Millet Meclisi ve başörtüsü polemiği

Açtım bayramlık ağzımı.

Tayyip’in yine saklayacak bir şeyleri var olsa gerek, yine mecliste baş örtülü vekil olur mu olmaz mı tartışması alevlendi.

Gazetelerden görebildiğim kadarıyla şu üç isim “biz türbanla/baş örtüsüyle geleceğiz” demişler.

Nurcan Dalbudak – Denizli milletvekili

Sevde Bayazıt Kaçar – Kahramanmaraş milletvekili

Gülay Samancı – Konya milletvekili.

Açıkçası beni insanların ne giydikleri çok ilgilendirmez. İsterse palyaço kıyafetiyle ya da baskılı siyah metalci tişörtüyle gelebilir meclise.

Beni bir vatandaş olarak ilgilendiren yegane şey, o vekilin yaptığı işlerdir.

Bu üç ismin Mecliste yaptıkları faaliyetlere baktığım zaman gördüğüm şey, bu kişilerin temsil ettikleri halkın faydasına olan işler yapmaktan çok, padişah Erdoğan’ın “oylama vekili” oldukları.

Üşenmedim bu üç potansiyel baş örtülü vekilin TBBM.gov.tr sitesinde bulunan yasama faaliyetlerini inceledim. Altta özeti görebilirsiniz.

Bir de, karşılaştırma olması açısından, CHP’li Emine Ülker Tarhan’ın faaliyetlerini ekledim. Kim daha çalışkan, kim temsil ettiği insanları daha iyi temsil ediyor, kim patron’un emir eri görebilelim diye.

Yasama Faaliyetleri özetleri.  

 

İlk İmza Sahibi Olduğu Kanun Teklifleri

Nurcan Dalbudak: 0
Sevde Bayazıt Kaçar:0
Gülay Samancı:0
Emine Ülker Tarhan:  16
İmzası Bulunan Kanun Teklifleri

Nurcan Dalbudak: 6
Sevde Bayazıt Kaçar: 5
Gülay Samancı: 8
Emine Ülker Tarhan: 17

Sahibi Olduğu Yazılı Soru Önergeleri

Nurcan Dalbudak: 0
Sevde Bayazıt Kaçar:0
Gülay Samancı:0
Emine Ülker Tarhan: 32

İlk İmza Sahibi Olduğu Genel Görüşme Önergeleri

Nurcan Dalbudak: 0
Sevde Bayazıt Kaçar:0
Gülay Samancı:0
Emine Ülker Tarhan:  3
İmzası Bulunan Genel Görüşme Önergeleri

Nurcan Dalbudak:  0
Sevde Bayazıt Kaçar:0
Gülay Samancı:0
Emine Ülker Tarhan:  4

İmzası Bulunan Meclis Soruşturma Önergeleri

Nurcan Dalbudak: 0
Sevde Bayazıt Kaçar:0
Gülay Samancı:0
Emine Ülker Tarhan: 1

İlk İmza Sahibi Olduğu Meclis Araştırma Önergeleri

Nurcan Dalbudak: 0
Sevde Bayazıt Kaçar:0
Gülay Samancı:0
Emine Ülker Tarhan: 3
İmzası Bulunan Meclis Araştırma Önergeleri

Nurcan Dalbudak: 8
Sevde Bayazıt Kaçar:5
Gülay Samancı:2
Emine Ülker Tarhan: 13

İlk İmza Sahibi Olduğu Gensoru Önergeleri

Nurcan Dalbudak: 0
Sevde Bayazıt Kaçar:0
Gülay Samancı:0
Emine Ülker Tarhan: 3
İmzası Bulunan Gensoru Önergeleri

Nurcan Dalbudak: 0
Sevde Bayazıt Kaçar:0
Gülay Samancı:0
Emine Ülker Tarhan: 3

Genel Kurul Konuşmaları

Nurcan Dalbudak: 2
Sevde Bayazıt Kaçar:0
Gülay Samancı:4
Emine Ülker Tarhan: 62 (yanlış saymadıysam)

Özetle görüyoruz ki, bu 3 vekilin ismini, bu başörtüsü kavgası olmasaydı duymayacaktık, bilmeyecektik. Zira bu kişiler “aman bayan da olsun bulunsun” mantığından çok da uzak olmayan bir mantıkla listelere dahil edilmiş ve seçtirilmiş, bana sorarsanız boşuna maaş alan vekiller.

Dileyen, bu 3 vekilin imzalarının olduğu kanun teklifleri ve araştırma önergelerine bakabilirler. Tamamı AKP’nin merkezden yönettiği sansasyonel araştırmalar. Karşılaştırma için Emine Ülker Tarhan’ın imzası olan çalışmalara bakın, ve hangisi millet için daha kıymetli kendiniz karar verin.

Bu isimleri internette arattığımızda da pek bir habere vs rastlamak mümkün değil. Özetle çok bir iş yapmadıkları neticesine varıyorum üzülerek.

Doğru dürüst temsil edilmeyen 3 milletvekili değerinde seçmen var demek ki.

Başörtüsü, İslam’ın kadına “haddini” bildirmek için, “yerini” bildirmek için kullandığı bir baskı aracıdır. Başörtüsüyle meclise gireceğim diye tutturan bu vekillerimizin de ne yazık ki görünen o ki, İslam’daki kadın modeline uygun bir öz geçmişleri bulunmaktadır. Gelişmiş ülkelerde yerel yönetimlerde bile çok daha donanımlı ve çalışkan siyasiler, devlet görevlileri varken, bu üç isim – muhtemelen başörtüsü krizinde kullanılmak üzere önceden hesaplanarak- meclise girmişlerdir.

Gerçi, hayatındaki tek başarısı (!) Abdullah Gül’le 15 yaşındayken evlenmek olan bir First Lady varken, hiç bir elle tutulur iş yapmayan vekillerimiz olmuş çok mu?…

 

Kaynaklar – TBMM.gov.tr

Nurcan Dalbudak
Sevde Bayazıt Kaçar
Gülay Samancı
Emine Ülker Tarhan

 

Faydalı Mutasyon

“Doğada faydalı mutasyon olmaz” diyenlere tokat gibi cevab!

Elleri ve ayaklarında fonksiyonel 6 parmağı olan bebeğin hikayesi sanırım faydalı bir mutasyon örneği olarak kabul edilebilir:

Youtube videosunun linki: http://www.youtube.com/watch?v=Uu7Db5On00U , videonun ismi : “Beneficial Mutations Do Happen”

Normal işleve sahip ekstra bir parmak hangi işlere yarayabilir? Bir kere müzisyen olduğu takdirde piyano, gitar ya da perküsyon gibi enstrümanları daha kolay çalabilir. Klavyede 20% daha hızlı yazabilir, hatta sihirbazlık yapmaya karar verirse o ekstra parmak işine çok yarayabilir.

Bu olay nadir görülse de başka insanlarda da görülen bir durum ve ismine Polydactyly deniyor.

Adnan Oktar’a yeni dava

Gazete Vatan’ın haberine göre 4 yıl süren araştırma ve teknik takip neticesinde Adnan Hoca grubuna yeni bir “çete” davası açıldığı söyleniyor.

Haberi okurkan kafamdan sürekli “personality cult” (ya da kaba tercümesiyle “kişilik tarikatı”) sözleri geçiyor.

İddialar doğru ise, Adnan Oktar, tıpkı Charles Manson gibi, Jim Jones gibi, Marshall Applewhite gibi, karizmatik bir liderin etrafında dönen bir tarikatı yaratmış gibi görünüyor.

Bu fikre bir parça resmiyet kazandırabilmek için “kült” ya da “tarikat”ların ortak özelliklerinin sıralandığı bir sayfa buldum. Alttaki kriterlerin bir çoğunun Adnan Oktar grubuna uyması ise sanırım kimseyi şaşırtmıyor.

1-Grup, liderine karşı eleştiri götürmez bir sahiplenme içerisindedir ve liderin ideoloji ve inançlarına “tek ve gerçek yol” olarak bakar.

Adnan Hoca grubundakilerin ne pahasına olursa olsun Adnan Oktar’ı savunduklarını bir çok kez gazetelerde gördük. Ailelerini ve dostlarını bir yana koyarak tüm varlıklarıyla Adnan Oktar’a teslim olmuş bir çok mürit bulunmakta.
2-Grup içerisinde sorgulama, şüphecilik ve karşı fikir beyan etmeye hoş bakılmaz, hatta cezalandırılır.

Grup aleyhine konuşanlara gizli kamera ile çekilmiş videolarla şantaj yaptıklarından bahsediliyor Vatan gazetesindeki haberde.
3-Meditasyon, ilahiler, iradeyi ve vücudu zayıflatacak işler kullanarak zihni ve farkındalığı azaltılır böylece lider ve grup hakkındaki olumsuz düşünceler bastırılmaya çalışılır.

Gazete haberinde dini hassasiyetlerin kullanılarak (anne babaya “kafir” testi) gençlere psikolojik baskı yapıldığı, çıplak namaz gibi ilginç yöntemler kullanıldığından bahsediliyor. Ancak bu maddeye en çok uyan şey sanırım uzun saatler boyunca Hrıstiyan köktendinci grupların yayınladıkları kitapların Türkçe’ye çevrilmesi olurdu. Harun Yahya adıyla çıkan sayısız kitabın Türkçe’ye çevrilmesi kolay bir iş olmasa gerek.
4-Grup elitisttir, lideri ve üyelerinin özel bir statüsü olduğuna inanır (örneğin grup lideri Mesih olarak, özel bir varlık olarak, veya insanlığı kurtarmaya gelmiş birisi olarak görülür).

Haberde Adnan Oktar’ın kendinin Mehdi olduğunu ima ettiği, hayvanlarla konuştuğunun görüldüğü gibi ifadeler var.
Hatta şu komik videoda doğrudan Oktar’a “siz Mehdi misiniz?” diye sorup sonra kızaran bozaran hanımı görebilirsiniz.
5-Grupta önemli bir “biz ve onlar” hissi hakimdir.

Hatırlayanlar olacaktır, Adnan hoca eskiden Mason locasıyla ilgili sayısız kitap yazmıştı ama esas ününü Evrim Teorisine karşı açtığı savaşla edindi. Sanki Adnan Oktar, grubundakilere bir “düşman” göstererek kendisine karşı oluşabilecek şüpheleri bertaraf etmeye çalışıyor gibi görünüyor.
6-Lider otoritelere bağlı değildir.

Adnan Oktar’ın avukatları pek meşhurdur. Kendisiyle ilgili yazılan ve söylenen her şeyi takip eder ve yasal yaptırımlara başvururlar. Kendisine açılan bir dava sürecinde cezai ehliyetinin olmadığını gösteren ve Paranoid Şizofreni tanısı koyan GATA raporu alındığı biliniyor. Yine haberde Oktar Babuna’nın söylediği iddia edilen şu sözlere yer veriliyor : “Kimsenin hakkından gelemezsin. O, Allah’ın korumasında”

7-Grup, kendi yüce amaçlarını gerçekleştirmek için yapılacak ahlaksız aktivitelerin aslında meşru olduğunu telkin eder. Gruba katılmadan önce kötü olarak görülen arkadaşlara ve ailelere yalan söyleme, sahte sebeplerle yardım parası toplama gibi şeyler meşru ve doğru gösterilir.

Adnan Hoca grubundakilerin ailelerinden koparıldığı iddia ediliyor. Zaten Vatan’daki haberde de bazı telefon konuşmalarından alıntılar var. Hafızam yine beni yanıltmıyorsa, grubun ilk kurulduğu yıllarda zengin ailelerin çocuklarının ailelerinden aldıkları paraları uzakdoğuda grubu finanse etmek için kurulan şirketler için harcadıkları iddia ediliyordu.
8-Lider, grup üyelerini kontrol altında tutmak için telkin yoluyla utanç ve suçluluk duygusunu kullanırlar.

Yine haberde Adnan Oktar’ın anne baba ve çocuğu sevmenin Şirk olduğunu söylediği, şirk koşmak yerine kendisini sevmeleri gerektiğini söylediği yazıyor. Çok zekice. Eğer haber doğruysa, bir insanın ne olursa olsun vazgeçemeyeceği şey olan çocuğuna olan sevgisini kullanarak suçluluk duygusu oluşturuyor ve bunu kişiye karşı kullanıyorlar.
9-Lidere bağlılık aile ve arkadaşlarla olan bağların koparılmasını, gruba girmeden önceki hayat gayesi ve amaçların kökten değiştirilmesini gerektiriyor.

Habere göre Adnan Oktar’a açılan davanın taraflarından birisi, çocuklarının kendilerinden koparıldığını ve yabancılaştırıldığını iddia eden aileler. Onların kaydettikleri telefon görüşmeleri de dava dosyasına dahil edilmiş.
10-Grup yeni üyeler bulmaya çalışır.

Adnan hoca grubu sürekli genç ve zengin ailelerin çocuklarını gruba dahil etmek için çalıştığı iddia ediliyor.
11-Grup sürekli para kazanmaya çalışır.

Yeni müritleri özellikle zengin ailelerin çocuklarından seçtikleri iddia ediliyor.
12-Üyelerin grup aktiviteleri için aşırı zaman harcamaları beklenir.

Bu konuyla ilgili çok bir bilgim yok, ama kitapları tercüme eden grubun Asya’daki sweatshoplarda çalışan işçilerden farklı olmadığını okuduğumu hatırlıyorum. İddiaya göre günde 15-16 saatlik mesailerle çalışıyorlarmış.
13-Üyeler sadece diğer grup üyeleriyle dostluk kurmaya ya da yaşamaya zorlanırlar.

Bu da  dile getirilen iddialardan birisi Adnan hoca tarikatı için. Zaten bu tür tarikatlarda üyelerin grup dışından insanlarla sosyalleşmeleri, üyelerin kafasında şüphe ve sorgulamaya yol açabileceğinden istenmeyen bir şey olur.
14-En sadık üyeler (gerçek inananlar) grup haricinde bir hayat olamayacağına inanırlar. Başka bir yaşam şekli olamayacağını ve grubu bırakmaları (hatta bırakmayı düşünmeleri) halinde kendilerine ve başkalarına zarar geleceğinden korkarlar.

Açıkçası Adnan Hoca grubunun en sadık üyelerinin ne düşündüklerini bilmiyorum. Ama şu ana kadar yazılan ve ortaya çıkan bilgiler ışığında bunun çok da uzak bir olasılık olduğunu sanmıyorum.
******
Bu kriterler Jim Jones tarikatı, Charles Manson ailesi, Heavens Gate tarikatı hatta Kuzey Kore’deki Kim Il Jong diktatörlüğünde görülen ortak özellikler.
Eğer iddialar doğru ise Adnan Oktar tarikatı, kriminoloji ders kitaplarına örnek teşkil edebilecek bir tarikat haline gelmiş demektir.
Gazete haberinde dava sürecinin öncekiler gibi olmaması için (tanıkların daha önceki davalarda olduğu iddia edildiği gibi şantaj ve korkutmayla ifadelerini geri çekmelerini önlemek için) gizliliğin esas alındığından bahsediliyor.
Adnan Oktar konuyla ilgili bir cevap yayınlamış, ama açıkçası Evrim Teorisi konusunda türlü yalanlarını bildiğimiz için cevabın ne kadar güvenilir olduğu tartışma götürür.
Güncelleme:
Adnan Oktar’ın avukatı Ceyhun Gökdoğan’dan aldığım e-mail sonrasında yazıda bazı değişiklikler yaptım. Adnan Oktar’ın ya da cemaatinin iddia edilen suçları işleyip işlemediğine yargı karar verecek, ben değil. Bu yazı “eğer iddialar doğruysa, bu grup klasik kült özellikleri gösteriyor” bakış açısıyla yazılmıştır.
Eğer Vatan gazetesindeki haber resmen tekzip edilirse, ben de yazıya gerekli değişiklikleri yaparım.
Konuyla ilgili kendi avukatıma danıştım ve yorumlarda hakaret içerebilecek ifadeleri silmemi önerdi. O yüzden yorumunuzun tamamı ya da bir bölümü silinirse “n’oluyoruz” demeyin. Ben sildim demektir.

Avcının kırk yol bildiği yerde…

Bugün öğleden sonra İsrail’in kanunsuz cinayet (sanki kanuni cinayet olabilirmiş gibi) haberlerini nasıl örtbas ettiğinden bahsetmiştim.

Bu ise bir süredir inanılmaz bir şekilde çok gizli dokümanları yayınlayan Wikileaks‘in son maritefi. 2007 yılında Bağdat’ta aralarında Retuers muhabirinin de bulunduğu 12 kişinin bir Apache helikopterinden açılan ateş sonrası öldürülmesini gösteriyor. İlk ateşten sonra yaralıları almak için yaklaşan ve içinde çocuklar olan bir araca da ateş açılıyor ve çocuklardan ikisi yaralanıyor. Videoda Amerika’lı askerlerin konuşmaları deşifre edilmiş ve altyazılı. Video 17 dakika, İngilizce ve youtube’da. 40 dakikalık uzun versiyonu da mevcut. Bu kısa ve özet mahiyetindeki versiyonu. Konuyla ilgili detaylı bilgi şu adresten okunabiliyor : http://collateralmurder.com/

Evet, büyük devletler insanlık suçunu gizlemek için sansürü kullanabilirler. Ama çok sevdiğim atasözünün de belirttiği gibi, “Avcının kırk yol bildiği yerde tilki kırk bir yol bilir”.

300.000 görüntülenme

9 ay önce, 3 Mart 09’da ilk postumu yayınladığım tarihten bu yana, an itibariyle 237 posta sahip blogum 300.000 kere görüntülendi. Belki internet için küçük, ama benim için büyük bir sayı.

Destek olan, tartışan, fikir beyan eden ve okuyan herkese sonsuz teşekkürler.

(evet kaç günlük sessizlik sonunda böyle bir post biraz kaçak güreşmek oluyor, ama 300.000nci gösterim olmuş, boru değil :))

2009 Kötü Niyet ödülleri oylaması

İngiliz New Humanist dergisi, her sene olduğu gibi bu sene de “Bad Faith Awards” yani “Kötü Niyet Ödülleri”ni dağıtmak üzere bir oylama yapıyor.

 

Kötü Niyet Ödülleri

Ödül her sene akılcı düşüncenin düşmanlarına veriliyor. Geçen senenin kazananı az daha Amerikan Başkanı yardımcısı olacak olan ve muhtemelen tarihin gördüğü en bağnaz ve yobaz ve de cahil politikacı olan Sarah Palin‘di.

Geçen senenin oy dağılımı

Geçen senenin oy dağılımı - Kazanan Palin

Siz de akılcı düşünce ve bilime düşman olduğunu düşündüğünüz adaya oy verebilirsiniz.

 

Aslında iyi komşuyumdur ama…

Aslında bu eski bir haber ama bir türlü fikir beyan edip etmemek konusunda karar verememiştim. Sonunda verdim.

Bir kaç hafta önce yayınlanan Radikal gazetesinin bir haberine göre, bir ankette ateistler en istenmeyen komşu ilan edilmiş. İnsanların en istemedikleri komşu türü sorulduğunda ateistler 1. sırada çıkmış. Şöyle bir grafik var:

Yani ankete katılanların 57%si ateist bir aileyi komşu olarak istemiyor. Ancak işin ilginç tarafı ardından da şöyle bir grafik sunulmuş:

Yani ankete katılanlar aslında spesifik olarak Yahudileri Ateistleri vs istemediğinden değil, kendisinden farklı olanları istemediğinden ilk grafikteki sonucu çıkartacak cevaplar vermişler gibi görünüyor. Bilinmeyenden çekinme bir korkma var yani. Bu sebeple ateist bir komşu nasıl olur bir miktar anlatmama izin veriniz:

Ben iyi bir komşuyum çünkü:

  • Kendi fikrime az insan saygı gösterdiği için ifade ve fikir özgürlüğünün kıymetini bilir, başkalarına bu ıstırabı yaşatmam.
  • Sizi ezan sırasında müzik dinlediğiniz için kalorifer demirine vurarak uyarmam (bunu yapan komşum vardı).
  • Evde yüksek sesle ilahi dinlemem (bunu da yapan komşum vardı).
  • Evinize kim geldi kim gitti çoğunlukla ilgilenmem. “Live and let live” yani “kendin yaşa ve bırak karşındaki de hayatını yaşasın” fikriyle hareket ederim.
  • İnsanları inançlarından ya da fikirlerinden dolayı değil hareketlerinizi temel alarak sizi değerlendiririm. Sokaktaki bakkalda hangi gazeteleri alırsınız umurumda olmaz. Hoşuma gitmeyen bir gazete okuyorsunuz diye mesela kapı önündeki çöp torbanızı delmem.
  • Gay, Müslüman, Yahudi, Alevi, Kürt, Türk, Çinli, Kayserili, öğrenci, işkolik, travesti vs olmanız beni zerre kadar ilgilendirmez. Çevrenize zarar vermiyorsanız, insanlara kötü davranmıyorsanız problem yok.
  • Kapımı çalıp yardım ya da bir şey istediğinizde asla geri çevirmem. Japon moduna bağlar, elimden bir şey gelmese de yardım edeyim diye kıvranırım.
  • Ramazan davulcusunu sizin için kovalarım.
  • Asansörde karşılaşırsak sizi gül suyu, hacı yağı, tütün kokusu gibi şeylerle nefes aldığınıza pişman etmem. Sohbet etmek istemiyorsanız uzatmam. İstiyorsanız geri çevirmem.
  • Çocukların derslerine (İngilizce mesela), yaşlı insanların teknolojik sorularına (tv kumandasını çözmek gibi) yardımcı olmaya çalışırım.
  • Komşulardan birisi hayır yaparsa, aşure vs dağıtırsa tabağı boş geri vermem.
  • Aidatları zamanında öderim. Apartman toplantılarına giderim. Arabayı başka arabaların çıkmasını ya da park etmesini engelleyecek şekilde bırakmam.
  • Duyduğunuzun aksine kan içmem, bebek yemem, kedi kesmem. Hayvanları severim. Tatile giderken bana kedi köpek kuş bırakabilirsiniz. Papağanız varsa, aksiyse ve ısırmıyorsa onu da bırakabilirsiniz.
Ateistler bebek yemez.

Ateistler bebek yemez.

  • Evde gürültülü partiler vermem. Eve insanları davet ediyorsam mümkün mertebe rahatsızlık vermemeye çalışırım. Rahatsızlık verdiysem komşuma ertesi gün gönül alma hediyesi götürürüm (tatlı matlı vs).
  • Evde genellikle akşamları bulunurum, akşamın 70%ini uykuda, 10%unu yemekte ve kalan 20%sini ya bilgisayarda, ya kitap okuyarak ya da tv izleyerek geçiririm. Evde spor yapmak gibi kötü alışkanlıklarım yoktur. 🙂

daha ne diyeyim yahu? Al benim gibi komşuyu öp başına koy. Bulmuşsun bunuyorsun bir de.

Anketi yaptıran kuruluş bir Yahudi cemaati. Bunun sonuçlara herhangi bir etkisi oldu mu bilemiyorum. Ancak haberin altındaki şu yorum epey düşündürücü :

Bir türk olarak ben bile burada yaşamak istemem – 2/10/20090:20
Bırakın aleviyi kürdü azınlığı, bir türk olarak ben bile bu ülkede yaşamak istemiyorum. Herkesin 9 10 yaşında ilkokuldan itibaren tarih dersleriyle din dersleriyle, (imam hatipleri kuran kurslarını bilmiyorum artık nasıldır )beyinlerinin yıkandığı, kendinden en ufak farklılığı olanla komşu bile olmak istemediği güvenmediği bir toplumda ne yaşama sevinci kalır ne toplum bilinci kalır. Yani müslüman ama farklı mezhepten biriyle komşu olur musunuz diye bir şık konması ilk bakışta ne kadar garip geliyor ama buna bile karşı çıkan var.

Bir türk olarak ben bile burada yaşamak istemem – 2/10/20090:20

Bırakın aleviyi kürdü azınlığı, bir türk olarak ben bile bu ülkede yaşamak istemiyorum. Herkesin 9 10 yaşında ilkokuldan itibaren tarih dersleriyle din dersleriyle, (imam hatipleri kuran kurslarını bilmiyorum artık nasıldır ) beyinlerinin yıkandığı, kendinden en ufak farklılığı olanla komşu bile olmak istemediği güvenmediği bir toplumda ne yaşama sevinci kalır ne toplum bilinci kalır. Yani müslüman ama farklı mezhepten biriyle komşu olur musunuz diye bir şık konması ilk bakışta ne kadar garip geliyor ama buna bile karşı çıkan var.

İnsanların kendilerinden olmayanlara kuşkuyla yaklaşması sık rastlanan bir şey. Ama insanları ait oldukları gruplara göre değerlendirmek (ad hominem yapmak) bence ilkel ve yanlış bir davranış biçimi.

Bugün kötü şeyler olacak

Sanırım sağır sultan bile İstanbul’daki sel felaketini duymuştur. Dün Amerika’daki bir arkadaşım bile arayıp “ne oldunuz iyi misiniz” diye sordu.

İşin kötüsü, meteoroloji yetkililerine göre daha da beter bir yağmur geliyormuş.

İşin çok daha kötüsü, İstanbul valisi Muammer Güler şöyle bir açıklama yapmış :

Vali Güler, bunun İstanbul’un yaşadığı en büyük sel felaketi olduğunu söyledi. Kendisinin 37 yıllık idareci olduğunu, böylesine büyük bir felaketin daha büyük acılarla sona erebileceğinin altını çizen Vali Güler, “Daha da kötüsü olabilirdi. Allah bizi korusun diyorum” dedi.

Diğer bir deyişle :

Bizim elimizden bir şey gelmiyor, olayı Allah’a havale etmekten başka yapacak bir şey yok.

Allah’ın da bu tür olaylara müdahale etmek gibi bir alışkanlığı olmadığına göre, bugün eğer beklendiği gibi kötü bir yağmur yağarsa o zaman yine insanlar zarar görecek.

Türkiye’nin geri kalmasında etkili olan üç şey vardır : Maşallah, İnşallah, Kısmet.

İşler yolundayken geleceği düşünmez maşallah deriz. Ufukta kötü şeyler görünürse inşallah deriz, kötü şeyler olunca da kısmet deriz.

Bugün de bunun eksiksiz bir örneğini yaşıyoruz.

Seçim zamanında bol keseden “maşallah hiç bir altyapı sorunumuz yok”, yağmur yağınca “inşallah çok zarar olmaz”, insanlar ölüp zarar dağ kadar olunca da “kısmet”.

1997 yılında selde yerle bir olan yeri imara açan belediye başkanı bugün başbakan. Dediği şeyse çocukların bile güleceği türden “derenin intikamı acı olur”. Burada intikam varsa bile hedef şaşmış gibi geliyor bana.

İşleri Allah’a havale etmenin problemi bu işte. Allah’ın ölen insanları, 1.5 yaşındaki bebekleri umursamadığını, insanların bu dünyada tek başlarına olduklarını ve kendilerini korumaları gerektiğini ne zaman anlayacak milletimiz gerçekten çok merak ediyorum.

Evet, Küresel Isınmadan Ateistler sorumludur

Koskoca Papa yalan söyleyecek değil ya. Muhtemelen bizim bilmediğimiz bir şeyler biliyor olmalı ki (duyduğuma göre Cennet’e bağlı bir telefon hattı varmış) küresel ısınma dahil olmak üzere çevresel tüm problemlerin Ateistlerin sebep olduğu şeyler olduğunu söylemiş.

Konuşmadan alıntı yapıyorum:

Is it not true that inconsiderate use of creation begins where God is marginalized or also where is existence is denied? If the human creature’s relationship with the Creator weakens, matter is reduced to egoistic possession, man becomes the “final authority,” and the objective of existence is reduced to a feverish race to possess the most possible.

Yani :

Yaratılmışların sorumsuzca kullanımının Tanrı’nın önemsizleştiği ve varlığının yok sayıldığı yerde başladığı doğru değil midir? Eğer insanın yaratıcıyla ilişkisi zayıflar ve madde egoistçe bir sahiplenmeye indirgenirse, insan “nihai otorite” haline gelir ve varlığın amacı en çok şeye sahip olabilmek için yapılan amansız bir yarışa dönüşür.

Tanrı’ya inancın dünya kaynaklarını sorumlu kullanmakla ne gibi bir ilgisi var çözebilmiş değilim. Hatta işin içine Tanrı’yı dahil edersek her zaman “nasılsa Allah gerektiğinde müdahele eder” bahanesine sığınabilir insan. Ama Tanrı’nın olmadığı bir denklemde varılacak kaçınılmaz sonuç “Dünya’nın insanlara hiç bir borcu yok, eğer akıllı davranmazsak neslimizin yok olması çok zor değil, o yüzden neslimizin devamı için kaynakları sorumluca kullanmalıyız” şeklinde olacaktır. Tanrı inancına gelene kadar kaynakları sorumlu kullanmak için belki 100 tane sebep varken tüm olayı Tanrı inancına indirgemek, ancak dünyanın en bağnaz kurumlarından birinin en tepesindeki adamın kurabileceği bir mantık olsa gerek.

Hele ki Vatikan’ın bugüne kadar sömürdüğü kaynakları ve Papa’nın yaşadığı dünyanın en lüks, en ihtişamlı, en savurgan sarayını göz önüne alırsak söyledikleri iki yüzlülükten başka bir şey olarak kabul edilemez.

Televizyonda İmana Gelinir mi?

Kanal T isminde daha önce duymadığım bir kanalda yakında (1 Temmuz olarak geçiyor) bir yarışma programı başlayacağı haberleri görüyorum bir kaç gündür. Programın adı İmana Gel. Şuradaki habere göre 3 büyük din ve Budist bir rahip yarışmaya katılan 10 tane ateisti ikna etmeye ve dinlerine kazanmaya çalışacaklar.

Özel bir televizyon kanalında ‘kısa zamanda çok tartışma’ yaratacak bir yarışma programı başlıyor.
Bir Budist rahip, bir haham, bir papaz ve bir imam her hafta yapılacak olan yarışmada 10 ateisti ikna etmek için mücadele edecek. 
Seyhan Soylu’nun önderliğinde yapılacak “İmana Gel” adlı yarışmanın yapımcılığını Ayşe Önal, moderatörlüğünü ise Gülgün Feyman yürütecek. “Hem tartışalım hem de yarışalım” diyerek yola çıkılan görülmemiş yarışmanın amacı, 
“Bu dünyada ‘Tanrı, Allah, Rab’ ismine ne dersek diyelim, Yaradan’ın yanına herkesi ve her kesimi çekebilmek” diye belirtiliyor. 
Sizi yarışmaya davet etmek için de kanal şu çağrıyı yapıyor: 
“Dinleri iyi tanıyorum ama buna rağmen ‘İnanmıyorum’ diyorsanız, buyurun işi temsilcileriyle konuşun.  Hıristiyan, Musevi, Budist, Müslüman, Ateist… Bizce en önemlisi hepsi insan… Gelin hem tartışalım, hem de yarışalım… Bir de üzerine ödül kazanalım.”

Böyle bir yarışmanın Türkiye’de yayınlanması bence imkansız.

Düzelteyim, dürüstçe ve herhangi bir bit yeniği olmadan yayınlanması imkansız. Eğer amatör ve tanınmayan tiyatrocuları alır Samanyolu TV gibi düzmeceden imana getirirseniz o zaman kimsenin sesi çıkmaz. Ne de olsa 99%u Müslüman bir ülkede yaşıyoruz.

Merak ettiğim şey, acaba karşılarına dişli ve kafası çalışan ve de dinlerin eksik ve yanlış yanlarını bilen bir Ateist çıkar da milletin kafasında “acaba”lar oluşmaya başlarsa ne olacak? Zamanında Aziz Nesin’e yapmaya çalıştıkları gibi cadı avına çıkacak mı bonibon beyinliler? Ya da hayatını tehlikeye atacak kadar deli cesaretine sahip 10 tane ateisti nerden bulacaklar? O yarışmaya katılmak bir çok Ateist için sosyal intihar demek olacaktır.

Programın yapımcıları programın amacının inançsızları inançlılara dönüştürmek olduğunu söylemiş. Eğer durum buysa o zaman inanmak isteyen inançsızların yarışmaya katılarak yarışma sonunda dinlerden birini seçeceklerini tahmin etmek çok zor değil.

Diyanet açıklama yaparak programın zarar vereceğini, seçil(e)meyen dinlerin sanki yanlış dinmiş gibi bir izlenim doğuracağını söylemiş. Eğer ali cengiz oyunları olmazsa programın kime zarar vereceği bence açık.

Kaldı ki Diyanet işlerinin yardımıyla hazırlanan Din ve Ahlak Bilgisi derslerinde öğretilen şey diğer dinlerin yanlış, kitaplarının tahrife uğramış ve İslam dininin en son, en doğru ve tek hak din olduğu. Niye şimdi böyle “çevir kazı yanmasın” yapıyor anlamadım. Ah pardon, konuşan bir din adamı, elbette nabza göre şerbet verecek, ne kadar da dalgınım :).

Program yurt dışında da ilgi uyandırmış.

Yine de bu programın adı duyulmamış bir TV kanalının reklamını yapmak üzere uydurulduğu ve hiç bir zaman ekrana gelmeyeceğini düşünüyorum.

Aslında yarışmaya katılıp sonunda Budist olduğumu söyleyerek Tibet’e gidip gezme fikri fena görünmüyor 🙂 Ya da Vatikan. İtalyan mutfağını hep sevmişimdir.