpekte his olduğuna ve iyileşeceğine gerçekten inandım…

Meditasyonu sonlandırdıktan sonra arkadaşımı telefonla aradım… Köpeğinin bacaklarını hissettiğini ve en geç bir iki gün içinde yürüyeceğini söyledim… Sahibi çok sevinmişti… Ertesi gün köpek yürümeye başlamıştı bile…

Kadim bilgileri milenyum teknolojisiyle birleştirmek böyle oluyor herhalde. Köpeğin resminin telefona gelmesi ve telefona yapılan meditasyonun ve “enerji gönderme”nin köpeğin ayaklarını iyileştirdiği anlatılıyor. Ancak şu yazıda benim dikkatimi çeken nokta “tüm müdaheleler yapılmıştı” kısmı. Bir köpeğin düştükten sonra 3 gün içinde iyileşmesini koşup oynamasını beklemek bence çok gerçekçi değil. Grip olunca “yat dinlen” diyen doktorlar muhtemelen köpeğin sahibine de “dinlensin yürümesin basmasın vs” demişlerdir diye tahmin ediyorum. Aklıma gelen bir diğer nokta, bu telefondaki resme enerji gönderme olayının nasıl hedef şaşıp atıyorum Nokia’da çalışan telefon montajı yapan işçiye gitmesini, ya da telefonun operatörü Turkcell’e gitmesini engelliyorlar 🙂 ? Daha önce sorduğum soruları tekrar sormam gerekiyor, telefondaki resim sayesinde başka hastalıklar iyileştirilebiliyor mu, örneğin ben yatalak birisinin resmini MMS olarak göndersem ona da faydası dokunabilir mi? Bir diğer ilginç nokta, Recai Koçak’ın yanında bulunan taşların arasında aragonit’in olmaması. Belki köpek tedavisinde pembe kuvars, citrin vs gibi başka kristaller-taşlar faydalıdır bilemiyorum. Hüsnükuruntu ve seçmece düşünce örneği gibi görünüyor.

Bahsetmeden bitirmek istemediğim bir diğer nokta, yazarın aragonit taşının “uyumlanması” gerekliliğinden bahsetmesi. Yani gidip herhangi bir yerden aldığınız aragonit taşı, yazarın kendi deyimiyle “ancak takı olabilir”. Bu taşın, yazarın bulduğu ve sadece kendisinin gerçekleştirdiği bir teknikle “uyumlanması” ve şifa verici özelliğinin kazandırılması gerekiyor. Bunun ücreti ne kadar bilemiyorum, ancak müşteri sadakati sağlamak adına gerçekten iyi bir fikir olduğunu düşünüyorum. “Bu ürün sadece bende var”.

Eğer bu mucize taş aragonit, söylendiği gibi mucizevi etkilere sahipse, niye bu kişi her mantıklı insanın yapacağı gibi önce patent alıp sonra bu sırrı insanlarla paylaşıp, hastanelerde yatan, mesela lösemili çocuklar üstünde uygulamıyor? Hayatta bu tür bir mucizeye en çok ihtiyacı olan kişilere, yani hastanelerde organ bekleyen, tümörünün küçülmesini uman insanlara götürmüyor? Sadece kanser değil bir çok başka hastalık için taşın masraflarını katlayacak paraları her ay ilaçlara yatıran insanlar var, ve böyle bir mucize taş için büyük paralar ödemeye hazırlar, niye onlara götürmüyor? Hadi bunu geçtim, niye bu mucizenin kantılanmasını sağlayacak, bu ürüne kredibilite kazandırıp hayal bile edilemeyecek kazançlara ve faydalara götürecek olan deneyler yapılmıyor? Niye bu taşın faydaları Kadıköy Halk Eğitim merkezinde bilimsel bilgisi görece zayıf olan ev hanımları, esnaf vs gibi insanlara anlatılıyor reklamı yapılıyor da, ürünün gücünü dünyaya duyurabilecek uluslarlarası tıp dergilerine bilim dergilerine başvurulmuyor?

Ben size söyleyeyim, hepsi kandırmacadan ibaret çünkü. Hiç bir bilimsel dayanağı yok, işe yarayacağı en iyi ihtimalle şüpheli (bana sorarsanız imkansız). Paranızı bu gibi şeylere harcamak yerine, eğer hastaysanız tedavinize, eğer değilseniz araştırma yapan ya da hastalara yardım eden derneklere bağış yaparak daha faydalı bir yolda kullanabilirsiniz.

Ek bulgular : Ünlü Skeptik James Randi, kristal etkisini ele alıyor. Şifacının tepkisi manidar.

Video yüklenmezse : http://www.youtube.com/watch?v=p_MzP2MZaOo

Tanrı’ya inanmak için 50 neden – 3. Bölüm

Bugün Tanrı’ya inanmak için 50 neden serisinin 3. bölümüyle devam ediyorum.

Önceki bölüm için : 2. Bölüm

21 – 747 ve fırtına

 

Hayat gibi karmaşık bir şeyin sadece şansla ortaya çıktığı iddiası, bir hurdalıktaki parçaların fırtına yüzünden sürüklenip, bir araya gelmesi ve bir Boeing 747 oluşturması kadar düşük bir ihtimal. 

 Cehaletten kaynaklanan argüman, ve tasarımcı argümanı. Bu, Fred Hoyle’un ortaya attığı ve çokça tekrarlanan bir argümandır. Bu argüman, evrim’in rastgele olmayan “doğal seleksiyon” kısmını atlayarak, hayatın rastgele ve şans eseri oluştuğu varsayımına dayanmaktadır. Dawkins’in bu iddiaya etraflıca bir cevabı vardır.

 

 

 22- Görünmez ve doğaüstü şeyler. 

 

Fiziksel olarak görünmeyen dalgaların havada olduğuna inanıyoruz, ancak evrenin çalışmasını sağlayan doğaüstü bir Tanrı’ya görünmez olduğu için inanmıyoruz. 

 Radyo dalgaları her ne kadar insan gözüyle görünmez olsalar da bilimin gayet rahatlıkla açıklayabildikleri ve doğaüstü hiç bir yanı olmayan şeylerdir. Buna ek olarak ölçülebilirdirler ve yine gözlemlenebilir etkileri vardır. Tanrı’nın gözlemlenebilir bir etkisi yoktur. 

 

 

23- Kendi kendine oluşma ve entropi

Madde kendi kendini değiştiremez oluşturamaz. Yenmemiş bir domates, kendi kendine değişip bir ananasa dönüşemez. Çürür ve dağılır. Düzensizliğe geçer. 

 Yenmemiş bir domates, düzensizliğe geçmez. Daha basit organik parçalara bakteri, mantar ve solucanlar gibi başka canlılar tarafından gayet iyi açıklanmış biyolojik süreçler sonucunda ayrıştırılabilir. Bu noktadan sonra bu parçalar başka bitkiler ve hayvanların bir parçası olabilirler ve buna ananaslar da dahil olabilir. 

 

Bu “neden” de, Evrim sürecinin en temel kurallarından birisi olan “bireyler değil, türler evrimleşir” ilkesini yok saymaktadır. Ayrıca Evrim sürecinde üremenin rolünü tamamen yokederek türlerin zaman içinde küçük değişikliklerle değiştiklerini de atlamaktadır.

 

24- Darwin’in ölüm döşeğindeki itirafı

Evrim’i icat eden Charles Darwin, hayatının son 3 ayında yatalaktı ve ölüm döşeğindeyken Lady (Elizabeth) Hope’a demiş ki : “Gençtim ve anlaşılmaz fikirlerim vardı. Ortaya sorular, öneriler attım ve bunları araştırıp merakımı gidermeye çalışırken gördüm ki insanlar bu fikirlerimi alıp bir din‘e dönüştürdüler.” Darwin sonra Lady Hope’tan ertesi gün komşularla konuşmasını istemiş ve Lady Hope “ne söylememi istiyorsun” diye sorunca “İsa ve onun kurtarıcılığını. Daha iyi ne olabilir ki?” demiş.

 Bu hikaye, Darwin’in ailesi tarafından yalanlanan meşhur bir şehir efsanesi. Kaldı ki, Evrim, Darwin söylediği için kabul edilen bir şey değil, kanıtlar Evrim’e işaret ettiği için kabul edilen bir şey. Diğer bir deyişle Darwin’in konuyla ilgili söylediği (iddia edilen) şeyler, kanıtların söylediği şeylerin yanında çok küçük kalıyor. 

 

 

25- Ahlak

Vicdanımız ve ahlak değerlerimiz nereden geliyor? Eğer Ateistler haklıysa, o zaman niye ne yaptığımıza dikkat etmek zorunda olalım ki? Eğer Tanrı yoksa kimseye hesap vermek zorunda değiliz.

En basit cevapla, etrafımızdakilere, ve kendimize karşı sorumluyuz. Insanların birlikte yaşamalarının en temel sebebi, hayatta kalma olasılığını artırmak. İnsanların bir arada yaşayabilmeleri için düzene, düzen oluşturmak için de kurallara ihtiyacımız var. Dostluklar ve toplumlar, temelde çıkar ilişkisine dayanırlar ve bu çıkar ilişkilerini düzenleyecek kurallar, insanlık tarihi boyunca gelişip değişerek bugünkü haline ulaşmış. Yine de değişik yerlerde değişik ahlak anlayışları görmek mümkün. Ayrıca şefkat, acıma gibi hislerin gayet mantıklı biyolojik açıklamaları var. Bir diğer ayrıntı, ahlak kuralları insanlara özgü değil, hayvanlar aleminde de ilkel ahlak kuralları gözlemlemek mümkün. 

 

(Ahlak ve Tanrı/din’e gerek olmadan Ahlak ile ilgili ileride daha detaylı yazmayı planlıyorum. Şimdilik Ahlak’ın Tanrı’ya dayandırılmadan da gayet güzel açıklanabildiğini bilin yeter :))

 

26- İnsan ve hayvan

Eğer insan hayvandan geliyorsa, niye hayvan gibi davranmıyor? Niye insan medeni? 

Nasıl iki hayvan türünün bazı davranışları benziyor, bazıları benzemiyorsa, insanın da bazı davranışları hayvanlara (özellikle maymun türlerine) benzerken, bazı davranışları da benzememektedir. İnsan, neticede bu dünyada yaşayan başka bir canlı türüdür ve diğer canlılardan aslında çok da farklı değildir. Maymunlarla benzeyen özelliklerden örnek vermek gerekirse : yiyecek ve barınak arama, kaynakları korumak için sosyal gruplar oluşturma, eşleşme ve üreyerek yavrulara beraber bakma, aile bireyleri ve sonra sosyal grubu dış etkenlere karşı koruma, ses ve hareketlerle iletişim kurma. 

 

Elbette insanların hayvanlardan ayrılan özellikleri var, düşünmek, iki ayak üstünde dik yürüyebilmek gibi. Son olarak, bu iddia, doğru bile olsa Tanrı’nın varlığına kanıt değil. 

 

27 – “Şans eseri” olan şeyler ve cehalet. 

“Şans eseri” olan bir şey, bir açıklama değil, bilmediğimiz bir şeyi açıklamaya yarayan bir tanımdır. 

Evrim sürecinin tamamen rastgele ve şansa dayalı olduğunu varsaymaktan kaynaklanan hatalı bir iddia. Evrim’in temel belirleyicisi doğal seleksiyondur ve bu rastgele ya da şans eseri değildir. 

 

 

28- Bilim ve mantığın limitasyonları. 

 Bilim ve mantık tüm cevapları veremiyor. Bir çok insan anlayamadığımız ve kontrol edemediğimiz “güçler”in işliyor olduğunun farkında. 

 

 Bilim’in ve mantığın tüm cevapları veremediği doğru. Ancak şu da bir gerçek ki bilim, bir 200 sene öncesine göre çok daha fazla şeyin cevabını verebiliyor. Bilim bugün bir cevap veremediği şeye, yarın cevap verebilir. Bugüne kadar Tanrı’ya atfedilen şeylerin hemen hepsine bilimsel açıklamalar getirildiği gibi, halen Tanrı’ya atfedilmeye devam edilen şeylere bilimsel açıklamalar gelmesi, zaman meselesidir. 

 

 

29- Gregoryan takvimi 

Takviminize bakın. Tarihimiz ne zaman başlamış ? İncil haricindeki diğer tarihi kaynaklar İsa’nın yaşadığını söylüyor.

 Gregoryan takviminin İsa’nın yaşadığına kanıt olduğunu söyleyen dayanaksız bir iddia. “Milat”la başlayan takvim, 525 yılında oluşturuldu. Yeni Ahit’in bağımsız, çağdaş bir tasdiği değil. Mevcut Gregoryen takvimi Papa 13. Gregory tarafından 1582’de katolik kilisesi tarafından oluşturuldu, ve 15 yy. önce yaşadığı söylenen bir insanın varlığına kanıt olamaz. 

 

 

30- Şehitler

Bir çok insan inancı için ölmüş. Eğer hepsi yalan olsaydı, bu insanlar hayatlarını vermeye bu kadar hazır olur muydu?

 

 Bu iddia şehitlerin hak yolu için öldüklerine inandıklarını gösterir. İnançlarının doğru olduğuna kanıt olamaz, şehitler yanılmış olabilirler. Bir çok insan, çelişen fikirler için hayatlarını vermişler. Hatta Nazi Almanyası için de bir çok insan can vermiş, onların fikrinin “hak yolu” olduğunu söyleyebiliyor muyuz? 

 

Devamı için : 

4. Bölüm

Kongo’daki savaş

Kongo 15 yıldır süren iç savaşın çökerttiği bir ülke. Dünya ekonomik krizi çözmeye çalışırken Kongo’da yaşananlar, insanlığımızdan utandıracak kadar üzücü. Linkteki fotoğraflar, sorunun ne boyutlarda olduğunu tam olarak gösteremese de ufak bir fikir sahibi olabilmemizi sağlıyor.

 

Savaş yüzünden öksüz kalmış bir çocuk.

Savaş yüzünden öksüz kalmış bir çocuk.

Araba üreticileri rahat etsinler diye devletten aktarılan kaynakların çok küçük bir kısmının Kongo’daki savaş yüzünden hayatları alt üst olan insanların acısını birazcık dindirebilecek olması ise, işin en üzücü kısmı. 

Fotoğraf albümünün tamamı için : The Big Picture

21. Yüzyılda Yakılarak Öldürülen “Cadı”lar

Bu postu yazarken cidden zorlanıyorum. 2009 yılında, üstünde yaşadığımız gezegende, hala cadılara ve büyüye inanan insanların varlığı bir yana, yaşları 80 ve 96 arasındaki 3ü kadın 11 kişinin Kenya’da cadı oldukları iddiasıyla yakılarak öldürülmeleri haberi gerçekten psikolojimi alt üst etmiş durumda. 

 

Ortaçağda yakılarak idam edilen Cadı

Ortaçağ'da yakılarak idam edilen "Cadı"

 

 

BBC’deki habere göre Kenya’nın Kisii bölgesinde 11 yaşlı insan, cadı oldukları iddiasıyla bir grup tarafından evlerinden alınmış ve yakılan ateşte dövülerek ve yakılarak öldürülmüşler. İşin kötüsü bu vahşi ve insanlık dışı saldırıyı gerçekleştirenlerin, bölgede büyüye ve cadılara olan inancın güçlü olması sebebiyle, kimse tarafından ihbar edilmemesi. 

Aşağıdaki linkte, saldırıların cep telefonuyla çekilmiş görüntüleri var. 

Lütfen dikkat! Görüntüler otomatik olarak başlıyor ve gerçekten, ama gerçekten çok kötü. Eğer gününüzün benimki gibi mahvolmasını istemiyorsanız izlememenizi tavsiye ediyorum.

Ancak öte yandan cahillik, dayanaksız ve batıl inançların insanları nerelere sürükleyebileceğini görmeniz açısından, tüm sorumluluk size ait olmak üzere linki veriyorum. 

Uyarmadı demeyin.

Videonun linki.