Ateizm ve Masonluk

Harun Yahya bilimkurgularından ortaya saçılan yalanlardan birisi Masonların Ateist oldukları ve Darwinist emelleri uğruna şehirleri yakıp yıktıları bebek yedikleri gibi fantastik senaryolardır.

Şu Google araması “Ateist Mason” sorgusunda ilk sıralarda hep Harun Yahya sitelerini sıralıyor.

Ancak 5 dakikasını ayırıp Masonlukla ilgili ansiklopedik bilgi karıştıran herkesin görebileceği şey, Masonluğa giriş için ön şartlardan birisinin Evrenin Büyük Mimarı’na inanmak olduğudur. Masonlukta tek bir yaratıcı tanrıya inança esastır, ancak bunun detayları kişiye bırakılmıştır. Yani tek bir büyük yaratıcıya (Mimar’a) inansın da, ismine Allah desin Yahveh desin önemli değil.

Masonların Türkçe sitesi Masonlar.org’dan doğrudan alıntı yapıyorum :

Masonik düşüncede, eklektisizmi benimsemekle birlikte süregelen en önemli dogma insan ruhunun ölmezliği ve insan aklının üstünlüğüdür, bunların dışında, Evrenin Ulu Mimarı’nın varlığına ve tekliğine inancı ayrı tutarsak, düşünceyi sınırlayan hiçbir dogmatik öğe veya kısıtlama yoktur

Yani diyor ki – Ruh’a inanırız, Evrenin ulu Mimarı harici dogmamız da yoktur.

Masonluk, hakikatin arayışında üyelerini düşünce açısından kısıtlamaz. Ancak, Hürmasonluğun ana ilkelerinden olan “Masonluk, Evrenin Ulu Mimarı dediği Yüce Varlığa ve Ruhun Ölmezliğine inanır” hükmü ile düşünce ve inanç özgürlüğünün sınırı çizilmekte olup, Mason kimliğini alacak kişinin bu düşünce ve inanç yapısında olması ön koşul olarak ortaya koyulmaktadır. Ayrıca Tekris Töreninde her adaydan inancının bu doğrultuda olduğunu beyan etmesi istenmektedir. O halde, masonlukta düşünce, bu genel sınırlamayla yönlendirilerek özgür bırakılmıştır denilebilir.

Özetle Masonlar, dine inanmak zorunda değilse de en kaba tabiriyle Deist türden bir tanrıya ve insan ruhunun ölümsüzlüğüne inanmalıdırlar.

Ulu Mimar

Bu sadece Türk Masonlarının görüşü de değildir. Dünya çapındaki tüm büyük localarda Ateistlerin Mason olmaması şeklindeki kural geçerlidir.

Örneğin Kanada’daki bir Mason locasının sitesindeki “Sıkça Sorulan Sorular” bölümündeki bir cevapta en eski Mason kaynaklarından birinden bir alıntı yapılıyor (22. soru):

Dr. James Anderson, in The Charges of a Freemason, wrote in 1723: “A Mason is obliged by his Tenure, to obey the moral Law; and if he rightly understands the Art, he will never be a stupid Atheist nor an irreligious Libertine.” This phrasing was carried forward unchanged for many years although at this time, in many jurisdictions, the term “stupid” has been dropped as gratuitous and insulting. While individual freemasons may consider atheists to be stupid, or ignorant, or unfortunate, many other freemasons will simply consider atheists as individuals who hold a differing belief.

Kaba tercümesiyle:

1723’te Dr James Anderson “Özgür Masonların Görevleri” isimli eserinde, Masonların ahlaki kanuna uyması gerektiğini ve gerçekten “Sanat”ı anlıyorsa asla aptal bir ateist ya da dinsiz bir özgür düşünceli olmaz…. Bireysel masonlar ateistlerin aptal, cahil, talihsiz olduklarını düşünse de bir çok diğer mason ateistlerin sadece farklı bir fikre sahip olduklarını kabul eder.

Görüldüğü gibi Masonluğun temelinde teleolojik argüman mevcut. Sık sık “mimar” ve “sanat” referansının verilmesinin sebebi “Evren’deki muhteşem nizam-düzen” fikrinden başka bir şey değil. Yani masonlar da aslında dine inananlardan çok farklı düşünmüyor evrenin “yaratılması” konusunda.

Bir ilginç detay daha vereyim, Avrupa’nın en eski Mason localarından Grand Orient de France, kurulduktan kısa bir süre sonra Ulu Mimar’a inancı bir ön şart olmaktan çıkardığı için (diğer bir deyişle Ateistlere kapısını açtığı için) dünyadaki diğer localarla ilişkisi kesilmiştir. Yani hem Ateist hem Mason olabiliyorsunuz ama Masonluğunuz sadece “irregüler” olarak kabul edilen locanızda kalıyor. Bir nevi mahalle derneğine üye olmuş gibi kabul ediliyorsunuz.

Kısaca Masonluk ve Ateizm yan yana durabilecek fikirler değil. Masonluk’la agnostisizm bile yan yana duramıyor. Zira eğer “Evren’in Ulu Mimarı”na inanmıyorsanız ve bu şekilde beyanda bulunmuyorsanız Mason olmanız imkansız.

Darwinist bebek yiyiciler meselesine girmiyorum bile 🙂

Ahkaf Suresi ve Wabar kraterleri

www.Yenimucizeler.com adresindeki yeni mucizelere dair yaptığım çalışamaya devam ediyorum. Bugünkü “mucize”miz bir önceki mucize gibi Ad kavmiyle alakalı.

Ad kavmiyle alakalı bu mucizenin tam metni şu adresten okuyabilirsiniz. Ben yine özetini geçeyim.

Ahkaf Suresi 21-21. ayetler Ad kavminin helak olduğu yere işaret ediyorlar. Bu yerde 6400 sene önce düştüğü tahmin edilen bir meteor krateri bulunmaktadır ve bu da Kuran’da haber verilen “Ad kavminin helakı” olayının geçtiği yerdir. Wabar kraterlerinin olduğu yer de 21 ve 22. enlemlerin tam ortasına 21 derece 30 dakikaya denk geliyor.

Öncelikle bakalım bu mucizeye dair iddialar neler:

1-Ad kavmi Wabar kraterlerinin olduğu yerde – ya da oraya yakın yaşıyordu (net değil, oraya yakın yaşadıklarının kastediliyor olması daha olası).
2-Bu krateri oluşturan meteor Hiroşima atom bombası patlamasıyla kıyaslanabilecek bir şiddetle yere çarptı ve Ad kavmi çarpmanın etkisiyle oluşan bulut ve şiddetli rüzgarla helak oldu.
3- Bu helak vakası 6400 sene önce oldu.

Öncelikle Ad kavminin başkenti olarak bilinen Ubar kentiyle Wabar kraterlerinin arasındaki uzaklığa bakalım. Ubar kentinin lokasyonu 1992’de uydu fotoğraflarıyla belirlenmiş. Bu lokasyon da bir önceki mucizemizde de bahsettiğimiz Batı Umman – Doğu Yemen’de bulunan Dhofar bölgesi. Arkeolojik alanlardan birisi Umman’daki Şisar bölgesi (Shisur ya da Ash Shişar olarak da geçiyor) Wabar kraterlerine uzaklığı 490 km kadar.

Şisar ve Wabar arası kuş uçuşu mesafe

Ad Kavmi’nin Umman dışında bir yerde yaşadıklarına dair bir kaynak bulamadım. Bulabildiğim tüm kaynaklar Ubar ve Ad kavmiyle ilişkilendirilen tüm diğer şehirleri Umman’ın batısına yerleştiriyor. 1992’den sonraki Arkeolojik çalışmalara dair bir NOVA röportajını şuradan okuyabilirsiniz.

Peki Wabar’daki meteorit ne kadarlık bir çarpma etkisine sahipti? Bilim adamlarına göre bu meteorit 1908’deki Tunguska meteorundan daha küçük (zira zemin çarpmanın şiddetini azalatacak olan yumuşak kumdan oluşuyor) bir etkiye sebep oldu. Mucize iddiasında Hiroshima bombasının etkisine eş bir etkiye sebep olduğu iddia ediliyor.

O halde Hiroşima’ya atılan Atom bombasının etki alanına bir bakalım. Atom bombası şehrin 580 metre üstünde havada patlatıldı ve yaklaşık 13 tonluk TNT patlamasına eş değer bir gücü vardı. Bu patlama 1.6 km’lik bir alanda yıkıma sebep oldu ve toplamda 11 km karelik bir alan yangınlardan doğrudan etkilendi. Nagazaki’ye atılan bombanın yıkım etkisi de aynı oranlardaki alanı etkiledi.

1908’de Tunguska’ya düşen meteorun 2150 km karelik bir alanı etkilediği biliniyor. Bu da 52 km çapında bir dairesel alana denk geliyor. Wikipedia’da olayın görgü tanıklarının ifadeleri var. Buradaki görgü tanıklarının o anda bulundukları yerlerin patlama noktasına uzaklığına dikkat çekmek istiyorum.

65 km uzaklıkta olup da olayı 20 sene sonra anlatabilen kişilerin tanıklıkları var. Yani 490 km ötedeki Ad kavminin bu meteorun düşmesi sebebiyle etkilenmeleri olasılığı neredeyse yok. Patlama çok fazla küçük, mesafe fazla uzak.

Fakat işin en komiği, mucize diye sevinenlerin bu olayın ne zaman olduğu konusunda adam gibi araştırma yapmamış olmaları.

Bu olayın 6400 sene önce olduğuna dair referans olarak American Scientific dergisinin 1998 yılındaki bir sayısındaki makale gösteriliyor. Ne şanslıyım ki makalenin orijinalini PDF formatında buldum. Hakikaten meteordan alınan parçaların 6400 senelik olduğu yönünde 1970’lede araştırmalar yapılmış, ancak aynı makalede 6400 sene tarihini veren paragraftan hemen sonra yazının son sayfasında şu söyleniyor :

 Field evidence, however, hintsat a more recent event. … We were able to collect several samples of sand beneath this impactite lining for thermoluminescence dating. The results, prepared by John Prescott and Gillian Robertson of the University of Adelaide, suggest that the event took place less than 450 years ago.

 Yani

Saha kanıtları daha yakın tarihli bir olaya işaret ediyor. Termoluminant tarihleme amacıyla bir kaç örnek topladık. Adelaide üniversitesinden John Prescott ve Gillian Robertson tarafından sunulan sonuçlara göre olay son 450 sene içerisinde olmuş.

Mucizecilerin aynı makaleyi çevirirken 6400 seneye atlaması ama “kanıtlar 450 sene diyor” kısmını itinayla es geçmeleri ilginç olmuş.

Bu tarihleme çalışmasıyla ilgili başka referans var mı diye ararken 2004 tarihli bir çalışmaya denk geldim ve bu çalışma da olayın tarihini 290 seneye 38 yıllık bir sapma payıyla yerleştirmiş. Kullanılan teknik Luminescence tarihleme.

Şimdi bir de işin daha ilginci var. Yine aynı Scientific American makalesinde 1861 veya 1893 yıllarında gerçekleştiği söylenen Nejd meteoritleri olayı. Bu meteoritler Riyad semasından geçerek Wabar yönüne gidiyorlar. Nejd meteoritlerinden kopan parçaların kimyasal analizi gösteriyor ki Nejd meteoritleri Wabar’da bulunan meteoritlerle çok benzer bir yapıda. Bu Nejd meteoritleriyle ile olan ilişkiyi doğrulamaya çalıştım ancak daha fazla bilgi bulamadım. Scientific American’ın güvenilirliği ölçüsünde güvenilir bir bilgi. Yine de Mucizecilerin bu olayı da “es geçmiş” olmaları pek ilginç.

Özetle,

Bu mucizedeki 3 maddelik iddiaların hiç birisi gerçeği yansıtmıyor. Ad kavminin Wabar meteoritlerinin yakınlarında yaşadığına dair, orada bir şehrin var olduğu ve yıkıldığına dair bir kanıt yok. Ad kavmiyle ilişkilendirilen şehirler 500 km ötede bulunuyor ve Wabar’daki meteorun sebep olduğu patlama ya da rüzgarın o mesafeye ulaşması imkansız. Çok daha büyük patlamalar (Tunguska) çok daha küçük etkilere sebep olmuşlarken Wabar’daki meteor çarpmasının nasıl Umman’a kadar ulaşabildiği bir muamma. Ancak en önemlisi, bu meteorlar 6400 sene önce değil en fazla 320 sene önce dünyaya çarpmışlar. Yani Muhammed Kuran’ı yazdıktan yaklaşık bir 1000 sene sonra.

Mucizecilere haklarını teslim etmek gerekir – Wabar meteorit alanı gerçekten de enlem olarak 21 derece 30 dakika’da bulunuyor. En azından onu tutturmuşlar.

 

 

Kuran Mucizeleri : Ankebut Suresinde Ad ve Semud’un Koordinatları

www.yenimucizeler.com sitesinin sahibi eksik olmasın bloguma uğrayıp fikir alış verişi ve tartışma zahmetinde bulunmuş ve yorumlarının birisinde bu apaçık mucizeden bahsetmiş.
Sitesinin reklamını yapmak istemediğimi bu yüzden de bu “mucize”yi görmezden geleceğimi iddia etmiş. Öncelikle hemen sitesinin reklamını yapalım – sitenin ismi Yeni Mucizeler ve adresi www.yenimucizeler.com. Yeni ve apaçık olarak tanımladığı ve benim bugün inceleyeceğim mucizenin linki ve başlığı da şu şekilde : ANKEBUT SURESİNDEKİ MUCİZEVÎ COĞRAFİ İŞARETLER.
Evet reklamlar bittiğine göre bu mucizeyi dikkatlice inceleyelim. Belki daha önceki apaçık mucizelerin aksine bu mucize biraz bilimsel şüphecilik karşısında çöküvermez.
Mucizenin açıklamasının detayını sitenin kendisinden okuyabilirsiniz ben tekrar etmeyeyim. Mucizenin özeti şu şekilde :
“Ankebut suresinde Ad ve Semud kavminin yaşadıkları yerin enlem-boylam olarak koordinatları verilmektedir. Bu da o zamanların bilgisiyle imkansızdır. Bu da demektir ki Kuran mucizevi bir kitaptır, Muhammed peygamberdir”.
Mevzubahis ayet 29. sure olan Ankebut suresinin 38. ayeti. Haritada 29 Doğu boylamı 38 Kuzey enleminde de Ad ve Semud kavimlerinin yaşamış oldukları iddia ediliyor. Ayetin meali de şu şekilde aktarılmış :
“Ad ve Semud da, oturdukları yerler de size açıklandı, ve şeytan onlara amellerini süsledi böylece onları yoldan alıkoydu ve görülenler oldular”
Aynı ayetin diyanet tercümesi şu şekilde : “Ad ve Semûd kavimlerini de helak ettik. Bu, onların (harap olmuş) yurtlarından size besbelli olmuştur. Şeytan onlara işlerini süslemiş ve onları doğru yoldan alıkoymuştur. Halbuki onlar gözü açık kimselerdi.”
Özetle deniyor ki “bu ayette Ad ve Semud kavminin yaşadıkları yerden bahsediyor ve ayetin numarası (29:38) tam da enlem boylam olarak bu kavimlerin yaşadıkları yeri gösteriyor.
Şimdi buradaki mucizenin iki bileşeni var.
1-Kuran’daki ayet-sure numaraları enlem boylam cinsinden tercüme edilebilir ve kontekstle alakalı yerlere işaret ederler.
2-Ad ve Semud kavimleri Ankebut 38’den çıkardığımız enlem-boylamın kesiştiği yerde yaşıyorlardı. Yazar Hicr bölgesinde yaşadıklarını bu bölgenin de Şam’dan Medine’ye kadar olan bölgeyi kapsadığını, iki şehir arasında düz bir çizgi çekersek 29:38 noktasının bu çizginin tam ortasına işaret ettiğini bunun da ayetteki anlamla desteklenerek Kuran’da Ad-Semud’un yaşadıkları yerin yazdığını iddia ediyor.
Öncelikle Ad ve Semud’un yaşadıkları yerler nereleriymiş bir bakalım. Hemen Wikipedia’ya bakıyoruz ve Ad – Semud kavimlerini araştırıyoruz.
Ad kavmi, Umman’da Dhofar bölgesiyle Güney Arap Yarımadasındaki Rub’al Khali bölgeleri arasında yaşadığı düşünülen eski bir kavim. Başkenti artık kayıp bir şehir olan Ubar (İram) ve günümüze kalan tek kalıntı yine Dhofar bölgesindeki bir kervansaray – vaha durağı. Özetle Ad kavmi bugünkü Umman ve Yemen sınırına yakın bir yerde yaşıyorlarmış. 29:38’e yakın bile değil.

Dhofar bölgesi

Semud kavmiyle ilgili bilinenler daha fazla. Bir kere bu kavmin yaşadığı şehirlerin kalıntıları bugün bile gezilebilen turistik yerler. Kuran’da araf suresinde Salih peygamberden bahsederken dağlara evler oyduklarından bahsediyor :
Araf 74: “Hatırlayın ki Allah Âd kavminden sonra, sizi onların yerine getirdi ve sizi yeryüzünde yerleştirdi. Yerin ovalarında köşkler kuruyor, dağları oyup evler yapıyorsunuz. Artık Allah’ın nimetlerini anın da yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.”
Bu dağların oyulması referansı Semud kavminin Kuran’daki lokasyonunu bulmamızda çok yardımcı oluyor zira bu yapılar hala ayakta duruyorlar ve Mada’in Salih şehrinin yakınlarındadırlar. Bu yapılar Unesco Dünya Mirası parçasıdır aynı zamanda.

"Dağları oyup evler yapıyorsunuz"

Bu eski şehrin koordinatları (Google maps’e göre) : 26.806127,37.962377. 29D, 38 K’de değil. Bu şehir peki Şam – Medine arası çekilen düz çizgide tam ortada mı? MS Paint sağolsun onu da kontrol ettik:

Mada'in Saleh'in Şam-Medine çizgisine olan uzaklığı

Özetle ne Ad kavmi ne de Semud kavmi iddia edilen 29:38 koordinatlarında değiller.
Gelelim ilk iddiaya.
Farzedelim ki gerçekten Ad ve Semud kavimleri aynı yerde yaşamış olsunlar, ve hakikaten bu kavimlerin yaşadıkları yerde kalıntıları olmuş olsa, ve Kuran’ın 29:38’deki ayeti bu lokasyona işaret etse. Bunu bir tesadüf değil de mucize olarak kabul edebilmemiz için ne gerekli? Olağanüstü iddialar olağanüstü kanıtlar ister. Benim aklıma gelen olağanüstü kanıt Kuran’daki başka ayetlerin aynı şekilde başka yerleri gösterip göstermediği olurdu. Bu “mucize” Kuran’ın genelinde görülen bir mucize olsaydı o zaman burada olağandışı bir durum olduğunu düşünebilirdik.
E bakalım o halde gerçekten de başka ayetlerde bu türden bir mucize var mı yoksa bu olay tesadüfi mi?
Bakara 50 (2:50) : Hani, sizin için denizi yarmış, sizi kurtarmış, gözlerinizin önünde firavun ailesini suda boğmuştuk.
Burada Kuran’ın Musa’nın denizi yarıp Firavunu ve ailesini suya boğduğu yerden bahsetmesini bekleriz – ama 2:50 Somali açıklarında bir noktayı gösteriyor.
Yunus 83 (10:83) : firavun ve ileri gelenlerinin kötülük yapmaları korkusu ile kavminin küçük bir bölümünden başkası Mûsâ’ya iman etmedi. Çünkü firavun o yerde zorba bir kişi idi. O gerçekten aşırı gidenlerdendi.
Firavun’un yerinden bahsediyor. Hesaba göre Bengal körfezi (hatta tam ortası).
Tamam, sanırım bu şekilde olmayacak. O zaman Firavun’un yaşadığı yerlerin koordinatlarına denk düşen ayetlerde neden bahsediyor bir görelim:
Luxor şehri Eski Mısır’daki Yeni Krallık döneminde bir başkentti. Musa zamanında yaşadığı düşünülen 2. Ramses’in de başkentiydi. Koordinatları 25:32 olarak veriliyor.
25:32 – Furkan suresi 32. ayet:” İnkar edenler, “Kur’an ona bir defada toptan indirilseydi ya!” dediler. Biz Kur’an’la senin kalbini pekiştirmek için onu böyle kısım kısım indirdik ve onu ağır ağır okuduk.”
Burada ayet Muhammed’e sesleniyor.
Başka bir başkent deneyelim – Memphis. Memphis de eski krallık döneminde bir başkentti. 29:31 koordinatlarında bulunuyor.
Ankebut 31: “Elçilerimiz (melekler) İbrahim’e müjdeyi getirdiklerinde, “Biz bu memleket halkını helak edeceğiz, çünkü oranın ahalisi zalim kimselerdir” dediler.”
Hayır yine Firavun’dan ya da mısırdan bahsetmiyor.
Peki son bir şey deneyelim, acaba Kabe’nin koordinatlarındaki ayet neden bahsediyor?
Kabe’nin koordinatları 21:39
Enbiya 39 : “İnkar edenler, yüzlerinden ve sırtlarından ateşi savamayacakları ve hiçbir yardım da görmeyecekleri vakti bir bilseler!”
Hayır, Kabe’den bahsetmesi gereken ayette de Kabe’ye bir referans yok.
Elbette bir de işin Ad ve Semud kavminden bahseden diğer ayetler boyutu var. Kuran’da 25 ayette Semud kavminden bahsediliyor. Bunların hangisinin koordinat hangisinin olmadığını neye göre ayıracağız belli değil. Bazı örnekler ve enlem-boylam olarak karşılık geldikleri yerler:
Araf 73 – 7:73 : Hint Okyanusu
Tevbe 70 – 9:70 : Arap Denizi – Bu ayette yerle bir olan şehirlerinden bahsediyor.
Hud 61 – 11:61 : Lost adası (güney Hint Okyanusu) Yine burada yer yüzünden ve imarından bahsediyor.
Dileyen geri kalanı da kontrol edip
Özetle bu Kuran mucizesi de 45 dakikalık bir çalışma neticesinde çökmüş görünüyor. Ne iddia gerçekle örtüşüyor ne de iddiayı genişletip zorladığımızda gerçeklere yaklaşıyoruz. Diğer Kuran mucizeleri gibi apaçık bir hüsnü kuruntu.
Hah, unutmadan – Mada’in Saleh’in koordinatlarına (26.806127,37.962377) denk gelen Kuran Ayeti :
Şuara suresi 38. ayet :”Sana bütün usta sihirbazları getirsinler.”.
E gelmiş sihirbazlar, kollarından “mucize”ler çıkartmakla meşguller.

En eski dinozor fosili bulundu

Bilim adamları Güney Afrika’da 190 milyon yıllık dinozor fosilleri buldular. Bu buluşun iki önemli özelliği var – birincisi bu fosiller bulunmuş en eski dinozor fosilleri. İkincisi fosiller doğmak üzere olan bir Massospondylus (bir Sauropod türü) yavrusuna ait. Alttaki resim bulunan fosillerden yola çıkılarak yapılmış bir model :

Bakın, milyonlarca yıldır hiç değişmemiş

Fosiller şu şekilde – boyutlara dikkat :

Bulunan fosil

Discovery.com’da daha detaylı bilgi bulunuyor.

Lezbiyen ebeveynli ailelerde çocuk istismarı oranı sıfır

Yeni yayınlanan bir araştırmaya göre iki lezbiyenin ebeveyn olduğu ailelerde çocuk istismarı oranı 0. Bu oran Amerika’daki heteroseksüel ebeveynli ailelerde %26 olan (daha çok şiddet ve baskı şeklindeki) istismar ve 8% olan cinsel istismar oranlarıyla karşılaştırılınca ortaya ilginç bir tablo çıkıyor.

Eşcinsel ailelerde yetişen çocukların homoseksüel olacakları iddiasıyla ilgili de araştırma, bu ailelerde yetişen çocukların %2.8’inin eşcinsel olduklarını gösteriyor.

24 yıldır süren araştırma, sağcı-muhafazakar-dindar kesimin şiddetle karşı çıktığı ve “ailenin kutsallığını ve yapısını bozan” eşcinsel evliliklerin ne kadar zararlı olduğu sorusuna ışık tutuyor.

Elbette burada önemli bir nokta var. O da lezbiyen çiftlerin çoğunlukla çocuklarını planlayarak suni döllenmeyle yaptıkları ya da evlat edindikleri. Bu şekilde çocuk sahibi olan heteroseksüel çiftlerle kıyaslandığında ortaya çıkacak olan tablo benim tahminimce benzer olacaktır. Yani bu araştırmadan çıkarabileceğimiz sonuç lezbiyen çiftlerin otomatikman çocuklara daha iyi davrandıkları değil, lezbiyen çiftlerin planlayarak edindikleri çocuklarına en az benzer şartlardaki heteroseksüeller kadar iyi baktıklarıdır. Yani lezbiyen bir çift olmak çocukların yetişmesinde iddia edildiği gibi kötü bir etken değil. Ancak otomatikman iyi bir etken olduğunu da söyleyemeyiz.

Bir de bu araştırmadaki örneklem epey küçük göründü bana, 78 aile uzun süreli izlenmiş olsa da, 78 yine de küçük bir örneklem. Gerçi zaten araştırmacılar “daha çok araştırma gerekiyor” demişler.

Filistinli Ateist Blogcu Gözaltında

Bir süredir İslam karşıtı bir Facebook sayfası yayınlayan Waleed Al-Husseini kimliğinin ortaya çıkmasından sonra polis tarafından göz altına alındı.

Al-Husseini’nin Facebook sayfası kapatılınca Enlightenment of Reason (Aklın aydınlatıcılığı) isminde bir blog kurmuştu. Blogu keşfeden annesi internet bağlantısını iptal edince Al-Husseini ölümcül bir hata yaparak (biliyorsunuz İslam’dan çıkmanın cezası ölüm) bi internet kafede günde 7 saat geçirerek blogunu güncel tutmaya çalıştı. Kafe çalışanlarından birisi de bilgisayardan girilen sitelerin dökümünü polise bildirince 25 yaşındaki berberlik yapan Al-Husseini tutuklandı.

Suçu İslam’ı kötülemek. Gerçi konu İslam olunca somut tarihi gerçeklerden bahsetmek bile kötülemek gibi algılanabiliyor.

Elbette bu tipik bir İslamcı iki yüzlülüğü. Filistin’de diğer dinlere dair eleştiriler gayet rahat bir şekilde dile getirilebilirken İslam’a dair eleştirilerin bu şekilde susturulmaya çalışılması ironik. Al-Husseini blogunda şu şekilde bir beyanda bulunmuş (tercüme):

Müslümanlar bana niye İslam’ı bıraktığımı soruyorlar. Bana garip gelen şey Müslümanların İslam’ı terketme olanakları olduğundan habersiz olmaları. Herkes bu hakka sahip. İslam’ı bırakan herkesin batının ve Yahudi devletinin bir ajanı olduğunu, bu ülkelerden ve gizli servislerinden tomarla para aldıklarını sanıyorlar. İnsanların aslında fikirlerinde özgür olduklarını ve istedikleri şeye inanabileceklerinin farkında değiller.

Bu makaleyi yazarken İslam’ın Hrıstiyanlık ya da Yahudilikten daha kötü olduğunu söylemediğimin altını çizmek istiyorum. Okuyucu benim diğer dinleri İslam’a tercih ettiğimi düşünmesini istemiyorum. Dinler aptallıkta birbiriyle yarışan bir sürü saçmalık ve inanılması güç efsanelerden başka bir şey değil.

Konuyla ilgili bir Facebook sayfası kurulmuş.

Türkiye’nin çok sevdiği, çok desteklediği ve yardım etmek için hiç bir fırsatı kaçırmadığı Filistin’de din ve vicdan özgürlüğü olmaması ne kadar üzücü. Eh, ne demişler? Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim. Türkiye’nin yakın geçmişteki arkadaşları – Sudan, Filistin, Pakistan, İran, Brezilya. Ortaya çıkan resim endişe verici.

Nüfus Cüzdanındaki Din hanesi İnsan Haklarına Aykırıdır

Biraz eski ama konuyla ilgili bir AİHM kararı var, blogda bulunsun dedim.
AİHM: Türkiye’de nüfus cüzdanında din hanesi hak ihlali

AİHM gündeminde bugün Türkiye ile ilgili 11 dava vardı
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Türkiye’de nüfus cüzdanlarında din ibaresinin yer almasının, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin din ve vicdan özgürlüğüyle ilgili 9. maddesine aykırı olduğuna hükmetti.

Mahkemenin bu kararı, Sinan Işık’ın 2005 yılında kimliklerdeki din hanesi aleyhinde yaptığı başvuruya yanıttı.

Strasbourg’daki mahkeme, kararını açıklarken kişinin din ve inancını açıklamak zorunda olmadığını belirtti.

Türkiye hükümeti savunmasında 2006 yılından itibaren isteğe bağlı olarak din hanesi boş bırakılabildiğine dikkat çekti.

Ancak AİHM bu savunmayı yeterli bulmadı ve kişinin din ve inancıyla ilgili değerlendirmenin devletin görevi olmadığını kaydetti.

Başvuru sahibi olan Işık, talepte bulunmadığı için maddi tazminata gerek görülmedi.

İzmir’de yaşayan Işık, 2004 yılında nüfus cüzdanındaki din hanesine ”Alevi” yazılması istemiyle mahkemeye başvurmuştu.

İzmir Mahkemesi, Diyanet İşleri Başkanlığından aldığı görüş doğrultusunda, Aleviliğin başlı başına bir din olmadığı gerekçesiyle başvuru yapan kişinin şikayetini reddetmişti.

Bunun üzerine Işık, konuyu din özgürlüğü, adil yargılanma ve ayrımcılığın yasaklanmasıyla ilgili maddelere dayanarak AİHM’ye götürdü.

AİHM konu hakkında sadece Diyanet’e başvurulmasını da eleştirdi.

 Ben herhangi bir konuda Diyanet’e başvurulmasını, danışılmasını yanlış buluyorum, ama gel gelelim güya Laik Devlet bu kurumu benim vergilerimle ayakta tuttuğu gibi her sene astronomik rakamlarda bütçe artışlarını uygun görüyor.

Her neyse, nüfus cüzdanınızdaki din hanesini gidip yenisini çıkartarak boş bıraktırabiliyorsunuz. Standart yenileme işlemi sırasında “din hanesi boş kalsın” diyorsunuz dolduran memura, boş bırakıyorlar.